İlahiyatçı-yazar İhsan Eliaçık, dinlerini 'tapınak dini' ve 'zengin eğlencesi' haline getirenlerin, başta oruç, iftar ve sahur olmak üzere İslam'ın özgün ritüellerini tahrif ettiklerini belirterek, " Türkiye'de Ramazan bir festival halini almıştır" dedi.

Eliaçık, Ramazan ayının öneminin sadece maneviyatla sınırlı kaldığını belirtti. Sahurun anlamsızlaştırıldığını, iftarın ise zenginlerin davet ve şatafat gösterisi haline geldiğini vurgulayan Eliaçık, " Maalesef mükemmel bir din olan İslam'ı 'tapınak dini' ve 'zengin eğlencesi' haline getirenler, öncelikle oruç, iftar ve sahur olmak üzere güzel dinimizin tüm özgün ritüellerini tahrif etmişlerdir. Artık Ramazan bir festival, iftarlar davet ve şatafat gösterisi, sahurlar ise anlamsız anlara dönüşmüştür" dedi.

"SEN AÇ KALIYORSUN DİYE TANRI BUNDAN ZEVK Mİ ALIYOR?"
Ramazan gelince bütün ülkede büyük bir 'din pazarı' kurulduğunu, ekranların Ramazan meddahlarından, kıssacılardan, hurafecilerden geçilmediğini dile getiren Eliaçık, " Allah’ın bizim sırf aç kalmamızı istediğini, ondan ‘hoşnut’ olduğunu sanıyorlar. Sanki biz aç kaldıkça Allah’ın ‘egosu’ tatmin oluyor ve bundan büyük zevk duyarak 'Nasıl da milyonlarca insan benim için aç kalıyor, en büyük benim!' diye gökte tanrılığını kutluyor(!). Sırf ‘bir’ ay aç kalmada maharet var sanıyorlar. Açlarla beraber olmayı değil; orucun kendisini, zulme ve sömürüye ‘kıyam’ etmeyi, zenginin önünde eğilmemeyi, hayatta kimseye ‘secde’ etmemeyi değil; namazın kendisini, halka karışmayı, eşitlenmeyi değil; tavafın kendisini, yakınlaşmayı, kaynaşmayı değil; kurbanın kendisini, domuzlaşmamayı, yiyicilik yapmamayı değil; domuz etinin kendisini, kadının boyunduruklardan kurtulmasını değil; saç telini örtmenin kendisini ‘ibadet’ sanıyorlar.  Bunları söyleyene de “Ne yani namazı, orucu, haccı, kurbanı, başörtüsünü inkar mı ediyorsun, domuz eti caiz mi diyorsun?” diyerekten de ‘din bekçiliğini’ kimselere bırakmıyorlar" şeklinde konuştu.

DİYANET'İN DERDİ BAŞKA...
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın derdinin doğrudan doğruya açlar ve yoksullar değil; açın ve yoksulun çiğnediği sakızın orucu bozup bozmayacağında, sahura saat kaçta kalkacağında olduğunu kaydeden Eliaçık, " Türkiye dindarlığı neredeyse bütün kesimleriyle beraber doğrudan açlığı ve yoksulluğu “dini bir mesele” olarak görmez. “Açlık günlerinin” (orucun) ne için var olduğunun farkında değildir. Ama açın ve yoksulun iftarını hanımını öperek ve ilişkiye girerek açması caiz mi değil mi, bayıla bayıla tartışır. İşin derdinde değil; eğlencesindedir. Bir örnek vereyim. Yeşaya böyle bir zamanda yaşamış olmalı ki ritüelin dinin özünü ve sosyal amaçlarını boğmasına karşı çığlık çığlığa bağırır. “Açlık günlerinden” ne anlamımız gerektiğini şöyle anlatır: ' Bugünkü gibi oruç tutmakla sesinizi yükseklere duyuramazsınız. İstediğim oruç bu mu sanıyorsunuz? İnsanın isteklerini denetlediği gün böyle mi olmalı? Kamış gibi baş eğip çul ve kül üzerine mi oturmalı? (o günkü ritüel). Siz buna mı oruç, Rabb’i hoşnut eden gün diyorsunuz? Benim istediğim oruç haksız yere zincire, boyunduruğa vurulanları salıvermek, ezilenleri özgürlüğe kavuşturmak, her türlü boyunduruğu kırmak değil mi? Yiyeceğinizi açla paylaşmak değil mi? Barınaksız yoksulları evinize alır, çıplak gördüğünüzü giydirir, yakınlarınızı gözetirseniz ışığınız tan yeri gibi ağıracak, çabucak şifa bulacaksınız. Doğruluğunuz önünüzden gidecek, Rabb’in yüceliği artçınız olacak, o zaman yardım çağrılarınızı Rabb cevaplayacak, feryat ettiğinizde ‘İşte buradayım’ diyecek!”
Daha yeni Daha eski