“BU PROJE KAPSAMINDA, TAZMİNATLARI VERİLMEDEN DÜKKANINDAN KOVULAN, BİRÇOK ESNAF VAR”
“İNSANLAR İLK MÜDAHALENİN SABAH BASKINLARI OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYOR AMA DAHA ÖNCESİ DE VAR BUNUN”
“YANİ İNSAN SORMAK İSTİYOR; ‘YAHU BİZ NE YAPTIK, NİYE BÖYLE DÜŞMANA SALDIRIR GİBİ SALDIRIYORSUNUZ?”
“HÜKÜMET YANLISI BİR TV KANALI, ‘GÖSTERİCİLER TAŞ VE SOPALARLA POLİSE SALDIRDI’ DEYİNCE BİRBİRİMİZE BAKIP GÜLDÜK”
“KARŞINIZDA, SİLAHINI ÇEKMİŞ BİR POLİS, BİR YANDAN AĞLIYOR, BİR YANDAN DA SİZİ HEDEF ALIYOR”
“KALABALIK BİR GRUP, BİR POLİS OTOBÜSÜNÜ BAŞMIŞ VE KULLANILMAMIŞ BOL MİKTARDA GAZ KAPSÜLÜ VE GAZ TÜFEĞİ ELE GEÇİRMİŞLER”
“ÇARŞI’NIN KİTLEYE AŞILADIĞI MORAL AŞIRI DERECEDE BÜYÜKTÜ. ARTIK HERKESİN ONLARLA BİR GÖNÜL BAĞI VAR”
“AY YILDIZ TİŞÖRTLÜ GENÇLE, BDP BAYRAKLI GENÇ YAN YANA OTURMUŞ, SİGARA İÇEREK MUHABBET EDİYORDU”
“ORTADA BİR HAREKET VAR VE ÜLKEDE SANDIĞA HAPSOLMUŞ SİYASET ANLAYIŞINA ALTERNATİF OLUŞTURUYOR”
“ONLAR, CUMA NAMAZLARINI RAHATÇA KILABİLSİNLER DİYE ETRAFLARINDA NÖBET TUTANLAR İNANÇSIZ İNSANLARDI”
“ÇEŞİTLİ TAHLİLLER YAPILIYOR, ‘BU BİR ORTA SINIF AYAKLANMASI’ DİYE. SON DERECE ÖNEMSİZ BENCE”
Cenk Küçük, bir sosyalist.
Gezi Parkı Direnişi’nde aktif olarak yer almış, “Haziran Ayaklanması” diye tanımlanan o sürecin neredeyse her anına tanıklık etmiş biri.
Kendisi Silivrili. Gazetemiz yerel bir yayın olduğundan, aşağıda yer alan röportajı yapmak isteyişimizin temel nedenlerinden biri de bu oluverdi doğal olarak.
Küçük bize, direniş süreciyle ilgili olarak merak ettiklerimizi açık yüreklilikle anlattı.
Sözü O’na bırakıyoruz.
HAYRİ GÜNEL – AĞUSTOS 2013, SİLİVRİ
HAYRİ GÜNEL: Öncelikle en baştan başlayalım istiyorum. Orada, İstanbul’un tam orta yerinde, Taksim Gezi Parkı’nda aslında olanlar nelerdi. Başlangıç ve bir devam olarak gelişen süreci, neredeyse her anına tanıklık etmiş biri olarak bize nasıl anlatabilirsin?
CENK KÜÇÜK: Öncelikle şunu belirtmek lazım, bu zaten senelerdir sürdürülen bir süreçti. Taksim Dayanışması adı altında bu dönüşüm projesine karşı mücadele veriyordu belli başlı siyasi oluşumlar ve sivil toplum kuruluşları. Olaylar patlamadan çok önce meydana geldiği için pek dikkat çekmedi maalesef ama bu proje kapsamında tazminatı verilmeden kendi dükkanından kovulan, ortada kalan, mağdur olan bir çok esnaf oldu. Ama gelin görün ki parkın kendisine fiili müdahale yapılana kadar halkın pek dikkatini çekmedi bu durum. Halkın ilgisini çeken de polisin sert müdahalesi oldu zaten. Tamamen barışçıl bir kitleye şiddetle saldırdığınız zaman insanlar bir durup "ne oluyoruz?" diyorlar ister istemez. Gerçi şimdi polisin müdahalesi diyoruz ama sadece polis diyerek devleti ayrı tutmayalım, çünkü sürecin itekleyicisi yine devlet, polis devletin kolluk kuvveti. Şu an insanlar ilk müdahalenin sabah baskınları olduğunu düşünüyor ama daha öncesi de var bunun. Harbiye tarafındaki ağaçlara ilk kepçe vurulduğu gün insanlar yine aynı polis şiddetine maruz kaldı. Fakat ilerleyen günlerde duruşlarını bozmayıp son derece barışçıl şekilde tavırlarını sürdürmelerine rağmen polis şiddeti artınca, halkın dikkati de doğal olarak bu olaya çekilmiş oldu. 31 Mayıs sabahı yapılan 2. şafak baskınıyla beraber insanlarda ciddi bir tepki oluştu. O sabah DİSK genel bir çağrı yaptı tüm herkese 12:00 ya da 13:00, tam hatırlamıyorum şimdi saatini. Taksim Meydanı'nda basın açıklaması yapılacaktı. Sabahki olayları duyan gelmiş, bayağı kalabalıktık. Her kesimden insan vardı; genci yaşlısı, erkeği kadını... Toplanalı 20 dakika olmuştu ya da olmamıştı, kitle daha yeni yere oturmuştu ki polisin gaz maskelerini takmaya başladığını farkettik. İnsanları uyarmamıza vakit kalmadan çok şiddetli bir saldırı başladı. Bütün her taraf bir anda bembeyaz oldu gazdan. Aniden kaçıştı bütün herkes, çünkü kimse beklemiyordu böyle utanmazca bir saldırıyı. Yani insan sormak istiyor "Yahu biz ne yaptık? Niye böyle düşmana saldırır gibi saldırıyorsunuz?" diye. Hükümetin yaptığı işi beğenmiyoruz ve bunu protesto ediyoruz sadece! Düşünün, tamamen barışçıl ve demokratik bir protesto, ama bir anda polis saldırıyor elindeki tüm şiddet imkanlarıyla. Tamam biz senelerdir siyasetin içinde olan gençler olarak polisin her zamanki tutumunu ve şiddetini biliyoruz, buna aşinayız, zira daha 2 hafta öncesine Reyhanlı'daki katliamı protesto etmek için yürüdüğümüzde polis yine aynı şekilde saldırmıştı bize sanki orada bombaları patlatanlar bizlermişiz gibi. Ama böyle bir durumda bile saldırmaları bizim için bile şaşırtıcıydı ve artık devletin ne derece tahammülsüzleştiğinin açık kanıtı oldu herkes için. Orada 3 arkadaş can havliyle girdiğimiz bi' kafede nefes almaya çalışırken televizyon çekti dikkatimizi. Hükümet yanlısı olduğu bilinen bir kanal olayları şu başlıkla veriyordu, "Göstericiler polislere taş ve sopalarla saldırdı". Birbirimize bakıp güldük, çünkü dediğim gibi aşinayız böyle şeylere. Polis şiddetine de, medyanın yalancı tavrına da. Ama 2013 yılında yaşıyoruz ve artık insanların, özellikle de gençlerin elindeki tek haber alma aracı televizyon değil. İnternet sağolsun, sosyal medya diye bir şey var artık. Polisin tutumu facebook ve twitter gibi araçlar üzerinden kısa sürede yayılınca halkın bu şiddete tepkisi gerçekten büyük oldu ve o gün orada 2 saat içinde ciddi bir direniş başladı. Televizyondan bir kısmını izleyebilmişsinizdir belki çeşitli kanallardan, ama sizi temin ederim, televizyonda izledikleriniz, polisin uyguladığı şiddetin aslını yansıtmak bir yana, yanına bile yaklaşamazdı. Ara sokaklarda neler yaptıklarını anlatırsam tüm gazeteyi bana ayırmak zorunda kalırsınız, ama oradaki herkes gördü. İnsanların daha da kararlı ve muhalif hale gelmesine sebep olan da buydu zaten, oysa onlar bu baskıyla bizi dağıtabileceklerini ummuşlardı. O gece sabaha kadar bitmedi çatışmalar. Şiddet olaylarını tırmandıran, sokakların savaş alanına dönmesini sağlayan şey direkt olarak polisin aşırı sert tavrıydı. Gece biraz durulsa da öğlene doğru tekrar şiddetlendi. Polis şiddetini arttırdıkça bizim de kararlılığımız ve direncimiz artıyordu. Zaten 1 haziran günü saat 17:00'den sonra direniş çok büyük kitlelere yayılınca polis geri çekilmeye başladı. TOMA'lar, Akrepler, ekip otobüsleri, bütün hepsi bölgeyi terketmeye başladı. İTÜ Mimarlık Fakültesi'nin önünde öyle bir araç trafiği oluşmuş ki, dakikada en fazla 2-3 metre ilerleyebiliyor polis araçları. İlginç bir şey anlatayım hatta. Biz polisleri alan dışına çıkartırken, yine o kampüsün önündeki İETT otobüslerinin içinde bir tane çevik kuvvet çekti dikkatimizi. Koltukların arasına çömelip saklanmaya çalışıyor, başını ellerinin arasına almış. Baktık ki arkadan camları kırıp girmeye çalışıyorlar, biz de ön kapıyı zorlayıp girdik içeri, kitle adama zarar vermesin diye. Girdiğim gibi polisin silahıyla karşı karşıya kaldım! Bir an şok oluyorsunuz tabii; karşınızda silahını çekmiş bir çevik kuvvet polisi, bir yandan ağlıyor, bir yandan sizi hedef alıyor. O an ağzımdan sakinleştirici bir şey çıkması lazım ama çıkan laf ne oluyor? "Korkma, biz sizden değiliz!". Şu an anlatırken gülüyorum tabi, ama o an öyle değil tabii. Anlatmaya çalıştığım, bizim onlar gibi olmadığımızdı, onu linç etmeyeceğimizdi. Çünkü polisin tek yakaladığı göstericilere nasıl acımadan saldırdığını defalarca izledik bu olaylar boyunca. Silahını yerine sokmasını isteyince hiç itiraz etmeden kılıfına geri soktu ve kendisinin göstericilere şiddet uygulamadığından bahsetmeye başladı. Arkadaşlarımızı öldürdüler, kör ettiler, sakat bıraktılar, bunların hepsinin bilincindeyiz ve o an bile aklımızda hepsi, ama yine de o an karşınızda böyle görünce vicdanınıza kulak vermeden edemiyorsunuz. Etrafı sarılınca vurmaya çalışan birkaç kişi oldu ama zarar görmesini engelleyip korumaya aldık biz polisi ve otobüsten çıkartıp arkadaşlarının yanına koşmasını söyledik. Tam o anda da aşağıdan 10-11 civarında çevik kuvvet polisi havaya sıkarak bize doğru koşturmaya başlamıştı. O gün geride bayağı bir eşya bıraktı polis geri çekilirken. Hatta kulak misafiri olduğum bir konuşmayı aktarayım; kalabalık bir grup, çevik kuvvet otobüsünü basmış, içindeki 5-6 polis de mecburen kaçmış. Otobüste kullanılmamış biber gazı kapsülleri ve biber gazı tüfeği bulmuşlar. O gün bir ara etrafta polis falan yokken bir anda parka gaz bombası düştü ve millet müdahale var diye kaçışmaya başladı. Sonradan duyduk ki bu arkadaşlar deneme atışı yapalım derken yanlışıkla parka sallamışlar biber gazını, millet de polis geliyor diye kaçmaya başladı tabi.
Polisi alandan çıkartmamızdan sonrasına gelirsek; Park gerçekten mükemmel bir hale büründü diyebilirim. Birbirini tanımayan yüzlerce, binlerce insan. Hergün onbinlerce daha fazlası gelip ziyaret ediyor, yardım ediyor, katkıda bulunuyor, ellerinden ne gelirse artık... Gerçekten mükemmel bir dayanışma ortamı vardı ve işin en güzel kısmı ise parkta paranın kullanılmamasıydı. İnsanları her geçen gün daha da bozan bu para denen illeti ortamımızdan kovunca, ortam nasıl güzelleşti anlatamam size. Her şey bedava, her şey gönüllü, hiç bir şey zorlama değil. Öyle bir ortam düşünün ki, yürürken yanlışlıkla birine çarpıyorsunuz, fakat karşınızdaki sizden özür diliyor gülümseyerek. Arkadaşınızdan sigara istiyorsunuz, hiç tanımadığınız biri ilerden "Al kardeşim istediğin kadar iç" diyerek size paketini atıyor. Toplumun görmezden geldiği ve dışladığı insanlar vardı orada, evsizler, sokak çocukları veya ufak yaşlarda çalışmak zorunda kalan çocuklar. Bütün hepsi mutluydu orada, gülümsüyorlardı, çünkü karınları doyuyordu ve gerçekten de bir birey olarak kabul ediliyorlardı. İnsanlar oturup da muhabbet ediyordu hepsiyle, hiçkimse dışlanmıyordu. Polis parkı ele geçirdikten ve bizi kovduktan sonra Taksim'in ara sokaklarında gözüme çarptı o çocuklardan iki tanesi, o hallerini görünce kötü oldum tekrar. Oysa biz orada herkesin eşit olduğu ve kimsenin dışlanmadığı son derece güzel bir ortam oluşturmuştuk, herkes mutluydu. Arada medyada yanlı ve tamamen yalan haberler çıktı park hakkında, direnişi kırabilmek için. Hatta başbakan bizzat kendisi çıkıp da "Orası buram buram sidik kokuyor!" diye açıklama yaptı. Kokuyor ne demek, yahu sen bir kere parka gelip de kokladın mı ki böyle konuşabiliyorsun? Park sadece özgürlük ve dayanışma kokuyordu, başka da birşey değil. Çok farklı insanlar vardı o parkta, birbirine taban tabana zıt görüşleri olan siyasi gruplardan tutun da, hayat tarzları tamamen farklı olan bireylere kadar her türlü zıtlık ve farklılık mevcuttu. Ama orayı daha da güzel kılan buydu biraz, çünkü orada tüm renklerimizle güzeldik ve karşılıklı anlayış oluşturma yolunda çok büyük adımlar attık.
HAYRİ GÜNEL: Direnişin başından itibaren, sürece aktif bir biçimde katılan çok değişik ve çok geniş bir politik yelpazenin varlığına tanıklık ettik. Öyle ki, sıradan ve normal dönemlerde asla bir araya gelmeyecek unsurların ya da çevrelerin yan yana da durabildiğini gördü gözlerimiz. Sürece doğrudan katkı veren politik parti, grup ve insanların, hatta yüzlerce apolitik unsurun birlikte yarattıkları bu gerçekleşmesi yıllardır hep imkansızmış gibi duran fotoğraf hakkında senden neler duyabiliriz?
CENK KÜÇÜK: Direnişçiler, herkesin malumu olduğu üzere, aşırı derecede farklı insanlardan oluşuyordu. Elbetteki sosyalistler, devrimciler her zamanki gibi yine sokaktalardı ve en öndelerdi, ama kitlenin çok büyük bir çoğunluğu daha önce siyasetle hiçbir şekilde ilgilenmemiş, siyasetten uzak insanlardan oluşuyordu. Bu gerçekten çok güzel bir şey. Daha önce siyasetin s'sinden bahsettiğini görmediğiniz arkadaşınız sokağa inmiş ve yanınızda yürüyüp slogan atıyor, hakları için mücadele veriyor. Okulda siyasi bildiri dağıtırken "Memleketi siz mi kurtarıcaksınız oğlum?" diye dalga geçen arkadaşımı slogan atarken, yere düşen birinie yardım ederken gördüm. Eski iş yerimdeyken bol bol siyaset tartıştığım AKP seçmeni müdürümü barikatta yanımda gördüm, çok büyük sürpriz oldu. Bunları göz önüne aldığımızda homojen bir kitleden bahsedemiyoruz. Normal bir zamanda siyaset konuşmaya kalksalar birbirine saldıracak olan insanlar barikatlarda yanyana durdular, gazların içinden birbirlerini çekip çıkarttılar. Bu kadar insanı bir araya getiren ortak bir bıkkınlık var çünkü, yıllardır etkisini gittikçe arttırdığını hissettiğimiz o büyük baskının sonuçları bunlar. Öyle bir hükümet ki nerede durması gerektiğini bilmiyor, hayatın her alanına el atıyor. İnsanların yatak odalarından tutun da hobilerine kadar el atmaya hakkının olduğunu düşünüyor. Durum böyle olunca da herkes kendisine dokunan bir şeyler bulup sokağa çıkıyor, yeter artık diyor. Ayrıca çok sağlam bir kitle vardı gerçekten de, devrimcilerin senelerdir polis şiddetine karşı uyguladığı taktikleri ve yöntemleri çok çabuk kaptılar ve mücadelenin hiçbir noktasında zorluk çekmediler. Halkın büyük bir kısmı siyasetle yeni tanışmış insanlardı dedim, ama tecrübesiyle örnek olan, yol gösteren ve polis şiddetine karşı yılmadan mücadele edip bu direnişi halka yayan kitle yine örgütlü devrimci yapılardı, bunu belirtmek lazım. Bunların dışında yine önemleri kesinlikle küçümsenemeyecek olan sivil toplum kuruluşları vardı, ama siyasetten bağımsız bu yapıların içinde bir tanesi vardı ki artık bütün herkesin diline dolanmış durumda; o da tabii ki ÇARŞI. Beşiktaş taraftarı olduğum için beni ayrı mutlu ediyor tabii ki bu durum ama inanın tarafsız anlatıyorum, Çarşı'nın kitleye aşıladığı moral aşırı derecede büyüktü. Beşiktaşlı olsun olmasın, oradaki bütün herkesin artık bir gönül bağı var Çarşı ile. Barikatlarda da vardılar, parkta da vardılar ve iyi ki vardılar.
HAYRİ GÜNEL: Sürecin tamamına bakıldığında göze çarpan en belirgin olgu, direnişe hakim olan bir “örgütsüzlük” durumuydu. Ama bir yandan da, sanki oradaki bütün unsurları bir araya getiren ve onları bir arada tutan şeyin bu örgütsüzlük hali olması gibi bir başka olgu da gelişmelere damgasını vurdu. Hani sanki orada sözgelimi bir “önderlik” kaygısı hasıl olsaydı, bu inanılması güç birliktelik asla gerçekleşmeyecekti şeklinde bir algı kendini dayattı. Bu örgütsüzlük durumuna ilişkin olarak neler söyleyebilirsin?
CENK KÜÇÜK: Kitlenin büyük kısmı örgütsüzdü dedik zaten, ama bu hareketin de örgütsüz olduğu anlamına gelmiyor. Az önce de belirttim, kitleye tecrübesiyle yol gösteren devrimciler vardı hep en önlerde, tecrübelerinin büyük katkısı oldu. Bu sadece çatışma kültürü de değil tabii ki, dayanışma ve organizasyon tecrübeleri de var işin içinde. Zaten kitle de sanki ayaklanmaya dünden hazırmış gibi her şeyi kısa sürede öğrenince son derece örgütlü bir direnişe dönüştü tüm ayaklanma. Gözlerinizi acıdan açıp kapamayaz hale geldiğinizde biliyordunuz ki hemen ilk köşe başında birileri ellerinde solüsyonlarla size yardım etmek için bekliyor. Sert bir müdahale yiyip de dağıldığınızda ve ne yapacağınızı bilemez hale geldiğinizde biliyordunuz ki birileri olayı çoktan kavramış ve size ne yapmanız gerektiğini söylüyor. Bu açıdan baktığınızda son derece örgütlü ve organize bir kitle olarak hareket ettik, halk kendiliğinden örgütlendi yani. Düşünün, polis kovalamış bizi aşağı sokaklara kadar, yorgunluktan bitap düşmüşüz, oturup nefes alalım diyoruz, yanımızda bir araba durup bize yeni alınmış pizzalar veriyor, "Ben hastayım, katılamıyorum, yardımım olsun size çocuklar" diyor. Apartmandan teyzeler çıkıyor ve "Çocuklar yorulduysanız gelin hepinize kapım açık" diyor. İşte bu dayanışma parkta daha da büyüdü ve daha da örgütlü hale geldi. Meksika'dan bile internet üzerinden yemek sipariş edip parka gönderen vardı, öyle büyük çapta ve kendiliğinden gelişen bir örgütlenmeden bahsediyoruz yani. Bir ara ortaya "Flamasız gezi", "Parti bayrağı istemiyoruz" gibi söylemler çıktı ama açık konuşma gerekirse cılızdılar ve çıktıkları nokta itibariyle ben art niyetli olduklarını düşünüyorum. O kadar farklı ve zıt insan bir arada olunca kavga çıkar, kitle bölünür diye düşündüler. Baktılar çıkmıyor, baktılar ay-yıldız tişörtlü gençle BDP bayraklı genç yan yana oturmuş muhabbet ederken sigara içiyor, başka yerden vurmaya çalıştılar. O kitlenin içinden çıktığını düşünmüyorum bu söylemin, çünkü polisle yapılan her çatışmada oradaki herkes gördü o insanların ellerinde bayraklarıyla en önlerde nasıl direndiğini. Fakat o ortam iktidarı gerçekten korkuttu. 1980 darbesiyle siyasetten uzaklaştırılan ve sol siyasetin öcü gibi gösterildiği büyük bir kitle var ve bu kitle tekrardan solla temas kuruyor. Bu gerçekten de korkutucu bir şey onlar için, o yüzden bölebilmek veya en azından sola karşı tepki oluşturup da bu yakınlaşmayı bir nebze baltalayabilmek için böyle şeyler denediler. Tutmadı tabii ki. Herkes kendi bayrağıyla çıkmıştı sokağa, parkta da kendi bayraklarıyla var olmaları kadar doğal bir şey olamazdı. Ayrıca örgütlü bi' halkın neler başarabileceğini gördükten sonra, örgütlenmelere laf etmek akıl kârı değil bana sorarsanız.
HAYRİ GÜNEL: Bu arada ben, Gezi süreciyle ilintili olarak, işçi sınıfının kendi öz örgütleri olan sendikaların süreç karşısındaki tutumlarına da değinelim istiyorum. Verdikleri “iddia edilen” katkı için ne düşünüyorsun? Örneğin ben kendi adıma, o “1 günlük genel grev “ atraksiyonlarına hala daha gülüyorum…
CENK KÜÇÜK: Açıkçası ben sendikaları bu konuda eleştirmeyi çok da yerinde bulmuyorum. Çünkü buna destek verene kadar sendikaların önce kendilerini toparlamaları gerektiğini düşünüyorum, o yüzden eleştireceksem içinde bulundukları durumu eleştiririm öncelikle. Büyük çapta bir genel grev olsa güzel olmaz mıydı? Çok güzel olurdu. Peki bekliyor muyduk? Açıkçası pek değil. Ama dediğim gibi, eleştireceğim nokta bu değildir. Çünkü sendikalar önemli yapılar ve günlük siyasi reflekslerinden ziyade yapısal sorunlarının eleştirilmesi daha sağlıklı olur bence.
HAYRİ GÜNEL: Direnişin ardından, o çok hareketli ve sıcak günlere bakarak toplumda yavaş yavaş oluşmaya başlayan bir algı var ki, hiç kuşkusuz konuşulması gerekir. O algı da malum. Ben sözü fazla uzatmadan sormak istiyorum; direniş bitti mi? Öte yandan, “kazanımlar” anlamında ve bundan sonrası için senden neler duyabiliriz?
CENK KÜÇÜK: Direnişin bittiğini kesinlikle düşünmüyorum açıkçası. Direniş sadece sokakta polise karşı olmaz çünkü, bunun farklı yöntemleri de vardır. Bir süredir sokakta çatışma olmadığı için direnişin bittiğini düşünenler var (ki bu da bir yanılgı, zira polis her gösteride yine acımadan saldırıyor, geçen gün barış yürüyüşçülerine yaptıklarını gördük), ama öyle bir şey yok. Hani bir laf vardır, elindeki tek alet çekiç olan, tüm sorunları çivi görürmüş diye. Öyle bir durum var. Bakın şu an ülkenin çeşitli yerlerinde halk forumları yapılıyor, insanlar kendi mahalleleri hakkında söz sahibi olmaya başlıyor. Parkların isimleri değiştiriliyor, sokakların isimleri değiştiriliyor, bu insanlar çeşitli etkinlikler organize ediyorlar, takas pazarları kuruyorlar vesaire... Ortada bir hareket var ve bu hareket ülkede egemen olan sandığa hapsolmuş siyaset anlayışına bir alternatif oluşturuyor. Öte yandan ligler başladı ve yayıncı kuruluşun stadlardaki protesto seslerini kısmak için neler yaptığını hepimizi görüyoruz. Ama en önemlisi, kısa süre içinde üniversiteler tekrar açılıyor ve hükümeti de asıl korkutan bu. Geçenlerde televizyonda bir haber gördüm. Yazın çeşitli yerlerde yapılan gençlik kampları üzerine karalama içeren yalan dolan dolu bir haberdi. Sözde bu kamplarda terörist yetiştiriliyormuş. Deniz kenarında voleybol oynayıp denize girerek yetiştirilen terörist algısı hepimiz için çok yeni tabii ki, ama dikkatimi çeken bu değildi. Haberde diyordu ki "...bu kamplarda eylülde çıkacak olan öğrenci olayları için gençlerin beyni yıkanıyor". Dikkatinizi çekerim, "çıkacağı düşünülen" demiyordu, "çıkacak olan" diyordu. Yani kısacası hükümet bile bitmediğinden bu kadar eminken, bizim bitti dememiz yanlış olur, haksızlık olur. Zaten dediğimiz tek bir şey var; Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!
HAYRİ GÜNEL: Gezi Direnişi pratiğinin tam ortasındaydın. Ben kendi adıma, cevabını çok merak ettiğim bir soruyu sormadan geçmek istemiyorum. Kendilerine “Anti Kapitalist Müslümanlar” ve “Devrimci Müslümanlar” diyen ve katkı anlamında tüm iyi niyetleriyle öne çıkan, omuz veren çevreler için ne düşünüyorsun. Orada, herkesin yanındaydılar çünkü ve hiçbir yere gitmediler.
CENK KÜÇÜK: Ben orada olmalarından son derece mutluydum açıkçası. Çünkü dini ciddi anlamda siyasete alet eden ve bunun propagandasını çok iyi yapan, basınıyla, yargısıyla, devletleşmiş bir hükümete karşıydık orada, o yüzden dini tabandan gelen bir muhalif hareketin bizim yanımızda olması bir avantajdı. Din kullanılarak yapılacak her saldırıya karşı ilk elden şahit olabilecek dindarlar vardı bu sayade orada. Biliyorsunuz, hükümet ve basın, elbirliğiyle "camiye ayakkabıyla girdiler" diye başlayıp ipe sapa gelmez türlü türlü yalanlar attılar ortaya, dini kullanmaktan hiç çekinmiyorlar. Irak işgalinde caminin içinde basketbol oynayan Amerikan askerlerinin sağsalim evlerine dönmeleri için dua edenler yine bunlardı, ama işlerine geldiği zaman camiye ayakkabı ile girilmesine bile böyle bir hassasiyet gösterebiliyorlar. O yüzden Anti-Kapitalist Müslümanlar'ın tüm sürece ilk elden şahitlik yapmış olmaları bu açıdan olumluydu. Ayrıca sadece bu değildi tabii ki önemli olan. Hatta daha da önemli olan şey, orada bizimle bulunabilmeleriydi tüm farklılıklarına rağmen. Devrimci olduklarını düşünmüyorum, anti-kapitalistlkleri üzerine de tartışabiliriz, ama tartışmayacağım şey iyi niyetli ve güzel insanlar olduklarıdır. Ben inançsız bir insan olarak aralarında hiç rahatsız hissetmedim ve tavırlarında gerçekten samimiydiler. Onlar da cuma namazı kılacakları vakit daha rahat kılabilsinler diye başlarında nöbet bekleyenler de inançsızlardı mesela. Böyle bir ortamın oluşmasına vesile oldular. İnançlarımız farklı, siyasi görüşlerimiz farklı, hayatlarımız farklı, ama buna aldırış etmeden insanlık tabanında buluşup da biraraya geldik, benim için önemli olan buydu.
HAYRİ GÜNEL: Bir sosyalist olarak, Gezi Parkı Direnişi için bize son kez söylemek istediklerin neler olabilir, bir başka deyişle, genel bir değerlendirme noktasında, insanların dikkatini çekmek isteyeceğin fotoğraf nedir?
CENK KÜÇÜK: Her şeyden önce çok büyük bir kırılma noktası yarattı bu ayaklanma. Artık halkın ülkede olan bitene vereceği tepki 4 ay öncekinden çok daha farklı. '80 darbesinin yarattığı bir ortam vardı, insanlar siyasetten kaçıyordu mecburen, korkutulmuşlardı. Böyle bir ortamda siyasetle uğraşmak pek kolay değildir takdir edersiniz ki. Büyüklerimiz daha iyi bilir tabii, ama kendi tecrübelerimden konuşacak olursam, okullarda veya sokakta dağıttığımız broşürler veya yaptığımız konuşmalar halkta pek karşılık bulmuyordu maalesef. Okulda yemekhaneye zam yapılmış, bildiri basıp dağıtıyorsun öğrencilere, gelin birlik olalım da bizi sömüremesinler diye, çoğunluğu ilgilenmiyor bile. İşte artık bu durum değişti. Darbe sonrası yaratılan o apolitik kabuk kırıldı ve gençler ülkede olan bitenle daha yakından ilgilenmeye başladılar. Artık kendisini ilgilendiren konularda daha aktif olacaktır halk. Muhalefetin sadece sandıkta veya oy verilen parti aracılığıyla yapılan bir şey olmadığı anlaşıldı, alternatif yöntemler olduğu görüldü, bu büyük bir kazanımdır. Çeşitli tahliller yapılıyor "Bu bir orta sınıf ayaklanmasıdır" falan diye. Son derece önemsiz bence. Bu ekonomi kökenli bir kalkışma değildi; bunun da etkisi bulunan, ama aslolarak halkını boğacak kadar baskı kuran devletleşmiş bir hükümete karşı atılan bir özgürlük çığlığıydı ve toplumsal muhalefetin dinamiklerini değiştirdi. Bu açıdan bakmakta yarar var diye düşünüyorum. Diğer bir yandan medyaya teşekkür ediyorum ben. O kadar iki yüzlü ve taraflı davrandılar ki, insanlar durup da düşünmek zorunda kaldı "Biz yıllardır bunlardan mı öğreniyoruz ülkedeki sorunları?" diye. Bu ülke baskıcı bir yönetimle ilk kez karşılaşmıyor. Yani faşist devlet anlayışı AKP ile gelmedi bu ülkeye. Doğuda yaşayan Kürt kardeşlerimiz bizim bugünlerde karşılaştığımız baskılarla ve zulümle kıyaslanamayacak kadar daha büyüklerini yaşadılar ve insanlar hep bu medya aracılığıyla takip etmek durumundaydılar. Bunun ayırdına vardılar artık. Önemli bir şey bu karşılıklı anlayış oluşturabilmek açısından. Özet geçmek gerekirse, siyasi dinamiklerin bundan sonra sol için eskisinden daha iyi işleyeceğini düşünüyorum. Önümüzde daha açık bir siyasi alan var, amacımız da halkın bu süreçten en bilinçli şekilde, haklarına sahip çıkmaya alışmış olarak çıkabilmesidir, toplumsal muhalefetin büyütülmesidir. Bu bağlamda da bugüne kadar nasıl çabaladıysak, bugünden sonra da daha güçlü, daha kararlı ve daha umut dolu bir şekilde çalışmaya devam edeceğimizi söyleyebilirim halkımız için. Son olarak, gençleri eleştirirken onları kimin yetiştirdiğini unutan büyüklerimizden içlerini ferah tutmalarını rica ediyorum; biz buradayız. Teşekkürler.
HAYRİ GÜNEL: Biz de sana, bu güzel söyleşi için teşekkür ediyoruz.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
ÖNEMLİ NOT: YUKARIDA YER ALAN RÖPORTAJIN HER TÜRLÜ YAYIN HAKKI DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT GAZETESİNE AİTTİR. DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT'IN İZNİ OLMAKSIZIN ÇOĞALTILAMAZ, BAŞKA BİR PLATFORMDA YAYINLANAMAZ VE KULLANILAMAZ. AKSİ DAVRANIŞLARDA BULUNAN KİŞİ VE KURUMLAR İÇİN YASAL İŞLEM BAŞLATILACAKTIR.
DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT GAZETESİ
“İNSANLAR İLK MÜDAHALENİN SABAH BASKINLARI OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYOR AMA DAHA ÖNCESİ DE VAR BUNUN”
“YANİ İNSAN SORMAK İSTİYOR; ‘YAHU BİZ NE YAPTIK, NİYE BÖYLE DÜŞMANA SALDIRIR GİBİ SALDIRIYORSUNUZ?”
“HÜKÜMET YANLISI BİR TV KANALI, ‘GÖSTERİCİLER TAŞ VE SOPALARLA POLİSE SALDIRDI’ DEYİNCE BİRBİRİMİZE BAKIP GÜLDÜK”
“KARŞINIZDA, SİLAHINI ÇEKMİŞ BİR POLİS, BİR YANDAN AĞLIYOR, BİR YANDAN DA SİZİ HEDEF ALIYOR”
“KALABALIK BİR GRUP, BİR POLİS OTOBÜSÜNÜ BAŞMIŞ VE KULLANILMAMIŞ BOL MİKTARDA GAZ KAPSÜLÜ VE GAZ TÜFEĞİ ELE GEÇİRMİŞLER”
“ÇARŞI’NIN KİTLEYE AŞILADIĞI MORAL AŞIRI DERECEDE BÜYÜKTÜ. ARTIK HERKESİN ONLARLA BİR GÖNÜL BAĞI VAR”
“AY YILDIZ TİŞÖRTLÜ GENÇLE, BDP BAYRAKLI GENÇ YAN YANA OTURMUŞ, SİGARA İÇEREK MUHABBET EDİYORDU”
“ORTADA BİR HAREKET VAR VE ÜLKEDE SANDIĞA HAPSOLMUŞ SİYASET ANLAYIŞINA ALTERNATİF OLUŞTURUYOR”
“ONLAR, CUMA NAMAZLARINI RAHATÇA KILABİLSİNLER DİYE ETRAFLARINDA NÖBET TUTANLAR İNANÇSIZ İNSANLARDI”
“ÇEŞİTLİ TAHLİLLER YAPILIYOR, ‘BU BİR ORTA SINIF AYAKLANMASI’ DİYE. SON DERECE ÖNEMSİZ BENCE”
Cenk Küçük, bir sosyalist.
Gezi Parkı Direnişi’nde aktif olarak yer almış, “Haziran Ayaklanması” diye tanımlanan o sürecin neredeyse her anına tanıklık etmiş biri.
Kendisi Silivrili. Gazetemiz yerel bir yayın olduğundan, aşağıda yer alan röportajı yapmak isteyişimizin temel nedenlerinden biri de bu oluverdi doğal olarak.
Küçük bize, direniş süreciyle ilgili olarak merak ettiklerimizi açık yüreklilikle anlattı.
Sözü O’na bırakıyoruz.
HAYRİ GÜNEL – AĞUSTOS 2013, SİLİVRİ
HAYRİ GÜNEL: Öncelikle en baştan başlayalım istiyorum. Orada, İstanbul’un tam orta yerinde, Taksim Gezi Parkı’nda aslında olanlar nelerdi. Başlangıç ve bir devam olarak gelişen süreci, neredeyse her anına tanıklık etmiş biri olarak bize nasıl anlatabilirsin?
CENK KÜÇÜK: Öncelikle şunu belirtmek lazım, bu zaten senelerdir sürdürülen bir süreçti. Taksim Dayanışması adı altında bu dönüşüm projesine karşı mücadele veriyordu belli başlı siyasi oluşumlar ve sivil toplum kuruluşları. Olaylar patlamadan çok önce meydana geldiği için pek dikkat çekmedi maalesef ama bu proje kapsamında tazminatı verilmeden kendi dükkanından kovulan, ortada kalan, mağdur olan bir çok esnaf oldu. Ama gelin görün ki parkın kendisine fiili müdahale yapılana kadar halkın pek dikkatini çekmedi bu durum. Halkın ilgisini çeken de polisin sert müdahalesi oldu zaten. Tamamen barışçıl bir kitleye şiddetle saldırdığınız zaman insanlar bir durup "ne oluyoruz?" diyorlar ister istemez. Gerçi şimdi polisin müdahalesi diyoruz ama sadece polis diyerek devleti ayrı tutmayalım, çünkü sürecin itekleyicisi yine devlet, polis devletin kolluk kuvveti. Şu an insanlar ilk müdahalenin sabah baskınları olduğunu düşünüyor ama daha öncesi de var bunun. Harbiye tarafındaki ağaçlara ilk kepçe vurulduğu gün insanlar yine aynı polis şiddetine maruz kaldı. Fakat ilerleyen günlerde duruşlarını bozmayıp son derece barışçıl şekilde tavırlarını sürdürmelerine rağmen polis şiddeti artınca, halkın dikkati de doğal olarak bu olaya çekilmiş oldu. 31 Mayıs sabahı yapılan 2. şafak baskınıyla beraber insanlarda ciddi bir tepki oluştu. O sabah DİSK genel bir çağrı yaptı tüm herkese 12:00 ya da 13:00, tam hatırlamıyorum şimdi saatini. Taksim Meydanı'nda basın açıklaması yapılacaktı. Sabahki olayları duyan gelmiş, bayağı kalabalıktık. Her kesimden insan vardı; genci yaşlısı, erkeği kadını... Toplanalı 20 dakika olmuştu ya da olmamıştı, kitle daha yeni yere oturmuştu ki polisin gaz maskelerini takmaya başladığını farkettik. İnsanları uyarmamıza vakit kalmadan çok şiddetli bir saldırı başladı. Bütün her taraf bir anda bembeyaz oldu gazdan. Aniden kaçıştı bütün herkes, çünkü kimse beklemiyordu böyle utanmazca bir saldırıyı. Yani insan sormak istiyor "Yahu biz ne yaptık? Niye böyle düşmana saldırır gibi saldırıyorsunuz?" diye. Hükümetin yaptığı işi beğenmiyoruz ve bunu protesto ediyoruz sadece! Düşünün, tamamen barışçıl ve demokratik bir protesto, ama bir anda polis saldırıyor elindeki tüm şiddet imkanlarıyla. Tamam biz senelerdir siyasetin içinde olan gençler olarak polisin her zamanki tutumunu ve şiddetini biliyoruz, buna aşinayız, zira daha 2 hafta öncesine Reyhanlı'daki katliamı protesto etmek için yürüdüğümüzde polis yine aynı şekilde saldırmıştı bize sanki orada bombaları patlatanlar bizlermişiz gibi. Ama böyle bir durumda bile saldırmaları bizim için bile şaşırtıcıydı ve artık devletin ne derece tahammülsüzleştiğinin açık kanıtı oldu herkes için. Orada 3 arkadaş can havliyle girdiğimiz bi' kafede nefes almaya çalışırken televizyon çekti dikkatimizi. Hükümet yanlısı olduğu bilinen bir kanal olayları şu başlıkla veriyordu, "Göstericiler polislere taş ve sopalarla saldırdı". Birbirimize bakıp güldük, çünkü dediğim gibi aşinayız böyle şeylere. Polis şiddetine de, medyanın yalancı tavrına da. Ama 2013 yılında yaşıyoruz ve artık insanların, özellikle de gençlerin elindeki tek haber alma aracı televizyon değil. İnternet sağolsun, sosyal medya diye bir şey var artık. Polisin tutumu facebook ve twitter gibi araçlar üzerinden kısa sürede yayılınca halkın bu şiddete tepkisi gerçekten büyük oldu ve o gün orada 2 saat içinde ciddi bir direniş başladı. Televizyondan bir kısmını izleyebilmişsinizdir belki çeşitli kanallardan, ama sizi temin ederim, televizyonda izledikleriniz, polisin uyguladığı şiddetin aslını yansıtmak bir yana, yanına bile yaklaşamazdı. Ara sokaklarda neler yaptıklarını anlatırsam tüm gazeteyi bana ayırmak zorunda kalırsınız, ama oradaki herkes gördü. İnsanların daha da kararlı ve muhalif hale gelmesine sebep olan da buydu zaten, oysa onlar bu baskıyla bizi dağıtabileceklerini ummuşlardı. O gece sabaha kadar bitmedi çatışmalar. Şiddet olaylarını tırmandıran, sokakların savaş alanına dönmesini sağlayan şey direkt olarak polisin aşırı sert tavrıydı. Gece biraz durulsa da öğlene doğru tekrar şiddetlendi. Polis şiddetini arttırdıkça bizim de kararlılığımız ve direncimiz artıyordu. Zaten 1 haziran günü saat 17:00'den sonra direniş çok büyük kitlelere yayılınca polis geri çekilmeye başladı. TOMA'lar, Akrepler, ekip otobüsleri, bütün hepsi bölgeyi terketmeye başladı. İTÜ Mimarlık Fakültesi'nin önünde öyle bir araç trafiği oluşmuş ki, dakikada en fazla 2-3 metre ilerleyebiliyor polis araçları. İlginç bir şey anlatayım hatta. Biz polisleri alan dışına çıkartırken, yine o kampüsün önündeki İETT otobüslerinin içinde bir tane çevik kuvvet çekti dikkatimizi. Koltukların arasına çömelip saklanmaya çalışıyor, başını ellerinin arasına almış. Baktık ki arkadan camları kırıp girmeye çalışıyorlar, biz de ön kapıyı zorlayıp girdik içeri, kitle adama zarar vermesin diye. Girdiğim gibi polisin silahıyla karşı karşıya kaldım! Bir an şok oluyorsunuz tabii; karşınızda silahını çekmiş bir çevik kuvvet polisi, bir yandan ağlıyor, bir yandan sizi hedef alıyor. O an ağzımdan sakinleştirici bir şey çıkması lazım ama çıkan laf ne oluyor? "Korkma, biz sizden değiliz!". Şu an anlatırken gülüyorum tabi, ama o an öyle değil tabii. Anlatmaya çalıştığım, bizim onlar gibi olmadığımızdı, onu linç etmeyeceğimizdi. Çünkü polisin tek yakaladığı göstericilere nasıl acımadan saldırdığını defalarca izledik bu olaylar boyunca. Silahını yerine sokmasını isteyince hiç itiraz etmeden kılıfına geri soktu ve kendisinin göstericilere şiddet uygulamadığından bahsetmeye başladı. Arkadaşlarımızı öldürdüler, kör ettiler, sakat bıraktılar, bunların hepsinin bilincindeyiz ve o an bile aklımızda hepsi, ama yine de o an karşınızda böyle görünce vicdanınıza kulak vermeden edemiyorsunuz. Etrafı sarılınca vurmaya çalışan birkaç kişi oldu ama zarar görmesini engelleyip korumaya aldık biz polisi ve otobüsten çıkartıp arkadaşlarının yanına koşmasını söyledik. Tam o anda da aşağıdan 10-11 civarında çevik kuvvet polisi havaya sıkarak bize doğru koşturmaya başlamıştı. O gün geride bayağı bir eşya bıraktı polis geri çekilirken. Hatta kulak misafiri olduğum bir konuşmayı aktarayım; kalabalık bir grup, çevik kuvvet otobüsünü basmış, içindeki 5-6 polis de mecburen kaçmış. Otobüste kullanılmamış biber gazı kapsülleri ve biber gazı tüfeği bulmuşlar. O gün bir ara etrafta polis falan yokken bir anda parka gaz bombası düştü ve millet müdahale var diye kaçışmaya başladı. Sonradan duyduk ki bu arkadaşlar deneme atışı yapalım derken yanlışıkla parka sallamışlar biber gazını, millet de polis geliyor diye kaçmaya başladı tabi.
Polisi alandan çıkartmamızdan sonrasına gelirsek; Park gerçekten mükemmel bir hale büründü diyebilirim. Birbirini tanımayan yüzlerce, binlerce insan. Hergün onbinlerce daha fazlası gelip ziyaret ediyor, yardım ediyor, katkıda bulunuyor, ellerinden ne gelirse artık... Gerçekten mükemmel bir dayanışma ortamı vardı ve işin en güzel kısmı ise parkta paranın kullanılmamasıydı. İnsanları her geçen gün daha da bozan bu para denen illeti ortamımızdan kovunca, ortam nasıl güzelleşti anlatamam size. Her şey bedava, her şey gönüllü, hiç bir şey zorlama değil. Öyle bir ortam düşünün ki, yürürken yanlışlıkla birine çarpıyorsunuz, fakat karşınızdaki sizden özür diliyor gülümseyerek. Arkadaşınızdan sigara istiyorsunuz, hiç tanımadığınız biri ilerden "Al kardeşim istediğin kadar iç" diyerek size paketini atıyor. Toplumun görmezden geldiği ve dışladığı insanlar vardı orada, evsizler, sokak çocukları veya ufak yaşlarda çalışmak zorunda kalan çocuklar. Bütün hepsi mutluydu orada, gülümsüyorlardı, çünkü karınları doyuyordu ve gerçekten de bir birey olarak kabul ediliyorlardı. İnsanlar oturup da muhabbet ediyordu hepsiyle, hiçkimse dışlanmıyordu. Polis parkı ele geçirdikten ve bizi kovduktan sonra Taksim'in ara sokaklarında gözüme çarptı o çocuklardan iki tanesi, o hallerini görünce kötü oldum tekrar. Oysa biz orada herkesin eşit olduğu ve kimsenin dışlanmadığı son derece güzel bir ortam oluşturmuştuk, herkes mutluydu. Arada medyada yanlı ve tamamen yalan haberler çıktı park hakkında, direnişi kırabilmek için. Hatta başbakan bizzat kendisi çıkıp da "Orası buram buram sidik kokuyor!" diye açıklama yaptı. Kokuyor ne demek, yahu sen bir kere parka gelip de kokladın mı ki böyle konuşabiliyorsun? Park sadece özgürlük ve dayanışma kokuyordu, başka da birşey değil. Çok farklı insanlar vardı o parkta, birbirine taban tabana zıt görüşleri olan siyasi gruplardan tutun da, hayat tarzları tamamen farklı olan bireylere kadar her türlü zıtlık ve farklılık mevcuttu. Ama orayı daha da güzel kılan buydu biraz, çünkü orada tüm renklerimizle güzeldik ve karşılıklı anlayış oluşturma yolunda çok büyük adımlar attık.
HAYRİ GÜNEL: Direnişin başından itibaren, sürece aktif bir biçimde katılan çok değişik ve çok geniş bir politik yelpazenin varlığına tanıklık ettik. Öyle ki, sıradan ve normal dönemlerde asla bir araya gelmeyecek unsurların ya da çevrelerin yan yana da durabildiğini gördü gözlerimiz. Sürece doğrudan katkı veren politik parti, grup ve insanların, hatta yüzlerce apolitik unsurun birlikte yarattıkları bu gerçekleşmesi yıllardır hep imkansızmış gibi duran fotoğraf hakkında senden neler duyabiliriz?
CENK KÜÇÜK: Direnişçiler, herkesin malumu olduğu üzere, aşırı derecede farklı insanlardan oluşuyordu. Elbetteki sosyalistler, devrimciler her zamanki gibi yine sokaktalardı ve en öndelerdi, ama kitlenin çok büyük bir çoğunluğu daha önce siyasetle hiçbir şekilde ilgilenmemiş, siyasetten uzak insanlardan oluşuyordu. Bu gerçekten çok güzel bir şey. Daha önce siyasetin s'sinden bahsettiğini görmediğiniz arkadaşınız sokağa inmiş ve yanınızda yürüyüp slogan atıyor, hakları için mücadele veriyor. Okulda siyasi bildiri dağıtırken "Memleketi siz mi kurtarıcaksınız oğlum?" diye dalga geçen arkadaşımı slogan atarken, yere düşen birinie yardım ederken gördüm. Eski iş yerimdeyken bol bol siyaset tartıştığım AKP seçmeni müdürümü barikatta yanımda gördüm, çok büyük sürpriz oldu. Bunları göz önüne aldığımızda homojen bir kitleden bahsedemiyoruz. Normal bir zamanda siyaset konuşmaya kalksalar birbirine saldıracak olan insanlar barikatlarda yanyana durdular, gazların içinden birbirlerini çekip çıkarttılar. Bu kadar insanı bir araya getiren ortak bir bıkkınlık var çünkü, yıllardır etkisini gittikçe arttırdığını hissettiğimiz o büyük baskının sonuçları bunlar. Öyle bir hükümet ki nerede durması gerektiğini bilmiyor, hayatın her alanına el atıyor. İnsanların yatak odalarından tutun da hobilerine kadar el atmaya hakkının olduğunu düşünüyor. Durum böyle olunca da herkes kendisine dokunan bir şeyler bulup sokağa çıkıyor, yeter artık diyor. Ayrıca çok sağlam bir kitle vardı gerçekten de, devrimcilerin senelerdir polis şiddetine karşı uyguladığı taktikleri ve yöntemleri çok çabuk kaptılar ve mücadelenin hiçbir noktasında zorluk çekmediler. Halkın büyük bir kısmı siyasetle yeni tanışmış insanlardı dedim, ama tecrübesiyle örnek olan, yol gösteren ve polis şiddetine karşı yılmadan mücadele edip bu direnişi halka yayan kitle yine örgütlü devrimci yapılardı, bunu belirtmek lazım. Bunların dışında yine önemleri kesinlikle küçümsenemeyecek olan sivil toplum kuruluşları vardı, ama siyasetten bağımsız bu yapıların içinde bir tanesi vardı ki artık bütün herkesin diline dolanmış durumda; o da tabii ki ÇARŞI. Beşiktaş taraftarı olduğum için beni ayrı mutlu ediyor tabii ki bu durum ama inanın tarafsız anlatıyorum, Çarşı'nın kitleye aşıladığı moral aşırı derecede büyüktü. Beşiktaşlı olsun olmasın, oradaki bütün herkesin artık bir gönül bağı var Çarşı ile. Barikatlarda da vardılar, parkta da vardılar ve iyi ki vardılar.
HAYRİ GÜNEL: Sürecin tamamına bakıldığında göze çarpan en belirgin olgu, direnişe hakim olan bir “örgütsüzlük” durumuydu. Ama bir yandan da, sanki oradaki bütün unsurları bir araya getiren ve onları bir arada tutan şeyin bu örgütsüzlük hali olması gibi bir başka olgu da gelişmelere damgasını vurdu. Hani sanki orada sözgelimi bir “önderlik” kaygısı hasıl olsaydı, bu inanılması güç birliktelik asla gerçekleşmeyecekti şeklinde bir algı kendini dayattı. Bu örgütsüzlük durumuna ilişkin olarak neler söyleyebilirsin?
CENK KÜÇÜK: Kitlenin büyük kısmı örgütsüzdü dedik zaten, ama bu hareketin de örgütsüz olduğu anlamına gelmiyor. Az önce de belirttim, kitleye tecrübesiyle yol gösteren devrimciler vardı hep en önlerde, tecrübelerinin büyük katkısı oldu. Bu sadece çatışma kültürü de değil tabii ki, dayanışma ve organizasyon tecrübeleri de var işin içinde. Zaten kitle de sanki ayaklanmaya dünden hazırmış gibi her şeyi kısa sürede öğrenince son derece örgütlü bir direnişe dönüştü tüm ayaklanma. Gözlerinizi acıdan açıp kapamayaz hale geldiğinizde biliyordunuz ki hemen ilk köşe başında birileri ellerinde solüsyonlarla size yardım etmek için bekliyor. Sert bir müdahale yiyip de dağıldığınızda ve ne yapacağınızı bilemez hale geldiğinizde biliyordunuz ki birileri olayı çoktan kavramış ve size ne yapmanız gerektiğini söylüyor. Bu açıdan baktığınızda son derece örgütlü ve organize bir kitle olarak hareket ettik, halk kendiliğinden örgütlendi yani. Düşünün, polis kovalamış bizi aşağı sokaklara kadar, yorgunluktan bitap düşmüşüz, oturup nefes alalım diyoruz, yanımızda bir araba durup bize yeni alınmış pizzalar veriyor, "Ben hastayım, katılamıyorum, yardımım olsun size çocuklar" diyor. Apartmandan teyzeler çıkıyor ve "Çocuklar yorulduysanız gelin hepinize kapım açık" diyor. İşte bu dayanışma parkta daha da büyüdü ve daha da örgütlü hale geldi. Meksika'dan bile internet üzerinden yemek sipariş edip parka gönderen vardı, öyle büyük çapta ve kendiliğinden gelişen bir örgütlenmeden bahsediyoruz yani. Bir ara ortaya "Flamasız gezi", "Parti bayrağı istemiyoruz" gibi söylemler çıktı ama açık konuşma gerekirse cılızdılar ve çıktıkları nokta itibariyle ben art niyetli olduklarını düşünüyorum. O kadar farklı ve zıt insan bir arada olunca kavga çıkar, kitle bölünür diye düşündüler. Baktılar çıkmıyor, baktılar ay-yıldız tişörtlü gençle BDP bayraklı genç yan yana oturmuş muhabbet ederken sigara içiyor, başka yerden vurmaya çalıştılar. O kitlenin içinden çıktığını düşünmüyorum bu söylemin, çünkü polisle yapılan her çatışmada oradaki herkes gördü o insanların ellerinde bayraklarıyla en önlerde nasıl direndiğini. Fakat o ortam iktidarı gerçekten korkuttu. 1980 darbesiyle siyasetten uzaklaştırılan ve sol siyasetin öcü gibi gösterildiği büyük bir kitle var ve bu kitle tekrardan solla temas kuruyor. Bu gerçekten de korkutucu bir şey onlar için, o yüzden bölebilmek veya en azından sola karşı tepki oluşturup da bu yakınlaşmayı bir nebze baltalayabilmek için böyle şeyler denediler. Tutmadı tabii ki. Herkes kendi bayrağıyla çıkmıştı sokağa, parkta da kendi bayraklarıyla var olmaları kadar doğal bir şey olamazdı. Ayrıca örgütlü bi' halkın neler başarabileceğini gördükten sonra, örgütlenmelere laf etmek akıl kârı değil bana sorarsanız.
HAYRİ GÜNEL: Bu arada ben, Gezi süreciyle ilintili olarak, işçi sınıfının kendi öz örgütleri olan sendikaların süreç karşısındaki tutumlarına da değinelim istiyorum. Verdikleri “iddia edilen” katkı için ne düşünüyorsun? Örneğin ben kendi adıma, o “1 günlük genel grev “ atraksiyonlarına hala daha gülüyorum…
CENK KÜÇÜK: Açıkçası ben sendikaları bu konuda eleştirmeyi çok da yerinde bulmuyorum. Çünkü buna destek verene kadar sendikaların önce kendilerini toparlamaları gerektiğini düşünüyorum, o yüzden eleştireceksem içinde bulundukları durumu eleştiririm öncelikle. Büyük çapta bir genel grev olsa güzel olmaz mıydı? Çok güzel olurdu. Peki bekliyor muyduk? Açıkçası pek değil. Ama dediğim gibi, eleştireceğim nokta bu değildir. Çünkü sendikalar önemli yapılar ve günlük siyasi reflekslerinden ziyade yapısal sorunlarının eleştirilmesi daha sağlıklı olur bence.
HAYRİ GÜNEL: Direnişin ardından, o çok hareketli ve sıcak günlere bakarak toplumda yavaş yavaş oluşmaya başlayan bir algı var ki, hiç kuşkusuz konuşulması gerekir. O algı da malum. Ben sözü fazla uzatmadan sormak istiyorum; direniş bitti mi? Öte yandan, “kazanımlar” anlamında ve bundan sonrası için senden neler duyabiliriz?
CENK KÜÇÜK: Direnişin bittiğini kesinlikle düşünmüyorum açıkçası. Direniş sadece sokakta polise karşı olmaz çünkü, bunun farklı yöntemleri de vardır. Bir süredir sokakta çatışma olmadığı için direnişin bittiğini düşünenler var (ki bu da bir yanılgı, zira polis her gösteride yine acımadan saldırıyor, geçen gün barış yürüyüşçülerine yaptıklarını gördük), ama öyle bir şey yok. Hani bir laf vardır, elindeki tek alet çekiç olan, tüm sorunları çivi görürmüş diye. Öyle bir durum var. Bakın şu an ülkenin çeşitli yerlerinde halk forumları yapılıyor, insanlar kendi mahalleleri hakkında söz sahibi olmaya başlıyor. Parkların isimleri değiştiriliyor, sokakların isimleri değiştiriliyor, bu insanlar çeşitli etkinlikler organize ediyorlar, takas pazarları kuruyorlar vesaire... Ortada bir hareket var ve bu hareket ülkede egemen olan sandığa hapsolmuş siyaset anlayışına bir alternatif oluşturuyor. Öte yandan ligler başladı ve yayıncı kuruluşun stadlardaki protesto seslerini kısmak için neler yaptığını hepimizi görüyoruz. Ama en önemlisi, kısa süre içinde üniversiteler tekrar açılıyor ve hükümeti de asıl korkutan bu. Geçenlerde televizyonda bir haber gördüm. Yazın çeşitli yerlerde yapılan gençlik kampları üzerine karalama içeren yalan dolan dolu bir haberdi. Sözde bu kamplarda terörist yetiştiriliyormuş. Deniz kenarında voleybol oynayıp denize girerek yetiştirilen terörist algısı hepimiz için çok yeni tabii ki, ama dikkatimi çeken bu değildi. Haberde diyordu ki "...bu kamplarda eylülde çıkacak olan öğrenci olayları için gençlerin beyni yıkanıyor". Dikkatinizi çekerim, "çıkacağı düşünülen" demiyordu, "çıkacak olan" diyordu. Yani kısacası hükümet bile bitmediğinden bu kadar eminken, bizim bitti dememiz yanlış olur, haksızlık olur. Zaten dediğimiz tek bir şey var; Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!
HAYRİ GÜNEL: Gezi Direnişi pratiğinin tam ortasındaydın. Ben kendi adıma, cevabını çok merak ettiğim bir soruyu sormadan geçmek istemiyorum. Kendilerine “Anti Kapitalist Müslümanlar” ve “Devrimci Müslümanlar” diyen ve katkı anlamında tüm iyi niyetleriyle öne çıkan, omuz veren çevreler için ne düşünüyorsun. Orada, herkesin yanındaydılar çünkü ve hiçbir yere gitmediler.
CENK KÜÇÜK: Ben orada olmalarından son derece mutluydum açıkçası. Çünkü dini ciddi anlamda siyasete alet eden ve bunun propagandasını çok iyi yapan, basınıyla, yargısıyla, devletleşmiş bir hükümete karşıydık orada, o yüzden dini tabandan gelen bir muhalif hareketin bizim yanımızda olması bir avantajdı. Din kullanılarak yapılacak her saldırıya karşı ilk elden şahit olabilecek dindarlar vardı bu sayade orada. Biliyorsunuz, hükümet ve basın, elbirliğiyle "camiye ayakkabıyla girdiler" diye başlayıp ipe sapa gelmez türlü türlü yalanlar attılar ortaya, dini kullanmaktan hiç çekinmiyorlar. Irak işgalinde caminin içinde basketbol oynayan Amerikan askerlerinin sağsalim evlerine dönmeleri için dua edenler yine bunlardı, ama işlerine geldiği zaman camiye ayakkabı ile girilmesine bile böyle bir hassasiyet gösterebiliyorlar. O yüzden Anti-Kapitalist Müslümanlar'ın tüm sürece ilk elden şahitlik yapmış olmaları bu açıdan olumluydu. Ayrıca sadece bu değildi tabii ki önemli olan. Hatta daha da önemli olan şey, orada bizimle bulunabilmeleriydi tüm farklılıklarına rağmen. Devrimci olduklarını düşünmüyorum, anti-kapitalistlkleri üzerine de tartışabiliriz, ama tartışmayacağım şey iyi niyetli ve güzel insanlar olduklarıdır. Ben inançsız bir insan olarak aralarında hiç rahatsız hissetmedim ve tavırlarında gerçekten samimiydiler. Onlar da cuma namazı kılacakları vakit daha rahat kılabilsinler diye başlarında nöbet bekleyenler de inançsızlardı mesela. Böyle bir ortamın oluşmasına vesile oldular. İnançlarımız farklı, siyasi görüşlerimiz farklı, hayatlarımız farklı, ama buna aldırış etmeden insanlık tabanında buluşup da biraraya geldik, benim için önemli olan buydu.
HAYRİ GÜNEL: Bir sosyalist olarak, Gezi Parkı Direnişi için bize son kez söylemek istediklerin neler olabilir, bir başka deyişle, genel bir değerlendirme noktasında, insanların dikkatini çekmek isteyeceğin fotoğraf nedir?
CENK KÜÇÜK: Her şeyden önce çok büyük bir kırılma noktası yarattı bu ayaklanma. Artık halkın ülkede olan bitene vereceği tepki 4 ay öncekinden çok daha farklı. '80 darbesinin yarattığı bir ortam vardı, insanlar siyasetten kaçıyordu mecburen, korkutulmuşlardı. Böyle bir ortamda siyasetle uğraşmak pek kolay değildir takdir edersiniz ki. Büyüklerimiz daha iyi bilir tabii, ama kendi tecrübelerimden konuşacak olursam, okullarda veya sokakta dağıttığımız broşürler veya yaptığımız konuşmalar halkta pek karşılık bulmuyordu maalesef. Okulda yemekhaneye zam yapılmış, bildiri basıp dağıtıyorsun öğrencilere, gelin birlik olalım da bizi sömüremesinler diye, çoğunluğu ilgilenmiyor bile. İşte artık bu durum değişti. Darbe sonrası yaratılan o apolitik kabuk kırıldı ve gençler ülkede olan bitenle daha yakından ilgilenmeye başladılar. Artık kendisini ilgilendiren konularda daha aktif olacaktır halk. Muhalefetin sadece sandıkta veya oy verilen parti aracılığıyla yapılan bir şey olmadığı anlaşıldı, alternatif yöntemler olduğu görüldü, bu büyük bir kazanımdır. Çeşitli tahliller yapılıyor "Bu bir orta sınıf ayaklanmasıdır" falan diye. Son derece önemsiz bence. Bu ekonomi kökenli bir kalkışma değildi; bunun da etkisi bulunan, ama aslolarak halkını boğacak kadar baskı kuran devletleşmiş bir hükümete karşı atılan bir özgürlük çığlığıydı ve toplumsal muhalefetin dinamiklerini değiştirdi. Bu açıdan bakmakta yarar var diye düşünüyorum. Diğer bir yandan medyaya teşekkür ediyorum ben. O kadar iki yüzlü ve taraflı davrandılar ki, insanlar durup da düşünmek zorunda kaldı "Biz yıllardır bunlardan mı öğreniyoruz ülkedeki sorunları?" diye. Bu ülke baskıcı bir yönetimle ilk kez karşılaşmıyor. Yani faşist devlet anlayışı AKP ile gelmedi bu ülkeye. Doğuda yaşayan Kürt kardeşlerimiz bizim bugünlerde karşılaştığımız baskılarla ve zulümle kıyaslanamayacak kadar daha büyüklerini yaşadılar ve insanlar hep bu medya aracılığıyla takip etmek durumundaydılar. Bunun ayırdına vardılar artık. Önemli bir şey bu karşılıklı anlayış oluşturabilmek açısından. Özet geçmek gerekirse, siyasi dinamiklerin bundan sonra sol için eskisinden daha iyi işleyeceğini düşünüyorum. Önümüzde daha açık bir siyasi alan var, amacımız da halkın bu süreçten en bilinçli şekilde, haklarına sahip çıkmaya alışmış olarak çıkabilmesidir, toplumsal muhalefetin büyütülmesidir. Bu bağlamda da bugüne kadar nasıl çabaladıysak, bugünden sonra da daha güçlü, daha kararlı ve daha umut dolu bir şekilde çalışmaya devam edeceğimizi söyleyebilirim halkımız için. Son olarak, gençleri eleştirirken onları kimin yetiştirdiğini unutan büyüklerimizden içlerini ferah tutmalarını rica ediyorum; biz buradayız. Teşekkürler.
HAYRİ GÜNEL: Biz de sana, bu güzel söyleşi için teşekkür ediyoruz.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
ÖNEMLİ NOT: YUKARIDA YER ALAN RÖPORTAJIN HER TÜRLÜ YAYIN HAKKI DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT GAZETESİNE AİTTİR. DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT'IN İZNİ OLMAKSIZIN ÇOĞALTILAMAZ, BAŞKA BİR PLATFORMDA YAYINLANAMAZ VE KULLANILAMAZ. AKSİ DAVRANIŞLARDA BULUNAN KİŞİ VE KURUMLAR İÇİN YASAL İŞLEM BAŞLATILACAKTIR.
DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT GAZETESİ