İlkokul öğretmeni, dedesinin ismini sorar. Henüz nüfus kâğıdı bile olmayan küçük çocuk “Hamza” diye cevap verince, “O zaman soyadın da Hamzaoğlu olsun.” der öğretmeni. O şimdi en başarılı teknik adamlarımızdan biri.
Başarı ya da başarısızlık karşısında ince bir çizgisi var. Ne başarıyı çok kutsuyor ne de başarısızlıkta karalar bağlıyor. Aşırı sevinirken göremezsiniz onu. Aşırı üzülürken de... Sürekli bir temkinli olma durumu söz konusu. Kazandığı maçtan sonra da futbolun bir oyun olduğunu düşünüyor, kaybettiği maçtan sonra da… Bilenler bilir, çok başarılı (5 şampiyonluk yaşadı) ama trajik bir futbol hayatı oldu. Özellikle G.Saray serüveninde hak etmediği davranışlara maruz kaldı. Antrenörlük hayatı ise hep çileli geçti. Ama bize göre çileli. Çalıştırdığı takımların neredeyse hepsi son sıralardaydı. Ya da eldeki oyuncu kalitesi rakiplerin çok çok gerisindeydi. Ama her gittiği yerde farkını hissettirdi. İki sezon önce bir ilçe takımını (Akhisar) Süper Lig’e çıkarttı. Birçok takımın transfere milyonlarca avro harcadığı geçen sezon, ayağını yorganına göre uzatıp ligin en düşük maliyetli takımıyla şapka çıkartılacak bir mücadeleye imza attı, takımı ligde tuttu. Bu yıl işi abarttı. Yine 4 büyüklerin çerez niyetine harcadığı paralara denk gelecek maliyetlere kadro oluşturdu. Bu kadroyla Akhisar’ı ligin zirvesindeki ekipler arasına sokmayı başardı. İç sahada G.Saray ile Trabzonspor’u mağlup eden Akigolar, 7 maçta elde ettikleri 13 puanla lider F.Bahçe’nin sadece 3 puan gerisinde. Bugüne kadar yaptıklarını mütevazı davrandığı için ön plana çıkartmayan teknik direktör Hamza Hamzaoğlu, bu başarının ve yukarıda anlattıklarımızın başrolündeki isim. Artık onun bir de A Millî Takım’da yardımcı antrenörlük görevi var. Basamakları birer birer çıkan genç teknik adam, mesleğindeki en parlak dönemlerini yaşıyor. Peki siz, onun 17 yaşına kadar nüfus kâğıdı bile olmadığını biliyor muydunuz?
Çok farklı bir hikâye bu. 1970’te Yunanistan’da Türklerin yaşadığı Gümülcine’de bir köyde doğar kahramanımız. Türk okuluna gidiyordur. Türkler azınlıktır. Zorluklar yaşamaktadır. Ailesi dayanamaz, Hamza 7 yaşına geldiğinde Türkiye’ye göç etme kararı alırlar. Zifirî karanlıkta, Meriç Nehri’nden kayıkla Türk tarafına geçerler. Ertesi gün Keşan polisine giderler. Hamza ne olduğunun farkında bile değildir. Keşan’da çok kötü bir otelde konakladıklarını hatırlıyor. Sorgu sualden sonra oturma izni alırlar ve İzmir’e yerleşirler. İlkokula başlar. Üstelik birinci sınıftan... Soyadı yoktur. Batı Trakya’da babalarının ismi onların soyismidir. Ama Türkiye’de durum böyle değildir. Yani Hamza Ahmet’tir o. İlkokul öğretmeni dedesinin ismini sorar. “Hamza” der küçük Hamza. “O zaman soyadın da Hamzaoğlu olsun.” diye karşılık verir öğretmeni. Ve ailece bu soyadı alırlar. Ama hâlâ nüfus kâğıdı yoktur Hamza’nın. Çünkü soruşturmalar sürüyordur. Okulda spora olan yeteneğiyle yaşıtlarının arasından sıyrılır. Aynı zamanda atletizm ve futbol takımında da yer alıyordur.
Mahallede top oynarken onu izleyen Cüneyt Ertay hoca Hamza’yı İzmir’in köklü kulüplerinden Altay’a götürür. 4 sene bu kulübün yıldız takımında top oynar. Bu arada bir avukatın yanında çalışıyor, harçlığını çıkartıyordur. Üstelik avukat ona tam gün mesaisi veriyordur. Altay’da özel maçların hepsinde yer alan Hamza, iş resmî maçlara gelince nüfus kâğıdı olmadığı için oynayamaz. Genç takımdan hocası Behiç Funda bir çözüm yolu bulur ve Hamza’yı Ankara’ya gönderir. Hamza, Ankara’ya giderek ailesine ait göçmen dosyasının bulunmasını sağlar. Türkiye’ye geleli tam 10 yıl olmuştur. “Git, 15 gün sonra nüfus kâğıdın peşinden gelir.” derler ona. Bu arada İzmirspor’un antrenörü Halil Bıçakçı onu kendi takımına gelmesi yönünde ikna eder. Behiç Funda bu duruma üzülür; ama onun da gönlünü bir şekilde alırlar. Hamza’ya bir an önce lisans çıkartmak ve mukavele imzalatmak isteyen İzmirspor işi sıkı tutar. Onların da takibi ile Hamza 17 yaşında nüfus kâğıdına kavuşur. Ve ilk profesyonel imzasını da İzmirspor’a atar.
Annesinin mağazada, babasının inşaatlarda, kendisinin bir avukatın ve daha sonra bir elektrik tesisatçısının yanında çalıştığı o günlerde “Artık benim işim top oynamaktır.” diyerek tüm dikkatini bu mesleğe verir genç delikanlı. 3. Lig’de yer alan İzmirspor’da daha ilk sezonunda ilk şampiyonluğunu yaşar. Mevkii orta sahadır. Ama takımın sol kanadında oynayan arkadaşı sakatlanınca hocası Hamza’yı oraya monte eder ve her antrenmandan sonra da 1-1,5 saat özel olarak çalıştırır.
Artık sol kanattadır. Bu arada Ümit Millî Takım’a seçilecektir. Seçilmesi de ilginçtir. İzmir’de yapılan Ümit Millî Takım seçmelerinde, hani o kendini göstermek isteyip de topu alıp vermeyenlerin çok olduğu seçmelerde, zamanın Ümit Millî Takım Teknik Direktörü Fatih Terim’in gözünden kaçar. Ama kaderin bir cilvesi Ümit Millî Takım’ın kampı da İzmir’dedir. Terim, takımın son durumunu görmek için İzmirspor ile bir hazırlık maçı ayarlar. İzmirspor’un sol kanadında oynayan Hamza, çok iyi bir performans ortaya koyar. Terim daha maçın başında “Karşı takımın sol kanadında oynayan oyuncuya aklım takıldı.” diyerek Hamza’yı soruşturur. Ve onu bir gün sonra aynı kampa çağırır.
Sezon sonu İzmirspor’la olan mukavelesi biter. Terim’in tavsiyesiyle onu G.Saray ister. Ancak İzmirspor, Hamza’yı ikna ederek imzayı attırır. Paradan 3 sıfırın atılmadığı o zamanlar 100 milyon lira olan bonservisi bir anda 800 milyon liraya çıkar. F.Bahçe de devreye girer. Lakin Hamza, G.Saray’a söz verdiği için gerekirse bir yıl oynamama pahasına bu takıma gidecektir. Sarı-Kırmızılı takımın o zamanki yöneticilerinden Yurdeşen Karahasan’ın çabalarıyla iş tatlıya bağlanır ve 1991’de Cim Bom’un yolunu tutar Hamza.
Burada hocası, bir zamanlar İzmir’in yolundan geçen Mustafa Denizli’dir. Gittiği gibi formayı alır Hamza. 4 sene Sarı-Kırmızılı takımda kalır. Önce Karl Heinz Feldkamp (1992-93), sonra Reiner Hollman (1993-94) ile 2 şampiyonluk yaşar. Hatta takımda ikinci kaptanlığa kadar yükselir. Ancak 4. senenin sonunda Sarı-Kırmızılı takımdan ayrılmak zorunda kalacak, çok istemediği hâlde İstanbulspor’a gidecektir. Bu transfer sebebiyle üç gün kendine gelemez. Futbolunun en olgun döneminde sevdiği yuvasından kopmuştur. Onun G.Saray’dan ayrılmasındaki genel kanı; Hakan Şükür, Arif Erdem ve Okan Buruk ile olan yakın arkadaşlığıdır ve bu birliği dağıtmak için Hamza kurban seçilmiştir. Ancak Hamza bugün bile olayın tam sebebini bilmiyor.
Hocalığa mahallede başladı
1995’te İstanbulspor’a imza atan Hamzaoğlu, bundan sonraki kariyerinde de iki şampiyonluk yaşar. İstanbulspor’da 4 yıl oynar. Ardından Siirt Jet-Pa’ya gider. Takımın sahibi Jet-Pa’nın patronu Fadıl Akgündüz’dür. Kulüp Başkanı Takiddin Yarayan, teknik direktör ise Yıldırım Uran’dır (Yıldırım Bey onun İzmirspor genç takımından da hocasıdır ve şimdi Akhisar’da öğrencisinin yardımcılığını yapmaktadır). Orada zor şartlarda müthiş bir mücadeleye imza atarlar. Saha dışı olayları itibariyle o kadar çok çirkinlikler yaşar ki futbolu bırakmayı bile düşünür. Ama her şeyin bitti sanıldığı anda, yani son dakikada ilk takımı İzmirspor’a karşı inanılmaz bir golle 2-1 kazanarak 1999-2000 sezonu sonunda Süper Lig’e çıkarlar. Sonraki sezon, ona göre yönetim hatalarıyla takım göz göre göre küme düşer. O da takımdan ayrılır. Yurtdışını düşünüyordur. Bu nedenle sezon başında hiçbir kulüple anlaşmaz. Ama istediği takım olmayınca sezonun 10. haftasında Yimpaş Yozgatspor’a transfer olur. Orada da yöneticilerin yanlışlarıyla karşılaşır. Sonra Sakaryaspor ve Konyaspor ona transfer teklifinde bulunur. Tercihini Konya’dan yana kullanır (2002-03). İmza atmadan birkaç hafta önce kayyuma gitmiş, belediyeye devredilmiş bir takıma gitmek onu korkutmaz. Teknik direktör Hüsnü Özkara’dır. Kadro iki günde oluşturulur. Bütün takımların kampı bittiğinde kampa giren ve kampa girdikten 18 gün sonra lig maçlarına başlayan takımda yöneticiler ve taraftarlar bile inanmıyorlardır şampiyonluğa. İlk haftalar sıkıntılı geçer. Ama daha sonra maçlar kazanıldıkça şehir olaya inanmaya başlar. F.Bahçe’ye karşı aralıkta oynanan Türkiye Kupası maçında elde edilen zafer onlara ayrı bir hava katar. Maçın tek golünün asistini Hamzaoğlu yapmıştır. Şampiyonluğa 10 gol atarak katkıda bulunur. 2004-05 sezonunda G.Saray’ın pilot takımı Beylerbeyi’ne transfer olur. Orada futbolculara ağabeylik yapması istenir kendisinden.
2004-05 sezonunda antrenörlük hayatı başlar. İstanbulspor’da bir dönem oyuncusu olduğu Saffet Susiç’in çalıştırdığı Konyaspor’da... Aslında Hamzaoğlu yıllardır hazırlıklıdır antrenörlüğe. Mahallede başlamıştır onun antrenörlüğü. 14 yaşında Fatihspor adında takım kurmuştur mahallesinde. 18 yaşına gelinceye kadar mahalle takımında hem oynar hem de onları çalıştırır. İzmirspor’a geçince de adını oturduğu bölgedeki Fatih Mehmet İlköğretim Okulu’ndan alan takımına antrenmandan arta kalan zamanlarında destek olur. Yine onları toplayıp çalıştırıyor ve maçlara götürüyordur. O günlerden beri antrenörlük fikri kafasında vardır. Futbol oynarken de antrenörlerinin neler yaptıklarını dikkatle gözlemler. İstanbulspor’da birlikte çalıştığı Hollandalı Leo Beenhakker’dan etkilenir. Fatih Terim de beğendiği hocalardandır. Kariyerinde özel yeri olan Susiç’in Konyaspor’dan sonra Rizespor’da da yardımcılığını yapar. Rize’de 2 sezon kalır Hamzaoğlu. 2008’de yine Saffet Susiç ile ama bu kez Ankaraspor’dadır.
Kaderi alt sıralardaki takımlar
Ve artık bayrağı tek başına alma zamanı gelmiştir. 2008-09 sezonunun devre arasında Malatyaspor ona teknik direktörlük teklifinde bulunur. 12 maçta 3 galibiyet, 8 mağlubiyet yaşar. Buna rağmen başarılı olduğunu düşünüyordur. Başarı sadece skorlara yansımamıştır. Eşofmanları ilk giydiği günlerde oyuncular idmana çıkmama kararı almışlardır. “Hocam, bu durumun sizin gelişinizle ilgisi yok, paramızı alamıyoruz.” derler. Üstelik takımın yarısı da ekonomik sebeplerden dolayı ayrılmıştır. İyi oyuncuların hepsi gitmiştir. Devre arası kampı bu şartlarda başlar. Kayserispor ile oynayacakları Türkiye Kupası maçına sadece 10 lisanslı oyuncuyla hazırlandıkları günlerdir. 4 genç oyuncuyu takım bulmaları için bırakmışlardır. Şartlar gereği onları apar topar geri çağırırlar. Biri kaleci olmak üzere 14 kişi olurlar. Çok genç oyuncularla Bank Asya 1. Lig maçlarına çıkarlar. Ancak alınan sonuçlar yönetimi kan değişikliğine iter. Ligin bitmesine 9-10 hafta kala Hamzaoğlu’yla yollar ayrılır. O bıraktıktan sonra Malatyaspor geri kalan maçlarını kazanamaz ve küme düşer.
2009-10 sezonunun 5. haftasında Eyüpspor’la anlaşır Hamzaoğlu. Eyüpspor’a gittiğinde takım 2 puanla sonuncu sıradadır. Buna rağmen çıkışa geçerler. Final grubuna katılma şansını son maçta kaçırırlar. Play-Off’ta finale yükselirler. Ancak Tavşanlı Linyitspor’a 2-1 yenilerek Bank Asya 1. Lig’e çıkma şansını son anda yitirirler. 2010-11 sezonunda bu kez yolu Denizli’ye düşer. İlk kez bir takımı sezon başı alıyordur. Denizli’de müthiş bir başlangıç yaparlar. Takım ilk yarıyı lider bitirir. İkinci yarının ilk maçında deplasmanda Güngören ile oynarlar. Maç berabere sonuçlanır. Daha sonra kendi sahalarında Gaziantep Büyükşehir Belediyespor karşısında çok baskılı oynadıkları müsabakayı kendi oyuncularının suratına çarpıp ağlara giden golle kaybederler. Zaten seyirci ile bir türlü yıldızı barışmaz. Çünkü Denizli seyircisi daha kariyerli bir hoca istemektedir. Hamzaoğlu takımdan ayrılma kararı alır.
Denizlispor’dan ayrıldıktan 3-4 hafta sonra Akhisar Belediye Gençlik Spor’dan teklif gelir. Ligin bitimine 10 hafta kalmıştır. Düşme hattındaki Akhisar’ın rakiplerinden bir maçı fazladır ve üstündeki takımdan 4 puan geridedir. Şartlar yine zordur ama Hamzaoğlu yönetimin futbola bakışına inanarak görevi kabul eder. Yönetimle çok iyi uyum sağlar. Mümkün olduğunca sporculara verdikleri sözleri yerine getiren bu yönetim için bir şeyler yapmak ister. Orada her hafta ligde kalmak için mücadele ederler. Ligde kalmayı da son hafta başarırlar. Hamzaoğlu Akhisar’daki ikinci sezonunda ise temkinlidir. Bir sene önce düşmekten son anda kurtulan bir takım, sezona şampiyonluk parolasıyla başlamamalıdır. Dolayısıyla onun hedefi ligde kalıcı olmaktır. Taraftarı büyük beklenti içine sokmadan, oyuncuları büyük bir baskı altına almadan, stres ortamı oluşturmadan, yavaş ve sakin bir şekilde lige başlarlar. Düşündükleri ve planladıkları her şeyi gerçekleştirerek Süper Lig’e çıkarlar.
Akhisar’da kulübün gelirlerine göre hareket eder. Kendi kariyerini değil, kulübün yarınlarını düşünür. Bu yüzden Süper Lig’e çıktıkları ilk sezon 1. Lig’de birlikte çalıştığı 13-14 oyuncuyla yola devam eder. Takımda en fazla kazanan oyuncu 300 bin avro bile almıyordur. Galatasaraylı oyuncuların maç başı primleri kadar bile değildir bir oyuncunun sezon boyunca kazandığı para. Akhisar yönetimi de farklı bir model oluşturur. Hocaya güvenirler. İşlerin kötü gittiği zamanda bile onunla yola devam ederler. Ligdeki ilk sezonlarında ilk yarıyı 15 puanla dipte tamamlamalarına rağmen hocaya gözünün üzerinde kaşın var demezler. Başarıyı getiren asıl faktör bu olur. Futbolu da her şeyiyle ona emanet ederler. İşine karışmazlar. Hocanın istediğini yapmakla kalmazlar, isteğinden fazlasını da yapmak isterler ama ‘Asla pahalı transfer yok’ diyen hocanın engeline takılırlar. Yönetim, teknik heyet, futbolcular ve taraftarların kalbi aynı amaç için atmaya başlayınca da ortaya Akhisar’ın ligdeki başarısı çıkar. Ligin en düşük bütçeli ve en az transfer yapan takımı, milyonlarca avro harcayan onca takımın tel tel döküldüğü ligde hedefini tutturmayı başarır ve ligde kalır. Bu sezon üzerlerine biraz daha koyarak 7 haftada 13 puanla geçen sene neredeyse koskoca bir ilk yarıda elde ettikleri puanı yakalarlar.
Hamza sahada 4-2-3-1 sistemini tercih ediyor. Bu sisteminin sahayı ekonomik kullanmak adına, daha iyi olduğunu düşünüyor. Ona göre, diğer sistemlerin hepsinde bir yerlerde boşluk kalıyor ve oyunculara eşit yüklenilmiyor. O futbolun keyfine varmak istiyor. Bahanelerin arkasına sığınmıyor. Başarısı ona A Millî Takım’ın yardımcı antrenörlüğünü de getirdi. (...) Umarız ileride daha büyük başarılara imza atacağı günler de gelir. BEHRAM KILIÇ-AKSİYON
Daha yeni Daha eski