“… Amcam bana ‘Hangi okuldasın?’ diye sordu, ‘Ermeni okulundayım’ dedim, sonra ‘Sen bir kitap yaz, anılarını yaz, kitabın adına da ‘Ermeni Lisesi’nde Türkçe öğreten bir Kürt’ olsun’ dedi. Zaten kendi kendine saçma sapan bir süre. Niye Ermeni okuluna devlet öğretmen gönderiyor? Niye ben Türkçe öğretmeni olmuşum?...”
‘Ermeni Lisesi’ndeki Kürt, Türkçe öğretmeni’ Berfin, “Biz O Konuyu Daha Görmedik / Eğitim Sistemi ve Temsiliyet” kitabındaki 12 kişiden biri.
Ermeni Kültür ve Dayanışma Derneği’ndeki sözlü tarih atölyesinde bir araya gelen insanlar Berfin’in, Ayda’nın, Esmeray’ın ve nicelerinin hikayelerini dinledi.
Türkiye’deki eğitim sisteminde anlatılmayanlar, sırası gelmeyenler, temsil edilemeyenler kendi ağızlarından anlattı yaşadıklarını.
Kitapta Kürt, Alevi, Ermeni, Trans… dayatılan normdan farklı olan herkesin yaşadığı ayrımcılığın anlatılması, bunu gözardı etmeye bahane olan bilmemezlik halinde bir çatlak yaratıyor. Hikayeleri dinleyince "o konuyu görmedik" mazeret olmuyor artık.
Bu çatlaktan sızan hikayeler eşliğinde sözlü tarih atölyelerinin moderatörü Nora Tataryan ve söyleşi yapanlardan biri olan Ersoy Tan ile konuştuk.
N.T. : Dernek'te sözlü tarih atölyesi düzenliyoruz son iki senedir. Atölye boyunca teorik olarak sözlü tarihin yönteminden ve diğer disiplinlerle ilişkisinden bahsediyor, görüşmeler yapıyoruz. Bu seneki atölyede yapacağımız görüşmeleri Türkiye'deki eğitim sistemi konusu etrafında şekillendirmeye karar verdik.
Atölyeye katılan insanlar sözlü tarihçi değiller, herkes çeşitli disiplinlerden geliyor. Bu nedenle aslında bu amatör bir çalışma. Bizim asıl amacımız Türkiye’de bir çok kişinin muzdarip olduğu böylesine bir konuda yazılı ve işitsel bir arşiv oluşturmaktı. Bu doğrultuda görüşmeler yaptık ve başta aklımızda böyle bir fikir olmasa da bu görüşmelerin bir kısmını kitaplaştırmaya karar verdik. Çünkü eğitim sistemiyle ilgili çalışmalar var ama özellikle bu konuda yapılmış bir sözlü tarih çalışması yoktu. Zaten atölyeye katılanların çoğu da bu meseleyle uğraşan ve derdi olan kişiler. Böyle olunca herkes atölyeyi sahiplendi ve sonuçta ortaya bir kitap çıktı.
E.T. : Atölyeye hep istekle geldik. Nora’nın bunda çok büyük payı var elbette. Gözde Burcu Ege, Zeynep Ekim Elbaşı, Elif Ege gibi arkadaşlar da atölyeye katılarak sahadaki deneyimlerini aktardılar. Bu çok önemliydi, üzerimizde emekleri çok büyük.
N.T. : Kitap ve görüşmeler bahsettiğim arşivi oluşturmak için bir başlangıç niteliğinde. Başka bir deyişle, kitap eğitim sistemindeki tüm açıkları deşifre etmeye yönelik kapsayıcı bir çalışma olma iddiası taşımıyor. Zaten bunu bir sözlü tarih kitabıyla yapmak mümkün değil bana kalırsa.
Bizim amacımız bu söz konusu arşivi oluşturma yolundaki ilk adımdı. Kitabın tanıtımını yaparken de bunu fark ettik, herkesin aslında bu konuda söyleyecek bir şeyi var. Çünkü maalesef Türkiye’deki eğitim sistemi aslında birçok kişinin muzdarip olduğu bir sistem ve Türkiye’de yaşıyorsanız buna maruz kalmamanız mümkün değil.
E.T. : Resmi tarih diye bir şey var bu memlekette. Yalan bir tarih. Çünkü bu ülkede devletin bir unutturma kültürü var. Bu görüşmeler, o resmi tarih yığınının altına süpürülmüş, görmezden gelinmiş, unutturulmaya çalışılmış, inkar edilmiş gerçek hayat hikayeleri.
Kuyuya atılan bir bebek var bu anlatılarda, çeyizine kendi fotoğrafını işleyen ama sonrasında bırakıp gitmek zorunda kalan ve bir daha geri dönemeyen gencecik bir kız var... Türk olmadığı için, Müslüman olmadığı için yok edilen hayatlar. Bu insanların varlığı artık kayıt altında ve unutulmayacak.
12 ayrı insanla görüştünüz. 20’li yaşlardan 50’li yaşlara dek insanlar bunlar. Farklı yaş gruplarından insanların anlatımında eğitim sistemindeki ayrımcılık nasıl değişiyor, artış ya da azalıştan söz edebilir miyiz?
N.T. : Ben de farklı yaş gruplarından farklı anlatılar bekliyordum ayrımcılık adına ama çok da büyük değişiklikler olmamış zaman içinde. Müfredat tabii ki değişiyor, pedagojik araçlar da değişmiştir muhakkak ama dediğim gibi o zihniyet hep baki ve her yaşta bunu görmek mümkün. Ancak günümüzde biraz daha konuşulabilir tartışılabilir hale geldi sanıyorum tüm bu konular.
E.T. : İnsanlar elbette okul sıralarında yaşadıklarının izlerini taşıyorlar. Gençler kendilerini çıkışsız hissettikleri için daha öfkeli. Yaş ilerledikçe öfke giderek törpüleniyor. Kötü zamanlar unutuluyor, hep güzel anılar hatırlanıyor. Bir şekilde insanlar kendilerine bir yaşam kuruyorlar. Ama devletin acımasız, cebberrut yüzü her an yeniden ortaya çıkabilecek bir tehdit olarak hep orada asılı duruyor.
N.T. : Ortaklık denebilir mi buna bilemiyorum ancak konuştuğumuz insanların çoğu bu bahsettiğim Türk, Eril ve Müslüman zihniyetin içinde kendilerini rahat hissetmediklerinden bahsediyorlar. Zaten adı üzerinde Türkiye’deki eğitim sistemi Milli Eğitim Sistemi olduğundan belli bir “norm” yaratmak üzerine kurulu. Bu norm da tahmin edebileceğimiz üzere Türk, Müslüman, Sunni ve Erkek bir zihniyetten besleniyor.
Herkes için farklı şekillerde işliyor bu sistem. Örneğin Ermenilerin ana dilde eğitim hakları var ama Ermeni tarihi okutma izinleri yok. Tarih, vatandaşlık gibi dersleri Milli Eğitim Bakanlığı'nın atadığı öğretmenler veriyor. Müdür başyardımcısı diye bir denetim mekanizması işletiliyor.
Kürtler ise senelerdir temel hakları olan ana dilde eğitim için mücadele veriyorlar, sonuç olarak bir lütuf gibi önümüze sunulan ise sadece özel okullarda Kürtçe eğitim verilebilir kararı. Bu noktada çoğulcu ve kapsayıcı bir eğitimin tek fırsatı öğretmenlerin ve velilerin inisiyatifine ve o müfredatı ne kadar aksatabildiklerine bakıyor.
E.T: Her birimiz ‘öteki’ olarak tanımlananlara karşı önyargılarla sarılarak geçtik o okul sıralardan maalesef. Türk olmak, Sünni Müslüman olmak, erkek olmak bu devletin makbulleri. Gerisi hep ‘öteki’... Bize öğretilen kahramanlar hep Türktü, Müslümandı. Diğerleri hep düşmandı, hep kötüydü. Tüm iyiler senden, bütün kötüler onlardan; senin yaptığın her şey doğru, onların yaptığı her şey yanlış. Öyle değil işte, hiç değil.
Çocukken bunları düşünmüyorsun, ama büyüdükçe arkadaşlarının ayrımcılık yaşadığını görüp düşünmeye ve resmi söylemin dışına çıkmaya başlıyorsun. Bir kez çıkınca da devamı geliyor.
Bu ülkede ısrarla ötekileştirilen, bu topraklardan kazınmak istenen insanlar inatla var olmaya devam ettiler. Bir avuç da kalsalar direndiler. İyi ki varlardı. Hala varlar. Biz eğer bu faşist cendereden çıkabilmişsek onların sayesinde çıktık.
Önyargılardan, empoze edilenlerden kurtulmak için insanlarla konuşmak, iletişime geçmek, acılarına dokunmak gerekiyor. En azından bunun için çabalamak... Bu konuları görmek lazım, bize hiç o konuları göstermediler.
Gezi Parkı direnişi sürecinde mesela bu konuda çok yol alındı. Birbirlerine fersah fersah uzakta konumlanan insanlar bir araya geldi. Direniş güzel şey, insanların ezberini bozuyor, sorgulatıyor. Düşman denilenler düşman olmaktan çıkıyor.
N.T. : Ben eğitimci değilim ama bence ayrımcılığın ortadan kalmasında eğitim sistemi çok önemli bir yere sahip. Düşündüğünüzde herkes geçiyor bu sistemden ve bilinçli veya bilinçsiz bu müfredatla doluyor. Bir tek eğitim değil tabii, devletin bu zihniyeti değiştirmeye niyeti olduktan sonra, politik anlamda başla birçok adım atılmalı ama eğitim de bunun en önemli unsurlarından biri.
Devletin bu coğrafyada yaşayan halkları, dilleri, cinsel yönelimleri ve dinleri tanıması gerekiyor öncelikle. Hepsine eşit koşullarda ve kendi istedikleri şekilde eğitim sunması gerekiyor. Zorunlu eğitim olarak hepimizin geçtiği ya da geçeceği müfredatın hiç bir kimliğe, gruba, cinsiyete karşı aşağılayıcı, küçük düşürücü, nefret söylemi içeren söylemler barındırmaması gerekiyor. Tüm halkların ana dilde eğitim almaya hakkı vardır, yine tüm halkların kendi tarihini, edebiyatını öğretmeye hakkı vardır.
E.T. : Anadilde eğitim mutlaka olmalı. Bunun aksini savunanlara inanamıyorum. Nasıl bir kibir bu? Siz kimsiniz ki insanların anadilinde konuşmasını, eğitim görmesini yasaklayabiliyorsunuz. Müfredatın nasıl olacağını bilmiyorum ama nasıl olmaması gerektiğini biliyorum. Irkçı, milliyetçi bir müfredat ülkeye acıdan başka hiçbir şey getiremez.
N.T. : Maalesef bu adımlar beni çok da umutlandırmıyor. Andımızın kaldırılması tabii ki güzel ancak ders kitaplarında hala Türklüğün en büyük erdem olarak sunulduğunu ve diğer kimliklerin açıkça aşağılandığını görüyoruz. Dolayısıyla bu değişikliklerin samimiyetine inanmak için o bahsettiğim zihniyetin topyekun değiştiğini görmemiz lazım.
Kürtçe’nin sadece özel okullarda okutulacak olması ise, çok büyük bir adımmış gibi sunuldu AKP hükümeti tarafından ancak sadece parası olanların kendi dilinde eğitim görmesini sağlayan bir sistem bence hala büyük sorunlar içermektedir. Kürtçe konuşmanın, anayasal savunmanın yakın zamana kadar suç sayıldığı bir ülkede yaşıyoruz ne yazık ki. Yani zaten yıllardır olması gereken bir değişiklikti bu ama hala layıkıyla yerine getirilmiş değil bana sorarsanız.
E.T. : Çok yavaş da olsa bir şeyler değişiyor. Andımız kaldırılmasaydı çocuğuma okumamasını söyleyecektim. Ona zorla okutmaya kalkanın da karşısına dikilecektim. Kalkması iyi bir şey. Kalkacak elbet. Ancak bu mücadeleler sonucu oluyor, devlet mecbur kaldığı için değiştiriyor. Bundan sonrası için de değişimi yine insanlar gerçekleştirecek. Andımızı kaldıran devletin zihin yapısı değişmedi ki henüz. Hala çocukları öldürmeye, katilleri korumaya devam eden bir devlet var karşımızda. (BK)
* Kitaptaki söyleşileri gerçekleştirenler: Gündem Elçi, Derya Taş, Ersoy Tan, Sami Başaran, Pınar Gümüş, Aslı Kırbaş, Onur Arslan, Meryem Kaya Kuruçay, Aysu Arıcan, Faruk Ceylan, Onur Çiftçi ve Şule Gökçenay Dane. Atölyeyede Zine Demir, Yasemin Taşkın, Müge Yamanyılmaz, Meral Çeçi, Deniz Karagöz, Oğuz Bertal Aydın ve Arno Kalaycı da yer aldı.
** Haber fotoğrafı: Gündem Elçi-BİANET
‘Ermeni Lisesi’ndeki Kürt, Türkçe öğretmeni’ Berfin, “Biz O Konuyu Daha Görmedik / Eğitim Sistemi ve Temsiliyet” kitabındaki 12 kişiden biri.
Ermeni Kültür ve Dayanışma Derneği’ndeki sözlü tarih atölyesinde bir araya gelen insanlar Berfin’in, Ayda’nın, Esmeray’ın ve nicelerinin hikayelerini dinledi.
Türkiye’deki eğitim sisteminde anlatılmayanlar, sırası gelmeyenler, temsil edilemeyenler kendi ağızlarından anlattı yaşadıklarını.
Kitapta Kürt, Alevi, Ermeni, Trans… dayatılan normdan farklı olan herkesin yaşadığı ayrımcılığın anlatılması, bunu gözardı etmeye bahane olan bilmemezlik halinde bir çatlak yaratıyor. Hikayeleri dinleyince "o konuyu görmedik" mazeret olmuyor artık.
Bu çatlaktan sızan hikayeler eşliğinde sözlü tarih atölyelerinin moderatörü Nora Tataryan ve söyleşi yapanlardan biri olan Ersoy Tan ile konuştuk.
“Arşiv oluşturmak istedik”
Söyleşileri gerçekleştirenler olarak nasıl bir araya geldiniz? Kitabın hazırlık süreci nasıl geçti?N.T. : Dernek'te sözlü tarih atölyesi düzenliyoruz son iki senedir. Atölye boyunca teorik olarak sözlü tarihin yönteminden ve diğer disiplinlerle ilişkisinden bahsediyor, görüşmeler yapıyoruz. Bu seneki atölyede yapacağımız görüşmeleri Türkiye'deki eğitim sistemi konusu etrafında şekillendirmeye karar verdik.
Atölyeye katılan insanlar sözlü tarihçi değiller, herkes çeşitli disiplinlerden geliyor. Bu nedenle aslında bu amatör bir çalışma. Bizim asıl amacımız Türkiye’de bir çok kişinin muzdarip olduğu böylesine bir konuda yazılı ve işitsel bir arşiv oluşturmaktı. Bu doğrultuda görüşmeler yaptık ve başta aklımızda böyle bir fikir olmasa da bu görüşmelerin bir kısmını kitaplaştırmaya karar verdik. Çünkü eğitim sistemiyle ilgili çalışmalar var ama özellikle bu konuda yapılmış bir sözlü tarih çalışması yoktu. Zaten atölyeye katılanların çoğu da bu meseleyle uğraşan ve derdi olan kişiler. Böyle olunca herkes atölyeyi sahiplendi ve sonuçta ortaya bir kitap çıktı.
E.T. : Atölyeye hep istekle geldik. Nora’nın bunda çok büyük payı var elbette. Gözde Burcu Ege, Zeynep Ekim Elbaşı, Elif Ege gibi arkadaşlar da atölyeye katılarak sahadaki deneyimlerini aktardılar. Bu çok önemliydi, üzerimizde emekleri çok büyük.
“Hikayeler kayıt altında”
Gerçi önsözde kitabın amacını “bizim de içinde bulunduğumuz durumu kayıt altına alma çabası” olarak açıklanıyor ama bir de siz kitabın amacını anlatır mısınız?N.T. : Kitap ve görüşmeler bahsettiğim arşivi oluşturmak için bir başlangıç niteliğinde. Başka bir deyişle, kitap eğitim sistemindeki tüm açıkları deşifre etmeye yönelik kapsayıcı bir çalışma olma iddiası taşımıyor. Zaten bunu bir sözlü tarih kitabıyla yapmak mümkün değil bana kalırsa.
Bizim amacımız bu söz konusu arşivi oluşturma yolundaki ilk adımdı. Kitabın tanıtımını yaparken de bunu fark ettik, herkesin aslında bu konuda söyleyecek bir şeyi var. Çünkü maalesef Türkiye’deki eğitim sistemi aslında birçok kişinin muzdarip olduğu bir sistem ve Türkiye’de yaşıyorsanız buna maruz kalmamanız mümkün değil.
E.T. : Resmi tarih diye bir şey var bu memlekette. Yalan bir tarih. Çünkü bu ülkede devletin bir unutturma kültürü var. Bu görüşmeler, o resmi tarih yığınının altına süpürülmüş, görmezden gelinmiş, unutturulmaya çalışılmış, inkar edilmiş gerçek hayat hikayeleri.
Kuyuya atılan bir bebek var bu anlatılarda, çeyizine kendi fotoğrafını işleyen ama sonrasında bırakıp gitmek zorunda kalan ve bir daha geri dönemeyen gencecik bir kız var... Türk olmadığı için, Müslüman olmadığı için yok edilen hayatlar. Bu insanların varlığı artık kayıt altında ve unutulmayacak.
“Ayrımcılıkta büyük değişiklikler yok”
12 ayrı insanla görüştünüz. 20’li yaşlardan 50’li yaşlara dek insanlar bunlar. Farklı yaş gruplarından insanların anlatımında eğitim sistemindeki ayrımcılık nasıl değişiyor, artış ya da azalıştan söz edebilir miyiz?
N.T. : Ben de farklı yaş gruplarından farklı anlatılar bekliyordum ayrımcılık adına ama çok da büyük değişiklikler olmamış zaman içinde. Müfredat tabii ki değişiyor, pedagojik araçlar da değişmiştir muhakkak ama dediğim gibi o zihniyet hep baki ve her yaşta bunu görmek mümkün. Ancak günümüzde biraz daha konuşulabilir tartışılabilir hale geldi sanıyorum tüm bu konular.
E.T. : İnsanlar elbette okul sıralarında yaşadıklarının izlerini taşıyorlar. Gençler kendilerini çıkışsız hissettikleri için daha öfkeli. Yaş ilerledikçe öfke giderek törpüleniyor. Kötü zamanlar unutuluyor, hep güzel anılar hatırlanıyor. Bir şekilde insanlar kendilerine bir yaşam kuruyorlar. Ama devletin acımasız, cebberrut yüzü her an yeniden ortaya çıkabilecek bir tehdit olarak hep orada asılı duruyor.
“Kahramanlar hep Türk’tü”
Trans bir kadın, Kürt, Alevi, Yahudi… pek çok farklı kimlikte insanla görüştünüz. Anlatımlarındaki ortaklıklar neler?N.T. : Ortaklık denebilir mi buna bilemiyorum ancak konuştuğumuz insanların çoğu bu bahsettiğim Türk, Eril ve Müslüman zihniyetin içinde kendilerini rahat hissetmediklerinden bahsediyorlar. Zaten adı üzerinde Türkiye’deki eğitim sistemi Milli Eğitim Sistemi olduğundan belli bir “norm” yaratmak üzerine kurulu. Bu norm da tahmin edebileceğimiz üzere Türk, Müslüman, Sunni ve Erkek bir zihniyetten besleniyor.
Herkes için farklı şekillerde işliyor bu sistem. Örneğin Ermenilerin ana dilde eğitim hakları var ama Ermeni tarihi okutma izinleri yok. Tarih, vatandaşlık gibi dersleri Milli Eğitim Bakanlığı'nın atadığı öğretmenler veriyor. Müdür başyardımcısı diye bir denetim mekanizması işletiliyor.
Kürtler ise senelerdir temel hakları olan ana dilde eğitim için mücadele veriyorlar, sonuç olarak bir lütuf gibi önümüze sunulan ise sadece özel okullarda Kürtçe eğitim verilebilir kararı. Bu noktada çoğulcu ve kapsayıcı bir eğitimin tek fırsatı öğretmenlerin ve velilerin inisiyatifine ve o müfredatı ne kadar aksatabildiklerine bakıyor.
E.T: Her birimiz ‘öteki’ olarak tanımlananlara karşı önyargılarla sarılarak geçtik o okul sıralardan maalesef. Türk olmak, Sünni Müslüman olmak, erkek olmak bu devletin makbulleri. Gerisi hep ‘öteki’... Bize öğretilen kahramanlar hep Türktü, Müslümandı. Diğerleri hep düşmandı, hep kötüydü. Tüm iyiler senden, bütün kötüler onlardan; senin yaptığın her şey doğru, onların yaptığı her şey yanlış. Öyle değil işte, hiç değil.
Çocukken bunları düşünmüyorsun, ama büyüdükçe arkadaşlarının ayrımcılık yaşadığını görüp düşünmeye ve resmi söylemin dışına çıkmaya başlıyorsun. Bir kez çıkınca da devamı geliyor.
Bu ülkede ısrarla ötekileştirilen, bu topraklardan kazınmak istenen insanlar inatla var olmaya devam ettiler. Bir avuç da kalsalar direndiler. İyi ki varlardı. Hala varlar. Biz eğer bu faşist cendereden çıkabilmişsek onların sayesinde çıktık.
Önyargılardan, empoze edilenlerden kurtulmak için insanlarla konuşmak, iletişime geçmek, acılarına dokunmak gerekiyor. En azından bunun için çabalamak... Bu konuları görmek lazım, bize hiç o konuları göstermediler.
Gezi Parkı direnişi sürecinde mesela bu konuda çok yol alındı. Birbirlerine fersah fersah uzakta konumlanan insanlar bir araya geldi. Direniş güzel şey, insanların ezberini bozuyor, sorgulatıyor. Düşman denilenler düşman olmaktan çıkıyor.
“Ayrımcılığın ortadan kalkmasında eğitimin önemi büyük”
Ayrımcılığın ortaya kalkmasında eğitim sisteminin önemi ne? Söyleşilerde anlatılanların tekrarlanmaması için eğitim sistemi nasıl olmalı?N.T. : Ben eğitimci değilim ama bence ayrımcılığın ortadan kalmasında eğitim sistemi çok önemli bir yere sahip. Düşündüğünüzde herkes geçiyor bu sistemden ve bilinçli veya bilinçsiz bu müfredatla doluyor. Bir tek eğitim değil tabii, devletin bu zihniyeti değiştirmeye niyeti olduktan sonra, politik anlamda başla birçok adım atılmalı ama eğitim de bunun en önemli unsurlarından biri.
Devletin bu coğrafyada yaşayan halkları, dilleri, cinsel yönelimleri ve dinleri tanıması gerekiyor öncelikle. Hepsine eşit koşullarda ve kendi istedikleri şekilde eğitim sunması gerekiyor. Zorunlu eğitim olarak hepimizin geçtiği ya da geçeceği müfredatın hiç bir kimliğe, gruba, cinsiyete karşı aşağılayıcı, küçük düşürücü, nefret söylemi içeren söylemler barındırmaması gerekiyor. Tüm halkların ana dilde eğitim almaya hakkı vardır, yine tüm halkların kendi tarihini, edebiyatını öğretmeye hakkı vardır.
E.T. : Anadilde eğitim mutlaka olmalı. Bunun aksini savunanlara inanamıyorum. Nasıl bir kibir bu? Siz kimsiniz ki insanların anadilinde konuşmasını, eğitim görmesini yasaklayabiliyorsunuz. Müfredatın nasıl olacağını bilmiyorum ama nasıl olmaması gerektiğini biliyorum. Irkçı, milliyetçi bir müfredat ülkeye acıdan başka hiçbir şey getiremez.
“Zihniyetin değişmesi gerek”
Söyleşilerde sıkça bahsedilen andımızın kaldırılması, bunun yanında ana dilde eğitimin özel okullara sağlanması gibi yeni durumlar hakkında ne düşünüyorsunuz?N.T. : Maalesef bu adımlar beni çok da umutlandırmıyor. Andımızın kaldırılması tabii ki güzel ancak ders kitaplarında hala Türklüğün en büyük erdem olarak sunulduğunu ve diğer kimliklerin açıkça aşağılandığını görüyoruz. Dolayısıyla bu değişikliklerin samimiyetine inanmak için o bahsettiğim zihniyetin topyekun değiştiğini görmemiz lazım.
Kürtçe’nin sadece özel okullarda okutulacak olması ise, çok büyük bir adımmış gibi sunuldu AKP hükümeti tarafından ancak sadece parası olanların kendi dilinde eğitim görmesini sağlayan bir sistem bence hala büyük sorunlar içermektedir. Kürtçe konuşmanın, anayasal savunmanın yakın zamana kadar suç sayıldığı bir ülkede yaşıyoruz ne yazık ki. Yani zaten yıllardır olması gereken bir değişiklikti bu ama hala layıkıyla yerine getirilmiş değil bana sorarsanız.
E.T. : Çok yavaş da olsa bir şeyler değişiyor. Andımız kaldırılmasaydı çocuğuma okumamasını söyleyecektim. Ona zorla okutmaya kalkanın da karşısına dikilecektim. Kalkması iyi bir şey. Kalkacak elbet. Ancak bu mücadeleler sonucu oluyor, devlet mecbur kaldığı için değiştiriyor. Bundan sonrası için de değişimi yine insanlar gerçekleştirecek. Andımızı kaldıran devletin zihin yapısı değişmedi ki henüz. Hala çocukları öldürmeye, katilleri korumaya devam eden bir devlet var karşımızda. (BK)
* Kitaptaki söyleşileri gerçekleştirenler: Gündem Elçi, Derya Taş, Ersoy Tan, Sami Başaran, Pınar Gümüş, Aslı Kırbaş, Onur Arslan, Meryem Kaya Kuruçay, Aysu Arıcan, Faruk Ceylan, Onur Çiftçi ve Şule Gökçenay Dane. Atölyeyede Zine Demir, Yasemin Taşkın, Müge Yamanyılmaz, Meral Çeçi, Deniz Karagöz, Oğuz Bertal Aydın ve Arno Kalaycı da yer aldı.
** Haber fotoğrafı: Gündem Elçi-BİANET