Geçtiğimiz sezon televizyon kanalları 80’e yakın dizi fırlatmışlardır. Yolda telef olanlar mı ararsınız, ipi göğüsleyenler mi, yoksa en k...
Geçtiğimiz sezon televizyon kanalları 80’e yakın dizi fırlatmışlardır. Yolda telef olanlar mı ararsınız, ipi göğüsleyenler mi, yoksa en kahraman edasıyla “azıcık aşım kaygısız başım” diyerek sessiz ve derinden reyting alanlar mı... Bu sezonun iddialı yapımlarında ise yine “aşk” yaldızlı harflerle yazılmış. Her niyete yenen muz; gelsin aşk, gitsin aşk…
Televizyon için “öldüren eğlence” derler. Gayet makul bir tanım aslına bakarsanız. Eğlene eğlene içimiz kurur, ruhumuz donuklaşır. Televizyon tıpkı nikotin gibi, bir bağımlılık biçimi. Çok yakalamışımdır kendimi örneğin, oturup başına öyle uçmuşumdur ki… Ekrana bakarım da ekranı görür müyüm, kaçıncı düşümdeyimdir, kaçıncı baharımı yaşarım? Bir trans hali yani. Okyanus ötesine gitmiş gibi bir huşu hali, bir kendinden geçiş, bir ağlayış, bir ağlayış, bir ağlayış…
Sıkıcı hayatlarımıza, sınırlandırılmış hayallerimize azıcık kapı aralayan albenili ve kolay ulaşılabilir bir oyalanma biçimi ne de olsa televizyon: Ağlamaktan sonra gelen dinginlik. İnsan robotlardan yapmışlardır mesela Caponlar. Mutlaka yapmışlardır. İnsandır. Tıpkısının aynısı insan gibidir. Kirpikleri vardır, gözlerini kıp kıp yapar ama biraz yavaştır. Hah! İşte bu kıvamda; oturup televizyon koltuğuna, yerleşip iyice, kanın damarlardaki akışını en minimuma indirerek bas işte “buton” da denilen kumanda düğmesine… Düğmeyi çevir, aşk gelsin. Düğmeyi çevir, entrikalarla dolu macera gelsin. Düğmeyi çevir, tarih gelsin; oh oh harem gelsin… Düğmeyi çevir; geviş getirme ayini tartışma programları, akil adamların gündem analizleri gelsin. Düğmeyi çevir, diktatöryal tınılı “onlar” ve “biz” nidaları gelsin.
Her niyete yenen muzsa; ninem gelsin, dedem gelsin… Şimdi sınırdayız ya biz bazı bazı… Hatta bir süredir epey sınır ihlali de yaptık ya hani… Sınır Hezeyan Departmanı’ndan şöyle dudak büke büke, televizyona saydırmak mümkün. Bir başlayınca zinhar durdurulamayabiliyorum ben bu ara, sizi bilmem yani.
Ama işte gelen sonbahardır ve uzun kış gecelerine hazırlık bir telaş içinde yaşanır. Benim güzel televizyonumun ise bana yapacağı sürprizler vardır.
Bunları biliyor musunuz?
Ölmeden önce bunları bilseniz/öğrenseniz iyi olur. Nedir? Geçtiğimiz sezon televizyon kanalları 80’e yakın dizi fırlatmışlardır. Yolda telef olanlar mı ararsınız, ipi göğüsleyenler mi, yoksa en kahraman edasıyla “azıcık aşım kaygısız başım” diyerek sessiz ve derinden reyting alanlar mı... Biz de başlamıştık bir ara mesela dizi senaryosuna. Toz ve gaz bulutundan başladık, yani sektördeki kıyının kıyısından. Hayallerimiz vardı. Börülcelerdik çünkü biz. Başka yazının konusudur bu. İçimde bir yaradır Börülceler. Azıcık söyleyeyim yine de çok büyük yapımcılarla tanıştık, kahve içtik mesela. Olmadı işte… Olmayınca olmuyor demek ki…
Dönersek konumuza, bu sezon, geçen yılki dizi enflasyonu biraz dizginlenerek, sayı 50’de kalmış. Şimdi yeni sezon deyince iş, hakikaten kendinle bir hesaplaşmaya dönüyor. Örneğin insan ömrü mevsim dilimlerinden ve bunların tekabül ettiği sezonlardan ve sezonları belirleyen dizilerden oluşuyorsa… Öyleyse… Basit bir matematik hesabıyla dizilerin hayatımızdaki yeri belirleyicidir. Örneğin benim 2013 sonbaharımda nelerle karşılaşacağım, hayatımda aşka ne kadar yer vereceğim, tarihe dönüp geçmişimin -ecdadlarımın hatası olarak ben- muhasebesini yapıp yapmayacağım, takılarım, giyinişim, alacağım hırkanın rengini filanca diziden esinlenip esinlenmeyeceğim, hep kader ağları gibi örülmüştür.
Ey aşk nerdesin?
O halde, yakından bakmakta fayda var yazgımızı elinde tutan dizilere… Şöyle bir tasnif yaptım: Yeni sezon dizilerde “aşk” teması birinci sırada. Bunu yine, aşk teması içinde olmak koşuluyla edebiyat uyarlamaları izliyor. Sonra güzelim Behzat Ç.’den kalan boşluğu -tıpkı çekilmiş bir diş gibi- değerlendirmek üzere polisiye kıvamlı diziler ve nihayet ecdadımızın hikayesini öğrendiğimiz tarihi diziler sıralanıyor. Bir de tabii, yabancı dizilerin uyarlamaları var…
Ancak bu sezonun iddialı yapımlarında yine “aşk” yaldızlı harflerle yazılmış. Her niyete yenen muz; gelsin aşk, gitsin aşk… Kızla oğlan kavuşamaz, aşk olur; mefhumunu ben söylemedim ama derler ki: 1) Özü gereği romantiklik, nam-ı diğer aşk -evliliğe ulaştırmış olsa bile- evlilikle bağdaşamaz. Çünkü romantiklik; engeller, gecikmeler ve hayallerle yaşadığı halde, evliliğin en başta gelen görevi bu engelleri azaltıp yok etmektir. 2) Romantiklik üzerine kurulan evliliğin akla yakın ve normal sonucu boşanmadır; çünkü evlilik romantikliği öldürür. Eğer romantiklik yeniden ortaya çıkarsa bu sefer o, -evliliği yaratan nedenlerle bağdaşmaması yüzünden, evliliği öldürür. Şimdi bu denklemde aşk varsa evlilik yok, evlilik varsa romantik aşk yok’u çıkardım ben. Çevir çevir ipe diz. Hal böyle olunca, diziler için evlilik “final”dir. Evlilikte “reytingsel” bir numara yoktur, velhasıl-ı kelam gerilim evlilikten üremez; ha şöyle olur, mutlu evli çocuklu çiftimizin başına bir iş gelir. Çocuk kaçırılır, aile sırları dökülür vs. Bakınız: Kayıp.
Neymiş? Tanıtımın özetindeki kodları çözelim. Dedektif Linden, işinizin başına lütfen. Şöyle demektedir şifreli mesajda: “Şarman adında büyük bir aile şirketinin sahipleri olan Kemal ve Leyla, iki çocuğu Kerem ve Yasemin’le birlikte herkesin gıpta ettiği bir hayat yaşamaktadır. Her şeye sahip olan bu aile, holdingin varisi ailenin erkek çocuğu Kerem Özdemir’in bir gece polisler tarafından götürüldükten sonra ondan bir türlü haber alamaması ile yıkılır.”
Çözdük der ki: İlle de “Aplus” olmalı. Işıltılı bir mutluluğun şartı, ailenin sınıfsal konumudur.
Büyük aile şirketi güzel gider. Sonra cinsiyetçi bir söylem yakaladık. Alın bunu alın! Al, al al al… Gözüm görmesin… Erkek varistir. Hem soy varisi hem mal varisi… Ama uymayan, çocuğun neden polisler tarafından götürüldüğüdür. Polis süsü verilmiş insanlar mı? Yoksa harbiden polis mi? Çocuk Gezi’ye gitmiş mi? Falan filan.
Beni böyle sev seveceksen
Sonra bir başka dizi A.Ş.K. Sonra bir başkası daha Beni Böyle Sev. Beni Böyle Sev’de mesela yine kadim durum var. “Ayşem’le Ömer’in hikayesi. Zengin, yakışıklı ama asla şımarık olmayan, içine kapanık, hayatı yaşadığı haliyle kabullenmiş Ömer ile, hayatın bütün acılarını göğüsleyip, onları bir oyuna çevirerek direnmeyi, mutlu yaşamayı bilen, her şeye rağmen gülmeye çalışan Ayşem’in güçlü ve dirençli aşkı…” Bu koyu yazılar benim değil, senaristlerin özetleri muhtemelen. Kız fakir, oğlan zengin. Tipik yani. Kadınlar kurtarılmayı bekler, bakınız modern külkedisi hikayesi: Benim Hala Umudum Var. Erkekler ise prenstir, kraldır, padişahtır. Olamayanın vay haline. Ben kadın sorunları deyip duruyorum ya, aslında erkek ve iktidar ilişkisi, farklı okumalara mahal verir. Erkeklik imkansız iktidar mı? Yoksa zenginlik ve yakışıklılık iktidarın her daim kurulabildiği alanlar mı? Sonra, kızlarımız aşk, aşk diye nicesine vurulur, oğullarımız zenginlik başa bela diye kurum kurum kurulur.
Güzel değilseniz, zengin değilseniz, ilişkiniz evliliğe gitmiyorsa, evliyseniz ama romantizm arıyorsanız, yan karakter olmaktan bunaldıysanız, kukumav kuşu gibi evde battaniyelere sarıldıysanız, takviye hayaller yetişmiyorsa, sonbahar depresyonunun ayak seslerini duyuyorsanız.... Bu dizilerin hepsi size müstehak.
Not: Laf lafı, laf tütün kesesini açtı… Ama yerim dar. Editör laf eder. Daha konuya bile tam giremedim yani. Nasıl bir içini dökmek haliyse bu artık. Edebiyat uyarlamaları kaldı… İdare ediverin de, söylemiş kadar olayım.Şule Süzük - soL
Televizyon için “öldüren eğlence” derler. Gayet makul bir tanım aslına bakarsanız. Eğlene eğlene içimiz kurur, ruhumuz donuklaşır. Televizyon tıpkı nikotin gibi, bir bağımlılık biçimi. Çok yakalamışımdır kendimi örneğin, oturup başına öyle uçmuşumdur ki… Ekrana bakarım da ekranı görür müyüm, kaçıncı düşümdeyimdir, kaçıncı baharımı yaşarım? Bir trans hali yani. Okyanus ötesine gitmiş gibi bir huşu hali, bir kendinden geçiş, bir ağlayış, bir ağlayış, bir ağlayış…
Sıkıcı hayatlarımıza, sınırlandırılmış hayallerimize azıcık kapı aralayan albenili ve kolay ulaşılabilir bir oyalanma biçimi ne de olsa televizyon: Ağlamaktan sonra gelen dinginlik. İnsan robotlardan yapmışlardır mesela Caponlar. Mutlaka yapmışlardır. İnsandır. Tıpkısının aynısı insan gibidir. Kirpikleri vardır, gözlerini kıp kıp yapar ama biraz yavaştır. Hah! İşte bu kıvamda; oturup televizyon koltuğuna, yerleşip iyice, kanın damarlardaki akışını en minimuma indirerek bas işte “buton” da denilen kumanda düğmesine… Düğmeyi çevir, aşk gelsin. Düğmeyi çevir, entrikalarla dolu macera gelsin. Düğmeyi çevir, tarih gelsin; oh oh harem gelsin… Düğmeyi çevir; geviş getirme ayini tartışma programları, akil adamların gündem analizleri gelsin. Düğmeyi çevir, diktatöryal tınılı “onlar” ve “biz” nidaları gelsin.
Her niyete yenen muzsa; ninem gelsin, dedem gelsin… Şimdi sınırdayız ya biz bazı bazı… Hatta bir süredir epey sınır ihlali de yaptık ya hani… Sınır Hezeyan Departmanı’ndan şöyle dudak büke büke, televizyona saydırmak mümkün. Bir başlayınca zinhar durdurulamayabiliyorum ben bu ara, sizi bilmem yani.
Ama işte gelen sonbahardır ve uzun kış gecelerine hazırlık bir telaş içinde yaşanır. Benim güzel televizyonumun ise bana yapacağı sürprizler vardır.
Bunları biliyor musunuz?
Ölmeden önce bunları bilseniz/öğrenseniz iyi olur. Nedir? Geçtiğimiz sezon televizyon kanalları 80’e yakın dizi fırlatmışlardır. Yolda telef olanlar mı ararsınız, ipi göğüsleyenler mi, yoksa en kahraman edasıyla “azıcık aşım kaygısız başım” diyerek sessiz ve derinden reyting alanlar mı... Biz de başlamıştık bir ara mesela dizi senaryosuna. Toz ve gaz bulutundan başladık, yani sektördeki kıyının kıyısından. Hayallerimiz vardı. Börülcelerdik çünkü biz. Başka yazının konusudur bu. İçimde bir yaradır Börülceler. Azıcık söyleyeyim yine de çok büyük yapımcılarla tanıştık, kahve içtik mesela. Olmadı işte… Olmayınca olmuyor demek ki…
Dönersek konumuza, bu sezon, geçen yılki dizi enflasyonu biraz dizginlenerek, sayı 50’de kalmış. Şimdi yeni sezon deyince iş, hakikaten kendinle bir hesaplaşmaya dönüyor. Örneğin insan ömrü mevsim dilimlerinden ve bunların tekabül ettiği sezonlardan ve sezonları belirleyen dizilerden oluşuyorsa… Öyleyse… Basit bir matematik hesabıyla dizilerin hayatımızdaki yeri belirleyicidir. Örneğin benim 2013 sonbaharımda nelerle karşılaşacağım, hayatımda aşka ne kadar yer vereceğim, tarihe dönüp geçmişimin -ecdadlarımın hatası olarak ben- muhasebesini yapıp yapmayacağım, takılarım, giyinişim, alacağım hırkanın rengini filanca diziden esinlenip esinlenmeyeceğim, hep kader ağları gibi örülmüştür.
Ey aşk nerdesin?
O halde, yakından bakmakta fayda var yazgımızı elinde tutan dizilere… Şöyle bir tasnif yaptım: Yeni sezon dizilerde “aşk” teması birinci sırada. Bunu yine, aşk teması içinde olmak koşuluyla edebiyat uyarlamaları izliyor. Sonra güzelim Behzat Ç.’den kalan boşluğu -tıpkı çekilmiş bir diş gibi- değerlendirmek üzere polisiye kıvamlı diziler ve nihayet ecdadımızın hikayesini öğrendiğimiz tarihi diziler sıralanıyor. Bir de tabii, yabancı dizilerin uyarlamaları var…
Ancak bu sezonun iddialı yapımlarında yine “aşk” yaldızlı harflerle yazılmış. Her niyete yenen muz; gelsin aşk, gitsin aşk… Kızla oğlan kavuşamaz, aşk olur; mefhumunu ben söylemedim ama derler ki: 1) Özü gereği romantiklik, nam-ı diğer aşk -evliliğe ulaştırmış olsa bile- evlilikle bağdaşamaz. Çünkü romantiklik; engeller, gecikmeler ve hayallerle yaşadığı halde, evliliğin en başta gelen görevi bu engelleri azaltıp yok etmektir. 2) Romantiklik üzerine kurulan evliliğin akla yakın ve normal sonucu boşanmadır; çünkü evlilik romantikliği öldürür. Eğer romantiklik yeniden ortaya çıkarsa bu sefer o, -evliliği yaratan nedenlerle bağdaşmaması yüzünden, evliliği öldürür. Şimdi bu denklemde aşk varsa evlilik yok, evlilik varsa romantik aşk yok’u çıkardım ben. Çevir çevir ipe diz. Hal böyle olunca, diziler için evlilik “final”dir. Evlilikte “reytingsel” bir numara yoktur, velhasıl-ı kelam gerilim evlilikten üremez; ha şöyle olur, mutlu evli çocuklu çiftimizin başına bir iş gelir. Çocuk kaçırılır, aile sırları dökülür vs. Bakınız: Kayıp.
Neymiş? Tanıtımın özetindeki kodları çözelim. Dedektif Linden, işinizin başına lütfen. Şöyle demektedir şifreli mesajda: “Şarman adında büyük bir aile şirketinin sahipleri olan Kemal ve Leyla, iki çocuğu Kerem ve Yasemin’le birlikte herkesin gıpta ettiği bir hayat yaşamaktadır. Her şeye sahip olan bu aile, holdingin varisi ailenin erkek çocuğu Kerem Özdemir’in bir gece polisler tarafından götürüldükten sonra ondan bir türlü haber alamaması ile yıkılır.”
Çözdük der ki: İlle de “Aplus” olmalı. Işıltılı bir mutluluğun şartı, ailenin sınıfsal konumudur.
Büyük aile şirketi güzel gider. Sonra cinsiyetçi bir söylem yakaladık. Alın bunu alın! Al, al al al… Gözüm görmesin… Erkek varistir. Hem soy varisi hem mal varisi… Ama uymayan, çocuğun neden polisler tarafından götürüldüğüdür. Polis süsü verilmiş insanlar mı? Yoksa harbiden polis mi? Çocuk Gezi’ye gitmiş mi? Falan filan.
Beni böyle sev seveceksen
Sonra bir başka dizi A.Ş.K. Sonra bir başkası daha Beni Böyle Sev. Beni Böyle Sev’de mesela yine kadim durum var. “Ayşem’le Ömer’in hikayesi. Zengin, yakışıklı ama asla şımarık olmayan, içine kapanık, hayatı yaşadığı haliyle kabullenmiş Ömer ile, hayatın bütün acılarını göğüsleyip, onları bir oyuna çevirerek direnmeyi, mutlu yaşamayı bilen, her şeye rağmen gülmeye çalışan Ayşem’in güçlü ve dirençli aşkı…” Bu koyu yazılar benim değil, senaristlerin özetleri muhtemelen. Kız fakir, oğlan zengin. Tipik yani. Kadınlar kurtarılmayı bekler, bakınız modern külkedisi hikayesi: Benim Hala Umudum Var. Erkekler ise prenstir, kraldır, padişahtır. Olamayanın vay haline. Ben kadın sorunları deyip duruyorum ya, aslında erkek ve iktidar ilişkisi, farklı okumalara mahal verir. Erkeklik imkansız iktidar mı? Yoksa zenginlik ve yakışıklılık iktidarın her daim kurulabildiği alanlar mı? Sonra, kızlarımız aşk, aşk diye nicesine vurulur, oğullarımız zenginlik başa bela diye kurum kurum kurulur.
Güzel değilseniz, zengin değilseniz, ilişkiniz evliliğe gitmiyorsa, evliyseniz ama romantizm arıyorsanız, yan karakter olmaktan bunaldıysanız, kukumav kuşu gibi evde battaniyelere sarıldıysanız, takviye hayaller yetişmiyorsa, sonbahar depresyonunun ayak seslerini duyuyorsanız.... Bu dizilerin hepsi size müstehak.
Not: Laf lafı, laf tütün kesesini açtı… Ama yerim dar. Editör laf eder. Daha konuya bile tam giremedim yani. Nasıl bir içini dökmek haliyse bu artık. Edebiyat uyarlamaları kaldı… İdare ediverin de, söylemiş kadar olayım.Şule Süzük - soL
Hiç yorum yok