Gezi üzerine yazıları tararken, marksist.net‘teki bir hayli eğlenceli Gezi aşağılamalarını okuyunca ister istemez aklıma ”Your politics are boring as fuck/Politikalarınız sik gibi sıkıcı” (http://crimethinc.com/texts/ selected/asfuck.php) makalesi geldi. Belki de sadece makaleyi Türkçeye çevirip ”Küçük Burjuva Sosyalistlerin <<Gezi Komünü>>” (http://www.marksist.net/utku_ kizilok/kucuk_burjuva_ sosyalistlerin_gezi_komunu.htm ) gibi lezzetli başlıklı yazıları yazan arkadaşlara mail atabilirdim. Ancak halk mücadelesinde devrimci öğelerin diyaloğunun ve fikir alışverişinin önemine inandığım için, Gezi’de aktif olarak yer almış bir anarşist olarak kendilerine cevap vermeyi ve iletişim kanalını açmayı ödevim bilirim.
”Ne Savunuyoruz” (http://www.marksist.net/ marksist_tutum/temel_ goruslerimiz.htm) kısmında, daha ilk maddede ”(…) [Kapitalizme] son verebilme yeteneğine ve olanaklarına sahip gerçekten devrimci tek sınıf proleteryadır” diye belirten (ve pardon, bütün insanlardan sadece proleter diye tanımladığı sınıfı yüceltmesi, faşizm değil mi?) ve devamında Troçkist olduklarını açıklayan manifestolarında bile aslında Gezi’ye karşı düşmanlıklarını anlayabilmek mümkün. Utku Kızılok ”Gezi sürecine damgasını vuran küçük-burjuva zihniyetidir” diyor. Peki bu gerçekten de böyle mi? Her kalemden farklı bir şekilde yorumlanan ”Gezi’nin sınıf karakteri”ni anlamak için bugün bile devam eden Park Forumları hareketine ve Gezi sürecinde öne çıkan iki gruba dikkat çekmek istiyorum: çArşı ve Anti-Kapitalist Müslümanlar (AKM). Çünkü ileride de açıklayacağım gibi, ”Gezi’nin sınıfı budur, Gezi’nin karakteri şudur” gibi ahkâm kesmeler, aslında Gezi sürecine dahil olan bireylere yapılabilecek en büyük aşağılamadır.
Park Forumları’nın çıkışını anlamak için Gezi’nin temsiliyet sorunsalını anlamak gerekir. 31 Mayıs akşamı ”Tayyip istifa!” ve Vali Konağı’na geri çekilen eylemcilerin ”Vali istifa!” demesi, meselenin daha o günden 3-5 ağaç olmadığının en önemli göstergelerinden biriydi. Eylemciler (burada bir ”sınıf” ayrımı yapmıyorum) hükümet karşıtlığında birleşiyorlardı. 1 Haziran’da Park’ın ele geçirilmesini takiben açılan Serbest Kürsü de aslında bireylerin seslerini duyurmak arzularının en önemli göstergesiydi. Burada, AKP dönemi politikaları, kadın-erkek eşitliği, cinsel yönelim, kürt sorunu (Kürt Halk Hareketi’nin hakkıyla tartışıldığını iddia edemesem de), ve evet, neo-liberal politikalar ve kapitalizm tartışılıyordu.
Ancak ilerleyen süreçte eylemciler paralize oldular –mesele 3-5 ağaç değildi, mesele hükümet düşmanlığından da fazlaydı da, mesele neydi peki? Ne zaman kalkıp eve gidilecekti, amaç neydi? Tam kitleler sorunlarını kendi aralarında, Serbest Kürsü’de tartışmaya başlamıştı ki Taksim Dayanışması (TD) meşhur taleplerini yayınladı. ”Bize kim sordu”, ”Taksim Dayanışması ne haddine böyle bir bildiri yayınladı” şeklindeki huzursuzluklar Gezi Parkı’nda dillendirilmeye başladı. Buna cevaben TD, Başbakan Erdoğan’la görüşecek heyetin ele alacağı konuları belirleyebilmek için açık forumlar düzenledi. Ancak Başbakan’la görüşen heyetin nasıl ve kimler tarafından seçildiği muamma iken, heyetin basın açıklamasında da belli olduğu gibi parkın geleceğinden başka hiçbirşeye değinilmemişken, eylemciler iyice huzursuzlandı. Bu zamana kadar pragmatik bir şekilde TD’nı takip eden eylemciler (zira herkesin ortak takip ettiği başka bir haber/iletişim ağı yoktu) Gezi Parkı’nda kendi bağımsız forumlarını oluşturmaya başladılar.
Parkın dağıtılmasını takiben, bahsettiğim iki grup ön plana çıktı: çArşı ve AKM. çArşı, yayınladığı bildiriyle kendi semtine, Abbasağa Parkı’na çekildiğini ilan ediyordu. ”Abbasağa artık Gezi’dir, herkes Abbasağa gelsin” demek yerine, herkese kendi parklarına dönmelerini, kendi parklarında forumlara devam etmelerini öneriyorlardı. Benzer şekilde AKM, siyasi kimliklerinin reklamını yapmadan Yeryüzü İftarları’nı başlatıp, insanların kendi örneklerinden yola çıkarak kendi yeryüzü iftar sofralarını kurmalarını öneriyordu.
Gezi’ye müdahil olan insanların çArşı ve AKM’a karşı duydukları sempatiyi anlamak, bu iki grubun da anti-otoriteryen, merkeziyetçilik düşmanı duruşlarında; bireyselliğe ve yerelselliğe verdikleri önemde saklıdır. çArşı’yı önplana çıkaran unsur ”Kendinede kArşı” (ayrıca sanırım ‘de’ bağlacının ayrı yazılmasına da karşı) ve ”çArşı bir ruhtur, bedene indirgenemez” sloganlarıdır. Herkesin ”çArşı” ile görüşmek, röpörtaj yapmak istediği bir ortamda, çArşı’ya yakınlığıyla bilinen ve/ve ya direk kurucuları, tribün liderlerinin ”Ben burada çArşı’yı temsil etmiyorum, çArşı bir ruhtur” deyişleri, Subcommandante Marcos’un 2001′de Meksika’nın başkentinde ”Ben burada Zapatistleri temsil etmiyorum” demesiyle aynıdır –ne çArşı ne de AKM, ”Gezi Ruhu”nun temsiliyetini üstlenmemiş, tam da bu yüzden Gezi’nin ruhunu en iyi anlayan ve içselleştiren taraflar olmuşlardır.
Bu yüzden klasik Marksist söylemde, çArşı gibi lümpen proleteryadan çıkmış bir grup ile ”Diren iPhone şarjı!” yazan küçük-burjuva üniversiteli gencin birlikteliğini salt sınıfsal tabanda anlamlandırabilmek mümkün değildir. Bunun da ötesinde, Marksist geleneğin bir türlü vazgeçemediği ”Halkı bilinçlendirmek” arzusu, kendi bildiklerine gözü kapalı inanmaları ve sosyalist hedefte tek doğru yolun Proleterya Diktatörlüğü ”Geçiş Dönemi” ile mümkün olduğuna kesin inançları, Gezi gibi bireyselci, özgürlükçü, anti-otoriteryen karakterlere sahip bir harekete korku ve şüpheyle yaklaşmalarına sebep olmaktadır.
Gezi’nin anti-otoriteryen duruşunu anlayamayan Utku Kızılok, forumları eleştirirken ”İşçi sınıfının içinde yeralmadığı park forumlarından Sovyet tipi iktidar konseyleri çıkartmaya çalışmak demek, devrim ve Sovyetler konusunda pek de bir şey anlamamak demektir” derken bile bu forumların iktidarı ele geçirmek gibi bir derdi olmadığını, hatta bu forumların sorununun bizzat iktidar kavramıyla olduğunu anlayamıyor. Gezi hareketinin Marksist/Troçkist geleneğin aksine iktidarı ele geçirmek gibi bir derdi olmaması sebebiyle, kendi forumlarının şekil ve içeriklerini de başkalarına dayatmak, aynı modelde tüm Türkiye’de (ve/veya dünyada) örgütlenmek gibi bir arzuları olmadığından, bu forumların işçi mahallelerine yayılmaması da bir sorun teşkil etmiyor. Niye etsin ki?
Park forumları, belirli coğrafyalardaki belirli bireylerin kendi kendilerine örgütlenme arzularını gösterir. ”Devrimci Mahallelerinde Park Modeli Geliştirme ve Yaşatma Çalışması Konseyi Üyeleri” gibi bir sınıf yoktur, ”Şurada da bir forum olsun” diyen bir karar mercii bulunmamaktadır –bu forumlar, bu mahallelerdeki bireylerin bireysel inisiyatifleridir ve kendi modellerini de kimseye empoze etmemektedirler. Üstelik, bu modellerin devrimci/işçi mahallelerinde ortaya çıkmaması, bu modelin yanlışlığına ya da eksikliğine de işaret etmez –sadece bu modelin, bu mahallelerde ya mümkün olmadığına, ya da arzulanır olmadığına işaret eder. Herkesin yerelde, kendi istedikleri gibi örgütlenmelerini savunan bir hareketten tek-tip model bir yapılanma çıkarmasını beklemek ne kadar doğru olabilir ki?
Zira Gezi hareketi büyük ölçüde işçi sınıfını kapsamıyor olabilir. Gezi şehitlerinin hemen hepsinin işçi ailesi çocukları olduğunu ve Ethem’in, Abdullah’ın da bizzat birer işçi olduğunu gözardı etmemekle beraber, yine de Gezi’nin, klasik anlamda devrimci/işçi hareketini bünyesinde eritmediği söylenebilir. Bu noktada şunu soruyorum: Neden işçi sınıfı illa Gezi hareketi içerisinde yer alsın ki? Gezi, bugüne kadar Türkiye’deki sol/devrimci geleneğin propagandaistliğine karşı bireysel ve gönüllülük esasına dayalı ve merkezî bir otoriteye sahip olmadığı için, kimseyi kendi safına çekmeyen, hatta insanları kendi safına çekmeyi lüzumsuz gören, bireylerin kendiliğinden biraraya gelmesine deer veren bir harekettir. Kendisine anarşist diyecek bir merkezî yapısı bile olmayan, ancak içsel bir şekilde buram buram anarşist idealleri yaşayan bir hareketi, enternasyonel diktatörlük fikri peşinden koşanların kaygıyla seyretmesi manidardır.
Sivil itaatsizlik olarak başlayan ve iktidar karşıtlığını (Erdoğan, hükümet ya da AKP karşıtlığından da geniş bir şekilde) temel alan, Kürt Halk Hareketi’nin yerelde özerk demokrasi arzularından etkilenmiş bir hareket olarak Gezi İsyanı’nı ve sonrasındaki forumları, salt enternasyonalist düzlemde, gerçekçilikten uzak, son kullanma tarihi geçmiş (ve hatta hiç bir zaman geçerliliği olmamış) modeller ve edebiyat dahilinde eleştirmek ne kadar doğrudur? Sonuç olarak enternasyonalist örgütlenme fikrinin bugüne kadar Türkiye ve dünyada nasıl somut bir karşılık bulmadığı bellidir. Buna karşılık iktidar ve temsiliyet karşıtlığı, doğrudan ve yerelden demokrasi arzuları günümüzde Zapatistler’den Tahrir Meydanı’na, Indignados’tan Occupy hareketine kadar yankı bulan fikirlerdir. Sol’un ”Neden işçi sınıfını örgütleyemiyoruz” sorusuna cevabı hiçbir zaman usul eleştirisinden öteye gidememiştir –belki de cevap, insanların nasıl örgütleneceklerini başkalarından duymak istememesinde saklı olabilir mi?
”Kızım sana diyorum, gelinim sen anla” misali, Gezi’nin hükümete söylediklerinden Devrimci Sol’un da kendisine çıkarması gereken en büyük ders, kendi ”entelektüel” birikim ve modellerini, gerçek hayatta hiç bir zaman kabul etmemiş işçi sınıfına dayatmaya çalışmaktan vazgeçmeleri; ve hatta ”İşçileri örgütlemek” gibi bir fikirden uzaklaşıp, ”tek doğru yolun” ne olduğunu öğretme küstahlığını bir an önce bırakarak, kendilerini, ailelerini ve işyerlerini örgütleyip, başka özerk örgütlemelerle organik ilişkiler içerisine girmeye başlamaları gerektiğidir.
Hatta bu bile değildir belki. Başkalarının nasıl örgütlenmeleri gerektiğini söylememeleri kafidir.
DOĞUKAN SAKAR-FRAKSİYON.ORG
”Ne Savunuyoruz” (http://www.marksist.net/
Park Forumları’nın çıkışını anlamak için Gezi’nin temsiliyet sorunsalını anlamak gerekir. 31 Mayıs akşamı ”Tayyip istifa!” ve Vali Konağı’na geri çekilen eylemcilerin ”Vali istifa!” demesi, meselenin daha o günden 3-5 ağaç olmadığının en önemli göstergelerinden biriydi. Eylemciler (burada bir ”sınıf” ayrımı yapmıyorum) hükümet karşıtlığında birleşiyorlardı. 1 Haziran’da Park’ın ele geçirilmesini takiben açılan Serbest Kürsü de aslında bireylerin seslerini duyurmak arzularının en önemli göstergesiydi. Burada, AKP dönemi politikaları, kadın-erkek eşitliği, cinsel yönelim, kürt sorunu (Kürt Halk Hareketi’nin hakkıyla tartışıldığını iddia edemesem de), ve evet, neo-liberal politikalar ve kapitalizm tartışılıyordu.
Ancak ilerleyen süreçte eylemciler paralize oldular –mesele 3-5 ağaç değildi, mesele hükümet düşmanlığından da fazlaydı da, mesele neydi peki? Ne zaman kalkıp eve gidilecekti, amaç neydi? Tam kitleler sorunlarını kendi aralarında, Serbest Kürsü’de tartışmaya başlamıştı ki Taksim Dayanışması (TD) meşhur taleplerini yayınladı. ”Bize kim sordu”, ”Taksim Dayanışması ne haddine böyle bir bildiri yayınladı” şeklindeki huzursuzluklar Gezi Parkı’nda dillendirilmeye başladı. Buna cevaben TD, Başbakan Erdoğan’la görüşecek heyetin ele alacağı konuları belirleyebilmek için açık forumlar düzenledi. Ancak Başbakan’la görüşen heyetin nasıl ve kimler tarafından seçildiği muamma iken, heyetin basın açıklamasında da belli olduğu gibi parkın geleceğinden başka hiçbirşeye değinilmemişken, eylemciler iyice huzursuzlandı. Bu zamana kadar pragmatik bir şekilde TD’nı takip eden eylemciler (zira herkesin ortak takip ettiği başka bir haber/iletişim ağı yoktu) Gezi Parkı’nda kendi bağımsız forumlarını oluşturmaya başladılar.
Parkın dağıtılmasını takiben, bahsettiğim iki grup ön plana çıktı: çArşı ve AKM. çArşı, yayınladığı bildiriyle kendi semtine, Abbasağa Parkı’na çekildiğini ilan ediyordu. ”Abbasağa artık Gezi’dir, herkes Abbasağa gelsin” demek yerine, herkese kendi parklarına dönmelerini, kendi parklarında forumlara devam etmelerini öneriyorlardı. Benzer şekilde AKM, siyasi kimliklerinin reklamını yapmadan Yeryüzü İftarları’nı başlatıp, insanların kendi örneklerinden yola çıkarak kendi yeryüzü iftar sofralarını kurmalarını öneriyordu.
Gezi’ye müdahil olan insanların çArşı ve AKM’a karşı duydukları sempatiyi anlamak, bu iki grubun da anti-otoriteryen, merkeziyetçilik düşmanı duruşlarında; bireyselliğe ve yerelselliğe verdikleri önemde saklıdır. çArşı’yı önplana çıkaran unsur ”Kendinede kArşı” (ayrıca sanırım ‘de’ bağlacının ayrı yazılmasına da karşı) ve ”çArşı bir ruhtur, bedene indirgenemez” sloganlarıdır. Herkesin ”çArşı” ile görüşmek, röpörtaj yapmak istediği bir ortamda, çArşı’ya yakınlığıyla bilinen ve/ve ya direk kurucuları, tribün liderlerinin ”Ben burada çArşı’yı temsil etmiyorum, çArşı bir ruhtur” deyişleri, Subcommandante Marcos’un 2001′de Meksika’nın başkentinde ”Ben burada Zapatistleri temsil etmiyorum” demesiyle aynıdır –ne çArşı ne de AKM, ”Gezi Ruhu”nun temsiliyetini üstlenmemiş, tam da bu yüzden Gezi’nin ruhunu en iyi anlayan ve içselleştiren taraflar olmuşlardır.
Bu yüzden klasik Marksist söylemde, çArşı gibi lümpen proleteryadan çıkmış bir grup ile ”Diren iPhone şarjı!” yazan küçük-burjuva üniversiteli gencin birlikteliğini salt sınıfsal tabanda anlamlandırabilmek mümkün değildir. Bunun da ötesinde, Marksist geleneğin bir türlü vazgeçemediği ”Halkı bilinçlendirmek” arzusu, kendi bildiklerine gözü kapalı inanmaları ve sosyalist hedefte tek doğru yolun Proleterya Diktatörlüğü ”Geçiş Dönemi” ile mümkün olduğuna kesin inançları, Gezi gibi bireyselci, özgürlükçü, anti-otoriteryen karakterlere sahip bir harekete korku ve şüpheyle yaklaşmalarına sebep olmaktadır.
Gezi’nin anti-otoriteryen duruşunu anlayamayan Utku Kızılok, forumları eleştirirken ”İşçi sınıfının içinde yeralmadığı park forumlarından Sovyet tipi iktidar konseyleri çıkartmaya çalışmak demek, devrim ve Sovyetler konusunda pek de bir şey anlamamak demektir” derken bile bu forumların iktidarı ele geçirmek gibi bir derdi olmadığını, hatta bu forumların sorununun bizzat iktidar kavramıyla olduğunu anlayamıyor. Gezi hareketinin Marksist/Troçkist geleneğin aksine iktidarı ele geçirmek gibi bir derdi olmaması sebebiyle, kendi forumlarının şekil ve içeriklerini de başkalarına dayatmak, aynı modelde tüm Türkiye’de (ve/veya dünyada) örgütlenmek gibi bir arzuları olmadığından, bu forumların işçi mahallelerine yayılmaması da bir sorun teşkil etmiyor. Niye etsin ki?
Park forumları, belirli coğrafyalardaki belirli bireylerin kendi kendilerine örgütlenme arzularını gösterir. ”Devrimci Mahallelerinde Park Modeli Geliştirme ve Yaşatma Çalışması Konseyi Üyeleri” gibi bir sınıf yoktur, ”Şurada da bir forum olsun” diyen bir karar mercii bulunmamaktadır –bu forumlar, bu mahallelerdeki bireylerin bireysel inisiyatifleridir ve kendi modellerini de kimseye empoze etmemektedirler. Üstelik, bu modellerin devrimci/işçi mahallelerinde ortaya çıkmaması, bu modelin yanlışlığına ya da eksikliğine de işaret etmez –sadece bu modelin, bu mahallelerde ya mümkün olmadığına, ya da arzulanır olmadığına işaret eder. Herkesin yerelde, kendi istedikleri gibi örgütlenmelerini savunan bir hareketten tek-tip model bir yapılanma çıkarmasını beklemek ne kadar doğru olabilir ki?
Zira Gezi hareketi büyük ölçüde işçi sınıfını kapsamıyor olabilir. Gezi şehitlerinin hemen hepsinin işçi ailesi çocukları olduğunu ve Ethem’in, Abdullah’ın da bizzat birer işçi olduğunu gözardı etmemekle beraber, yine de Gezi’nin, klasik anlamda devrimci/işçi hareketini bünyesinde eritmediği söylenebilir. Bu noktada şunu soruyorum: Neden işçi sınıfı illa Gezi hareketi içerisinde yer alsın ki? Gezi, bugüne kadar Türkiye’deki sol/devrimci geleneğin propagandaistliğine karşı bireysel ve gönüllülük esasına dayalı ve merkezî bir otoriteye sahip olmadığı için, kimseyi kendi safına çekmeyen, hatta insanları kendi safına çekmeyi lüzumsuz gören, bireylerin kendiliğinden biraraya gelmesine deer veren bir harekettir. Kendisine anarşist diyecek bir merkezî yapısı bile olmayan, ancak içsel bir şekilde buram buram anarşist idealleri yaşayan bir hareketi, enternasyonel diktatörlük fikri peşinden koşanların kaygıyla seyretmesi manidardır.
Sivil itaatsizlik olarak başlayan ve iktidar karşıtlığını (Erdoğan, hükümet ya da AKP karşıtlığından da geniş bir şekilde) temel alan, Kürt Halk Hareketi’nin yerelde özerk demokrasi arzularından etkilenmiş bir hareket olarak Gezi İsyanı’nı ve sonrasındaki forumları, salt enternasyonalist düzlemde, gerçekçilikten uzak, son kullanma tarihi geçmiş (ve hatta hiç bir zaman geçerliliği olmamış) modeller ve edebiyat dahilinde eleştirmek ne kadar doğrudur? Sonuç olarak enternasyonalist örgütlenme fikrinin bugüne kadar Türkiye ve dünyada nasıl somut bir karşılık bulmadığı bellidir. Buna karşılık iktidar ve temsiliyet karşıtlığı, doğrudan ve yerelden demokrasi arzuları günümüzde Zapatistler’den Tahrir Meydanı’na, Indignados’tan Occupy hareketine kadar yankı bulan fikirlerdir. Sol’un ”Neden işçi sınıfını örgütleyemiyoruz” sorusuna cevabı hiçbir zaman usul eleştirisinden öteye gidememiştir –belki de cevap, insanların nasıl örgütleneceklerini başkalarından duymak istememesinde saklı olabilir mi?
”Kızım sana diyorum, gelinim sen anla” misali, Gezi’nin hükümete söylediklerinden Devrimci Sol’un da kendisine çıkarması gereken en büyük ders, kendi ”entelektüel” birikim ve modellerini, gerçek hayatta hiç bir zaman kabul etmemiş işçi sınıfına dayatmaya çalışmaktan vazgeçmeleri; ve hatta ”İşçileri örgütlemek” gibi bir fikirden uzaklaşıp, ”tek doğru yolun” ne olduğunu öğretme küstahlığını bir an önce bırakarak, kendilerini, ailelerini ve işyerlerini örgütleyip, başka özerk örgütlemelerle organik ilişkiler içerisine girmeye başlamaları gerektiğidir.
Hatta bu bile değildir belki. Başkalarının nasıl örgütlenmeleri gerektiğini söylememeleri kafidir.
DOĞUKAN SAKAR-FRAKSİYON.ORG