Bir şey var aramızda:
Onların paketlerinden belli, bizim ölen gençlerimizden!
Ve Hasan Ferit Gedik’i de sayarsak bu 7 oldu.
Haziran’dan beri ya kolluk eliyle öldürülen ya ölümüne ciddi kasıtla sebebiyet verilen yahut işi çete görünümlü taşerona havale edilen 7 dipdiri genç öldürüldü. Ve koca koca, kelli felli adamlar… Ve kerameti neye yarar belli olmaz beyzadeler, hanım ağalar ‘şok ve dehşet’ sunumlarıyla çığırılan bir paketi ve paketin kerametini bize anlatıyor…
Lafa gelince “tinerci mi olsun canım”larla süslenen yüce gönüllülükleri, çete ve uyuşturucu ağalarıyla mahallesinde mücadele eden bir gencin ölümüne duyduğu saygıyı da o gencin naaşını üç gün bekleterek sunuyor. Yetmedi, Hasan Ferit Gedik’in yakınlarının tanıklığıyla öğreniyoruz ki sivil polis olma ihtimali güçlü birileri merhum Gedik’in gömleğini hastaneden kaçırıyor: Az utanmasalar, geçmişte Kürtlerin naaşlarına yapıldığı gibi hatıra olarak kulaklarını alacaklar. Demek ki bu ülkede her şey değişebilir, ama devletin kini asla. Ve bu kindar sürprizlere bu ülkede demokrasi, barış ve özgürlük denebilir. Neticede demokrasi sokakta, okulda ve meydanda gençleri hunharca coplayıp gaza boğduğumuz; tenhada sıkıştırılan bazılarını da öldürüp polisinize büyük bir özgüvenle teşekkür ettiğiniz rejimlere denir. Polisinizin ölümlerle destan, valinizin de tehditlerle ferman yazabildiği bir ülke pekala “özgür” bir ülkedir elbet.
Paket Demokrasi=Siyasal Terbiye Sorunu
İnsanların hak ve özgürlüklerine açık bir zihinle yaklaşıyorsanız sokağın muhalif basıncı bir yana uluslararası camiada makyajınız tel tel dökülürken ağızlara bal niyetine çalınan bir kaşık tavize “mühim” manalar atfetmek siyaseten tekerrür ve özel bir alıklığı gösterir. Solundan liberaline hiçbir esaslı demokratı tatmin etmeyecek şaşı ve dirhem dirhem adımları insanlık bilincinin ve iletişim imkanlarının geldiği şu aşamada hala ‘’önemli’’ görmek olsa olsa çocuksu bir politik rıza devşirmeciliği yahut mühendisliği çabasına işaret eder. 12 Eylül kurumlarını, katillerini, ardıllarını ve statükosunu koruma adına topluma dirhem dirhem bedeller ödettirerek gösterilen direnci AK-lamak içinse artık bayağı bile denemeyecek ucuz bir demagojiye başvurursunuz: Taş devrinde böyle miydi? Yani ölümle kıyas, işkence ve süründürmeyle terbiye/razı etme. ‘’Bebek katili/ Terör ele başısı’’ etiketiyle lanetli bir simge olarak kodlanan bir örgüt lideriyle görüşülmesine dahi bu toplumdan oy artışıyla ehliyet verilen bir ülkede şartları, hazır bulunmayışlığı ve pragmatizmi sebep gösteren her fikir/görüş/iddia çöp kıymetinde bile değildir. Bu bağlamda Dink’in katillerinin alenen kollanması, Roboski’nin katillerinin saklanması ve Gezi’ye dair tutumlar zorunluluk/statüko kalıntılarının etkileri değil; bizzat iktidarın o “şeye” dönüştüğünü ifade etmekteydi. Yine aslında pek de lanetlemeye dillerinin varmadığı 12 Eylül yasaklarını(örneğin seçim barajı ve partilere hazine yardımı) önce ticari (ve aslında pek de faizli) bir meblağa bağlayıp ardından da çoktan seçmeli YGS kıvamında tekraren diretmek tam bir şark siyaseti örneğidir. Benzetirsek bu durum eşeği önce kaybettirip sonra buldurmayı geçtik; resmen eşeğin önce -eski tabirle- ırzına geçmek, sonra da eşeği tecavüzcüsüyle gelin etmektir.
Demokrasi ve özgürlüklere dair temel bilgilerin popülerleştiği; sosyal medya kullanımına bağlı olarak dünyaya dair bilgilerimizin de derinleştiği bir dönemdeyiz: Unutmayalım, Başbakan’ın “van minüt”ten fazlasını bilmediği bir dille birçok Gezi Direnişçisi uluslar arası basına çatır çatır röportaj veriyordu. Ayrıca, bazı anketlerde milliyetçi partilerin tabanlarının dahi “anadilde eğitime” onay verdiği biliniyor. Ve hepsinden önemlisi son anayasa referandumundan beri iktidar hukuken de fiili olarak muktedir durumunda. Cengiz Çandar’ın da isabetle kaydettiği gibi “bu içerikteki bir pakete ‘yetmez ama evet’ demek ömür boyu aşağılanmayı ve alay edilmeyi kabul etmek demektir”
Topal Osman’dan Gülsuyu Çetelerine…
Hürriyet’ten Müjgan Halis’in Gülsuyu mahallesi sakinleriyle yaptığı röportajda iddialar vahim: Buna göre çeteler eşkalleri ve araç plakalarıyla birlikte defalarca polise ihbar edilmesine rağmen emniyet oralı olmamış. Nitekim, Hasan Ferit’in ölümüne giden olayların başlangıcı 9 ay evveline kadar gitmekte ve birçok kişi silahlı saldırılar sonucu yaralanmış. En azından 9 aydır yerinde yeller esen devlet tam da Hasan Ferit’in cenazesinde varlığını hissettiriyor. Mutlu mu mutlu Valimiz “provokasyon olabilir” deyip cenazeyi 3 gün bekleterek provokasyonun alasını yapıyor. Savcılar boşuna uğraşmasın: Halkı devletten, devletin bizzat kendisi soğutuyor. “Tinerci mi olsunlar?”ın cevabını da sayın Valimiz veriyor böylece: Çeteci olmaları kafidir. Topal Osman’sa malumumuz. Karadeniz’de gayrı Müslim tebaayı korkutmak ve yıldırmakla görevli namlı çeteci. Eylemleri o denli gaddarca ki, gayrı Müslimleri geçtik Müslümanlar dahil tüm yöre halkını tedirgin eder. Dönem kaynaklarına bakılırsa aralarında Müslümanların da olduğu sayısız cinayetin, gaspın ve tecavüzün sorumlusudur.Bir dönem faaliyetlerinde lüzum görülmüş; kullanma miadı dolunca da muhtemelen üzerine yıkılan bir cinayet vak’ası sebep gösterilerek öldürülmüş. Lüzumunda gerek görülen çetelerin kullanımı bugüne değin kesintisiz biçimde devam eder. Gezi Direnişi’nde kendiliğinden(?) zühur eden yüzlerce sopalı da bu kategoride sayılabilir. Halihazırda o sopalı kahramanlara(!) ilişkin de tek bir soruşturma açılmadı. Tıpkı Gülsuyu çetesine gösterilen ‘’lüzumlu’’ müsamaha gibi.
Çeteler aylarca ellerini kollarını sallayıp insan kurşunlarken ortalıkta görünmeyen devlet, meğer bize süprizler hazırlıyormuş: Polise “özel” paket. Buna göre eylem yapma olasılığı olanlar hakim-savcı talebi olmaksızın 12-24 saat gözaltında tutulabilecek. Neo-otoriteryen demokrasi seviciliğinin geldiği son aşama: Hukukçu değilim, ama bu paket, polise halihazırda fiiliyatta var olan “mini” yasama yetkisini kanunen vermekte. Polisimiz hakim-savcı neyim izinleriyle uğraşmayacak artık. Şüpheli gördüğü herkesi göz altına alıp keyfi biçimde 24 saate kadar tutabilecek. 9 aydır adam yaralayan mafya elemanlarından şüphelenmeyen devletimizin “olmayana ergi hukuku” ile birlikte tipinden-duruşundan gıcık kaptıkları için(solcu, Alevi, Kürt, Trans vs lanetliler ) eline açık çek veriyoruz, ne güzel. Kaşıkla verdiğini kepçeyle alan iktidarsa mutlu olalım diye “Kolluk Kuvvetleri Denetim Kurulu” diye bi’şi müjdelemiş. Hani benzetirsek “devlete faili meçhul” yapma izni verip bir de bunu “doğru kişiler” meçhule uğradı mı diye denetlemek! Ne güzel demokrasi…
X,W ve Q’ya özgürlük ve Kürtçe propagandaya gelince: Belki asimilasyondan milim tırtıklanacak ama mevcut ceza yasalarına göre bunun manası ancak “Kürtlere Kürtçe ceza özgürlüğü”dür. Zaten yapılmışı mevcut. Kürtçe yayın yapan Azadiya Welat gazetesi defalarca kovuşturmaya uğradı. Hele “Özel Okullarda Kürtçe” vaadi var ki bu da “Özel Kurslarda Kürtçe” eğitiminin biraz daha resmileşmiş hali. Eğitimde “fırsat eşitliği” ilkesine aykırı olması bir yana, sosyoekonomik göstergelere göre en geri kalmış bölgelerden olan Kürt coğrafyasında bunun manası açıktır. Dedik ya, bu bir siyasal terbiye/gelenek meselesi. Bu ülkede popülist “sağ”dan, hele ki muhafazakarından demokrasi bahşi beklemiyoruz. “Bekleyin, az sonra!” edasında yutturulmaya çalışılansa, pazarlığı bile yapılması “ayıp” temel haklardır. Ve şimdi de KCK, tutuklu gazeteciler, Gezi’deki kolluk vahşetine ilaveten kolluğun eline yeni yetkiler verip sokak ve tribün operasyonları yanında üniversite kampüslerinde yaşanacaklarla benzetirsek tecavüz edilen eşeğin doğurduğuna da tecavüz etmeyi planlayan bir akılla karşı karşıyayız!
Yine de, Hasan Ferit Gedik öldürüldü ya, neye yarar? Varsın paketiniz sizin olsun, velev ki paketiniz hakikaten şok ve dehşet olsun. Soru(n) şu: Sahi, bize en azından adaleti verebilecekler mi? Cümle aleme göstere göstere polislerce linç edilerek katledilen Ali İsmail Korkmaz’ın hala nasıl öldürüldüğünü bilmeyen(?) valilerimiz işi gücü bırakıp muhabirlere tehdit ve hakaret mektupları yazıyorken; Gezi’ye ilişkin hala en küçük bir özür ve pişmanlık beyanı ortada yokken hala bu “kafa”nın değiştiğine inanan var mı? Bunca kindarlık, inat ve şark göstermeciliği varken “reform türküleri”nin yalnızca eşekleri ürküttüğü ortada değil midir?
ÖZGÜR BABAOĞULLARI-SENDİKA.ORG
Onların paketlerinden belli, bizim ölen gençlerimizden!
Ve Hasan Ferit Gedik’i de sayarsak bu 7 oldu.
Haziran’dan beri ya kolluk eliyle öldürülen ya ölümüne ciddi kasıtla sebebiyet verilen yahut işi çete görünümlü taşerona havale edilen 7 dipdiri genç öldürüldü. Ve koca koca, kelli felli adamlar… Ve kerameti neye yarar belli olmaz beyzadeler, hanım ağalar ‘şok ve dehşet’ sunumlarıyla çığırılan bir paketi ve paketin kerametini bize anlatıyor…
Lafa gelince “tinerci mi olsun canım”larla süslenen yüce gönüllülükleri, çete ve uyuşturucu ağalarıyla mahallesinde mücadele eden bir gencin ölümüne duyduğu saygıyı da o gencin naaşını üç gün bekleterek sunuyor. Yetmedi, Hasan Ferit Gedik’in yakınlarının tanıklığıyla öğreniyoruz ki sivil polis olma ihtimali güçlü birileri merhum Gedik’in gömleğini hastaneden kaçırıyor: Az utanmasalar, geçmişte Kürtlerin naaşlarına yapıldığı gibi hatıra olarak kulaklarını alacaklar. Demek ki bu ülkede her şey değişebilir, ama devletin kini asla. Ve bu kindar sürprizlere bu ülkede demokrasi, barış ve özgürlük denebilir. Neticede demokrasi sokakta, okulda ve meydanda gençleri hunharca coplayıp gaza boğduğumuz; tenhada sıkıştırılan bazılarını da öldürüp polisinize büyük bir özgüvenle teşekkür ettiğiniz rejimlere denir. Polisinizin ölümlerle destan, valinizin de tehditlerle ferman yazabildiği bir ülke pekala “özgür” bir ülkedir elbet.
Paket Demokrasi=Siyasal Terbiye Sorunu
İnsanların hak ve özgürlüklerine açık bir zihinle yaklaşıyorsanız sokağın muhalif basıncı bir yana uluslararası camiada makyajınız tel tel dökülürken ağızlara bal niyetine çalınan bir kaşık tavize “mühim” manalar atfetmek siyaseten tekerrür ve özel bir alıklığı gösterir. Solundan liberaline hiçbir esaslı demokratı tatmin etmeyecek şaşı ve dirhem dirhem adımları insanlık bilincinin ve iletişim imkanlarının geldiği şu aşamada hala ‘’önemli’’ görmek olsa olsa çocuksu bir politik rıza devşirmeciliği yahut mühendisliği çabasına işaret eder. 12 Eylül kurumlarını, katillerini, ardıllarını ve statükosunu koruma adına topluma dirhem dirhem bedeller ödettirerek gösterilen direnci AK-lamak içinse artık bayağı bile denemeyecek ucuz bir demagojiye başvurursunuz: Taş devrinde böyle miydi? Yani ölümle kıyas, işkence ve süründürmeyle terbiye/razı etme. ‘’Bebek katili/ Terör ele başısı’’ etiketiyle lanetli bir simge olarak kodlanan bir örgüt lideriyle görüşülmesine dahi bu toplumdan oy artışıyla ehliyet verilen bir ülkede şartları, hazır bulunmayışlığı ve pragmatizmi sebep gösteren her fikir/görüş/iddia çöp kıymetinde bile değildir. Bu bağlamda Dink’in katillerinin alenen kollanması, Roboski’nin katillerinin saklanması ve Gezi’ye dair tutumlar zorunluluk/statüko kalıntılarının etkileri değil; bizzat iktidarın o “şeye” dönüştüğünü ifade etmekteydi. Yine aslında pek de lanetlemeye dillerinin varmadığı 12 Eylül yasaklarını(örneğin seçim barajı ve partilere hazine yardımı) önce ticari (ve aslında pek de faizli) bir meblağa bağlayıp ardından da çoktan seçmeli YGS kıvamında tekraren diretmek tam bir şark siyaseti örneğidir. Benzetirsek bu durum eşeği önce kaybettirip sonra buldurmayı geçtik; resmen eşeğin önce -eski tabirle- ırzına geçmek, sonra da eşeği tecavüzcüsüyle gelin etmektir.
Demokrasi ve özgürlüklere dair temel bilgilerin popülerleştiği; sosyal medya kullanımına bağlı olarak dünyaya dair bilgilerimizin de derinleştiği bir dönemdeyiz: Unutmayalım, Başbakan’ın “van minüt”ten fazlasını bilmediği bir dille birçok Gezi Direnişçisi uluslar arası basına çatır çatır röportaj veriyordu. Ayrıca, bazı anketlerde milliyetçi partilerin tabanlarının dahi “anadilde eğitime” onay verdiği biliniyor. Ve hepsinden önemlisi son anayasa referandumundan beri iktidar hukuken de fiili olarak muktedir durumunda. Cengiz Çandar’ın da isabetle kaydettiği gibi “bu içerikteki bir pakete ‘yetmez ama evet’ demek ömür boyu aşağılanmayı ve alay edilmeyi kabul etmek demektir”
Topal Osman’dan Gülsuyu Çetelerine…
Hürriyet’ten Müjgan Halis’in Gülsuyu mahallesi sakinleriyle yaptığı röportajda iddialar vahim: Buna göre çeteler eşkalleri ve araç plakalarıyla birlikte defalarca polise ihbar edilmesine rağmen emniyet oralı olmamış. Nitekim, Hasan Ferit’in ölümüne giden olayların başlangıcı 9 ay evveline kadar gitmekte ve birçok kişi silahlı saldırılar sonucu yaralanmış. En azından 9 aydır yerinde yeller esen devlet tam da Hasan Ferit’in cenazesinde varlığını hissettiriyor. Mutlu mu mutlu Valimiz “provokasyon olabilir” deyip cenazeyi 3 gün bekleterek provokasyonun alasını yapıyor. Savcılar boşuna uğraşmasın: Halkı devletten, devletin bizzat kendisi soğutuyor. “Tinerci mi olsunlar?”ın cevabını da sayın Valimiz veriyor böylece: Çeteci olmaları kafidir. Topal Osman’sa malumumuz. Karadeniz’de gayrı Müslim tebaayı korkutmak ve yıldırmakla görevli namlı çeteci. Eylemleri o denli gaddarca ki, gayrı Müslimleri geçtik Müslümanlar dahil tüm yöre halkını tedirgin eder. Dönem kaynaklarına bakılırsa aralarında Müslümanların da olduğu sayısız cinayetin, gaspın ve tecavüzün sorumlusudur.Bir dönem faaliyetlerinde lüzum görülmüş; kullanma miadı dolunca da muhtemelen üzerine yıkılan bir cinayet vak’ası sebep gösterilerek öldürülmüş. Lüzumunda gerek görülen çetelerin kullanımı bugüne değin kesintisiz biçimde devam eder. Gezi Direnişi’nde kendiliğinden(?) zühur eden yüzlerce sopalı da bu kategoride sayılabilir. Halihazırda o sopalı kahramanlara(!) ilişkin de tek bir soruşturma açılmadı. Tıpkı Gülsuyu çetesine gösterilen ‘’lüzumlu’’ müsamaha gibi.
Çeteler aylarca ellerini kollarını sallayıp insan kurşunlarken ortalıkta görünmeyen devlet, meğer bize süprizler hazırlıyormuş: Polise “özel” paket. Buna göre eylem yapma olasılığı olanlar hakim-savcı talebi olmaksızın 12-24 saat gözaltında tutulabilecek. Neo-otoriteryen demokrasi seviciliğinin geldiği son aşama: Hukukçu değilim, ama bu paket, polise halihazırda fiiliyatta var olan “mini” yasama yetkisini kanunen vermekte. Polisimiz hakim-savcı neyim izinleriyle uğraşmayacak artık. Şüpheli gördüğü herkesi göz altına alıp keyfi biçimde 24 saate kadar tutabilecek. 9 aydır adam yaralayan mafya elemanlarından şüphelenmeyen devletimizin “olmayana ergi hukuku” ile birlikte tipinden-duruşundan gıcık kaptıkları için(solcu, Alevi, Kürt, Trans vs lanetliler ) eline açık çek veriyoruz, ne güzel. Kaşıkla verdiğini kepçeyle alan iktidarsa mutlu olalım diye “Kolluk Kuvvetleri Denetim Kurulu” diye bi’şi müjdelemiş. Hani benzetirsek “devlete faili meçhul” yapma izni verip bir de bunu “doğru kişiler” meçhule uğradı mı diye denetlemek! Ne güzel demokrasi…
X,W ve Q’ya özgürlük ve Kürtçe propagandaya gelince: Belki asimilasyondan milim tırtıklanacak ama mevcut ceza yasalarına göre bunun manası ancak “Kürtlere Kürtçe ceza özgürlüğü”dür. Zaten yapılmışı mevcut. Kürtçe yayın yapan Azadiya Welat gazetesi defalarca kovuşturmaya uğradı. Hele “Özel Okullarda Kürtçe” vaadi var ki bu da “Özel Kurslarda Kürtçe” eğitiminin biraz daha resmileşmiş hali. Eğitimde “fırsat eşitliği” ilkesine aykırı olması bir yana, sosyoekonomik göstergelere göre en geri kalmış bölgelerden olan Kürt coğrafyasında bunun manası açıktır. Dedik ya, bu bir siyasal terbiye/gelenek meselesi. Bu ülkede popülist “sağ”dan, hele ki muhafazakarından demokrasi bahşi beklemiyoruz. “Bekleyin, az sonra!” edasında yutturulmaya çalışılansa, pazarlığı bile yapılması “ayıp” temel haklardır. Ve şimdi de KCK, tutuklu gazeteciler, Gezi’deki kolluk vahşetine ilaveten kolluğun eline yeni yetkiler verip sokak ve tribün operasyonları yanında üniversite kampüslerinde yaşanacaklarla benzetirsek tecavüz edilen eşeğin doğurduğuna da tecavüz etmeyi planlayan bir akılla karşı karşıyayız!
Yine de, Hasan Ferit Gedik öldürüldü ya, neye yarar? Varsın paketiniz sizin olsun, velev ki paketiniz hakikaten şok ve dehşet olsun. Soru(n) şu: Sahi, bize en azından adaleti verebilecekler mi? Cümle aleme göstere göstere polislerce linç edilerek katledilen Ali İsmail Korkmaz’ın hala nasıl öldürüldüğünü bilmeyen(?) valilerimiz işi gücü bırakıp muhabirlere tehdit ve hakaret mektupları yazıyorken; Gezi’ye ilişkin hala en küçük bir özür ve pişmanlık beyanı ortada yokken hala bu “kafa”nın değiştiğine inanan var mı? Bunca kindarlık, inat ve şark göstermeciliği varken “reform türküleri”nin yalnızca eşekleri ürküttüğü ortada değil midir?
ÖZGÜR BABAOĞULLARI-SENDİKA.ORG