Uzun süredir her iki tarafında "fitne ateşi" olarak değerlendirdiği hükümet cemaat anlaşmazlığı artık kimsenin inkar edemeyeceği bir seviyede.
2010 yılına, yani o her şeyi değiştiren, Ak Parti hükümetini tam anlamıyla muktedir yapan referanduma kadar, bazı kesimlerin tüm temennilerine rağmen cemaat ile Ak Parti arasında elle tutulur bir sorun yok gibiydi ya da öyle görünüyordu.
Ancak referandum sonrası HSYK'nın beklenenin aksine Adalet Bakanlığı'nın müdahalesiyle yeni üyelerine kavuşması ve hükümetin denetimine geçmesi sanırım Ak Parti'nin cemaate ilk sağ kroşesiydi.
Bir süre sonra zaten bir şeyler değişmeye başladı. Mit krizi ve Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılması bu günlerin habercisiydi adeta.
Önce kritik davalara bakan savcı ve hakimlerin yeri değiştirildi. Sonra sıra emniyete geldi, özellikle emniyet istihbaratla bir lego gibi oynandı, yeniden şekil verildi.
Sürekli inkar edilmesine ve daha düne kadar bile "fitne ateşi" denilmesine rağmen aradaki mesafe giderek büyüdü.
Başbakan ve Fethullah Gülen'in sağlık sorunları nedeniyle gazetelere verilen özel ve bol övgülü ilanlar da yetmedi, her şeyi eski haline getirmeye.
Gazeteciler ve Yazarlar Derneği'nin 11 maddelik muhtıra gibi açıklaması, yaşanan görüş ayrılığı ve sorunun ciddiyetini gözler önüne serdi.
Cemaatin hayat ağacı ve bugünlere gelmesinin en büyük kaynağı olan dershanelerin bir oldu bittiyle kapatılmak istenmesiyse, bardağı taşıran son damla oldu.
Şimdiye kadar söylenmeyen ve dillendirilmeyen birçok şey bir çırpıda söylendi, sert sözler sarf edildi. Hatta yıllardır "iyi günde kötü günde" aynı manşeti atan birçok gazete bile ikiye ayrıldı, bu kavgadaki safını belli etti.
Şimdi iddia kelimesini kullanmadan rahatlıkla diyebiliriz ki bazı kesimlerin gerçekten çok istediği, uzun zamandır temenni ettiği AKP-Cemaat kavgası "Hayaldi Gerçek Oldu".
Peki bundan sonra ne olacak? Bana göre bu kavga ve gerginliğin Türkiye'ye bir faydası yok. Cemaat ile Ak Parti kavga edince iktidar ortaklığı çatırdayıp demokrasi kazanmayacak.
Çünkü bu bir demokratik hak-hukuk ve insan hakları kavgası değil bu bir alan hakimiyeti mücadelesi. Ama diğer tarafta dershane konusu hepimizi ilgilendiren büyük bir mesele.
Olaya "birbirlerini yesinler" mantığıyla biraz çocukça yaklaşanların bile, bugün eşi-dostu-çocuğu ve ya herhangi bir yakını bu eğitim cenderesindedir.
Üniversite giriş sınavları yetmiyormuş gibi bir de son yıllarda binlerce kişinin önüne Sırat Köprüsü gibi KPSS sınavları getirildi. Bir nevi hükümet kendisi ve sahip çıktığı sistem insanları bu dershanelere mahkum ediyor. 30 yaşını aşmış ama atama beklediği için hala dershane sıralarında dirsek çürüten nice insan tanıyorum.
İşin bir diğer tuhaf tarafıysa Cemaatin dershanelerin kapatılmaması için öne sürdüğü gerçekler ve içine düştüğü komik durum.
Meğerse dershaneler PKK'ya karşı kurulmuş, "dağın yolunu kesiyor"muş. Peki o zaman Sinop ve Rize gibi PKK'ya katılımın hiç olmadığı illerde kurulan dershaneler ne iş yapıyor?
Yani nereden bakarsanız bakın, her iki taraf da iddia ettikleri gibi bu konuda pek samimi değil, olayın siyasi yönü daha ağır basıyor.
Eğer hükümet gerçekten eğitim sistemine çeki düzen vermek isteyseydi dershanelerden başlamak yerine, branş öğretmenlerini işsiz bırakıp onun yerine ucuz ücretli öğretmenlerle günü kurtarmaya çalışmazdı.
Düşünsenize, binlerce sınıf öğretmeninin işsiz olduğu bir ülkede, 2 yıllık gıda endüstrisi bölümünü bitirenler yarı maaşına sınıf öğretmenlerinin yerine işe alınıyor.
Ama her şeye rağmen eğer 5-10 yıl önce olsaydı ve bir siyasi iktidar, herhangi bir cemaatin dershanesini, sohbet evini ya da para kazandığı bir ticari müessesini böyle kapatmak isteseydi büyük ihtimalle şimdilerde ortalıkta görünmeyen birçok kişi siyasi otoriteye karşı cemaatin yanında olurdu. Ama maalesef şimdilerde aynı şeyi söylemek biraz zor.
Çünkü son birkaç yıldır cemaat ile yayın organlarının KCK ve benzeri davalarda gösterdiği tavır, medya organlarındaki devletçi suçlayıcı tutum, o eski manevi cemaat duygusunu silip götürdü.
İşte bu yüzden, belkide bu zor günler birileri için şapkayı önüne koyup "biz nerede yanlış yaptık" demenin de vaktidir...
Hüseyin Aladağ-RADİKAL BLOG
2010 yılına, yani o her şeyi değiştiren, Ak Parti hükümetini tam anlamıyla muktedir yapan referanduma kadar, bazı kesimlerin tüm temennilerine rağmen cemaat ile Ak Parti arasında elle tutulur bir sorun yok gibiydi ya da öyle görünüyordu.
Ancak referandum sonrası HSYK'nın beklenenin aksine Adalet Bakanlığı'nın müdahalesiyle yeni üyelerine kavuşması ve hükümetin denetimine geçmesi sanırım Ak Parti'nin cemaate ilk sağ kroşesiydi.
Bir süre sonra zaten bir şeyler değişmeye başladı. Mit krizi ve Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılması bu günlerin habercisiydi adeta.
Önce kritik davalara bakan savcı ve hakimlerin yeri değiştirildi. Sonra sıra emniyete geldi, özellikle emniyet istihbaratla bir lego gibi oynandı, yeniden şekil verildi.
Sürekli inkar edilmesine ve daha düne kadar bile "fitne ateşi" denilmesine rağmen aradaki mesafe giderek büyüdü.
Başbakan ve Fethullah Gülen'in sağlık sorunları nedeniyle gazetelere verilen özel ve bol övgülü ilanlar da yetmedi, her şeyi eski haline getirmeye.
Gazeteciler ve Yazarlar Derneği'nin 11 maddelik muhtıra gibi açıklaması, yaşanan görüş ayrılığı ve sorunun ciddiyetini gözler önüne serdi.
Cemaatin hayat ağacı ve bugünlere gelmesinin en büyük kaynağı olan dershanelerin bir oldu bittiyle kapatılmak istenmesiyse, bardağı taşıran son damla oldu.
Şimdiye kadar söylenmeyen ve dillendirilmeyen birçok şey bir çırpıda söylendi, sert sözler sarf edildi. Hatta yıllardır "iyi günde kötü günde" aynı manşeti atan birçok gazete bile ikiye ayrıldı, bu kavgadaki safını belli etti.
Şimdi iddia kelimesini kullanmadan rahatlıkla diyebiliriz ki bazı kesimlerin gerçekten çok istediği, uzun zamandır temenni ettiği AKP-Cemaat kavgası "Hayaldi Gerçek Oldu".
Peki bundan sonra ne olacak? Bana göre bu kavga ve gerginliğin Türkiye'ye bir faydası yok. Cemaat ile Ak Parti kavga edince iktidar ortaklığı çatırdayıp demokrasi kazanmayacak.
Çünkü bu bir demokratik hak-hukuk ve insan hakları kavgası değil bu bir alan hakimiyeti mücadelesi. Ama diğer tarafta dershane konusu hepimizi ilgilendiren büyük bir mesele.
Olaya "birbirlerini yesinler" mantığıyla biraz çocukça yaklaşanların bile, bugün eşi-dostu-çocuğu ve ya herhangi bir yakını bu eğitim cenderesindedir.
Üniversite giriş sınavları yetmiyormuş gibi bir de son yıllarda binlerce kişinin önüne Sırat Köprüsü gibi KPSS sınavları getirildi. Bir nevi hükümet kendisi ve sahip çıktığı sistem insanları bu dershanelere mahkum ediyor. 30 yaşını aşmış ama atama beklediği için hala dershane sıralarında dirsek çürüten nice insan tanıyorum.
İşin bir diğer tuhaf tarafıysa Cemaatin dershanelerin kapatılmaması için öne sürdüğü gerçekler ve içine düştüğü komik durum.
Meğerse dershaneler PKK'ya karşı kurulmuş, "dağın yolunu kesiyor"muş. Peki o zaman Sinop ve Rize gibi PKK'ya katılımın hiç olmadığı illerde kurulan dershaneler ne iş yapıyor?
Yani nereden bakarsanız bakın, her iki taraf da iddia ettikleri gibi bu konuda pek samimi değil, olayın siyasi yönü daha ağır basıyor.
Eğer hükümet gerçekten eğitim sistemine çeki düzen vermek isteyseydi dershanelerden başlamak yerine, branş öğretmenlerini işsiz bırakıp onun yerine ucuz ücretli öğretmenlerle günü kurtarmaya çalışmazdı.
Düşünsenize, binlerce sınıf öğretmeninin işsiz olduğu bir ülkede, 2 yıllık gıda endüstrisi bölümünü bitirenler yarı maaşına sınıf öğretmenlerinin yerine işe alınıyor.
Ama her şeye rağmen eğer 5-10 yıl önce olsaydı ve bir siyasi iktidar, herhangi bir cemaatin dershanesini, sohbet evini ya da para kazandığı bir ticari müessesini böyle kapatmak isteseydi büyük ihtimalle şimdilerde ortalıkta görünmeyen birçok kişi siyasi otoriteye karşı cemaatin yanında olurdu. Ama maalesef şimdilerde aynı şeyi söylemek biraz zor.
Çünkü son birkaç yıldır cemaat ile yayın organlarının KCK ve benzeri davalarda gösterdiği tavır, medya organlarındaki devletçi suçlayıcı tutum, o eski manevi cemaat duygusunu silip götürdü.
İşte bu yüzden, belkide bu zor günler birileri için şapkayı önüne koyup "biz nerede yanlış yaptık" demenin de vaktidir...
Hüseyin Aladağ-RADİKAL BLOG