“Ne şir, şir-i jeyan, ne jeyan jeyan-ı şir!” (Ne aslan kükreyen aslan, ne kükreme aslan kükremesi!)
Sosyalistmiş, üstelik enternasyonalmiş... Duyduğumuz, burjuva iktidarlarının yaşamda kalması için çabalayanların fısıltıları, mırıltıları, yeri geldiğinde de kopardıkları şamatadır!
Avrupa’da işçi sınıfı mücadelesinin Almanya’ya kaydığı 19. yüzyıl başlarına gitmeye ne yerim, ne de bu yazıyı tıklayan okuyucunun vakti yeter. Dolayısıyla, sosyalizmle uzak yakın ilişkisi olmayan bu uluslararası ihanet çetesinin son yirmi, yirmi beş yılda Almanya’da yaptıklarından örnekler vermekle yetinmek zorundayım. (Neden Almanya? Çünkü bu çetenin asıl “akıl hocası”, başından bu yana Almanya’da çöreklenmiş bulunuyor.)
Yıl 1998! On altı yıl boyunca Avrupa Birliği’ni kurmak için çabalayan Hıristiyan Demokrat Kohl hükümeti’ne karşı işçi ve emekçi yığınların tepkisi artık taşacak kıvama yükselmişti ki, seçimler geldi çattı. Gelini Türk olup, Türk düşmanlığıyla tanınan, ülkedeki iki Türkiyeliden birini kovma planları yapan Helmut Kohl’un iktidarına son verildi. Schröder başkanlığındaki Sosyal Demokrat Parti, yine “sol” geçinen Yeşiller’le koalisyon yaparak yeni hükümeti kurdu.
Hızla yoksullaştığını fark eden, geçmiş iktidara tepkili milyonlarca işçi ve emekçi, kendileri için yeni bir umut kapısı açıldığını sandı. Ve müthiş bir şekilde yanıldı! Kapı umuda değil, daha ağır bir felakete doğru açılmıştı.
Schröder ve yedeğine aldığı Yeşiller, hiç vakit kaybetmeksizin, Hristiyan Demokrat Kohl’ün asla cesaret edemeyeceği işler için kolları sıvadılar. “2010 Ajandası” adı altında topladıkları emekçilere ihanet programını uygulamaya koyuldular. Kohl kalkışsaydı sendikaların, sayısız yığın örgütünün, dolayısıyla -kesinlikle abartmıyorum- milyonlarca insanın sokağa döküleceği “görevler”i gerçekleştirdiler.
Önce ihanet ortağı sendika bürokratlarının yardımıyla sendikaları susturdular. Bir zamanların Avrupa’nın en yığınsal ve etkin sendikalarının hepten güdük bürokrasi daireleri haline dönüşmesi bunların zamanında başarıldı.
Ardından tabanlarındaki üyelerin ve seçmenlerinin ses çıkaracağı tüm kanalları da tıkadılar.
Böylece açtıkları yolda tekelci sermayenin, Alman emperyalizminin özlediği ve acilen gereksindiği ne varsa hepsini gerçekleştirmeye başladılar:
- Sendikalara toplu sözleşmelerde ücret zamlarını enflasyon oranlarının altına çektirdiler. Bunların etkisindeki sendikaların utanmazlığı, geçenlerde fabrikalarında işverenle özel bir anlaşma yapan işçilerin kazandığı ücret zammını ve hakları “zamana uymadığı” gerekçesiyle çok yüksek bularak karşı çıkacak boyutlara varmış bulunuyor.
- Bismark zamanından kalma, emeklilik, sağlık ve kaza sigortası gibi, kimi “toplumsal anlaşmalar”ı yeni baştan düzenlediler. Bunların onayıyla sigortalar sorumluluklarını sınırladılar. İnsanları özel yedek sigortalar yapmak zorunda bıraktılar. İşsizlik sigortası tümüyle budandı. Yerine bir çeşit “sosyal yardım sistemi” getirildi. Böylece işsizleri bir yanda sefaletle, öte yanda aşağılanmayla karşı kaşıya bıraktılar. Devlete ait olan “İş ve İşçi Bulma dairesi”nin görevleri de sınırlandı. Şaka değil, bu daireye başvuranlara eskiden “işsiz” ya da “iş arayan” denirken sosyal demokratların iktidarında resmen “müşteri” denmeye başlandı! Bu dairenin görevlerinin bir kısmı da özel “iş bulma şirketleri”ne devredildi. Bu alandaki bütün projeleri kime yaptırdılar dersiniz? Tekelci sermayenin adamı, Volkswagen AG Yönetim Kurulu üyesi, menajer Peter Hartz denen işçi düşmanına!
- Federal devlete, eyaletlere ve kent belediyelerine toplumsal hizmet alanlarından hızla el çektirmeye başladılar. Posta, telekomünikasyon, enerji, demir yolları, çoğu belediye hizmeti... kamuya ait ne varsa özelleştirmeye soyundular.
- Bu alanlara ayrılan bütçeleri inanılmaz ölçüde kısarak, çoğu hizmeti ortadan kaldırdılar. Özellikle kreşleri, ana okullarını, orta dereceli okulları, gençlik evlerini, kütüphaneleri birbiri ardına kapatmaya giriştiler. (Bu süreç halen devam etmekte.) Yardıma muhtaç kesimlere, örneğin şiddete maruz kalan kadınlara, yabancılara vb yönelik önlemlere ayrılan bütçeleri sadece kısmakla kalmadılar, kısmen tümüyle kaldırdılar. Geri kalanların önemli bir kısmını da özel şirketlere devrederek talan alanı haline dönüştürdüler. Sosyal Demokratların geleneksel İşçi Yardımlaşma Örgütü’nü bile “limitet şirket” haline getirdiler. (Bugün toplumsal alanda yardım ve destek amaçlı çoğu proje özel kişiler ve şirketler tarafından patent altına alınmış bulunuyor.)
- Silah üretimine, ihracatına ve Almanya’nın militaristleşmesine hız verdiler. Yugoslavya’nın parçalanması için tarihsel planları yeni baştan devreye sokan Alman emperyalizminin içsavaşa katılarak Federal Birlikler’i Kosovo’ya göndermesi, Afganistan’ın işgaline katılması, Sosyal Demokrat Parti’den Schröder ve sözde solcu Yeşiller’in önde geleni, o dönemin Başbakan yardımcısı, aynı zamanda Dışişleri Bakanı Joschka Fischer’in eseri oldu. Böylece, Almanya topraklarından bir kez daha savaş çıkmaması üzerine verilen ““Bir daha asla” sözü çöpe atıldı. (Şimdi Türkiye de içinde olmak üzere hemen her yerde askersel varlık gösteriyorlar.)
- Özel hayatın gizliliğini hiçe sayan, yurttaşların fişlenmesinin önünü açan ve faşizan denebilecek önlemler, yine onların döneminde içişleri bakanlığı yapan, CIA ile ilişkileri belgelenmiş bulunan Otto Schilly tarafından gündeme getirildi.
- Bu dönem, tarımda küçük ve orta büyüklükteki çiftliklerin, sanayide küçük işletmelerin de sonu oldu.
Bütün bu dönüşümler “Almanya’nın ekonomik zorlukları, devletin artan borçları” yalanına dayandırılırken, Alman tekelci sermayesi dünya çapında yayılmakta ve kasalarını doldurmakta rekorlar kırdı. (Bu süreç de halen devam etmekte.) Onlar semirmeye devam ederken, sadece ülke içindeki işçiler, işsizler, emekçiler, hızla daha da yoksullaşmadı; Alman emperyalizminin ekonomik-politik hegemonyası altındaki Avrupa Birliği ülkelerinin çoğunun da felaketi hazırlandı.
Bakın Yunanistan’a, İspanya’ya, Portekiz’e. Bakın Fransa’ya, İngiltere’ye. Bakın biraz çevrenize ve tarih kitaplarına!
Fizikteki “birleşik kaplar yasası”na uyum sağlamış gibidir Avrupa’daki bu “burjuvaziye ibadet - işçi ve emekçilere ihanet” çetesi. Bunların soldaki yerini kendileri değil, komünistler belirler. Ne zaman ki, yığınlar hareketlenmeye yüz tutar, komünistlere ilgi ve yakınlık yükselir, komünist hareket güçlenmeye başlar, bunlar da asıl görevlerini yapmak, yığınları burjuvazinin peşine takmak için hareketlenirler, sollaşırlar. Daha doğrusu, bazılarının iyi niyetinden şüphe etmek itemediğim parti içindeki sol unsurların önünü açarlar. Böylece soldan muhalefeti kendi taraflarına çekmeye çalışırlar.
İktidara gelene dek...
Başka bir benzetmeyle, buhar kazanındaki supap gibidirler. Basınç kazanı patlatmadan supap çalışmış, basınç azaltılmış, patlama tehlikesi ortadan kaldırılmıştır. Sol(laşarak) görevinin ilk aşamasını gerçekleştiren bu sözde “sol” parti artık hemen sol(gunlaşacak), görevinin ikinci bölümünü gerçekleştirmeye girişecektir. Sol unsurları sayesinde iktidara gelen parti, hükümeti yine kendi içinde barındırdığı sağ unsurlarla kurar. Bütün önemli bakanlıklara, müsteşarlıklara, danışmanlıklara bunlar oturtulur. Hükümet politikasını artık bunlar belirleyecek, emekçi yığınların hasım gördüğü burjuvazinin yapmakta zorluk çekeceği işleri bunlar oldu bittiye getirecektir. Bu iş için kadro sıkıntısı da çekmezler. Çünkü, sağcı muhafazakârından ırkçı ve faşizan görüşlülere dek her türden politikacı bu partilerde fazlasıyla mevcuttur. (Türk düşmanı, ırkçı, asıl yeri Nasyonal Sosyalistlerin yanı olması gereken Thilo Sarrazin de yıllardır Sosyal Demokrat Parti üyesidir. Yayınladığı ırkçı kitap ve her fırsatta yaptığı ırkçı açıklamalara karşın bu partideki üyeliği halen sürmektedir.)
Tarih boyunca her seferinde yeni baştan oynanan senaryo bundan ibarettir.
Çok mu sert oldu? Yetmez ama...
Henüz bilmeyenler ya da anlayamamış olanlar Sosyalist (olmayan) Enternasyonal’in neden birden Türkiye’yi anımsadığını anlasınlar diye...
Sosyalist (olmayan) Enternasyonal’in, seçildiği kongrede önce işçilere, köylülere seslenerek konuşmasına başlayan, bugünse tarikatlara göz kırpan, kadınları örtü altına hapsetmek için AKP’yle el ele veren, ABD’de kendisine muhatap arayan Kılıçtaroğlu’nun sosyalist olmayan CHP’sine destek verme telaşının asıl nedenini kavrasınlar diye...
Sömürü ve baskının çarkları arasında ezildiği için, yaşamı gericilikle kuşatıldığı için bir çıkış yolu arayanlar yaşamlarına ve çevrelerine gören gözlerle baksınlar, iki satır tarih okusunlar ve biraz daha düşünsünler diye...
Yetmez, yetmeyecek biliyorum. Gerekirse bir kez daha ve bin kez daha! Ve bir gün gelecek, anlaşılacak.
Anlaşılmaması için ayak oyunlarını sürdürmekte ayak direyenlere gelince... Elbet bir gün ben ve benim gibilerin inadı, anlayan yığınlarla birlikte o ayakları da kıracak.
Cemil Fuat Hendek - SOL.ORG
Sosyalistmiş, üstelik enternasyonalmiş... Duyduğumuz, burjuva iktidarlarının yaşamda kalması için çabalayanların fısıltıları, mırıltıları, yeri geldiğinde de kopardıkları şamatadır!
Avrupa’da işçi sınıfı mücadelesinin Almanya’ya kaydığı 19. yüzyıl başlarına gitmeye ne yerim, ne de bu yazıyı tıklayan okuyucunun vakti yeter. Dolayısıyla, sosyalizmle uzak yakın ilişkisi olmayan bu uluslararası ihanet çetesinin son yirmi, yirmi beş yılda Almanya’da yaptıklarından örnekler vermekle yetinmek zorundayım. (Neden Almanya? Çünkü bu çetenin asıl “akıl hocası”, başından bu yana Almanya’da çöreklenmiş bulunuyor.)
Yıl 1998! On altı yıl boyunca Avrupa Birliği’ni kurmak için çabalayan Hıristiyan Demokrat Kohl hükümeti’ne karşı işçi ve emekçi yığınların tepkisi artık taşacak kıvama yükselmişti ki, seçimler geldi çattı. Gelini Türk olup, Türk düşmanlığıyla tanınan, ülkedeki iki Türkiyeliden birini kovma planları yapan Helmut Kohl’un iktidarına son verildi. Schröder başkanlığındaki Sosyal Demokrat Parti, yine “sol” geçinen Yeşiller’le koalisyon yaparak yeni hükümeti kurdu.
Hızla yoksullaştığını fark eden, geçmiş iktidara tepkili milyonlarca işçi ve emekçi, kendileri için yeni bir umut kapısı açıldığını sandı. Ve müthiş bir şekilde yanıldı! Kapı umuda değil, daha ağır bir felakete doğru açılmıştı.
Schröder ve yedeğine aldığı Yeşiller, hiç vakit kaybetmeksizin, Hristiyan Demokrat Kohl’ün asla cesaret edemeyeceği işler için kolları sıvadılar. “2010 Ajandası” adı altında topladıkları emekçilere ihanet programını uygulamaya koyuldular. Kohl kalkışsaydı sendikaların, sayısız yığın örgütünün, dolayısıyla -kesinlikle abartmıyorum- milyonlarca insanın sokağa döküleceği “görevler”i gerçekleştirdiler.
Önce ihanet ortağı sendika bürokratlarının yardımıyla sendikaları susturdular. Bir zamanların Avrupa’nın en yığınsal ve etkin sendikalarının hepten güdük bürokrasi daireleri haline dönüşmesi bunların zamanında başarıldı.
Ardından tabanlarındaki üyelerin ve seçmenlerinin ses çıkaracağı tüm kanalları da tıkadılar.
Böylece açtıkları yolda tekelci sermayenin, Alman emperyalizminin özlediği ve acilen gereksindiği ne varsa hepsini gerçekleştirmeye başladılar:
- Sendikalara toplu sözleşmelerde ücret zamlarını enflasyon oranlarının altına çektirdiler. Bunların etkisindeki sendikaların utanmazlığı, geçenlerde fabrikalarında işverenle özel bir anlaşma yapan işçilerin kazandığı ücret zammını ve hakları “zamana uymadığı” gerekçesiyle çok yüksek bularak karşı çıkacak boyutlara varmış bulunuyor.
- Bismark zamanından kalma, emeklilik, sağlık ve kaza sigortası gibi, kimi “toplumsal anlaşmalar”ı yeni baştan düzenlediler. Bunların onayıyla sigortalar sorumluluklarını sınırladılar. İnsanları özel yedek sigortalar yapmak zorunda bıraktılar. İşsizlik sigortası tümüyle budandı. Yerine bir çeşit “sosyal yardım sistemi” getirildi. Böylece işsizleri bir yanda sefaletle, öte yanda aşağılanmayla karşı kaşıya bıraktılar. Devlete ait olan “İş ve İşçi Bulma dairesi”nin görevleri de sınırlandı. Şaka değil, bu daireye başvuranlara eskiden “işsiz” ya da “iş arayan” denirken sosyal demokratların iktidarında resmen “müşteri” denmeye başlandı! Bu dairenin görevlerinin bir kısmı da özel “iş bulma şirketleri”ne devredildi. Bu alandaki bütün projeleri kime yaptırdılar dersiniz? Tekelci sermayenin adamı, Volkswagen AG Yönetim Kurulu üyesi, menajer Peter Hartz denen işçi düşmanına!
- Federal devlete, eyaletlere ve kent belediyelerine toplumsal hizmet alanlarından hızla el çektirmeye başladılar. Posta, telekomünikasyon, enerji, demir yolları, çoğu belediye hizmeti... kamuya ait ne varsa özelleştirmeye soyundular.
- Bu alanlara ayrılan bütçeleri inanılmaz ölçüde kısarak, çoğu hizmeti ortadan kaldırdılar. Özellikle kreşleri, ana okullarını, orta dereceli okulları, gençlik evlerini, kütüphaneleri birbiri ardına kapatmaya giriştiler. (Bu süreç halen devam etmekte.) Yardıma muhtaç kesimlere, örneğin şiddete maruz kalan kadınlara, yabancılara vb yönelik önlemlere ayrılan bütçeleri sadece kısmakla kalmadılar, kısmen tümüyle kaldırdılar. Geri kalanların önemli bir kısmını da özel şirketlere devrederek talan alanı haline dönüştürdüler. Sosyal Demokratların geleneksel İşçi Yardımlaşma Örgütü’nü bile “limitet şirket” haline getirdiler. (Bugün toplumsal alanda yardım ve destek amaçlı çoğu proje özel kişiler ve şirketler tarafından patent altına alınmış bulunuyor.)
- Silah üretimine, ihracatına ve Almanya’nın militaristleşmesine hız verdiler. Yugoslavya’nın parçalanması için tarihsel planları yeni baştan devreye sokan Alman emperyalizminin içsavaşa katılarak Federal Birlikler’i Kosovo’ya göndermesi, Afganistan’ın işgaline katılması, Sosyal Demokrat Parti’den Schröder ve sözde solcu Yeşiller’in önde geleni, o dönemin Başbakan yardımcısı, aynı zamanda Dışişleri Bakanı Joschka Fischer’in eseri oldu. Böylece, Almanya topraklarından bir kez daha savaş çıkmaması üzerine verilen ““Bir daha asla” sözü çöpe atıldı. (Şimdi Türkiye de içinde olmak üzere hemen her yerde askersel varlık gösteriyorlar.)
- Özel hayatın gizliliğini hiçe sayan, yurttaşların fişlenmesinin önünü açan ve faşizan denebilecek önlemler, yine onların döneminde içişleri bakanlığı yapan, CIA ile ilişkileri belgelenmiş bulunan Otto Schilly tarafından gündeme getirildi.
- Bu dönem, tarımda küçük ve orta büyüklükteki çiftliklerin, sanayide küçük işletmelerin de sonu oldu.
Bütün bu dönüşümler “Almanya’nın ekonomik zorlukları, devletin artan borçları” yalanına dayandırılırken, Alman tekelci sermayesi dünya çapında yayılmakta ve kasalarını doldurmakta rekorlar kırdı. (Bu süreç de halen devam etmekte.) Onlar semirmeye devam ederken, sadece ülke içindeki işçiler, işsizler, emekçiler, hızla daha da yoksullaşmadı; Alman emperyalizminin ekonomik-politik hegemonyası altındaki Avrupa Birliği ülkelerinin çoğunun da felaketi hazırlandı.
Bakın Yunanistan’a, İspanya’ya, Portekiz’e. Bakın Fransa’ya, İngiltere’ye. Bakın biraz çevrenize ve tarih kitaplarına!
Fizikteki “birleşik kaplar yasası”na uyum sağlamış gibidir Avrupa’daki bu “burjuvaziye ibadet - işçi ve emekçilere ihanet” çetesi. Bunların soldaki yerini kendileri değil, komünistler belirler. Ne zaman ki, yığınlar hareketlenmeye yüz tutar, komünistlere ilgi ve yakınlık yükselir, komünist hareket güçlenmeye başlar, bunlar da asıl görevlerini yapmak, yığınları burjuvazinin peşine takmak için hareketlenirler, sollaşırlar. Daha doğrusu, bazılarının iyi niyetinden şüphe etmek itemediğim parti içindeki sol unsurların önünü açarlar. Böylece soldan muhalefeti kendi taraflarına çekmeye çalışırlar.
İktidara gelene dek...
Başka bir benzetmeyle, buhar kazanındaki supap gibidirler. Basınç kazanı patlatmadan supap çalışmış, basınç azaltılmış, patlama tehlikesi ortadan kaldırılmıştır. Sol(laşarak) görevinin ilk aşamasını gerçekleştiren bu sözde “sol” parti artık hemen sol(gunlaşacak), görevinin ikinci bölümünü gerçekleştirmeye girişecektir. Sol unsurları sayesinde iktidara gelen parti, hükümeti yine kendi içinde barındırdığı sağ unsurlarla kurar. Bütün önemli bakanlıklara, müsteşarlıklara, danışmanlıklara bunlar oturtulur. Hükümet politikasını artık bunlar belirleyecek, emekçi yığınların hasım gördüğü burjuvazinin yapmakta zorluk çekeceği işleri bunlar oldu bittiye getirecektir. Bu iş için kadro sıkıntısı da çekmezler. Çünkü, sağcı muhafazakârından ırkçı ve faşizan görüşlülere dek her türden politikacı bu partilerde fazlasıyla mevcuttur. (Türk düşmanı, ırkçı, asıl yeri Nasyonal Sosyalistlerin yanı olması gereken Thilo Sarrazin de yıllardır Sosyal Demokrat Parti üyesidir. Yayınladığı ırkçı kitap ve her fırsatta yaptığı ırkçı açıklamalara karşın bu partideki üyeliği halen sürmektedir.)
Tarih boyunca her seferinde yeni baştan oynanan senaryo bundan ibarettir.
Çok mu sert oldu? Yetmez ama...
Henüz bilmeyenler ya da anlayamamış olanlar Sosyalist (olmayan) Enternasyonal’in neden birden Türkiye’yi anımsadığını anlasınlar diye...
Sosyalist (olmayan) Enternasyonal’in, seçildiği kongrede önce işçilere, köylülere seslenerek konuşmasına başlayan, bugünse tarikatlara göz kırpan, kadınları örtü altına hapsetmek için AKP’yle el ele veren, ABD’de kendisine muhatap arayan Kılıçtaroğlu’nun sosyalist olmayan CHP’sine destek verme telaşının asıl nedenini kavrasınlar diye...
Sömürü ve baskının çarkları arasında ezildiği için, yaşamı gericilikle kuşatıldığı için bir çıkış yolu arayanlar yaşamlarına ve çevrelerine gören gözlerle baksınlar, iki satır tarih okusunlar ve biraz daha düşünsünler diye...
Yetmez, yetmeyecek biliyorum. Gerekirse bir kez daha ve bin kez daha! Ve bir gün gelecek, anlaşılacak.
Anlaşılmaması için ayak oyunlarını sürdürmekte ayak direyenlere gelince... Elbet bir gün ben ve benim gibilerin inadı, anlayan yığınlarla birlikte o ayakları da kıracak.
Cemil Fuat Hendek - SOL.ORG