HEYBEMDEKİ MASALLAR: PERWER OLAN ŞİVANLAR EFSANESİ
Yine bilirsin sen, nicesi seni dinledikleri için idam edildi. Kurşuna dizildi. Hapislerde çürüdü… Ama sözcüklerinin, türkülerinin sahibi halkın seni terk etmedi ve şimdi de seni terk etmek istemiyor! Sen de terk etme onu
İnsanlık tarihi boyunca her efsane kendi toplumunu yaratmıştır; her toplum da kendi efsanesini…
Ve toplum var oldukça efsanelerini dillendirir, dilden dile; kulaktan kulağa, insanların ruhunu okşayan tanrısal melodilerle…
Ama ne zamanki ‘efsane’ toplumun hasmına esir düşer işte o zaman artık efsanenin her ninnisi, her sihirli kelimesi toplumun kalbine sokulmak istenen okların ucundaki zehir olur.
Dile kolay asırların birikimi, acıları bir birey, bir türkü, bir şarkı ya da bir efsane oluveriyor. Bir toplumun diğerinden farkını belirleyen kültür dinamiği…
Bu kültür öğesi, zamanla içinden çıktığı toplumu yok etmek, onurunu kırmak için bir araca, bir politik argümana dönüştürülüyor.
Bir zamanlar bilinmeyen bir ülkede sürgün bir şair varmış. Bu sürgün şair kendi yurdunda kendi diliyle şiirler yazdığı için memleketinden kovulmuş.
Halkı da çil yavrusu gibi darmadağın edilmiş.
Bir süre sonra sürgün şair kendi dilinde şiirler yazmak istemiş ama kendi dilinin sihirli kelimelerini, kalbinin yazması için onu zorladığı güzel sözcükleri unutmuş ve kendi dilini konuşamaz olmuş.
Sonra içinden çıktığı halkından da, kültüründen de kopmuş.
Zamanla bu sürgün şair ülkesinden gelen insanlara rastlayınca onlardan bilmediği kelimeleri satın almaya başlamış.
Duyduğu her yeni ve güzel kelime için saygıyla yerlere kadar eğilip sözcüğün sahibine para verirmiş.
Zaman böyle akıp gitmiş.
Derken bir gün ülkesini işgal eden, insanlarını aşağılayan yüksekçe bir adamla karşılaşmış.
Bu kurnaz adama; “güzel kelimelerin var mı diye sormuş?” Adam “hangi dilde demiş.” Şair, tabi ki “benim dilimde…” Adam, “senin dilin yok ki” demiş. “Hem o ‘bizim’ dilimiz, bizim eski dilimiz…”
Ve eklemiş yüksekçe adam: “Bizler senin insanlarının dilini unutturmak için çabalıyoruz. Kültürünü, her şeyini yok etmeye çalışıyoruz. Ve biz bunları senin halkının iyiliği için yapıyoruz.”
“Eğer gelip ‘yurdum’da şiirler okursan, şarkılar söylersen ve insanlarına aslında böyle bir dil yokmuş ve ben de yokum dersen tüm ülke olarak seni onurlandırırız” demiş.
O güzelim şair bu teklifi kabul etmiş ama sonunda olan olmuş ve o yüce ruhlu şair şairlik ruhunu kaybetmiş.
Yani o efsane, kirli siyasetin oyuncağı olup halkından kopup gitmiş. O toplumu yok etmek isteyenlerin naylon efsanesine dönüşmüş. Çok ağlamış ama olan olmuştu artık.
Şimdi gönül isterdi ki bu sürgün şair gibi suçu sadece kendi dilinde şarkı söylemek olan sürgün Şivan’ımız da onun dilini, şarkılarını yok etmek isteyen, yasaklayanların oyun ve hileleriyle değil de kendi öz iradesiyle gelebilseydi.
O güzel sözcükleriyle, o güzel sesiyle yıllardır gönlümüzde, dillimizde taht kurmuş o güzelim şarkılarını dillendirebilseydi.
Umulur ki vicdanı ona şöyle seslensin: Sen sanatının tahtındasın, hak ettiğin yerlerdesin ve o büyüklüğün hazzıyla belki halkı anlamayabilirsin. Fakat seni yaratan toplumun az da olsa beklentileri vardır.
Onları aşağılayanların, onlara hakaret edenlerin oyunlarına düşmeni istemiyorlar.
Onların kirli siyaset malzemesi olmanı istemiyorlar.
Bilirsin, ‘filler tepişir çimenler ezilir.’
Bundan dolayı halkın gönül sancıları çekiyor.
Çünkü insanın kendi sözcükleriyle, şarkılarıyla zehirlenmesi, efsaneleriyle vurulması zordur.
Hatırlar mısın bilmem, şarkılarının, türkülerinin, sesinin sahibi olan bu toplum yok edilmek üzereydi. Sen bir yıldız gibi doğdun.
İnsanların gönlünde taht kurdun. Milyonlarca insanı uyandırdın. Onlara milli bilinci verdin. Onlar tekrar senin sihirli sesinle, şarkılarınla kendilerine gelebildi.
Yine bilirsin sen, nicesi seni dinledikleri için idam edildi. Kurşuna dizildi. Hapislerde çürüdü…
Ama sözcüklerinin, türkülerinin sahibi halkın seni terk etmedi ve şimdi de seni terk etmek istemiyor! Sen de terk etme onu.
Bir kısım insanlar çocukluk edip sana dil uzatabilir, bir kısmı başında sazını kırma densizliği yapabilir, bir kısmı da seni kendi küçük siyasi emellerine alet etmek isteyebilir ama unutma ki sen onların değil halkın efsanesisin.
Yarattığın toplumun, yani seni yaratanların efsanesisin…
Hem sen demiyor muydun, ‘Ez hevalê bargiran im, hevalê Kurdistan im, hozanê Kurdistan im, ax ez dengê Kurdistan im?’
Zaten senin gibi siyaset üstü bir sanatçının siyaset oyunlarına alet edilmesi abesle iştigal değil mi be üstad?
Hatta vicdanlara ziyan…? -
İSKENDER KAHRAMAN-SENDİKA.ORG -
iskenderkahraman@gmail.com
Yine bilirsin sen, nicesi seni dinledikleri için idam edildi. Kurşuna dizildi. Hapislerde çürüdü… Ama sözcüklerinin, türkülerinin sahibi halkın seni terk etmedi ve şimdi de seni terk etmek istemiyor! Sen de terk etme onu
İnsanlık tarihi boyunca her efsane kendi toplumunu yaratmıştır; her toplum da kendi efsanesini…
Ve toplum var oldukça efsanelerini dillendirir, dilden dile; kulaktan kulağa, insanların ruhunu okşayan tanrısal melodilerle…
Ama ne zamanki ‘efsane’ toplumun hasmına esir düşer işte o zaman artık efsanenin her ninnisi, her sihirli kelimesi toplumun kalbine sokulmak istenen okların ucundaki zehir olur.
Dile kolay asırların birikimi, acıları bir birey, bir türkü, bir şarkı ya da bir efsane oluveriyor. Bir toplumun diğerinden farkını belirleyen kültür dinamiği…
Bu kültür öğesi, zamanla içinden çıktığı toplumu yok etmek, onurunu kırmak için bir araca, bir politik argümana dönüştürülüyor.
Bir zamanlar bilinmeyen bir ülkede sürgün bir şair varmış. Bu sürgün şair kendi yurdunda kendi diliyle şiirler yazdığı için memleketinden kovulmuş.
Halkı da çil yavrusu gibi darmadağın edilmiş.
Bir süre sonra sürgün şair kendi dilinde şiirler yazmak istemiş ama kendi dilinin sihirli kelimelerini, kalbinin yazması için onu zorladığı güzel sözcükleri unutmuş ve kendi dilini konuşamaz olmuş.
Sonra içinden çıktığı halkından da, kültüründen de kopmuş.
Zamanla bu sürgün şair ülkesinden gelen insanlara rastlayınca onlardan bilmediği kelimeleri satın almaya başlamış.
Duyduğu her yeni ve güzel kelime için saygıyla yerlere kadar eğilip sözcüğün sahibine para verirmiş.
Zaman böyle akıp gitmiş.
Derken bir gün ülkesini işgal eden, insanlarını aşağılayan yüksekçe bir adamla karşılaşmış.
Bu kurnaz adama; “güzel kelimelerin var mı diye sormuş?” Adam “hangi dilde demiş.” Şair, tabi ki “benim dilimde…” Adam, “senin dilin yok ki” demiş. “Hem o ‘bizim’ dilimiz, bizim eski dilimiz…”
Ve eklemiş yüksekçe adam: “Bizler senin insanlarının dilini unutturmak için çabalıyoruz. Kültürünü, her şeyini yok etmeye çalışıyoruz. Ve biz bunları senin halkının iyiliği için yapıyoruz.”
“Eğer gelip ‘yurdum’da şiirler okursan, şarkılar söylersen ve insanlarına aslında böyle bir dil yokmuş ve ben de yokum dersen tüm ülke olarak seni onurlandırırız” demiş.
O güzelim şair bu teklifi kabul etmiş ama sonunda olan olmuş ve o yüce ruhlu şair şairlik ruhunu kaybetmiş.
Yani o efsane, kirli siyasetin oyuncağı olup halkından kopup gitmiş. O toplumu yok etmek isteyenlerin naylon efsanesine dönüşmüş. Çok ağlamış ama olan olmuştu artık.
Şimdi gönül isterdi ki bu sürgün şair gibi suçu sadece kendi dilinde şarkı söylemek olan sürgün Şivan’ımız da onun dilini, şarkılarını yok etmek isteyen, yasaklayanların oyun ve hileleriyle değil de kendi öz iradesiyle gelebilseydi.
O güzel sözcükleriyle, o güzel sesiyle yıllardır gönlümüzde, dillimizde taht kurmuş o güzelim şarkılarını dillendirebilseydi.
Umulur ki vicdanı ona şöyle seslensin: Sen sanatının tahtındasın, hak ettiğin yerlerdesin ve o büyüklüğün hazzıyla belki halkı anlamayabilirsin. Fakat seni yaratan toplumun az da olsa beklentileri vardır.
Onları aşağılayanların, onlara hakaret edenlerin oyunlarına düşmeni istemiyorlar.
Onların kirli siyaset malzemesi olmanı istemiyorlar.
Bilirsin, ‘filler tepişir çimenler ezilir.’
Bundan dolayı halkın gönül sancıları çekiyor.
Çünkü insanın kendi sözcükleriyle, şarkılarıyla zehirlenmesi, efsaneleriyle vurulması zordur.
Hatırlar mısın bilmem, şarkılarının, türkülerinin, sesinin sahibi olan bu toplum yok edilmek üzereydi. Sen bir yıldız gibi doğdun.
İnsanların gönlünde taht kurdun. Milyonlarca insanı uyandırdın. Onlara milli bilinci verdin. Onlar tekrar senin sihirli sesinle, şarkılarınla kendilerine gelebildi.
Yine bilirsin sen, nicesi seni dinledikleri için idam edildi. Kurşuna dizildi. Hapislerde çürüdü…
Ama sözcüklerinin, türkülerinin sahibi halkın seni terk etmedi ve şimdi de seni terk etmek istemiyor! Sen de terk etme onu.
Bir kısım insanlar çocukluk edip sana dil uzatabilir, bir kısmı başında sazını kırma densizliği yapabilir, bir kısmı da seni kendi küçük siyasi emellerine alet etmek isteyebilir ama unutma ki sen onların değil halkın efsanesisin.
Yarattığın toplumun, yani seni yaratanların efsanesisin…
Hem sen demiyor muydun, ‘Ez hevalê bargiran im, hevalê Kurdistan im, hozanê Kurdistan im, ax ez dengê Kurdistan im?’
Zaten senin gibi siyaset üstü bir sanatçının siyaset oyunlarına alet edilmesi abesle iştigal değil mi be üstad?
Hatta vicdanlara ziyan…? -
İSKENDER KAHRAMAN-SENDİKA.ORG -
iskenderkahraman@gmail.com