İstanbul Kabataş İskelesi’nde başörtülü bir kadının Gezi eylemcisi 80–100 kişilik bir grup tarafından ağır bir şekilde darp ve taciz edildiği iddiası, Başbakan’ın Gezi direnişlerini itibarsızlaştırmak için kullandığı temel argümanlardan biriydi. Erdoğan “Bunlar benim başörtülü kızımı ve evladını yerlerde sürüklediler, taciz ettiler, yetinmeyip üzerine idrarını yaptılar” söylemini aylarca sürdürmüş, ancak bu ağır iddiayı kanıtlayacak görüntüler nedense ortaya çıkmamıştı.
Kabataş İskelesi’nde böyle bir olayın yaşanmadığını kanıtlayan görüntüler ortaya çıkınca, Başbakan’ın Gezi’yi değersizleştirme politikasının arkasında hizalanan kalemler, bu yeni duruma uyma becerilerinin ne kadar yüksek olduğunu bir kere daha ispatlayarak, şu zamana kadar umurlarında olmayan, “ama kadının beyanı esas alınmalıdır” ilkesini öne sürmeye başladılar.
Kabataş olayıyla ilgili “rezil” durumun, iktidarın ve dahi yalakalarının halkı kin ve nefrete sürüklemekten yargılanmalarının talep edilmesinden ziyade, “kadının beyanı esastır” ilkesinin tartışılmasına neden olması…
“Ben o görüntüleri izledim” deyip, gerçek görüntüler ortaya çıkınca suspus olan gazetecinin “kadının beyanı esastır” ilkesinin arkasına sığınması…
“Ben kadının anlattığına inandım” diyerek yaptığı röportajlar ile kara propagandanın başrolünü oynayan bir başka gazetecinin hesap isteyenlere “izan” tavsiye etmesi…
Bütün bunlar ancak bizimki gibi yönetilen ülkelerde olabilecek şeylerdi herhalde!
Manipülasyonu ve kara propagandayı değil, içini boşalttığı bir etik kuralı tartışmak… Çok acayipti! Yine oldu.
‘KADININ BEYANI ESASTIR’ İLKESİ NE DEĞİLDİR?
Bir kere “taciz ve tecavüzde kadının beyanı esastır” ilkesi ne demek, oradan başlayalım. Tacizde ve tecavüzde kadının beyanının esas olması ilkesi, “kadın ne söylerse doğru söyler” fetişleştirmesinden kaynaklanmaz. Gayet toplumsal ve politik nedenleri, arka planı vardır. Erkek egemen zihniyetin tahakküm anlayışının yansıması olarak uygulanan bir şiddet biçimiyle karşı karşıya kalan kadının, erkek egemen bir yargılama sürecinde yaşayabileceklerinden kaynaklı geliştirilmiş bir etik ilkedir. Ve somut örneğini Türkiye’de herhangi bir taciz ve tecavüz davasında “rahatlıkla” görmek mümkündür.
Kadının beyanı esastır, çünkü bir kadın için taciz ve tecavüzün sonuçlarıyla uğraşırken hukuki yollara başvurmak için hemen kanıt toplaması, saldırıya uğradığını ispat edecek deliller sunabilmesi her zaman olanaklı değildir. Zaten yaşadıklarını dile getirmek yeterince zorken, kadını yaşadıklarını “önce kanıtlamak” zorunda bırakmak adaletli değildir.
Kadının beyanı esastır, çünkü cinsel suçlar kapalı kapılar ardında ve çok büyük oranda “tanıdık” erkekler tarafından gerçekleştirilir ve yaşamsal tehdit, sadece bedensel değil, aynı zamanda toplumsaldır. Bir kadının tacize ya da tecavüze uğradığını anlatabilmesi bu koşullar altında bir “cesaret” işidir. Yaşadıklarının hesabını sormak, kadının geleceği ile ilgili bir “karar verme” meselesi haline getirilir çünkü.
Kadının beyanı esastır, ama bu kadının beyanının “hüküm” olduğu anlamına gelmez. Taciz ve tecavüzde kadın, kanıtlama yükümlülüğü bulunmadan, öncelikle gerekiyorsa korumaya alınır. “Ya iftira atıyorsa, yalan söylüyorsa” denmeden önleme, soruşturma, yargılama süreçleri hızla harekete geçirilir. Bu süreçte kolluk, yargı ve adli tıp üzerine düşeni yapar. Yani kadının beyanı esastır ilkesi, o beyanın gereğinin yapılması, soruşturmanın başlatılması ve gereğince yürütülmesi ile ilgilidir. Hükümle ilgili değil…
İLKELİ DURUŞ NEYİ GEREKTİRİR?
Gelelim Kabataş olayına. İktidarın ve yandaşlarının Gezi direnişini karalamak ve direnişçilere “saldırmak” için kadınların yıllardır mücadele edip kabul ettirdikleri etik bir ilkeyi diline dolamasında şaşılacak bir şey yok. Çünkü biz o zaman da “kadının beyanı” ilkesinin direnişçilere karşı kullanılmasının, kadın haklarına saygı konusundaki karnesi ortada olan iktidarın kadın bedenini siyaseten araçsallaştırmasının bir göstergesi olduğunu biliyorduk. Zaten kadınlar da bu “araçsallaştırma ve yok sayma-yok etme” anlayışına karşı sokaklardaydı.
İktidar, mücadele ederek kabul edilir kıldığımız kavramların içini, onları istismar ederek boşaltmakta pek mahir. Durum böyle olduğu için, bir kara propaganda malzemesi olarak ortaya sürülen Kabataş’taki bu iddia ilk ortaya atıldığında “gereğini yapın” dedik. “Görüntüler var” dediklerinde “verin yargıya” dedik. Varsa suç ve suçlu, şıp diye bulabileceği ayan beyan ortada olan hükümet ise bunu bir manipülasyona dönüştürerek biz kadınları iki kere yaralamış oldu. Birincisi; yine kadınları kendi siyasetine alet ettiği için… İkincisi; batasıca yargı sistemi hep tacizcileri ve tecavüzcüleri “delil yok, rıza var” diye aklayıp dururken “kadının beyanı” ilkesi konusunda verdiğimiz mücadeleyi pis propagandasına alet edip içini boşalttığı için…
Kabataş olayında öfkeyi “kadının beyanı esastır” ilkesinden değil, bizzat halka yalan beyanlarda bulunanlardan çıkarmak, yaptıklarının suç olduğunu söyleyip hesap vermelerini istemek, mücadele ettiklerimiz açısından daha doğru bir zemine oturacak…
İlkeli duruşun gereği budur. (SEVDA KARACA-EVRENSEL)
Daha yeni Daha eski