HİZBULLAH EVİNDEN ERDOĞAN'IN EVİNE
Telefonum çaldı…
Arayan gazeteci arkadaşımdı. “Erdoğan ile oğlu Bilal arasındaki telefon görüşmesi gerçek mi, montaj mı” diye sordu.
Fenerbahçe-Elazığ maçını seyrediyordum ve olan bitenden haberim yoktu. “Mutlaka dinle” diye kapattı.
Dinlemek için içimde istek yoktu. Maçı seyretmeye devam ettim. Fakat telefonlar rahat vermedi. İnatla maçı bırakmadım.
Benim maç seyretmem farklıdır; aynı zamanda kitap okurum; sevgili dost Jürgen Ellasser’in ABD’deki “paralel devlet” konusunda aydınlatıcı “Gölge Hükümet” kitabını merakla okuyordum.
Sonunda maç ve kitap bitti. Hiç istemeyerek youtube’daki telefon görüşmesini dinledim.
İlk aklıma gelen ne oldu dersiniz: Hizbullah!
Evet, radikal dinci Hizbullah örgütü geldi; öldürdüklerini evlerinin bodrumuna gömüyorlardı. Türkiye bu “ölüm evlerinden” çıkan cesetleri tv’lerden canlı yayınlarla takip etti.
Kendi kendime dedim ki:
Radikal dinci örgütün evinden ceset çıkıyor!
Ilımlı İslamcı partinin evinden dolar-Euro çıkıyor!
Cemaat’in Pensilvanya’daki evinden ne çıkacak?
Tahmin etmek zor değil…
Gandi’nin sözünü hep anımsatacağım:
Kin, utanç ve korkunun olduğu yerde Allah ortaya çıkmaz.
Telefon kaydını dinleyince duygum ise şu oldu:
Telefon görüşmesini yaptığı gün Mevlana’yı anmaya gidiyor! Nasıl çift kişilikli bir yaşam bu?
Türkiye’nin geldiği yer maalesef burası; boşuna ortaçağ/dincilik diye yazıp durmuyorum.
Dincilik; bayağılıktır; kalitesizliktir; varoşluktur; değersizliktir.
Ve hırsızlıktır.
İşte budur bir türlü doyurulamayan nefis açlığı, ruh doymazlığı.
“Bir lokma bir hırka” diye geldiler; zengin olmak için her türlü zorbalığı yaptılar.
Tüm değerlerimizi yıktılar.
Dolar’a taptılar.
İktidarı sadece güç için istediler.
Hiç bilmediler; önemli olan iktidar değil, saygıdır.
Nasıl bir hayat yaşıyorlar, yazık.
Gerçekten o çocuklara; Bilal’e, Sümeyye’ye üzüldüm. Bunlar nasıl anne-baba; çocuklarının omuzlarına nasıl bu kadar ağır yük bindirirler? Böylesine korkunç hayat nasıl yaşanır? Çocuklarının hayatlarını karattıklarının farkında bile değiller.
Ve en acıklısı, o çocukların lekeli bir mirasla yaşaması.
Söz gerçekten bitiyor…
Ve eminim bu duyguda olan tek ben değilim. Herkesin morali bozuldu.
Fakat: Çuvaldızını kendimize batırma taraftarıyım. Eğer böylesine çukura batmış ahlaksızlıktan bahsediyorsak, sorunu kendimizde arayacağız; sorunu başkasına yükleyerek sorumluluktan kaçamayız. Bu ayıp hepimizindir; Türkiye’nindir.
Her ülke layık olduğu yöneticilerini seçer çünkü…
Arayan gazeteci arkadaşımdı. “Erdoğan ile oğlu Bilal arasındaki telefon görüşmesi gerçek mi, montaj mı” diye sordu.
Fenerbahçe-Elazığ maçını seyrediyordum ve olan bitenden haberim yoktu. “Mutlaka dinle” diye kapattı.
Dinlemek için içimde istek yoktu. Maçı seyretmeye devam ettim. Fakat telefonlar rahat vermedi. İnatla maçı bırakmadım.
Benim maç seyretmem farklıdır; aynı zamanda kitap okurum; sevgili dost Jürgen Ellasser’in ABD’deki “paralel devlet” konusunda aydınlatıcı “Gölge Hükümet” kitabını merakla okuyordum.
Sonunda maç ve kitap bitti. Hiç istemeyerek youtube’daki telefon görüşmesini dinledim.
İlk aklıma gelen ne oldu dersiniz: Hizbullah!
Evet, radikal dinci Hizbullah örgütü geldi; öldürdüklerini evlerinin bodrumuna gömüyorlardı. Türkiye bu “ölüm evlerinden” çıkan cesetleri tv’lerden canlı yayınlarla takip etti.
Kendi kendime dedim ki:
Radikal dinci örgütün evinden ceset çıkıyor!
Ilımlı İslamcı partinin evinden dolar-Euro çıkıyor!
Cemaat’in Pensilvanya’daki evinden ne çıkacak?
Tahmin etmek zor değil…
Gandi’nin sözünü hep anımsatacağım:
Kin, utanç ve korkunun olduğu yerde Allah ortaya çıkmaz.
Telefon kaydını dinleyince duygum ise şu oldu:
Telefon görüşmesini yaptığı gün Mevlana’yı anmaya gidiyor! Nasıl çift kişilikli bir yaşam bu?
Türkiye’nin geldiği yer maalesef burası; boşuna ortaçağ/dincilik diye yazıp durmuyorum.
Dincilik; bayağılıktır; kalitesizliktir; varoşluktur; değersizliktir.
Ve hırsızlıktır.
İşte budur bir türlü doyurulamayan nefis açlığı, ruh doymazlığı.
“Bir lokma bir hırka” diye geldiler; zengin olmak için her türlü zorbalığı yaptılar.
Tüm değerlerimizi yıktılar.
Dolar’a taptılar.
İktidarı sadece güç için istediler.
Hiç bilmediler; önemli olan iktidar değil, saygıdır.
Nasıl bir hayat yaşıyorlar, yazık.
Gerçekten o çocuklara; Bilal’e, Sümeyye’ye üzüldüm. Bunlar nasıl anne-baba; çocuklarının omuzlarına nasıl bu kadar ağır yük bindirirler? Böylesine korkunç hayat nasıl yaşanır? Çocuklarının hayatlarını karattıklarının farkında bile değiller.
Ve en acıklısı, o çocukların lekeli bir mirasla yaşaması.
Söz gerçekten bitiyor…
Ve eminim bu duyguda olan tek ben değilim. Herkesin morali bozuldu.
Fakat: Çuvaldızını kendimize batırma taraftarıyım. Eğer böylesine çukura batmış ahlaksızlıktan bahsediyorsak, sorunu kendimizde arayacağız; sorunu başkasına yükleyerek sorumluluktan kaçamayız. Bu ayıp hepimizindir; Türkiye’nindir.
Her ülke layık olduğu yöneticilerini seçer çünkü…
Görüntüsü de var
Bir ay önceydi…
17 Aralık Operasyonu’nun yapıldığı gün Kısıklı’daki villalardan para nakli yapıldığı haberi geldi.
Söyleyen CHP’li yöneticiydi.
Para naklinin araçlarla yapıldığını; görüntüsünün olduğunu söyledi.
Tüm bunlar Bilal Erdoğan’ın da yargılandığı dava dosyasındaydı.
Dedim ki, “artık orada yoktur, yok edilmiştir.”
Yanıt verdi:
“Paralel (Cemaat) de aptal değil, yanlarında götürmüştür, yakında çıkar.”
Görüntü çıkmadı ama telefon kaydı sızdırıldı.
Sırada görüntü var…
Peki paranın kaynağı ne?
Aklıma ilk ABD Büyükelçisi Eric Edelman’ın WikiLeaks’teki belgesi geldi. “Erdoğan’ın İsviçre bankalarında sekiz ayrı hesabının olduğunu” Washington’a bildirmişti.
CHP yöneticisinin söylediğine göre, Kısıklı villarındaki para miktarının 1 milyar dolar olduğu tahmin ediliyordu.
Böylesine büyük bir parayı evinde kim, neden tutar ki?
“Acaba” dedim, İsviçre bankalarına güvenmeyip parayı Türkiye’ye mi getirdiler?
Bakınız, sahiden az paradan bahsedilmiyor; dinlediklerimize göre Bilal dolarları- euroları, tüm gün eşe dosta dağıta dağıta bitiremiyor. Babası kızınca, gerekçesini söylüyor; “paralar çok yer tutuyor!”
1 milyar doları bir günde “eritmek” kolay mı?
Gerçekten inanılacak gibi değil. Piyasaya sürseler doların değeri düşer!
O villalarının altında “banka” mı var?
Biliyoruz Erdoğan sağlığı için villasının altını küçük bir hastane yaptırdı; tetkikleri orada yapılıyor. Demek villarının altında bir de “banka” var; ya da “faizsiz finans kurumu” demeliyim!..
17 Aralık Operasyonu’nun yapıldığı gün Kısıklı’daki villalardan para nakli yapıldığı haberi geldi.
Söyleyen CHP’li yöneticiydi.
Para naklinin araçlarla yapıldığını; görüntüsünün olduğunu söyledi.
Tüm bunlar Bilal Erdoğan’ın da yargılandığı dava dosyasındaydı.
Dedim ki, “artık orada yoktur, yok edilmiştir.”
Yanıt verdi:
“Paralel (Cemaat) de aptal değil, yanlarında götürmüştür, yakında çıkar.”
Görüntü çıkmadı ama telefon kaydı sızdırıldı.
Sırada görüntü var…
Peki paranın kaynağı ne?
Aklıma ilk ABD Büyükelçisi Eric Edelman’ın WikiLeaks’teki belgesi geldi. “Erdoğan’ın İsviçre bankalarında sekiz ayrı hesabının olduğunu” Washington’a bildirmişti.
CHP yöneticisinin söylediğine göre, Kısıklı villarındaki para miktarının 1 milyar dolar olduğu tahmin ediliyordu.
Böylesine büyük bir parayı evinde kim, neden tutar ki?
“Acaba” dedim, İsviçre bankalarına güvenmeyip parayı Türkiye’ye mi getirdiler?
Bakınız, sahiden az paradan bahsedilmiyor; dinlediklerimize göre Bilal dolarları- euroları, tüm gün eşe dosta dağıta dağıta bitiremiyor. Babası kızınca, gerekçesini söylüyor; “paralar çok yer tutuyor!”
1 milyar doları bir günde “eritmek” kolay mı?
Gerçekten inanılacak gibi değil. Piyasaya sürseler doların değeri düşer!
O villalarının altında “banka” mı var?
Biliyoruz Erdoğan sağlığı için villasının altını küçük bir hastane yaptırdı; tetkikleri orada yapılıyor. Demek villarının altında bir de “banka” var; ya da “faizsiz finans kurumu” demeliyim!..
Sızıntının nedeni
Peki…
Türkiye’nin gündeminde iki temel konu var:
Hırsızlık ve yasadışı dinlemeler.
Hangisi tehlikeli?
Hangisinin safında duracağız?
Biliyoruz ki:
İkisi de tehlikeli.
O halde, Türkiye bu kirlilikten nasıl kurtulacak?
Tribüne çıkarak, “yesinler birbirini” diyerek sorun çözülemez.
Sonra, gelin gideni aratır; dizinizi yine çok döversiniz.
Kurtuluşun tek yolu var:
Bu pis iktidar savaşının nedenini bulmak.
Ortaya serilen telefon sızdırmaları, bu kavganın nedenleri üzerinde düşünmemizi engellememelidir.
Erdoğan’ın hükümetten düşmesini istemek; gelecekte kimin iktidar olacağı tartışmasını engellememelidir.
AKP hangi uluslararası güçlere dayanıyor?
Cemaat hangi uluslararası güçlere dayanıyor?
Bu güçler Türkiye’ye gelecekte nasıl bir yol çiziyor?
Bunları analiz etmezsek Erdoğan-Gülen kavgasını sadece bir iç mesele olarak görürüz ki, bu çok yanıltıcı olur.
Artık biliyoruz: Erdoğan bitti. Koltuğunu altından çektiler.
Türkiye’yi yönetemez/yönettirmeyecekleri ortada.
Bu nedenle ısrarla soruyorum; gelen ne?
Tarih göstermiştir ki: Dinler ne zaman iktidar hırsına kendilerini kaptırıp hükümet gibi davranmaya başlamışsa, inananlar da eninde sonunda inançlarına sırt çevirip yeni arayışların, yeni ideallerin peşine düşer.
Yeni arayışları ve yeni idealleri yaratanlar geleceğin Türkiye’sinde iktidar olacaktır.
Umudu yaratamama durumunda -yazmaya içim elvermiyor ama- gelecekte bizi çok büyük tehlikeler bekliyor.
Bu kirli kavganın üzerine çıkıp bunları düşünmek zorundayız. SONER YALÇIN-SÖZCÜ
Türkiye’nin gündeminde iki temel konu var:
Hırsızlık ve yasadışı dinlemeler.
Hangisi tehlikeli?
Hangisinin safında duracağız?
Biliyoruz ki:
İkisi de tehlikeli.
O halde, Türkiye bu kirlilikten nasıl kurtulacak?
Tribüne çıkarak, “yesinler birbirini” diyerek sorun çözülemez.
Sonra, gelin gideni aratır; dizinizi yine çok döversiniz.
Kurtuluşun tek yolu var:
Bu pis iktidar savaşının nedenini bulmak.
Ortaya serilen telefon sızdırmaları, bu kavganın nedenleri üzerinde düşünmemizi engellememelidir.
Erdoğan’ın hükümetten düşmesini istemek; gelecekte kimin iktidar olacağı tartışmasını engellememelidir.
AKP hangi uluslararası güçlere dayanıyor?
Cemaat hangi uluslararası güçlere dayanıyor?
Bu güçler Türkiye’ye gelecekte nasıl bir yol çiziyor?
Bunları analiz etmezsek Erdoğan-Gülen kavgasını sadece bir iç mesele olarak görürüz ki, bu çok yanıltıcı olur.
Artık biliyoruz: Erdoğan bitti. Koltuğunu altından çektiler.
Türkiye’yi yönetemez/yönettirmeyecekleri ortada.
Bu nedenle ısrarla soruyorum; gelen ne?
Tarih göstermiştir ki: Dinler ne zaman iktidar hırsına kendilerini kaptırıp hükümet gibi davranmaya başlamışsa, inananlar da eninde sonunda inançlarına sırt çevirip yeni arayışların, yeni ideallerin peşine düşer.
Yeni arayışları ve yeni idealleri yaratanlar geleceğin Türkiye’sinde iktidar olacaktır.
Umudu yaratamama durumunda -yazmaya içim elvermiyor ama- gelecekte bizi çok büyük tehlikeler bekliyor.
Bu kirli kavganın üzerine çıkıp bunları düşünmek zorundayız. SONER YALÇIN-SÖZCÜ