(MUHTEREM DURMUŞ) Takdim: Aşağıda Türk tarımına kendi penceremden bakmaya çalıştım.Amacım içinde yaşadığım sıcak deneyimleri aktararak Tarım sektöründe yaşayan milyonlarca yurdum insanının sıkıntılarını ortaya koymak olacaktı.”Türkiye de benim gördüklerimi neden kimse görmüyor.?” sitemkarlığı ile düşüncemi kurgulamıştım. Şöyle bir göz attım, memlekette sıkıntı aynı sıkıntı.Ülke ehil ve liyakat sahibi insanların elinde değil olamamış kaldı ki olsa bile ipin ucu puştun eline geçmiş.Bir daha anladım “Asıl savaş zaferi her alandasürekli kılabilmekte .” Aksi halde öz yurdumuzda Parya muamelesi görmeye devam edeceğiz. Çözümlerin en makbulu bilinen (öz),kısa ve kesin olandır.Biz kurtuluş savaşını içimizdeki Mesihi uyandırarak kazandıysak eğer,bizim ve ülkemizin aleyhine olan 1945 ten bu yana imzaladığımız ikili üçlü ve çoklu milletlerarası hükümleri bir kenara koyup,insanlarımızın ortak refah ve mutluluğunu esas alarak bütün. Bütün anlaşmaları acilen lehimize revize etmek zorundayız.(Muhterem Durmuş) Cumhuriyetimizin kuruluşundan günümüze tarım stratejilerimiz ve sapmalar 28.053.500 hektarlık alan (Türkiye yüz ölçümünün %36'sı) tarıma uygun araziler biçimindedir. Bu arazileri her türlü tarımsal ekime uygun, hemen hemen herhangi bir koruma önlemi gerektirmeyen I. ve II. sınıf arazilerdir. Ancak tarımsal potansiyeli son derece yüksek olan bu araziler tarım dışı (sanayi, yerleşme, turizm, mera, orman alanı) kullanım veya geleneksel yöntemlere dayalı nadas, nadassız kuru tarım ve yetersiz sulu tarım gibi bilim ve teknolojiden uzak yöntemler nedeniyle büyük ölçüde değerlendirilememektedir.(Milli Değerleri Koruma Vakfı alıntı) Türkiye İktisat Kongresi-İzmir (17- Şubat/ 4-Mart-1023) Kongrede Tarım Sektörü ile ilgili konu ve kararlar 1- Aşar vergisinin Kaldırılması 2- Ormanların korunması ve Hayvancılığın geliştirilmesi 3- Topraksız köylülere toprak verilmesi ve onların mülk sahibi kılınması 4- Tarım Makine ve Techizatının kolaylıkla ve gümrüksüz ithal edilmesi 5- Tarım Eğitimine önem verilmesi ve Tarım Atelyelerinin açılarak okullarda pratik tarım dersleri okutulması 6- Tarım kredilerinin düzenlenmesi ve düşük faizli kredi verilmesi 7- Yol ve Hayvan vergisinin yol yapımında ve verimli(?) kullanılması 8- Yüksek eğitim görenlerin, özellikle Ziraat Mühendislerinin Köylere gönderilmesi 9- Türkiye İktisat Kongresi Ziraat Mümessilleri tarafından Türkiye Çiftçiler Birliği adı altında Birlik kurulması 10- Köylülere ziraatle ilgili kitap ve mecmua bastırılıp bedava dağıtılması 11- Kışla ve Askeri alanlarda Zirai eğitim verilmesi 12- Hayvan hırsızlığı, yol kesiciliği,soygun gibi hallerde cezalar ağırlaştırılmalı ve kararlar 1 ay içinde sonuçlandırılmalı. Türk Tarım Politikalarının Dünya Tarım politikalarına angaje edilme süreçleri Roma Anlaşması ve Ortak Tarım Politikası 1 Ocak 1973’te yürürlüğe giren Katma Protokol Türkiye’nin tarım politikasını birliğin politikalarına uydurması temelindedir ve tarım alanındaki serbest dolaşımın gerçekleşebilmesi için Ortak Tarım Politikasına uyumu zorunlu tutmakta ve çok ayrıntılandırılmış yükümlülükler getirmektedir. Avrupa Birliği'nin tarım politikası içinde en önemli öğelerden birisi fiyat politikasıdır İkinci dünya savaşı sırasında yaşanan kıtlığın yarattığı endişenin yanı sıra savaş sırasında AB aktif nüfusunun çok önemli bir bölümünü oluşturan tarım sektörü çalışanlarının gelir düzeyinin korunması ve üye ülkelerin ulusal tarım politikaları arasındaki derin farklılıkların giderilmesi gerekliliği birliği bir ortak tarım politikası oluşturmaya yöneltmiştir. Tüm bu etkenlerin bir araya gelmesi ile üye ülkeler tarafından gerekliliğine karar verilen ve Roma Anlaşmasının 3847. Maddeleriyle yasal çerçevesi belirlenen OTP 1962 yılında ilk ortak piyasa düzeninin oluşturulması ile resmen hayata geçirilmiştir. Ortak Tarım Politikasının amaçlan 33. Maddede; Teknik ilerlemenin özendirilmesi, tarımsal üretimin rasyonelleştirilmesi ve üretim faktörlerinin özellikle işgücünün optimal kullanımının ve verimliliğinin arttırılması, Tarımsal nüfusun yaşam düzeyinin, özellikle tarımda çalışanların gelirinin artırılması yoluyla yükseltilmesi, Piyasalarda istikrar sağlanması, Düzenli bir ürün arzının garanti altına alınması ve Tarım ürünlerinin tüketicilere uygun fiyatlarla ulaştırılmasının sağlanması olarak sıralanmıştır. Politikası üç temel ilke üzerine yapılanmıştır: Tek Pazar ilkesi, üye ülkelerde tarım ürünlerinin serbest ortak tarım dolaşımını engelleyen tüm kısıtlamaların kaldırılarak bir tek pazar oluşturulmasını öngörmekte, bunun için ortak fiyat ve rekabet kurallarını, üye ülkelerde istikrarlı bir döviz kurunu ve dış pazarlara karşı sınırlarda ortak bir korumayı gerektirmektedir. Topluluk tercihi ilkesi birlik içinde üretilen ürünlere öncelik tanınmasını amaçlamakta, bunun için AB tarım ürünlerinin ithalata karşı korunmasını, ihracatının ise sübvanse edilmesini gerektirmektedir. Ortak mali sorumluluk ilkesi ortak tarım politikasına ilişkin tüm harcamaların birlik üyeleri tarafından ortaklaşa üstlenilmesini amaçlamaktadır.3

Türk Tarımı ve Uluslararası Kuruluşlar Son yıllarda, Türkiye tarımının uluslararası anlaşmalara bağlı olarak yeniden yapılandırılması önem taşıyan bir konu olarak gündemi meşgul etmektedir. Türkiye'nin IMF'ye (Uluslararası Para Fonu) sunduğu 9 Aralık 1999 tarihli Niyet Mektubunda ortaya koyduğu tarım politikaları, Dünya Ticaret Örgütü, Uruguay Nihai Senedine bağlı olarak verdiği taahhütler ve AB Katılım Ortaklığı Belgesine yanıt olma özelliği taşıyan Ulusal Programda tarım başlığında yapılmasını öngördüğü değişiklikler, tarım reformunun bizzat kendisini oluşturmaktadır.12 Yıllardır süregelen tarım politikalarında köklü değişimleri öngören bu sürecin ilk yansımalarından biri, doğrudan gelir destekleme politikalarına geçiştir. IMF'ye verilen Niyet Mektubu ile Dünya Ticaret Örgütü'ne verilen taahhütlerin bir sonucudur. IMF ile Dünya Bankası'nın azgelişmiş ülkelere yönelik öngördüğü reformlar arasında yer alan "yapısal uyum" başlıklarından biri de doğrudan gelir destekleme politikalarına geçiştir. Uruguay Sözleşmesinin tarım ürünlerine yönelik düzenlemesinde, doğrudan gelir destekleme politikaları "klasikleşmiş destekleme politikalarının" yerini alırken, tarım ürünleri piyasalarında liberalizasyonuna geçişin adımları atılmaktadır. 12 Emine Tahsin, “Tarım reformu ve Uluslararası Antlaşmalar”, İktisat Dergisi, (Nisan 2001), sayı, 412, s. 75. Ulusal Program ve Ortak Tarım Politikası Ulusal programda karşılıklı tavizlerin ötesinde daha köklü değişimler yer almaktadır. Tarım alanında Dünya Ticaret Örgütü ile IMF anlaşmalarına bağlı kalınarak Ulusal Programda , işletme yapısı, üretim, tüketim, fiyat ve pazar politikası, dış ticaret, tarıma bağlı ve dayalı sanayiler, teknoloji kullanımı, verimlilik, üretici gelirleri, kendine yeterlilik, mali politikalar, kırsal bölgesel sosyal politikalar ile mevzuat ve kurumsal yapı başlıklarında Ortak Tarım Politikası'na uyum çalışmalarının ana hatları belirlenmiştir, bu bağlamda, Ortak Tarım Politikasına uyum süreci, Ulusal Programa aşağıdaki başlıklarda önlem alınması şeklinde yansımıştır. Tarımsal yapı değişimleri Üretim faaliyetlerinin geliştirilmesi AB fiyat politikasına uyumun gerekliliği AB içi ve üçüncü ülkelerle ticaret politikasına uyum, AB rekabet politikasına uyum, AB finansman politikasına uyum, AB tarım ürünleri pazarlama hizmetlerine uyum, AB tarım hukukuna uyum. Uyum sürecinin en önemli başlıklarından birini fiyatlandırma politikasındaki değişiklikler oluşturmaktadır. Fiyatlandırma politikasında yapılacak değişiklikler ile tarım ürünü fiyatlarının AB fiyatlarına eşitlenmesi sağlanacaktır. AB'nin ağırlıklı olarak dünya fiyatlarından daha pahalı olan tarım ürünlerinin ihracatını, ihracat destekleme politikaları aracılığıyla gerçekleştirebildiği düşünüldüğünde, fiyatların eşitlenmesi ile fiyatlandırma politikalarındaki değişimin tarımsal ürünlerin fiyatının dünya piyasaları ile rekabet edebilme koşullarını olumsuz yönde etkileyeceği açıktır. Özelleşirken sömürgeleşme Tarım Sektöründe Özelleştirme Tarımda 1980'li yıllara kadar üretim artışı, kendine yeterlik temel hareket noktaları iken, 1980'den sonra uygulanan politikalar ile bu durum değişmiştir. Uygulamalar sonucu tarım piyasalarını düzenleyici kamu kurumlarının (Toprak Mahsulleri Ofisi, Tarım Kooperatifi Birlikleri, Zirai Donatım Kurumu, Toprak Su. Ziraat Bankası vb) etkinliği azaltılmaya çalışılmıştır. Diğer kamu kuruluşları gibi, bunların da özelleştirilmesi gündeme gelmiş, bazılarını sahip oldukları tekel gücüne (TÜGSAŞ'ın ithalat tekeli gibi) son verilmiştir. Tarıma yönelik politikaların, sanayi kesimi için doğrudan sonuçlan vardır. Dış rekabete açılan ekonomide imalat sanayi ve hizmetlerin rekabet gücünü artırmak için tarım etkin bir araç olarak kullanılmak istenmiştir. Bu politika, gıda maddeleri fiyatlarının düşük kalması yoluyla ücret artışlarını sınırlamak ve sanayinin girdi olarak kullandığı, tarım ürünleri fiyatlarını düşük tutarak, sanayi maliyet fiyatlarını önlemek biçiminde uygulanmaya çalışılmıştır. Bu politikalar sonucu tarım emekçileri hızla yoksullaşmış, tarımdan sanayiye kaynak aktarımı hızlanmıştır."2 (2Petrol – İş, Gübre sektöründe ve tarımda özelleştirmeye hayır, Petrol – İş yayın: 63, Temmuz 2000, sayfa: 11 )(Doç. Dr. F. Aylan ARI-Türkiye’de tarımın Ekonomideki yeri)

Sonuç: 24 Ocak 1980’de alınan “24 Ocak istikrar tedbirleri” 12 Eylül dönemi şartları içerisinde içeriden ve dışarıdan desteklenerek, devletin küçültülmesi ve KİT’lerin özelleştirilmesi çalışmalarını başlatmıştır. KİT’ler sanayinin ülke geneline yayılması, üretimde girdi temini, üretim öncesi depolama, üretim sonrası işleme ve pazarlama görevleri yanında, bölgesel kalkınma, beslenme, konut, toplu taşıma, doğal kaynakların değerlendirilmesi, yurt savunması gibi hususlarda çok kıymetli işlevler görmüşlerdir. Anayasanın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin niteliklerini belirtilirken “Toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir” denilmektedir. KİT’lerin sosyal devlet politikaları yönünden görmüş oldukları işlevler bu açıdan değerlendirilmelidir. 1980–2007 yılları arasında tarımda IMF ve DB önerileri doğrultusunda yeniden yapılanma adı altında kamu işletmeciliğinde değişikliklere gidilmiştir. 1984 yılında yapılan Tarım Bakanlığı re-organizasyonu çalışması ile, Ziraat İşleri Genel Müdürlüğü, Zirai Mücadele ve Karantina Genel Müdürlüğü, Toprak-Su Genel Müdürlüğü, Çayır-Mera Yem Bitkileri Araştırma Enstitüleri, Hayvancılığı Geliştirme Genel Müdürlüğü, Su Ürünleri Genel Müdürlüğü, Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü, Gıda İşleri Genel Müdürlüğü kapatılmış ve hizmetlerin tek çatı altında toplanması amaçlanmıştır. Bu çalışmanın müspet ve menfi yönleri halen tartışılmaktadır. Mesela kapatılan Toprak-Su Teşkilatının, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü adı altında Tarım Bakanlığından ayrılıp ayrı bir bakanlığa bağlanması ile bu kuruluşun çiftçilere direkt götürmekte olduğu pek çok hizmet sekteye uğramıştır. Zirai mücadelede ve karantina çalışmalarında eski verimlilik temin edilememiştir. 1981 yılından itibaren destekleme alımı yapılan ürün sayısı 10 ürüne kadar azaltılmıştır. 1991 ve 1992 yılında desteklenen ürün sayısı tekrar 26’ya kadar çıkmış, 5 Nisan 1994 kararları ile IMF’ ye verilen taahhütler çerçevesinde “Daha rasyonel bir yapıya kavuşmak” adına hububat, şeker pancarı ve tütün dışındaki ürünler hazine garantili destekleme kapsamı dışına çıkarılmıştır. Fındık, ayçiçeği, pamuk gibi tarım satış kooperatifleri birliklerinin (TŞKB) Hazine garantili alım politikaları terk edilmiş, Birliklere Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonundan (DFİF) % 50 basit faizli, bir yıl vadeli ürün işleme kredisi kullanma uygulaması getirilmiştir. Tarımsal yayım ve uygulamalı araştırma projesi (TUYAP) ile eğitim ve ev ziyareti modeli benimsenmiş, uygulamaya konulmuş fakat belirgin bir faydası olmamıştır. 1985 tarihli Tarım SECAL anlaşması başlangıç olmak üzere, tarım sektöründe ürün planlaması, kredi, girdi temin etme gibi kamu örgütlenmelerine ait yeniden yapılandırmaya yönelik “Program kredileri” verilmiştir. Bu kredilere tarım sektörünün küreselleşme sürecinin gerekleri doğrultusunda düzenleme (KİT’lerin tasfiyesi, mali liberalizasyon) kredileri diyebiliriz. Yine 1985 yılında Dünya Bankası ile “Tarım sektörü uyum-ikraz” anlaşması yapılmıştır. 13.07.1985’de yayınlanan anlaşma ile Türkiye’ye 300 milyon dolar kredi açılmıştır. Bunun % 95’ i “İthalat”, % 5’ i “Tarım Yönetimini Geliştirmek” amaçlıdır. TİGEM (Tohum), ve TZDK (Gübre,ilaç,makine-alet-ekipman)’nun modernize edilmesi adı altında bunların özelleştirilmesi ile, girdi pazarındaki devlet etkinliği kırılmak istenmiştir. Türkiye Zirai Donatım Kurumu bilahare kapatılmış, gübre pazarlama işi gerektiği gibi özel sektöre bırakılmıştır. TMO, TEKEL, Şeker Fabrikaları, Çay Kur alım-satım-stoklama ve sınaî dönüştürme ve dağıtım görevini üstlenmişlerdir. 2000’li yıllara gelindiğinde 5 Nisan 1994 kararları ile destekleme kapsamı içinde bırakılan ilk 3 kuruluşta bu kapsam dışına çıkarılarak işlevsizleşmeye terk edilmiştir. Pazar payı az olmakla birlikte üretici ve tüketici piyasalarının fiyat istikrarının teminatı olan SEK, EBK, Yem Fabrikaları gibi kuruluşlar, arsa değerlerinin bile altında bir fiyatla elden çıkarılmışlardır. ÜGSAŞ, İGSAŞ gibi kuruluşlar Türkiye gübre üretiminin %40’ına sahip iken bunların özelleştirilmesiyle, gübre tekellerinin fiyat karteli oluşturabilmesinin önü açılmıştır.

Ziraat Bankasının özelleştirme programına alınmasıyla birlikte bu bankanın kaynaklarını kullanan TKK (Tarım Kredi Kooperatifleri)’ nin çiftçiye kredi ulaştırma imkânı ortadan kaldırılmış olacaktır (Son krizle birlikte bankacılık reformu çerçevesinde bu karar alınmış, henüz uygulamaya konulmamıştır, yeni hükümetle uygulanacaktır.) 2000 yılında imzalanan Ekonomik Reform Kredisi (ERK) anlaşması, bunu izleyen 2001 Kurumsal Reform Kredisi anlaşmasıyla yeni bir evreye girilmiştir. Ekonomik Reform Kredisi yalnızca tarım sektörü ile ilgili değildir. Genel olarak Kamu maliyesi yönetimi reformunu içeren bu kredilerde tarım sektörüne ek olarak mali sektör, sosyal güvenlik sektörü, telekomünikasyon, enerji sektörleri de yer almıştır. Tarım ve Köyişleri Bakanlığının Tarım sektörü üzerindeki yönetim rolünün yeniden tanımlanması ile çalışma şeklinin merkezden yerele tüm birimleri etkileyecek biçimde vegenişlikte bir idari reform hedeflemektedir. Yine 18 Mayıs 2007 tarihli resmi gazetede yayınlanan, Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kuruluş ve Görevleri hakkındaki Kanun yürürlüğe girmiştir. Bundan sonraki aşama bölge kalkınma ajanslarının kurulmasıdır. Bu ajanslar bölgelerin özelliklerine göre projeler hazırlayacaklar, ihaleler yapılacak ve ihaleyi alan şirketler projenin uygulamasını gerçekleştirecektir. Bu projelerin uygulanabilir ve verimli olması için, bölgelerin yerel imkânlarını, coğrafyasını, iklimini bilen konu uzmanı kişilerce hazırlanması gereklidir. Tarım sektöründe devlet desteklemelerinin tümüne son verilerek yalnızca ekili araziye dönüm başına ödenmek üzere Doğrudan Gelir Desteği (DGD) geçilmesi (14 Mart 2000 tarihli resmi gazetede yayınlanan 2000/267 sayılı Bakanlar Kurulu kararı), ürün deseninin değiştirilmesi, sektörün yönetiminin güçlü biçimde değiştirilmesi amaçlanmıştır. Devlet her türlü desteklemeden çekilecek, tarımsal üretim ve tarımsal sanayi alanında hiçbir etkinlik göstermeyecektir. ABD ve AB’de Doğrudan Gelir Desteği bütün tarımsal desteklerin %10’unu oluşturmaktadır ve tek başına uygulanmamaktadır. Ülkemizde DGD uygulaması başlatılmış olup, destekler çeşitlendirilmiştir. ABD ve AB ülkelerini dikkate aldığımızda rekabet açısından bu desteklerin yetersiz olduğunu belirtmekte fayda var. Ülkemizde uygulamaya konulan 2001 yılındaki Güçlü Ekonomiye Geçiş programında veya daha önceki bütün programlarda sıkıntıların sebebi, yüksek enflasyon ve kamu açıkları olarak gösterilmiştir. Kamu açıkları özelleştirme ile çözülmeye çalışılmıştır. Kamu açıklarının kapatılması ve enflasyonun düşürülmesi için; sürekli tasarruf tedbirleri uygulanmış, yatırımların önü kısılmıştır. Yatırımların kısılması; üretim ve verimliliği düşürmekte, düşük üretim ithalatın artmasına sebep olmakta, İthalatın artması borçlanmayı artırmakta, borçlanmanın artması kamu yararına olmayan taahhütlerin uluslararası boyutta verilmesine sebep olmaktadır. Az gelişmiş ülkeler tüketim mallarını vasıfsız işgücü ve eski teknoloji kullanarak üretmekte veya çok uluslu şirketlerin yüksek teknoloji ürünlerinin montajını ucuz işgücü ile yapmaktadırlar. Çok uluslu şirketler bu teknoloji ürünlerini gelişmiş ülkelere satmaktadırlar. Az gelişmiş ülkeler yatırım için çok gelişmiş ülkelerden ithalat yapmakta, bu sayede üretim güçlerini ve emeklerini karşı tarafla bedava denecek şekilde değiştirmektedirler. Bu durum gelişmemiş ülkelerin aleyhine olan kısır bir döngüdür. 20 Kasım 2001’de yürürlüğe giren Güçlü Ekonomiye Geçiş Programında (GEGP) asıl amaç kamu borcunu tasfiye etmek denilmektedir. Kalkınma ve yatırım hedefi yoktur. İktidarın “Yatırım Ortamını İyileştirmek” adına IMF’ ye taahhüt ettiği tedbirlerle amaç, uluslararası sermayenin yatırım yaptığı alanlarda rahatsız oldukları denetim mekanizmalarını ortadan kaldırmaktır. GEGP’ nın uygulanması ile borçları ödemek için faiz dışı bütçe fazlası oluşturulması amaçlanmış, dış ödemeleri düzenlemek için merkez bankasının net iç varlıklarının artışı kısıtlanmış, ekonomi daralmış ve halk yoksullaşmıştır. Bu uygulamalarla ucuza üretmediğini ithal et felsefesi etkili kılınmaya çalışılmıştır. Mesela şeker yasasıyla “Türk insanı daha ucuza şeker tüketecektir” denilerek, üretimin kısıtlanması ve istihdamın daralmasına sebep olacak çalışmalara gidilmiştir. Üretmeyen bir ülkede istihdam düşecek, tarıma dayalı sanayi çökecek, sektörden ekmek yiyen milyonlarca kişi perişan olacaktır. Şeker dediğimiz zaman; şekeri, küspeyi, melastan elde edilen iyi kaliteli alkolü de hesaplarımızın içine almalıyız. Yine tütünden devlet desteğinin ve kotaların kaldırılması ile Doğu ve Güneydoğu vilayetlerimizde üretim durmuştur. Türkiye üretici olduğu bu iki sahada (şeker-tütün) ithalatçı duruma düşmüştür.

Hükümetler eliyle yapılan reformlar sonrasında uluslararası piyasalarda, çok uluslu şirketlerin sermayeleri karşısında ülkemizin (üreticilerin, birliklerin, şirketlerin) rekabet şansı azalmıştır. Tarımsal ve sanayi alanında yapılan örgütlenmeler ile çiftçiler – üreticiler üretime ve rekabete yöneldiklerinde uluslararası sermaye baskısı ile üretimden tasfiye edilebileceklerdir. Koruma duvarları ve güçlü girdi destekleri olmadan yapılan pahalı üretim, diğer gelişmiş devletlerin ucuz girdi ve sübvansiyonla desteklenmiş, ihraç ürünleri karşısında tutunamayacak, Bu durum üretimi ve istihdamı düşürecektir. İthalat için kaynak oluşturulamayınca da sonuç ekonomik kriz ve sosyal bunalımlar olacaktır. Bu da kısır bir döngüdür. kırılmalıdır. Bu döngü uluslararası anlaşmalar ve uygulamalar çerçevesinde, uluslararası rekabet göz ardı edilmeden üretim ve verimliliğin arttırılması için, birbirimizi aldatmadan ve birbirimize güvenerek birlik ve beraberlik içinde çalışarak, kendi ürettiğimizi kullanarak/tüketerek (Mesut Ünal-Ziraat Müh.-Ekonomist-Türkiyede Tarımın kısa sosyolojik tarihi-alıntı) Son söz: “Ameliyat Çok başarılıydı Hasta Öldü” Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın 2013 bütçesi Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülerek kabul edildi. Bakan Mehdi Eker’in komisyonda yaptığı konuşma hükümetin tarımda 10 yıllık icraatının özetiydi. Konuşmanın satır aralarında çok önemli gerçekler de su yüzüne çıktı. İşte o konuşmanın ayrıntıları: “Türkiye’nin nüfusu 2011 yılında 74 milyon 700 bin kişidir. Bu nüfusun 17,3 milyonu tarımsal nüfustur. 2011 yılında istihdam edilen 24,1 milyon kişinin yüzde 25,5’ine tekabül eden 6,1 Milyon kişi tarım sektöründe istihdam edilmiştir. 2011 yılında Türkiye’nin millî geliri 772,2 milyar dolar olup, bunun 61,8 milyar doları, yani yüzde 8’i tarım sektöründen gelmektedir. Türkiye’de fert başına millî gelir 10 bin 469 dolardır. Tarımda ise bu rakam 3 bin 602 dolar ile Türkiye ortalamasının yüzde 34,4’üne tekabül etmektedir. Türk tarım sektörü son sekiz yılın yedisinde pozitif büyüme göstermiştir. Türkiye’nin 2011 yılında tarım ürünleri ithalatı 17,6 milyar dolar, ihracatı ise 15,3 milyar dolardır. 2012 yılı için Ekim ayı sonu itibariyle 6 milyar 937 milyon lira nakit tarımsal destek ödenmiş olup, yılsonu itibariyle bu miktarın 7,7 milyar liraya ulaşması planlanmaktadır. 2011 yılında ise çiftçimize ödediğimiz nakit, karşılıksız destek miktar 7 milyar 84 milyon liradır. Ekim ayı sonu itibariyle ödenen toplam destek miktarı son 10 yıla bakıldığında 2,7 kat artmıştır. 2012 yılsonunu dikkate aldığımızda 2003-2012 döneminde karşılıksız, nakdî, hibe destek olarak Türk çiftçisine ödediğimiz tutar 50 milyar 700 milyon liradır. Tarıma verilen desteğin gayrisafi yurt içi hasıla içindeki oranı Türkiye’de OECD hesaplamasına göre yüzde 2,2’dir. OECD ortalaması ise yüzde 0,95’dir. Hayvancılık desteklerinde 2011 yılında 1,7 milyar lira ödenmiş iken, bu yıl Ekim ayı sonu itibariyle ödenen miktar 1 milyar 952 milyon lira olmuştur. Türkiye’de eskiden hayvancılık destekleri toplam tarım destekleri içerisinde maalesef yüzde 4,4 gibi çok cüzi bir paya sahipti ve bunun da bütçe içerisindeki karşılığı sadece 83 milyon lira idi. 2012 yılsonunda 2,2 milyar liraya ulaşacak hayvancılık desteğinin toplam tarım destekleri içerisindeki payı yüzde 28,5’e çıkmıştır. Bu oranlar bizim stratejik olarak ele aldığımız hayvancılığa verdiğimiz önemi göstermesi bakımından son derece önemli ve anlamlı bir göstergedir. 2003-2012 döneminde hayvancılığa ödediğimiz toplam nakit karşılıksız destek 9,4 milyar liradır. Ayrıca hayvancılığa sıfır faizli kredi de sağlanmaktadır. Bu kapsamda 2010 yılı Ağustos ayından, 2012 yılı Ekim ayı sonuna kadar toplamda 170 bin 417 üreticiye 6,7 milyar lira faizsiz kredi kullandırılmıştır. Süt üretimimiz 2002 yılında 8 milyon 400 bin tondan, 2011 yılında 15 milyon tona çıkmıştır. Kırmızı et üretimimiz ise 2002 yılında 420 bin tondan, 2011 yılında 776 bin tona çıkmıştır. Bu günlerde çok konuşulan samanda 2011 yılı üretimi 28,3 milyon tondur. İthal edilen saman miktarını ise sadece 461 tondur. Saman ile ilgili yaşanan sorun bu yıl Nisan yağışlarının bazı bölgelerde yetersiz olmasından kaynaklanmakta olup, “Türkiye’de saman kalmadı, bitti de mecburiyetten ithal ediliyor.” diye bir durum söz konusu değildir. 2002-2011 döneminde; tavuk eti üretimimiz 700 bin tondan yüzde 131,7’lik artışla, 1 milyon 600 bin tona, bal üretimi 74 bin tondan yüzde 26,4’lük artışla 94 bin tona, su ürünleri yetiştiriciliği 61 bin tondan yüzde 208’lik artışla 188 bin tona çıkmıştır. Son 10 yılda genel manada arpa, nohut, kütlü pamuk vb. birkaç ürün dışında bir ilerleme, bir büyüme söz konusudur. Yine 10 yıl önce 16,8 milyar dolar olan bitkisel hasıla miktarı, yüzde 143’lük artışla 2011 yılında 40,8 milyar dolara yükselmiştir. Şu anda dünyanın 7’nci büyük tarım ekonomisiyiz. 2002 yılında bunu 11’inci sıradan devraldık ve 7’nci sıraya getirdik. Önümüzdeki ülkeler; Çin, ABD, Hindistan, Brezilya, Japonya ve Endonezya’dır. 2023’e doğru giderken hedefimiz tarımsal ekonomik büyüklük itibariyle dünyanın en büyük ilk 5 ülkesi arasında olmaktır.” Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker’in “Bütçe Sunuş Konuşması” bazı gerçekleri de su yüzüne çıkardı. Nedir o gerçekler? Son 10 yılda 50.7 milyar lira destek verilen tarım sektörünün 2011 ithalatı ihracatından daha fazladır. Bir yıllık dış ticaret açığı 2.3 milyar dolardır. Hükümetin, 10 yılda en fazla destek verdiği hayvancılıkta çok çarpıcı bir tablo ile karşı karşıyayız. Hayvancılık destekleri, 2002’de 83 milyon lira iken 2012’de 2.2 milyar liraya ulaştı. Hayvancılık desteğinin toplam tarım destekleri içerisindeki payı yüzde 4,4’ten, yüzde 28,5’e çıktı.Süt üretimi, et üretimi arttı. Yem bitkileri ekim alanı arttı. Üstüne üstlük hayvancılığa son 3 yılda 6.7 milyar lira da kredi verildi. Bu kadar destek ve bu kadar krediye rağmen son 3 yılda 3 milyar dolarlık canlı hayvan ve et ithal edildi. Cumhuriyet tarihinde kurbanlık ithal edildi. Saman ithal edildi. Konuşmaya ilişkin pek çok değerlendirme yapılabilir. Fakat, bu iki örnek bile tarım politikasında bir yanlışlık olduğunu gösteriyor. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker’in konuşmasını tıp diliyle yorumlamak gerekirse; ameliyat çok başarılı, fakat hastayı kaybettik. Allah rahmet eylesin. ( 14 Kasım 2012-Ali Ekber Yıldırım Kategori : Tarım genel, Tarım politikaları-Tarım Dünyasından)

M U H T E RE M D U R M U Ş
Daha yeni Daha eski