Türkiye, tarihinin en uzun süren karanlık dönemlerinden birini AKP iktidarında yaşıyor. Elbette bu ülke tarihinin hiçbir döneminde gerçek bir demokrasiyi, adil bir hukuksal işleyişi, halkın çıkarlarını esas alan bir iktidarı yaşamadı. Ancak Türkiye,  darbe dönemleri dışında, demokrasinin neredeyse hiçbir kuralının uygulanmadığı, hukukun çıkar gruplarına göre bile değil kişilere göre biçimlendirildiği ve işletildiği, iktidar olanaklarının iktidarı paylaşanlar arasında doymak bilmez bir açgözlülükle paylaşıldığı böyle bir dönemi de daha önce hiç yaşamamıştı.
Sadece bu kadarla da sınırlı değil. AKP iktidarı boyunca uygulanan politikalar sonucunda toplumsal ayrıştırma, dışlama ve kutuplaştırma, 1980 öncesinin MC hükümetlerini dahi aşan boyutlara ulaştı, rejimin temeli haline getirildi. Başbakan Tayyip Erdoğan, zımni bir iç savaş lideri haline geldi.
İç ve dış politikaları iflas ederek krize giren ve Haziran İsyanı ile birlikte meşruiyetini yitiren AKP iktidarı, varlığını sürdürebilmek için, geçtiğimiz 12 yıl boyunca yarattığı bu siyasi toplumsal dokuyu temel alan bir çürümüş diktatörlüğe dönüşüyor.
Ancak Türkiye halkı, Erdoğan’ın çürümüş diktatörlüğüne teslim olmayacağını Haziran İsyanı’ndan itibaren her gün daha da artan bir güç ve kararlılıkla ortaya koyuyor. Berkin Elvan’ın 9 ay sürdürdüğü yaşam savaşını kaybetmesinin ardından Türkiye’nin tüm kentlerinde sokakları dolduran yüzbinler, Haziran İsyanı’nın gelip geçici bir “an” değil devam etmekte olan bir süreç olduğunu ortaya koydu.
Haziran ayından bugüne dek inişli çıkışlı da olsa varlığını sürdüren sokak muhalefeti, AKP iktidarının sokaktaki ideolojik ve fiili hegemonyasını (meşruiyetini) neredeyse ortadan kaldırmasına rağmen kabul etmek gerekir ki AKP’nin siyasi iktidarını sarsacak hamleler geliştiremedi. Ve ne yazık ki bu hamleler ABD güdümlü/merkezli bir organizasyonun operasyonları olarak sürüyor.
Ancak kaçış yok; Erdoğan’ın çürümüş diktatörlüğü ayakta kalamayacak, halkın kararlı direnişi, zorbayı tarihin çöplüğüne gönderecek. Erdoğan, kaçınılmaz çöküş sürecini durdurabilmek için umutsuz bir çırpınış içerisinde. 17 Aralık skandalının sonrasında AKP tabanını kendi kişisel liderliği etrafında konsolide etmeye çalışan Erdoğan, bütün ümidini 30 Mart seçimlerinden %40′ın üzerinde oy almasına bağladı. Ancak, Berkin Elvan’ın ölümüyle birlikte sokakları dolduran milyonlar, Erdoğan’ın bu oy oranına ulaşması halinde dahi iktidarına meşruiyet kazandıramayacağını gösterdi. Diktatörlüğe karşı ayaklanmış yığınlar için Erdoğan’ın sandıkta elde edeceği sonuç, çürümüş bir diktatörlüğün kitle desteğini gösterecek sadece. Sandıktan hangi sonuç çıkarsa çıksın, Erdoğan isyan halindeki bir halkın kuşatması altında olacak.
2002′den bu yana her seçimde sokak hakimiyetini elinde tutan AKP, ilk defa 30 Mart seçimi sürecinde sokakta varlık yokluk mücadelesi verir hale geldi. Önceki seçimlerde ana arterleri kapatan AKP seçim stantları, birçok noktada halkın tepkisi nedeniyle açılamıyor, açılsa dahi eski debdebesinden çok uzakta düşük bir profil veriyor. Bu durumun farkında olan Erdoğan, kendi seçmen kitlesini savaşçı bir kitleye dönüştürmeye çalışıyor. Haziran İsyanı’nda “benim başörtülü bacımı Kabataş’ta çocuğuyla birlikte linç ettiler”, “camide içki içtiler” yalanlarıyla kışkırtamadığı seçmenlerini harekete geçirebilmek için AKP’li mafyatik gençlik çetelerini sokağa salmaya başladı. Erdoğan, HDP bürolarına karşı geliştirilen zincirleme saldırılardan sonra, Berkin Elvan’ın öldürülmesini protesto eylemlerinin ardından yeniden peydah olan “eli sopalı” gruplarla sokak gücü oluşturmaya çalışıyor.
Şimdi açıkça görülüyor ki, 30 Mart seçimleri, Türkiye tarihinin bugüne kadar görmediği bir gerilim ve çatışma odağı olacak. AKP seçimden istediği sonucu elde edebilmek için her türlü aracı kullanacak. Seçimler yaklaştıkça, gerilimi de tırmandıracak. Erdoğancı gençlik çetelerinin güçlü oldukları yerlerde AKP karşıtlarına, CHP ve HDP seçim ofislerine saldırdıklarını da görebiliriz. Meydanları polis zorbalığıyla muhalefete kapatmaya çalışan Erdoğan, özellikle yoksul mahallelerde bir kontra sokak hareketi yaratarak seçmen tabanını konsolide etme tercihine sarılabilir.
Taşıma seçmenler, mükerrer oy, başkasının yerine oy kullanma,  yapacağı bütün hile ve düzenlere rağmen AKP sandıkta istediği sonucu elde edemezse, muhalefetin cemaat eliyle seçimlere hile karıştırdığını iddia ederek sandık sonucunu tanımamaya da hazırlanıyor. Tabii tersi de mümkün. Yani Tayyip Erdoğan ve yakın ekibini siyasetten silmeyi amaçlayan 17 Aralık operasyonunun sahiplerinin, özellikle İstanbul ve Ankara’nın her ikisini birden AKP’nin tekrar kazanması durumunda, bu sonucu “sandığın kararı” deyip kabullenmeleri imkansız. Hile karıştırılması kaçınılmaz olan seçimlerde, sandıktan hangi partilerin çıkacağı şimdiden bilinemezse de, her sandık bir çatışma çıkarabilecek potansiyel taşıyor.
Ne olursa olsun, bu süreç ne Tayyip Erdoğan’a ne de 17 Aralık operasyonunun arkasındaki güçlere bırakılamaz. Tayyip Erdoğan’ın iktidarının devamında halkın taleplerini dikkate alan bir değişimin imkansızlığı kadar yozlaşmanın, yolsuzluğun ve diktatörlüğün katmerleşerek artacağı mutlak bir gerçek. 17 Aralık operasyonunun arkasındaki güçlerin olası iktidarında da AKP’nin özellikle son dönem uygulamalarıyla rayından çıkardığı sistemi, zaten o sistemin bir parçası olanların özeleştirel değerlendirmeyle topyekün yeniden yapılandırılmayacağı sadece kendi iç koalisyon dengelerine göre yamalar yapılarak geçiştirileceği de mutlak bir gerçek.
Yapılması gereken ise AKP iktidarında artık kronik bir hal alan yolsuzluğun, yozlaşmanın ve keyfiliğin kalıcı bir halde topyekün ortadan kalkmasını sağlayacak yeni bir hesap sorma mekanizması, yeni bir hukuksal düzen ve yeni bir demokratik işleyiş biçimi olmalıdır. Bunları sistem içi güçlerden hele hele halkın taleplerini gözeterek yapmalarını beklemek elbette aymazlık olacaktır.  Halkın talepleri ekseninde gerçekleştirilecek bir reform hareketi bile halkın doğrudan oluşturduğu örgütler aracılığıyla gerçekleştirilebilir.
Ancak Erdoğan’ı adım adım çöküşe sürükleyen halk direnişi, forumları ve eylem platformlarıyla kürsülerini oluşturmasına karşın, Türkiye’nin yeni iktidarını şekillendirecek bir politik muhalefet merkezini oluşturabilmiş değil. Erdoğan’ın çürümüş diktatörlüğünün yerinin aynı çürümüş kurumsal politika merkezleri tarafından dizayn edilmesi tehlikesi, halkın, onur, özgürlük ve adalet hareketinin karşısındaki bir başka büyük tehlike olarak dikilmektedir.
Bu nedenle, onur, özgürlük ve adalet için ayağa kalkan halkın istemini açık ve basit ifadelerle ortaya koyacak bir acil ve vazgeçilmez talepler dizisinin, halk isyanının temel çağrısı olarak halk isyanının meşru politik öznelerinin ortak gücüyle dile getirilmesi yaşamsal önemdedir. Berkin Elvan’ın hayatını kaybetmesi sonucunda sokağa çıkan yüzbinler (sistem içi güçlerin bu tepkileri sadece bir cenaze törenine indirgeme propagandalarına rağmen) göstermiştir ki halk, Tayyip Erdoğan iktidarının sürmesine izin vermeyeceği gibi yeni kurulacak bir dönemin de aktif kurucusu olmaya kararlıdır.
Onurumuz, özgürlüğümüz ve adalet için, Haziran ayından beri sokakları, forum alanlarını terk etmeyenlerin vazgeçilmez talepleri şunlardır:
Saygı istiyoruz!
Türkiye toplumunu oluşturan bütün insanların etnik kimliğine, cinsel kimliğine/yönelimine inancına saygı gösteren ve her milliyetten, her cinsel kimlikten/yönelimden ve her inançtan insanın kendisini içerisinde eşit ve özgür hissettiği, insanca bir yaşamın vazgeçilmez şartları olan temel hakların ve doğanın varlığını sürdürebilmesinin güvence altına alındığı, halkın söz   yetki ve karar sahibi olduğu   bir kamu düzeni istiyoruz.
Özgürlük istiyoruz!
Herkesin, ihtiyaç duyduğu her alanda örgütlenme, ifade ve iletişim özgürlüğünün teminat
altına alınmasını istiyoruz. Örgütlenme, ifade ve iletişim özgürlüğünü tehdit eden bütün kurum ve düzenlemelerin kaldırılmasını, en yoksul ve en zayıf insanın en zengin ve en güçlü insan karşısında haklarını ve özgürlüklerini savunabilmesini sağlayacak yeni bir haklar ve özgürlükler düzeninin kurulmasını istiyoruz.
Adalet istiyoruz!
İnsana karşı, özgürlüğe karşı, halka karşı suç işleyen, çalan, öldüren, yağmalayan bütün güç ve iktidar sahiplerinin yargılandığı, cezalandırıldığı adil ve tarafsız bir yargı işleyişi istiyoruz. Yeni zorbalar, yeni cellatlar, yeni sansürcüler, yeni hırsızlar istemiyoruz. Halkın örgütlü, eşit ve özgür iradesiyle yaptığı ve uygulamasını doğrudan doğruya denetlediği bir hukuk düzeni istiyoruz. Bu taleplerimizi gerçekleştirmeyi en temel sorunu haline getirmeyen bir yeni iktidarın halk isyanı karşısında gayrı meşru olacağını, ona karşı da isyan edeceğimizi şimdiden ilan ediyoruz.
Gidene “ağam” demedik, gelene “paşam” demeyeceğiz! SENDİKA.ORG
Daha yeni Daha eski