Türkiye 2013 yılının sonuyla başlayan dönemde zor, gergin, sıkıntılı bir sürece girdi. Eğriler doğrular birbirine karıştı. Toplum kesimleri arasındaki iletişim koptu, toplumumuza kakafoni, gürültü hâkim oldu. Medyanın yaptığı yayınlar sayesinde toplum keskin bir şekilde ayrıştı.

KARŞI OLANI SİNDİRDİ

Mahmut Akpınar , deyim yerindeyse son kitabında bu süreci anbean mercek altına aldı. 'Dün İrtica Bugün Paralel' adıyla çıkan kitapta Akpınar, toplumsal ayrışmanın sorumlusu olarak AKP hükümetini sorumlu tuttu. Recep Tayyip Erdoğan’ın alternatif olarak belirme ihtimali taşıyan kişi ve grupları teslim alma veya etkisizleştirme kabiliyetini sadece parti içinde değil parti dışında da kullandığını ifade eden Akpınar kitabında özetle şu saptamalarda bulundu:

“Kendisine siyaseten alternatif olabilecek bütün lider adaylarını yanına aldı; partileri bünyesine kattı. Siyasi hareket olmayan ama kendisine karşı durabilecek farklı yapıları ve kesimleri de bir şekilde ya kontrol etti veya devre dışı bıraktı. TÜSİAD merkezli liberal işadamlarından oluşan kesimi bazen sopa, bazen havuçla sindirdi. Medyaya büyük yatırımlar yaparak önemli bir kısmını kontrolüne aldı; pek çoğunu ise yine farklı enstrümanlarla muhalefet edemez, aleyhe bir şey yazamaz hale getirdi. ‘Büyük’ gazete ve medya grupları bir telefonla yazarlarını işten atmak durumunda kaldı. Yığınla gazete-TV istemediği halde AK Parti doğrultusunda yayın politikaları izlemeye başladı. Muhafazakâr olarak bilinen pek çok cemaat ve grubu, bazen gruba, bazen de önde gelenlerine-çocuklarına imkânlar tanıyarak yanına aldı. Erdoğan’ın  dershane meselesine girmesinin de böylesi bir anlamı var. Her basamakta vuruşarak, mevcut veya potansiyel rakiplerini elimine ederek gelmiş Erdoğan, 12 yıldır destek verse de Gülen Cemaati’ni kendisine tam tabi hissetmiyordu.

RAKİP OLARAK GÖRDÜ
Cemaat bir siyasi hareket olmadığını açıkça deklare etse de, Erdoğan çevresindeki bürokratik yapının etkisiyle epeydir Cemaat’i ‘alternatif’, ‘rakip’ görüyordu. Bu nedenle bu kesimin de ‘boynunun bükülmesine’ ve ‘diz çöktürülmesine’ ihtiyaç duyuyordu.” Kısacası, Mahmut Akpınar’ın içinde bulunduğumuz dönemin fotoğrafını tüm haliyle ortaya çıkardığı kitabından bazı analizleri sizler için derledik.

Farklı olana tahammül yok!

Ülkede yasama, yürütme ve yargı bir kesimden öte bir kişinin kontrolünde. Medya üzerinde ciddi denetim var. Yazarlar tehdit veya imkânla istenilen çizgiye çekilmeye çalışılıyor. İş dünyası ve sermayedarlar devlet aygıtları ile üzerlerine gelineceği ve bitirileceği korkusu yaşıyor.

MUTLAK BİAT ETMENİZ GEREKİYOR
Kocaman bir sektör, devasa istihdam potansiyeline rağmen, hukuk, evrensel değerler, demokrasi dikkate alınmaksızın bir kişinin ağzından çıkan lafla kapatılabiliyor. Aykırı, farklı olana tahammül yok! Ama gücü ve iktidarı kullananlar gibi inanan ve düşünenlere de tahammül yok! Hükümete paralel düşünenler ve yürüyenler de “paralel yapı” ithamıyla sindirilmek ve silinmek isteniyor. Benzer düşünmeniz, aynı değerler inanmanız yetmiyor, mutlak biat etmeniz, tam teslim olmanız, yorumsuz söz dinlemeniz gerekiyor! (sf.51)

Öcalan Güneydoğu’da özerklik istiyor
Öcalan ve PKK silahları susturma veya militanların sınır dışına çıkarılması, şiddetin bitirilmesi karşılığında Güneydoğu’da özerk bir yönetimin kurulmasını talep etmektedir. Talepler arasında hükümetin olumlu cevap veremeyeceği, yanaşmayacağı konuların başında bu son talep gelmektedir. Zira hükümet olumlu karşılasa dahi, kamuoyu böyle bir talebe şiddetle karşı çıkacaktır. Bunun kabulü yönünde verilecek tavizler AK Parti oylarında ciddi kayıplara neden olacaktır. Ancak özerklik noktasında Öcalan ve PKK/BDP aceleci olmayacak, kamuoyunun hazırlanmasını, ikna edilmesini de içine alacak bir zaman dilimine yayılmasını beklemeyi kabul edecektir. (sf. 29)

Kendi cemaatini kuruyor!

İhtimaller içinde en güçlülerinden birisi ise AK Parti’nin cemaatleşme çabasına girişmesi ve bu konuda rakip gördüğü bir kesimi hükümet imkanlarını kullanarak bertaraf etmeye çalışmasıdır. Son dönemde özellikle Ergenekon gibi derin yapıların zayıflaması, ordu ve yargı vesayetinin etkisizleşmesi üzerine AK Parti’de, Erdoğan’da yeniden Milli Görüş gömleğini giyme ve baştan bu tarafa yürüdüğü diğer görüşleri-ekipleri (liberaller, milliyetçiler, cemaat vd.) kenara iterek dar bir kadro ile yürüme iradesi görünmektedir.Erdoğan’da son dönemde siyasal kadrolarda Milli Görüşçüleri öne çıkarma ve hükümet imkânları ile AK Parti’ye sosyolojik bir cemaat tabanı oluşturma gayreti görülmektedir. (sf.87)


‘Ben bile ağzımı bu kadar bozmadım!’

Bugün dünkünden daha seviyesiz, daha hukuksuz bir kampanya yürütülüyor. Laikçiler, Kemalistler herhangi bir insanı bu kadar aşağılamamış, ağzını bu kadar kirletmemiş, bu kadar kin ve nefret dolu konuşmalar yapmamıştı.Gülen’in 40 yıllık hasmı Cumhuriyet yazarı Hikmet Çetinkaya yaşananlar karşısında: “Gülen aleyhine yıllardır yazarım ama ben bile ağzımı bu kadar bozmadım, bu kadar hakaret etmedim” diye itirafta bulunmak zorunda kalacaktı.

Hükümet devleti tahrip ediyor

“5000 yıllık geleneğe sahip kurumsallaşmış, güçlü bir devletiz” deriz ama bir adam 6 ayda devletin altını üstüne getirdi. Yaşadığımız hiçbir darbede bu kadar personel kıyımı yapılmamış, dengeler bozulmamış, devletin teamülleri, hukuk bu kadar hırpalanmamıştı!.. Bu kadar keyfilik, hukuk, yasa tanımazlık ancak 1930’ların Türkiye’sinde vardı. O dönemi kötüleyen lider benzer uygulamalar içinde ve devletin çivisini çıkarıyor, kurumsal/anayasal yapıları tahrip ediyor… (sf.350)

28 Şubat’ı  aşan algı operasyonu

28 Şubat’takinden beter bir PH ve algı yönetimi yürütülmekte, bir kesim planlı, hedefli ve sistematik şekilde ötekileştirilmekte, mücrimleştirmektedir. Hukuksuzluklar, otoriterleşme, anayasanın tahribi, yargılama süreçlerinden kaçmalar, üretilmiş ama yüksek sesle sürekli dile getirilen muhayyel bir tehdit ve tehlike ile örtülmek, kapatılmak istenmektedir. Dünün batı çalışma grubuna (BÇG) mukabil bugün Kozmik Çalışma Grubu (KÇG) bazı eylemler, projeler hazırlamakta, gazetecilerle istihbaratçılar yargıçlar, emniyetçiler birlikte çalışmakta ve bir kesim medya ile mücrim ilan edilip sonra üzerine gidilmektedir. Daha sonra da kamuoyuna bu insanlar mücrim, suçlu olarak sunulmakta ve maalesef dün irticadan mağdur olan, BÇG tarafından fişlenen kesimler yapan “kendilerinden” diye yaşanan hukuksuzlukları yok saymaktadırlar.  (sf.171)

Birileri bu paranoyaya dur demeli

Bir yolsuzluktan neler neler çıkarıldı. Kısa ve düz yol, adalet tercih edilmeyip uzun ve zor yol seçildi ve mesele kördüğüm edildi. Bu yüksek tansiyona ve insafsız kıyıma ülke daha fazla dayanamaz. Bir kişinin peşine takılıp memleketi uçuruma sürükleyenler az aklıselimle hareket etmeliler… Birileri bu savrulmaya, paranoyaya dur demeli… Bir koltuk uğruna ülkenin kazanımları, huzuru, kardeşliği ve geleceği karartılmamalı... (sf.163)

Cemaat bölünmek istendi


Camiaya karşı da başlangıcı 2006’lara kadar giden bir müdahale, bölme, parçalama projesinin varlığı biliniyor. O yıllarda Camia içinde etkili, ailesi açısından önemli avantajlara sahip, networku güçlü bir Zata kanca takıldı ve bir misyon yüklendi. Proje birileri açısından o kadar ümit verici hale geldi ki, bazıları: “Cemaat yakında bölünecek, az bekleyin” demeye başladılar. O kişiye ciddi yatırım yapıldı; lehine kulisler yapıldı. Projeyi yürütenler “adam”larından gayet emindiler. Bu sayede engel görülen ve dönüştürülmesi zor bir kesim parçalanacak ve etkisizleştirilecekti. Ama Camia projeyi fark edip gerekli tedbirleri aldı. (sf.112)

Yolsuzluğu sulandırma operasyonu

Son operasyon hükümetten nemalanan, varlığını-imkânlarına hükümete borçlu herkesi panikletti. Hükümet edenler hukuki, usule uygun, yetkili savcılarca yapılan bir soruşturmayı karartmak, dikkatleri başka yönlere çekmek için olağanüstü performans gösteriyorlar. Ne bulurlarsa yığınak yapmaya çalıştıkları bir savunma hattı oluşturuyorlar. Dini değerleri, İHL’leri, milli duyguları, her şeyi alıp alıp “kasa”ların ve “kutu”ların önüne koyuyorlar. Dikkatleri dağıtılıp soruşturma-yargı süreci, alakasız konularla sulandırılmak isteniyor. (sf. 139-140)

Casusun portresi


Casus zaaf sahibidir. Casus ahlak mahrumudur, casus beklentilidir. Casus ipotek altıdadır. Casusun değerleri olmaz. Casus ne din, ne hukuki ilke, ne kaide tanır; dün dediğinin tam aksini yapar. Casus bir nevi münafıktır. Nifak özelliği taşıyan insanlardan kaliteli casuslar çıkar. Onlar emanete ihanet eder, yalan konuşur, söz verdiğinde sözünde durmaz. Her şeyi çarpıtır, demagoji yapar, yaşayışıyla sözleri birbirini tutmaz. Dinlediğinde adam sanırsın, çok iyi konuşur ama yaşantısı söyledikleriyle uymaz… (sf.300)

Siyasal İslam ahlaki bir kırılma yaşıyor
Siyasal İslamcılar’ın siyasetleri, rahatları iyi ise ve yönetimde kendileri varsa İslam ahlakı yerlerde sürünmüş, değerler aşınmış, toplum ayrışmış çok umurlarında değildir. Sembolik hareketlerle ve algıları yöneterek her şeyin doğru olduğuna ve “İslamileşmenin devam ettiğine” tabanlarını ikna ederler. Bütün sorumluluk kendilerinde olduğu ve muhasebede bulunmak İslami olduğu halde hatalarını sorgulamazlar. Hatalardan dersler çıkarmak yerine başka bahaneler ve gerekçeler oluşturarak problemden sıyrılmaya çalışırlar. Oysa İslam itikadına göre sevaplar-kazanımlar ona katkısı olan herkesle müşterektir.(sf.196)

Paşa torunu Ecevit arkasında sadece bir ev bıraktı

Bülent Ecevit bir Osmanlı paşasının torunudur ve yıllarca başbakanlık yapmış bu adamın arkasında bıraktığı şey Ankara Oran’daki bir evdir. İslamcı bir hükümetin fevkalade vahim iddialar karşısında tınmaması ve memleketi adeta haraca bağlaması sadece İslamcılığın değil, adaletin, kamu kaynaklarına saygının da bütünüyle bittiğinin resmidir.  (sf. 154)
BUGÜN GAZETESİ
Daha yeni Daha eski