BAZI SANATÇILAR AKP'YE VE RTE'YE YARANMAK İÇİN BU SÖZLERİ SÖYLEYİP DİZ ÇÖKÜYORLAR
Mümtaz İdil’in, 29 Ekim 2014 günü Odatv’de yayımlanan yazısından öğrendiğimize göre, Ayten Gökçer, “Türkiye’de sanatın ve sanatçını özgür olduğunu düşünüyorum” demiş.  Bu sözü okuyunca “Ben Türkiye’de yaşamıyorum demek ki” demekten kendimi alamadım.
Mümtaz İdil, basının üzerinde bile durmadığı bu söze yazısında gerekli yanıtı çok güzel verdi.
AKP iktidarı döneminde tam bir kimlik değişimine uğrayan Türkiye görmezden gelinerek edilen bu sözün, AKP liderine körü körüne tapan cahiller tarafından söylenen sözlerden bir farkı var mı?
Ne yazık ki kendine sanatçı diyen pek çok kişi, AKP’ye ve RTE’ye yaranmak için dolaylı dolaysız aynı şeyleri söyleyip önünde diz çökmüyor mu?
Din, inanç ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, bilim özgürlüğü, özel yaşamın kutsallığı, adil yargılanma hakkı, hak, hukuk, adalet kavramları, hukuk devleti, yargı, yasama, ordu, medya, üniversiteler, laik eğitim, laik demokratik Cumhuriyet, anayasal düzen, Atatürk ilke ve devrimleri, Aydınlanma Devrimi; kısaca, çağdaş uygarlığa ilişkin hiçbir şey kalmamışken, Türkiye’de sanat ve sanatçı özgürlüğü vardır” demenin gerekçesini anlamakta güçlük çekiyorum.
TOKAT GİBİ ÜÇ YANIT
Tüm bu kategoriye girenlere, 4 Kasım 2014 günlü Cumhuriyet gazetesinin kültür sayfasında tokat gibi üç yanıt vardı.
- Birincisi’nde Akün ve Şinasi sahnelerinin gizlice satıldığından söz ediliyordu. Düşünebiliyor musunuz, sanatı ve sanatçıyı özgür kılan siyasal iktidar, Başkent’in en işlek yerinde olan, herkesin en kolay ulaşabileceği iki tiyatro sahnesini kapatıyor, ranta açıyor ve bir iş adamına satıyor.
İstanbul’daki Atatürk Kültür Merkezi ve Emek Sineması’ndan sonra sıra Ankara’daki tiyatro sahnelerine gelmişti.
Yeni Sahne yıllar önce kapatılmış, İrfan Şahinbaş’ın arazisine el konulmuş, Akün ve Şinasi tiyatro binaları satılmıştır. Şimdi Küçük Tiyatro’nun hedefte olduğu söylenmektedir. Küçük Tiyatro’ya, 1949’dan beri kiracı olarak kullandığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait tarihi binayı boşaltması için dava açılmıştır. Gerekçe nedir biliyor musunuz? “Kirayı artırmamak.”
GÜDÜMLÜ SANAT VE SANATÇI
Ayşe Emel Mesci, 17 Kasım 2014 günlü Cumhuriyet’teki köşesinde haklı olarak soruyor: “Hedefte Devlet Tiyatroları mı var, yoksa tiyatro sanatının kendisi mi?”
- Sorunun yanıtı aslında TÜRSAK (Türkiye Sanat Kurumu) yasa çalışmasıyla veriliyor. Çünkü TÜRSAK yasa çalışması, Devlet Tiyatrolarını, Devlet Opera ve Balesini, Devlet Senfoni Orkestralarını ortadan kaldıran, kısaca Türkiye’de özgür sanatı ve sanatçıyı yok eden, güdümlü sanat ve sanatçı yaratmaya dönük bir projedir.
İkinci haberde de, TÜRSAK yasa çalışmasına karşı çıkan herkesin görevden uzaklaştırıldığına yer veriliyordu gazetede.
- Üçüncü haberde ise, Devlet Tiyatroları bünyesinden olmamasına karşın TÜRSAK yasa çalışmasını desteklediği için Genel Müdürlüğe atanan bir kişinin göreve başlamasından hemen sonra “Macbeth” oyununun Kasım programından çıkarıldığı anlatılıyordu.
YENİ MÜDÜRÜN İLK İŞİ SHAKESPEARE'İ YASAKLAMAK OLDU
Yeni Genel Müdürün göreve başlaması sonrasında yaptığı ilk iş, Shakespeare’in ünlü “Macbeth” adlı oyununun Devlet Tiyatrosu’nun Kasım programından çıkarılması olmuştu. Kültür Bakanlığı görevlileri oyunun provasını izlemişler, hoşnut kalmamışlar, oyun da programdan çıkarılmıştı.
Neden çıkarılmıştı programdan bu oyun? Çünkü iktidar hırsının nasıl zalimliğe dönüştüğünü, devlet erkini elde tutabilmek için nasıl suç işlendiğini anlatıyordu. Genel Müdür bu oyunun AKP/RTE iktidarı ile bağını kurmuş olmalı ki, iktidar alınmasın diye oyun programdan çıkarılmıştı.
Üstelik tepki olarak Ankara, İstanbul, İzmir, Erzurum, Van, Trabzon, Konya tiyatro müdürlerinin istifa etmeleri de (Dikmen Gürün, Cumhuriyet, 04.11.2014) hiç dikkate alınmamıştı.
Bu sansür bize İstanbul’da, sezon başında Devlet Tiyatrosu repertuvarından çıkarılan “Güneş Batarken Bile Büyük” ve “Geçtim Ama Tiyatrodan”oyunlarını anımsattı. O zaman bu oyunların da Bakanlığın istemi üzerine kaldırıldığı söylenmişti.
Ve diğerleri…
AKP iktidarında sanatı ve sanatçıyı özgürlüğünden alıkoyan uygulamalar kuşkusuz bulardan ibaret değildir. Siyasal iktidar sanat ve sanatçılar üzerinde sistemli bir yıpratma politikası uygulamaktadır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’ne yamamaya çalıştıkları İslami dünya görüşünde sanata ve sanatçıya yer yoktur.
RESMİ, HEYKELİ, TİYATROYU, BALEYİ “GÜNAH” SAYANLAR ÖZGÜRLÜK VERİR Mİ
Siz, iktidara geldiklerinden bu yana bir tek tiyatro oyununa, bale ve opera gösterisine, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) konserine gitmeyen, resmi, heykeli, tiyatroyu, baleyi “günah” sayan siyasetçilerden sanata ve sanatçıya özgürlük vermesini bekleyebilir misiniz? Bekleseniz de bunu bize yutturamazsınız.
Özgürlük (serbestliğin adını özgürlük koymuşlar) denince yalnız “türbanı”ve “ibadeti”; sanat deyince de yalnız “hat ve ebru” sanatları ile Mehter Marşı’nı anlayan bir iktidarla karşı karşıyayız.
 Kısa süre önce AKP’li Antalya Büyükşehir Belediyesi’nce düzenlenen Antalya Altın Portakal Film Festivalindeki skandal sansür olayını hep birlikte okuduk. Ne oldu bu Festivalde? Reyan Tuvi’nin ‘Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’ adlı Gezi Direnişi’ni konu alan belgesel filmi, 51. Altın Portakal Film Festivali Ulusal Belgesel Yarışması listesinden çıkarıldı. Yani sansürlendi. Bunun üzerine yapımcısı belgeseli yarışmadan çekti. Ardından bu sansüre tepki duyan 11 jüri üyesi, "Sanatsal ifade özgürlüğünün güvence altında olmadığı” gerekçesiyle çekildiler.
YASAKLAR BİRBİRİ ARDINA GELİYOR
Fazıl Say’ın eserinin CSO’da çalınması yasaklandı.
AKP’li belediye başkanı tarafından heykeller “içine tükürülecekler- içine tükürülmeyecekler” diye ikiye ayrıldı.
Kars’taki barış heykeli “ucube’ye benzetilerek yıktırıldı. Bu heykelin orada yaptırılmasına izin veren belediye başkanı, AKP’li olmasına karşın ikinci kez belediye başkan adayı yapılmayarak cezalandırıldı.
Televizyon film ve dizilerinde bırakın yatak sahnelerini, öpüşme sahneleri bile kesiliyor, içki kadehleri buzlanıyor artık. Çıplak heykeller ve üzerinde mayo reklamı bulunan afişlerin üzeri örtülüyor ya da boyanıyor.
Devletin yasakları toplumun yasaklarını davet ediyor. Mahallelinin, içki servisi yapılan resim sergileri açılışlarında yaptıkları henüz belleklerimizde.
Yunus Emre gibi, UNESCO tarafından anma programına konulan bir büyük ozanın tasavvufla ilgili bir şiirinin bir beyiti Eğitim Bakanlığın’ca sansürleniyor. (Hayati Asılyazıcı, Aydınlık, 05.11.2014)
Sosyal medyada Ömer Hayyam’dan alıntı yapmak ceza nedeni oluyor.
27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü Alternatif Bildirisi’ni okudukları gerekçesiyle, Erzurum Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Oyunculuk Bölümü öğrencilerinin oyunu dekan tarafından yasaklanıyor. (Aydınlık, 08.04.2014)
Samsun Sanat Tiyatrosu’nun Bergama’da sahnelemek istediği, Soma ve 17 Aralık sürecini anlatan “Diren” oyunu, Bergama Kaymakamı tarafından “politik” olduğu gerekçesiyle engelleniyor. Aynı oyun için benzer engellemeler daha önce de Edirne, Simav, Afyon ve Kütahya’da da yaşanmıştı. (Cumhuriyet, 16.11.2014, Mete Kızık)
Adana’da bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilen Uluslararası Tango Festivali, “Uslu Adana Platformu” tarafından “zina festivali” ilan ediliyor.
Bale “erotik” sanat olarak tanımlanıyor.
Bırakın bale ve tangoyu, Samsun Müftüsü, kızlı erkekli karışık horon oynanmasının haram olduğunu, kız-erkek kardeşlerin bile birlikte oynayamayacaklarını; Manisa Müftülüğü kız-erkek semazenlerin birlikte gösteri yapamayacaklarını açıklıyor. Kadınların sokakta kahkaha atmalarına bile karışılıyor.
ALIŞVERİŞ MERKEZİ VİTRİNLERİ BİLE SANSÜRLENDİ
Başbakan Erdoğan’ın Muğla ziyareti sırasında gezeceği bir alışveriş merkezi ile Ankara’da açılışı Başbakan tarafından yapılan bir alışveriş merkezindeki mağazaların vitrinlerindeki kadın fotoğrafları sansürleniyor.
Başbakan Erdoğan’la sanatçıların çektirdikleri fotoğraflar boy boy gazete sayfalarını süslerken, “Eskişehir Opera Günleri” ne katılan Mersin Devlet Opera ve Balesi sanatçılarının Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’le toplu halde fotoğraf çektirmeleri, “siyasi propaganda” kabul ediliyor ve Genel Müdürlük, “siyasi propaganda niteliği taşıyan ya da bu şekilde anlaşılabilecek tutum ve davranışlarda bulunulmaması” uyarısında bulunuyor.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), bir dizide Roma sokaklarında öpüşen iki Türk gencin yer aldığı sahneyi “erotik” buluyor. Bunun üzerine CNN Türk televizyonu bir programında, Barok döneminin önde gelen ressamlarından Peter Paul Rubens’in ‘Üç Güzeller‘ adlı tablosunu sansürleyerek vermek zorunda kalıyor.
Yabancı kaynakların “dünyanın en güzel gar binalarından biri” diye tanımladığı, 2010 yılındaki yangından sonra yalnızlaştırılarak unutturulmaya çalışılan Haydarpaşa Garı ranta kurban edilip otele dönüştürülüyor.
Özel tiyatrolara “yandaş rütbesine” göre devlet yardımı yapılıyor. Böylece karşıt tiyatroların ayakta durması giderek güçleşiyor, güçleştiriliyor.
Güftesi ve bestesiyle Anayasa’da koruma altına alınan İstiklal Marşı, mehter marşına formatında çalınıp “Kaçak-ak Saray”ın tanıtım filminde kullanılıyor.
Çağdaş anlamda sanatı ve sanatçıyı reddeden siyasal İslam’ı ülkeye egemen kılmak isteyen ve bunda büyük ölçüde başarılı olan bir iktidar döneminde, üstelik bunca somut olumsuz gelişmeye karşın “Türkiye’de sanat ve sanatçı özgürlüğü vardır” diyenlere söylenecek söz kalmış mıdır?
Unutulmamalıdır ki, çağdaş uygarlık düzeyini hedef alan Atatürk Aydınlanma Devrimi’nin iki ışığından biri akıl ve bilim ise, diğeri sanattır. Bülent Serim-Odatv.com
Daha yeni Daha eski