Modern dönemde İslam’ın Batı Avrupa’da kayda değer bir varlık göstermesi İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki göçlerle beraber gerçekleştiğinden Müslüman toplulukların, özellikle de siyasal İslamcı hareketlerin iki Dünya Savaşı arasında Avrupa’da kurduğu ilişkiler genellikle çok fazla dikkate alınmaz. Oysa, Doğu Avrupa’daki eski Osmanlı topraklarında yaşayan binlerce Müslüman, Nazi işgalini yaşamıştır. Bu Müslümanların binlercesinin Nazilere karşı savaştığı biliniyor. Örneğin Josip Broz Tito’nun Partizan ordusunda 15 bin Müslüman olduğu tahmin ediliyor. Bunların arasında Süleyman Filipoviç ve Pozderaç ailesi gibi Yugoslav devrim mücadelesinde önemli rol oynayan Boşnaklar da var. Aynı şekilde Yunanistan’daki anti-faşist mücadelede de çok sayıda Pomak ve Türk’ün yer aldığını söylemek mümkün. Diğer taraftan Bosna Hersek, Makedonya ve Batı Trakya gibi Müslüman ağırlıklı bölgelerde Müslümanlar, Nazi işgaline destek vermezken örgütlü siyasal İslamcılık’ın Nazi rejimiyle enteresan ilişkiler kurduğunu görüyoruz. Özellikle Bosna’da Alman ordusuna katılarak İkinci Dünya Savaşı’nda yer alan “fesli Naziler” bunun en çarpıcı örneği.
Nazilerle siyasal İslamcıların Yugoslavya’daki işbirliği, Hırvat faşist lider Ante Paveliç’in İtalya’daki sürgünden dönüşüyle başladı. Paveliç; Yugoslavya Krallığı’nın işgal edildiği Nisan 1941’de Nazileri ve İtalyan faşistlerini örnek alarak kurduğu Ustaşi örgütüyle beraber Bağımsız Hırvat Devleti’ni ilân etti. Ustaşi, kendisine düşman olarak Sırpları, Romanları ve Yahudileri bellemişti. Örgüt sivil katliamlarına girişirken Müslümanlardan da destek aradı. Hatta Paveliç, bu destek için Zagrep’te kendi adına bir cami de yaptırdı. Ancak Müslümanlar devlette yükselemiyor, eşit muamele de görmüyorlardı. Hırvatlarla işbirliği yaparak Sırp çetniklerin de hedefi hâline gelen Müslümanlar zora düşerken, İslami hareketin merhum lideri Mehmed Spaho’nun öğrencisi Üzeyirağa Hacıhasanoviç’in başını çektiği bir grup Adolf Hitler’e bir mektup yazarak Bosna-Hersek’in Üçüncü Reich’a katılmasını istedi. Tarihçi George Lepre, Hitler’in bu teklifi uygun bulmamakla beraber Almanya saflarında savaşa girecek Müslümanların Türkiye’yi de Nazilere yaklaştıracağını düşündüğünü söylüyor. Bu amaçla Bosna’da SS’lere katılmak isteyenler için bir bölük kuruldu ve başına da eski Osmanlı topraklarını çok iyi tanıyan ve çok iyi derecede Sırpça ve Türkçe bilen Karl von Krempler getirildi. Von Krempler, doğrudan SS komutanı Heinrich Himmler’e sorumluydu. Adolf Hitler’in de bölüğün kurulmasına onay vermesinin ardından, Ante Paveliç’le temasa geçildi ve Boşnak İslamcıların yolu tekrar Ustaşi’yle kesişti.
‘SS HANÇER’ KURULUYOR
Varılan anlaşmaya göre Müslüman Boşnak askerleri, Alman ordusu Wehrmacht’ta eski Avusturya-Macaristan ordusundaki haklara sahip olacaklardı. Namaz kılmakta ve fes takmakta özgürdüler. Bölüğün resmi üniformasında da üzerinde Nazi kartalı olan fes vardı. Himmler, yine Lepre’ye göre, bölüğün yalnızca Müslümanlardan oluşmasına özel önem gösteriyordu. Alman ordusu, Bosna-Hersek’te varlığını hissettirmeye başladığında onların militan toplamasına yardımcı olanlar yine siyasal İslamcılardı. Kumandan Muhamed Hacıefendiç ve reis-ül-ulema Hafız Muhamed Panca, Nazilerin bölüğe asker toplamasında başrolü oynadı. 13. Bölük, nam-ı diğer SS Hançer (Handzar) böylece Wehrmacht’ın 369. alayının bir parçası olarak ortaya çıktı. Ancak Müslümanlarda Wehrmacht’ın parçası olarak kurulan 13. Bölük’e katılma konusunda hâlâ gönülsüzlük vardı. Naziler ve işbirlikçisi Siyasal İslamcılar, bu gönülsüzlüğü aşmak için Yahudi kartını oynadı. Filistin’de ciddi bir etkiye sahip olan Kudüs Müftüsü Hacı Emin-el-Hüseyni, 1943’te Yugoslavya’ya davet edildi. El-Hüseyni ve Naziler, anti-Semitizm kadar anti-Komünizm konusunda da hemfikirdi. Daha önce Roma ve Berlin ziyaretlerinde bulunan El-Hüseyni, Partizanlarla İslamcılar arasındaki çatışmaları “İngiltere ve Sovyetler’in desteklediği haydutların Müslümanlara zulmü” olarak nitelendiriyor, Saraybosna ziyareti sırasında Müslümanlardan Nazilere destek koparmaya çalışırken, Nazilerin girişmek üzere olduğu Yahudi katliamlarına da sempatisini gösteriyordu. Müftünün ismi daha sonra Nürnberg Duruşmaları’nda da geçecek ve Adolf Eichmann’la Yahudi katliamı konusunda görüşmeler yaptığı ifadelerde yer alacaktı.
1943’te gönüllüler toplanmış, eğitime alınmış ve sonunda 15 bin kişilik bir bölük oluşturulmuştu. Ancak bu rakam beklenenden çok azdı ve sayıyı arttırmak için Sancak ve Kosova’dan Arnavut gönüllüler de taşınmak zorunda kalınmıştı. Bu da yetmeyince Katolik Hırvatlar da Hançer’e eklendi ve etnik sürtüşmeler başladı. Bu sırada Boşnak Müslümanlardan Partizanlara katılımlar da başlamıştı. Hançer’den de Partizanlara katılanlar vardı. Diğer taraftan Alman komutanlarla Boşnaklar arasındaki zihniyet farkı da sorun yaratıyordu. Zamanla Hançer içerisindeki Boşnak oranı azalmaya başladı. Bölük Zagrep’e nakledildiğinde Alman askerleriyle Boşnaklar sayı olarak eşitlenmişti.
Partizanların Mayıs 1945’te Yugoslavya’yı Nazilerden ve faşist işbirlikçilerinden temizlemesinin ardından, Hançer içerisinde yer alan pek çok İslamcı yeni kurulan federal sosyalist cumhuriyet tarafından yargılandı ve çeşitli cezalara çarptırıldı. Josip Broz Tito’nun “birlik ve kardeşlik” (Bratstvo i jedinstvo) ilkesi Hançer’in vebalinin tüm Yugoslav Müslümanlardan sorulmasına engel oldu, zira Müslümanların ülkenin eşit, kurucu vatandaşları olduğu sıklıkla vurgulanıyordu. Dahası hem Partizanların içinde Müslümanların oranı nüfusun geneline yakındı, hem de Yugoslav Halk Ordusu, ve Yugoslav Komünistler Birliği içinde çok önemli pozisyonlarda bulunan Boşnaklar vardı. Ancak 1990’larda Yugoslavya yıkıldıktan sonra Sırp milliyetçileri İkinci Dünya Savaşı’nda Çetniklere karşı Ustaşi’yle işbirliği yapan Müslümanları sıklıkla gündeme getirdi ve İslamcı Boşnak milliyetçilerine karşı yapılan propagandanın önemli unsurlarından biri bu oldu. 1990’larda Sırbistan’da yazılan pek çok tarih kitabında Hançer hakkında çelişkili bilgiler bulmak mümkün.
ALİYA, HANÇER’İN NERESİNDE?
1990’larda en çok tartışılan konulardan bir tanesi Boşnak uluslaşmasının sembol ismi Aliya İzzetbegoviç’in Nazi üniformasıyla savaşıp savaşmadığıydı. Pek çok milliyetçi Sırp tarihçi, İslamcı politikacının aktif bir Nazi askeri olduğunda ısrarcı. Birçok kaynağa göre İzzetbegoviç, Hançer’e asker sağlayan kilit subaylardan bir tanesiydi. Öte yandan, Hançer’in kurulduğu tarihte 18 yaşında olan Aliya İzzetbegoviç’in bu bölükte üst düzey bir görevde olduğuna dair ikna edici bir kanıt yok. İlginç olan, Sırp kaynakları dışında yalnızca İslamcı kaynaklarının İzzetbegoviç’in Hançer’de savaştığını iddia etmesi. Türkçe’de de özellikle İhvan çizgisine yakın kaynaklar, İzzetbegoviç’in Hançer mensubu olduğunu öne sürüyor. Bu kaynaklara göre Hançer, anti-komünist ve anti-faşist bir örgüt olarak tanıtılıyor. Oysa, Hançer’in Nazi ordusuyla organik bağları olan bir yapı olduğu konuyla ilgilenen tarihçilerin üzerinde uzlaştığı bir durum. Dolayısıyla İhvan çevresi  ‘bilge kral’ lakabını taktıkları Aliya İzzetbegoviç’i yüceltelim derken, onun Nazi olduğuna dair iddiaları güçlendiriyorlar.
Aliya İzzetbegoviç’in gerçekten Nazi işbirlikçisi olup olmadığı konusu bir hâyli tartışmalı. İzzetbegoviç’in Hançer’in önemli isimlerinden biri olma ihtimali oldukça mantık dışı, ancak üyesi olduğu Mladi Muslimana’nın (Müslüman Gençlik) örgütünün tüm siyasal İslamcı gruplar Nazilerle işbirliği yaparken bunun dışında kalması da çok imkanlı görünmüyor. İzzetbegoviç’in Yugoslav mahkemeleri tarafından işbirlikçilikten üç yıl hapis cezasına çarptırıldığı ve 1990’lardaki savaştan sonra kurulan Lahey Yugoslavya Savaş Suçları Mahkemesi’nin de İzzetbegoviç’in ölümünden sonra onu aklamak yerine dosyayı kapatmayı seçmesi, İzzetbegoviç’in Nazilerle omuz omuza savaşmış pek çok siyasal İslamcıdan biri olma ihtimalini oldukça kuvvetlendiriyor.DAĞHAN IRAK-EVRENSEL
Daha yeni Daha eski