-1972 yılındaki yargılanmanız sırasında, 152 arkadaşınızla birlikte imzaladığınız (en başta da sizin imzanız yer alıyor) ve mahkemede okun...
-1972 yılındaki yargılanmanız sırasında, 152 arkadaşınızla
birlikte imzaladığınız (en başta da sizin imzanız yer alıyor) ve mahkemede
okunan, daha sonra 1974 yılında kitap olarak basılan Türkiye İhtilalci İşçi
Köylü Partisi (TİİKP) Davası Savunma‘sının 154. Sayfasında şöyle diyorsunuz:
“İttihatçı kompradorlar, milli azınlıklar üzerinde de baskı ve katliam
politikası uyguladı. Doğu’da yüzbinlerce Ermeniyi katletti. Geri kalanlarını da
yurtlarından sürdü.”-
Günlük ve harcıalem değil de, felsefi açıdan bakacak olursak, demokrasi, özgürlüğün gerçekleşememiş şekli, hukuk da, adaletin gerçekleşememiş şeklidir. Yani özgürlük ve adalet gerçekten hayata geçebilmiş olsalardı, ne demokrasiye, ne de hukuka gereksinme olacaktı. Bu anlamda, demokrasinin, özgürlüğün karikatürü, hukukun da adaletin karikatürü olduğunu söylemek o kadar yanlış olmaz. Kapitalizmle sınıfsız toplum arasındaki uzaklık ne kadarsa, demokrasiyle özgürlük, hukukla adalet arasındaki uzaklık da o kadardır. Bu bakımdan hukuka bir de “burjuva” sıfatı takmaya gerek yoktur. Hukuk, kapitalist sistemin üstyapısının önemli bir parçasıdır. Hukukun yokluğu, ya mutlak adaletsizliğe ya da adaletin bütünüyle gerçekleşmesine tekabül eder. Aynı, demokrasinin yokluğunun, ya mutlak diktatörlüğe ya da özgürlüğün bütünüyle gerçekleşmesine tekabül ettiği gibi. Adalet ve özgürlüğün gerçekleşememiş biçimlerine bile hayat hakkı tanımayanlar, faşistler, neo-naziler ve Stalinistlerdir; adalet ve özgürlüğün gerçekleşememiş biçimleriyle yetinenler, sosyal demokratlar ve liberallerdir; adalet ve özgürlüğü bütünüyle ve eksiksiz gerçekleştirmek isteyenler ise, anarşist ya da Marksist devrimcilerdir.
İsviçre devletinin anti-ırkçılığı 261. maddeyle yasal koruma altına almasıyla, Türk devletinin 301. maddeyle Türklüğü yasal koruma altına alması, içerik olarak birbirinin tam tersi olmakla birlikte, özünde benzer amaçlardan, devletin temelinin korunması amacından yola çıkmışlardır. Her ikisinde de korunan, halklar, ırklar ya da uluslardan çok egemen devletin kendisidir. Türk devleti, tek ulus egemenliğine dayandığından nasıl Türklüğü eleştirmeyi yasaklamışsa, İsviçre de çok ulusa dayanan bir devlet olduğundan, doğal olarak çok ulusluluğu sarsma ihtimali olan ırkçılığı yasaklamıştır.
Öte yandan, bir halka karşı soykırım yapılıp yapılmadığına karar verecek olanlar, temellerindeki harç, halkların kan ve gözyaşıyla yoğrulmuş devletler ya da parlamentolar değildir. Hrant Dink’in deyimiyle, her ferdi bir belge olan Ermeni halkının yaşadığı acının gerçekliği, Türk, İsviçre ya da Fransız devletlerinin şu veya bu yöndeki kararlarından, resmi belgelerinden ve birbirlerine yönelik suçlamalarından bağımsız olarak, halkların ve insanlığın vicdanında çoktan tescil edilmiştir.
Bu genel saptamalardan sonra, “Doğu Perinçek davası” üzerine söyleyeceklerimize geçebiliriz.
İsviçre mahkemesinin Doğu Perinçek’in aleyhinde verdiği kararın ırkçılığa karşı bir zafer anlamına gelmediğini düşünüyorum. Tersine, bu karar, Türkiye’de Ermeni düşmanı ırkçı duyguları daha da bilediği gibi, neo-nazi Doğu Perinçek’in milliyetçi popülaritesine katkıda bulunmuştur (zaten Doğu Perinçek de, bu amaçla, ta Türkiye’den İsviçre’ye gelerek bile bile yasayı ihlal etmiştir.)
İkincisi, bu karar, Ermenilere uygulanan soykırımın kamuoyunda enine boyuna tartışılmasını teşvik etmemiş, tartışmanın yerine yasanın zorunu koyarak aslında tartışmayı engellemiştir. (Üstüne üstlük, paradan başka bir şey düşünmeyen İsviçre devletinin, Doğu Perinçek’e karşı yasaya başvuran Ermeni vatandaşına 10 bin franklık bir fatura çıkartması iyice ironiktir.) Bundan böyle, yasal cezalandırmadan korkan ırkçılar, İsviçre’de Ermeni soykırımına karşı argümanlarını ileri süremeyecekleri için, Ermeni soykırımı da, en azından kamuoyunda tartışılmayacak, sadece akademik araştırmalarla kısıtlı kalacaktır.
Oysa yapılması gereken, Doğu Perinçek’i yasalarla cezalandırmak yerine, açık forumlarda onu tartışmaya çağırmak ve şu soruları yöneltmekti:
1. “Ermeni soykırımı yoktur, karşılıklı katliam vardır” diyorsunuz (yasa zorunun hiçbir faydası olmadığını ileri sürmek doğru olmaz. Doğu Perinçek, mahkemeye çıkıncaya kadar “karşılıklı katliamdan” söz etmemişti). Bu “karşılıklı katliamın” rakkamlarını ortaya koyar mısınız? Bu “karşılıklı katliamda” kaç Türk, kaç Ermeni katledilmiştir?
2. “Karşılıklı katliamın” taraflarına bakalım. Bir tarafta jandarmasıyla, Teşkilatı Mahsusa’sıyla, devlet destekli çeteleriyle ve haydutlarıyla son derece silahlı, örgütlü, büyük bir devlet ve çoğunluk gücü vardır. Diğer tarafta ise sadece Türk köylerine misilleme saldırısı yapma gücü olan Ermeni çeteleri. Bu eşitsizlik koşullarında, “Karşılıklı katliam”dan kimin çok daha büyük zarar gördüğünü söyler misiniz?
3. “Karşılıklı katliam” adını verdiğiniz olayda, sadece bir tarafın diğerini devlet zoruyla tehcire zorlama gücü vardı. Çoluk çocuk yüzbinlerce insanı devlet zoruyla, aç, susuz ve barınaksız tehcire zorladığınızda ve üstelik de peşlerine devlet destekli katliam çetelerini taktığınızda, bu “karşılıklı katliamın” bir tarafın kıyamına dönüştüğünü görmemek ya da görmezden gelmek hangi vicdanla ve bilim namusuyla bağdaşır?
4. 1972 yılındaki yargılanmanız sırasında, 152 arkadaşınızla birlikte imzaladığınız (en başta da sizin imzanız yer alıyor) ve mahkemede okunan, daha sonra 1974 yılında kitap olarak basılan Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) Davası Savunma‘sının 154. Sayfasında şöyle diyorsunuz: “İttihatçı kompradorlar, milli azınlıklar üzerinde de baskı ve katliam politikası uyguladı. Doğu’da yüzbinlerce Ermeniyi katletti. Geri kalanlarını da yurtlarından sürdü.”
İsviçre’ye “Talat Paşa Komitesi” üyelerinin desteğiyle geldiğinize göre, öyle anlaşılıyor ki, “İttihatçıların kompradorluğu” fikrinden vazgeçmişsiniz. “Yüzbinlerce Ermeninin katledildiğini” de artık inkâr ediyorsunuz. Yukarda alıntılanan görüşlerinizden ne zaman vazgeçtiniz? Bu görüşlerinizin özeleştirisini ne zaman yaptınız? İP’in taraftarı Kaynak Yayınları bu kitabı hâlâ satmakta ve para kazanmaktadır. Bu kitaptaki görüşlerinizi reddettiğinizi, en azından kitaba bir dipnot düşerek belirttiniz mi? Osmanlı İmparatorluğunu Alman emperyalistlerinin yanında savaşa sokan “İttihatçı komprador”lar ne zaman “devrimci yurtseverler”e dönüştü?
Doğu Perinçek’in gerçek mahkûmiyeti, her akıl ve vicdan sahibi insanın kolayca sorabileceği bu sorulardadır, yoksa İsviçre mahkemesinin, ırkçılığı mahkûm etmekten çok, İsviçre devletinin bütünlüğünü korumayı hedefleyen para cezalarında değil.
Gün Zileli
12 Mart 2007
12 Mart 2007