Reyhanlı’yı bombalayarak 52 kişiyi öldüren terör örgütleri ya da Musul Büyükelçiliği’nde çalışan 49 vatandaşımızı kaçıran IŞİD milli güvenliğimize tehdit olarak görülmezken, işçi sınıfının mücadele araçlarından grevin milli güvenliği tehdit ettiği bir durumdayız
Birleşik Metal İş, 29 Ocak 2015 Perşembe günü saat 9.00’da 10 il, 20 işyeri, 22 fabrikada greve başladı. Vakit kaybetmeden hemen aynı gün, 29 Ocak 2015 Perşembe günü, Bakanlar Kurulu “milli güvenliği bozucu nitelikte olduğu görüldüğünden” grevi 60 gün erteleme kararı aldı. Karara, 30 Ocak 2015 tarihli Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında yer verildi. Dahası, Bakanlar Kurulu grevin, 20 iş yerinde değil, daha yaygın olarak tam 38 iş yerinde ertelenmesini kararlaştırdı.[1]
Mayıs 2013’te Hatay-Reyhanlı’yı bombalayarak 52 kişiyi öldüren terör örgütleri ya da Musul Büyükelçiliği’nde çalışan 49 vatandaşımızı kaçıran IŞİD milli güvenliğimize tehdit olarak görülmezken, işçi sınıfının mücadele araçlarından grevin milli güvenliği tehdit ettiği bir durumdayız. Anlaşılan o ki, korku büyük. Dahası, grevin milli güvenliği tehdit ettiğine dair karar oldukça hızlı; grevden sadece 15 saat sonra alınıyor; 15 saat içinde işçilerin şiddet içermeyen halay çekme ve fabrikalara pankart asma eylemlerinin tehlikeli olduğu tespit ediliyor. Hatta, grev erteleme kararı Resmi Gazete’nin asıl nüshasına yetişmediğine göre Bakanlar Kurulu’nun bir gece vakti toplandığını da anlayabiliyoruz.[2] Son olarak, Bakanlar Kurulu grevin yayılmaması için önleyici tedbir de almış; 29 Ocak’ta greve başlanmayan iş yerlerinde daha sonra da greve gidilememesi için karar çıkarmıştır. Anlaşılan o ki, ortada olağanüstü bir durum var.[3]
Liberal devlet, bütün vatandaşlarına hak ve özgürlükler tanır. Bireyin hak ve özgürlükleri liberal devlette kuraldır; liberal sistemlerin normal işleyişini betimleyen, olağan durumdur. İstisna olan bu hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılmasıdır. Bu istisna ise, sadece geçici bir süreliğine ve olağanüstü durum yaratarak gerçekleşir. 29 Ocak’ta işçiler anayasal hakları olan grev hakkını kullandılar. Bu liberal düzenin olağan durumuydu. 30 Ocak’ta siyasi iktidar, grevi engelledi. Bu ise liberal düzen için bir istisnaydı; olağanüstü bir durumdu. Hem de bu istisna, milli güvenlik nedeniyle gerçekleşiyordu. Birleşik Metal İş grevinde sınıf mücadelesi[4], milli güvenliğimiz, anayasal düzenin istisnai ve olağanüstü hali ve de bakanlar kuruluna tek başına karar alma hakkı veren siyasi sistemin hepsi ama hepsi iç içe geçiyor; bu grevin ertelenme kararının yorumlanmasında bütün bir anayasal ve siyasi düzenin sorgusu devreye giriyor.
Mark Neocleous, Birleşik Metal İş grevinin Bakanlar Kurulu kararıyla ertelenmesinin genel olarak liberal siyasi sistemde ortaya çıkardığı ve yukarıda bahsi geçen sorun alanlarını kavramlaştırarak analiz eden günümüz düşünürlerinden biridir. Critique of Security (Güvenliğin Eleştirisi) adlı kitabı[5], milli güvenlik kavramına sınıfsal bir içerik kazandırır. Dahası, bu kavramın liberal devletin işçi sınıfıyla mücadelesinde ve kapitalist ekonomik düzenin korunmasında “olağanüstü” bir araç olarak nasıl kullanıldığını örneklerle anlatır.
Neocleous, öncelikle milli güvenlik ile anayasal hakların kısıtlanması ve olağanüstü hal arasındaki bağı netleştirir. Bir olayı güvenlik sorunu addetmek, devletin varlığına karşı bir tehdit olduğunun kabulüdür. Bu tehdit ister istemez bir zorunluluk alanı açığa çıkarır (s.42). Bu zorunluluk, anayasal devlet ve liberal demokratik sistem hüküm sürmesine rağmen şiddeti de içeren tedbirlerin alınmasına dair bir zorunluluktur. İşte milli güvenlik tehdidinin açtığı bu zorunluluk alanında artık siyasi hak ve özgürlüklerden bahsedilemez; bu hak ve özgürlükler askıya alınır. 1982 Anayasası, Neocleous’un bahsettiği bu durum için harika bir örnektir. Zira siyasi sistemimizde sadece grev hakkı değil, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü (Madde 26), basın yayın hakkı (Madde 28), dernek kurma hakkı (Madde 33), toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı (Madde 34) ve sendika kurma hakkı (Madde 51); bu hakların hepsi milli güvenlik nedeniyle sınırlanabilir. Hem de asker değil, siviller tarafından; hem de savaş değil, barış hüküm sürerken… Bu son nokta, kapitalist moderniteyi betimleyen özelliklerden biridir.
20.yy öncesinde zorunluluk alanından doğan tedbir ve eylemler, askeri yönetim ve sıkıyönetimin ilanıyla meydana çıkıyordu. Buna göre sıkıyönetim ilan edilir, ordu devreye girer, hukuk askıya alınır; kimi hak ve özgürlüklerin kullanımı yasaklanırdı (s.44). 20.yy’da ise batılı devletler demokratikleşir ve bir yandan da siyasi sistemlerine işçi sınıfını dâhil ederken, toplumsal düzenin devamlılığını sağlamak için orduları kullanmaktan başka yöntemler tercih etmeye başladılar. Bu doğrultuda sıkıyönetimin askeri şiddetinin araç ve tedbirleri neredeyse birebir korunurken; kullanılan dil ve şiddeti meşrulaştırma biçimleri değişti. Bu bir zaruriyetti; zira sıkıyönetimin aksine liberal demokrasiler şiddet araçlarını artık barış zamanında ve sivil iktidarlar tarafından kullanacaklardı. Neticesinde, der Neocleous, ortaya olağanüstü hal kavramı ve istisnai durumlar çıktı. Liberal demokrasilerde devlet, bireyin hak ve özgürlüklerini geçici bir süreliğine yasaklar ve şiddet kullanırken; bunu olağanüstü hal içinde ve istisnai olarak yapar (s.50).
Olağanüstü halin adı olağanüstüdür, ama barış döneminde ve toplum gündelik işleyişine devam ederken ortaya çıkar. Adı istisnaidir; ama Neocleous’un örneklendirmekten yorulmadığı gibi o kadar sık kullanılmıştır ki, istisnai hali kalmamıştır. Tam da bu koşullar altında siyasi bir araç olduğu kendini daha da belli eder. Olağanüstü uygulamalar, liberal demokrasilerin radikal siyasi örgütleri ve işçi hareketlerini disipline etmek ve düzeni yeniden sağlamak için her daim kullana geldiği bir araçtır aslında (s.53). Dahası milli güvenlik, siyasi sistem tehlikeye düştüğünde derhal olağanüstü hale başvurulabilmesini sağlayan başlıca gerekçedir. Birleşik Metal İş grevinin milli güvenlik gerekçesiyle ertelenmesi de işte böyle bir karardır: Anayasal grev hakkını askıya aldığı için olağanüstü ve istisnai bir tedbirdir. Barış ortamında verilen bir karardır ve bu durum, grevi milli güvenlikle ilişkilendirmeyi olabildiğince anlamsız kılar. Böyle olunca da milli güvenliğin, işçi sınıfına anayasal hakları kullandırmamak ve hükümetin devlet şiddetini kullanmak için öne sürdüğü bir bahane ve siyasi bir araç olduğu da tartışmaya yer bırakmayacak sarihlikte ortaya çıkıyor.
Neocleous’a göre dış bir düşmanla savaşa girildiği için milli güvenlik gerekçesiyle olağanüstü hal tedbirlerinin alındığı ve şiddet araçlarının genişletildiği durumlar elbette olmuştur. Ancak, olağanüstü araçların en yaygın kullanıldığı yer, sınıf mücadelesidir. 1930’lardan başlayarak (Neocleous, İngiltere, Almanya, ABD ve sömürge devletlerden çok sayıda örnek vermektedir) olağanüstü hal, en fazla işçi ayaklanmalarını ve sosyalist hareketleri bastırmak için kullanılmıştır (s.52). Bu tespitin devamı, bağlantılı olarak, milli güvenlik kavramının da sınıf mücadelesi içine çekilmesi ve ona sınıfsal bir nitelik kazandırılmasıdır.
Buna göre, milli güvenlik kavramı, bir ülkenin dış ilişkileriyle ilgili ya da dış politikaya dair bir kavrammış gibi durur ve bilimsel yazında sıklıkla bu anlamıyla irdelenir. Ancak Neocleous bu bakış açısını reddeder. Kapitalist modernite içinde giderek daha fazla konu ve gündelik hayatımız içinde daha fazla alan bir güvenlik meselesi olarak ele alınıyor. Bu gelişmenin motorunu uluslararası siyasette değil, iç politikada ve sosyal güvenlik (social security) kavramında aramak gereklidir (s.79). Neocleous, milli güvenlik kavramının tarihine bakıldığında bu kavramın sosyal güvenlikle ilgili olduğunun görüleceğini söyler. Sosyal güvenlikten kasıt, her şeyden evvel, işçi sınıfının yaşam şartlarının geçim seviyesinde tutulması ve radikalleşmesine fırsat doğuracak koşullara gerilemesinin önlenmesidir. O halde milli güvenlik, ekonomik düzenin devamına ve sınıfların yönetilmesine dayanır. Karşımızda üretim, tüketim ve sınıf ilişkilerinin biçimlendirdiği bir devlet dururken ve bu ilişkiler, devletin uluslararası rolü ve bağlantılarını da belirlerken, milli güvenlik her zaman ekonomik güvenliğe bağlı olacaktır; milli güvelik ve ekonomi politik arasındaki ilişki her zaman aşikâr kalacaktır (s.80). Hal böyle olunca milli güvenlik, ekonomik düzenin güvenliğidir; bu düzenin yeniden üretilmesiyle ilgilidir.
Görüldüğü üzere milli güvenlik 20.yy’dan başlayarak askeri güvenlikten ve bir dış düşmanla girişilen savaştan ziyade, sınıf savaşına referans verir. Hatta günümüzde güvenlik, kapitalist modernitenin siyasi düzeninin yeniden üretiminin ana mekanizması haline gelmiştir. Güvenlik, devlet ve sermayeyi birleştiren güç merkezidir (s.81). Dahası, güvenlik ve olağanüstü durum arasındaki bağa referansla şu yorumu yapmak da doğru olacaktır: Kapitalist modernite, liberal mekanizmalarla sınıf mücadelesini bastıramamakta; genel nizamı olağan yollardan sağlayamamakta; kendini güvende görmemekte ve ancak olağanüstü tedbirlerle korunabilmektedir. Kapitalizmin ve sınıf mücadelesinin tarihini bilenler için, durumun 21.yy’da hala böyle olduğunu tespit etmek, şaşırtıcı değilse bile insanlık adına üzücüdür.
Neocleous’un üzerinde durduğu bir konu daha var; o da milli güvenlik tehditlerinde ya da olağanüstü durumlarda liberal demokrasi ve anayasal düzende ortaya çıkan, yürütme gücüne verilen imtiyazlardır. Neocleous, siyasi iktidarın liberal devlet içinde gömülü halde var olan çeşitli imtiyazlara sahip olduğunu söyler. Yürütmenin bu imtiyazları, zorunlulukların devreye girdiği, hak ve özgürlüklerin bir lükse dönüştüğü, milli güvenliğe karşı bir tehdidin algılandığı zamanlarda aktive olmaktadır (s.42) Bu imtiyaz, kendi iradesine dayanarak karar alma hakkıdır. Liberal demokrasiler, devletin idaresi için karar alma yetkisini yasama gücüne; yani parlamentoya verir. Buna göre liberal demokrasilerde kural, devletin parlamentonun çıkardığı kanunlarla yönetilmesidir. Ancak, zorunluluk durumlarında bu kural ihlal edilir ve yürütme gücüne, yani siyasi iktidara devlet iktidarını sevk ve idare etmeye yönelik tek başına karar alma hakkı verilir. Zorunluluk baş gösterdiğinde yürütme parlamentoya gerek duymadan, kendi çıkardığı kararnamelerle devleti yönetebilir. Milli güvenliğe tehdit, böyle bir zorunluluk alanı doğurur ve doğurdukça da liberal demokrasilerin ve anayasal sistemlerin siyasi iktidara verdikleri bu imtiyazı harekete geçirir. Bir anda siyasi iktidar, siyasi rejim için her şey olur; parlamento ve hatta yargı ise hiç bir şey.
Bu perspektiften bakıldığında, Birleşik Metal İş’in grevinin bir bakanlar kurulu kararıyla ertelenmesinin siyasi sistem için taşıdığı anlam, katlanarak artar. Güvenlik sorununa çekilmeye çalışılan bu sınıf mücadelesi, sadece AKP rejiminin otoriterliğini göstermekle kalmıyor. Aynı zamanda bir bütün olarak liberal siyasi sistemin, liberal parlamenter demokrasinin ihtiva ettiği mutlakiyetçi, tekelci iktidar yapısını ortaya seriyor; çoğulculuk, kuvvetler ayrılığı ve kuvvetler dengesi ilkelerinin ise birer ideolojiden ibaret olduğunu kanıtlıyor. Neocleous’un sözleriyle, milli güvenlik ve olağanüstü hal uğraklarına maruz bırakılan sınıf mücadelesi, liberalizmin içindeki faşizmi hortlatıyor; liberal düzenin otoriter yüzünü ortaya çıkıyor. Liberal moment, şiddet momenti oluyor (s.102).
[1] 7251 sayılı kararın eki.
[2] Resmi Gazete, gece 23.00’ten sonra basılmaya başlanıyor. Bakanlar Kurulu kararı ise 30 Ocak 2015 tarihli Resmi Gazete’nin birinci mükerrer sayısında yer alıyor.
[3] Benzer bir şekilde AKP hükümeti milli güvenlik ve genel sağlık gerekçesiyle Haziran 2014’te Kristal-İş Sendikası’nın Şişecam işyerlerindeki grevini de ertelenmiş; sürecin sonunda sendikanın grev hakkı tamamen ortadan kaldırılmıştı. Detaylı bilgi için bakınız Aziz Çelik, “HüküMESS’ten greve darbe!”, 31 Ocak 2015,www.t24.com.tr
[4] Elbette sınıf mücadelesi yekpare ilerlemiyor. İşçi sendikaları arasından, işçiye değil de işverenlere daha yakın olanlar çıkabiliyor. Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) ile anlaşmaya varan ve greve katılmayan işçi sendikalarından biri Çelik-İş’tir. Ne büyük tesadüftür ki, Bakanlar Kurulu kararının çıktığı gece Çelik-İş Genel Başkanı Cengiz Gül, Hak-İş heyetiyle birlikte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı sarayında ziyaret ediyorlardı. Haber için bakınız www.celik-is.org/index.php/haberler1/773-genel-baskanimiz-gul-sarayda-cumhurbaskanimiz-sayin-erdogan-la-bir-araya-geldi
[5] Neocleous, M. (2008). Critique of Security, Edinburgh: Edinburgh University Press. Metin içinde verilen sayfa numaraları, bu kitaba aittir.
Dr. Ayşegül Kars Kaynar, Lefke Avrupa Üniversitesi-SENDİKA.ORG