Demir kapının ardına geçen yaşlı bir Kobanêli adımını içeriye attığı gibi ağlayarak toprağı öpüyor. Bunca insanın yıkılan evlerine, yok olan bir kente sevinç gözyaşları içinde dönüyor olması özgürlüğün sahip olabileceğimiz tek şey olduğu gerçeğini yeniden hatırlatıyor bizlere…
Aylardır Kobanê sınır hattı boyunca ayak basılmadık yer bırakmadık. Çatışmaların Türkiye sınırlarının içerisine taştığı zamanlarda bile aklımız hep Kobanê sokaklarındaydı. Gidenler, yitirilen canlar, kayıplar, yaralılar ve göçüp gidenlerin ardında kalanlar…
Savaş; kara delik gibi dokunduğu her şeyi yutuyor, yok ediyordu. Sınır köylerinde ateş başlarında tütün içerken tanıştığımız insanlar, sırası gelince dikenli telleri aşarak bombaların patladığı, silahların susmadığı karanlığa doğru yürüyorlardı. Yani Kobanê’ye akın vardı ve Korkmazgil’in dizeleriyle anıyorduk gidenleri: “Elbet bir bildiği var bu çocukların, kolay değil öyle genç ölmek, yeşil bir yaprak gibi yüreği, koparıp ateşe atmak…”
Bunca yaşanandan sonra tekrar Kobanê’de, yani gözümüzü bir an olsun ayırmadığımız yerde olmak, yıkıntılar arasında belirip kaybolan tanıdık yüzleri, ödenen bedelleri ve tarihe kazınan bir direnişin özgürleştirdiği sokakları tariflemek, bir solukta içinden çıkılacak iş değil. Tarih, sahip oldukları her şeyi bir kenara bırakıp Kobanê savunmasına katılan savaşçıları her gün yeniden yazacaktır…
Kobanê’de yaşananlar, direnişin kararlılığı ve sonuçları, dünya devletlerinin Ortadoğu politikasını da değişime zorladı. Son üç yıldan beri Suriye ve Irak’taki radikal İslamcı çetelere karşı savaşan Rojava savaşçıları “özgürlük, demokrasi ve eşitlik” taleplerinden asla ödün vermedi. Ortadoğu’da emperyalist çıkarları doğrultusunda varlık gösteren “Koalisyon güçleri” ise, ilk defa bir halk direnişinin gündemine tabi oldular. Bugün çokça tartışılan hava saldırılarının savaşın seyrine olan etkisini anlamak için şehre içeriden bakmak gerektiğini düşünüyorum. Koalisyonun hava saldırılarının, örgütün ilerleyişini yavaşlattığını ama kendi başına durdurmasının imkânsız olduğunu anlamak hiç de zor değil. Yüzlerce ara sokak, kazılan tüneller ve her biri birer mevziye dönüşen evlerden, binlerce çete üyesi çıkarıldı… Bununla beraber Peşmerge, getirdiği “ağır silahlar” ile cephe gerisinden savunma hattını desteklese de bana göre zaferin asıl mimarı kararlı bir irade ile mevzilerde çatışan savaşçılardır. Bunun dışında yazılıp çizilenler ise Kobanê direnişinin sahiplendiği değerleri boşa çıkarma çabasıdır.
Kobanê’de zafer kazanılsa da savaş hala devam ediyor. YPG/YPJ ve diğer birlikler artık daha geniş bir alanda savaşıyor ve her geçen gün yeni bir köy-kasaba daha özgürleştiriliyor. YPG, ocak ayı bilançosunda 608 IŞİD’linin öldürüldüğü ve 36 YPG/YPJ savaşçısının hayatını kaybettiğini açıkladı. Bugün ise, Kobanê çevresinde 25 km’lik bir alanın içinde kalan bütün yerleşim birimlerinin (150 kadar köy) özgürleştirildiğini söyleyebiliriz. Kentin merkezinin güvenliğini ise Kobanêlilerden oluşturulan asayiş birimleri sağlıyor. YPG/YPJ savaşçılarının büyük bir bölümü ise köylerdeki sıcak bölgelerde çatışıyor. Kent merkezinde konuştuğum bir savaşçı, son olarak IŞİD mensuplarının tıraş olup YPG kıyafetleriyle kente sızma girişimlerinin de boşa çıkarıldığını anlatıyor. Genel olarak konuştuğum herkesin morali yüksek. Sokakta gördüğüm sivillerin, çocuklarıyla beraber Kobanê’den hiç ayrılmadıklarını öğreniyorum. Çocuklar ise güvenlik gerekçesiyle kentin doğusuna gitmeseler de batıdaki küçük bir mahallede koşuşturmaya devam ediyorlar.
Kentin çok büyük bir bölümü harabeye dönmüş durumda. Türkiye sınırında bulunan Kobanê’nin kuzeybatısındaki bir mahalle dışında neredeyse bombalanmayan hiçbir yer kalmamış. Sokaklar parçalanmış ve hatta çatışmalarda mevzi-barikat olarak kullanılmış arabalarla dolu. Neredeyse her sokak perde ya da battaniyelerle kapatılıp keskin nişancılara karşı geçiş koridorları açılmış. İçerisine girdiğim bütün binalarda boşkovan ya da kullanılmış mühimmat artıkları vardı. Çatışmaların şiddetini ve yarattığı yıkımı bütün evlerin hatta odaların içinde görmek mümkün. Savaşçılar “bazen binaların içinde düşmanla aramızda sadece bir duvar oluyordu ve seslerini duyabiliyorduk” diyor. Her köşenin, evin, aracın ya da çukurun birer mevziye dönüştüğü şehir savaşında yaşananları tarif etmek neredeyse imkânsız.
Patlamamış havan topları, el bombaları, cehennem topu adı verdikleri el yapımı havanlar ve binaların içine yerleştirilmiş olabileceği tahmin edilen patlayıcı düzenekleri ve daha bilmediğimiz birçok patlayıcı hala can güvenliğini tehdit ediyor. Yürürken yol üzerinde son anda fark ettiğim patlamamış bir el bombası ise tehlikenin boyutunu bana yeniden hatırlattı. Daha bu yazının yazıldığı gün (6 Şubat 2015) kent merkezindeki bir havan topu büyük bir gürültüyle patlamış, sıcak havanın etkisiyle tetiklendiği tahmin edilen patlamada şans eseri ölen ya da yaralanan olmamıştı. Sokaklardaki patlayıcıların temizlenip imha edilmesi için ise uzun bir zaman ve profesyonel bir ekip çalışmasına ihtiyaç olduğu ortada.
Şehrin birçok noktasında, bina enkazlarının altında ve daha girilmemiş birçok yerde IŞİD mensuplarına ait cesetler var. Bazıları parçalanmış ve çok kötü durumda. Bu durum hakkında fazla bir şey yazmak istemiyorum. Savaşın en korkunç yanlarından biri de hiçbir insanın hak etmediği böyle bir ölüm şeklinin savaş koşulları içinde normalleşmesidir… Kaniya kurda bölgesinde daha bir hafta önce vurulan 14 IŞİD mensubunun cenazelerini yan yana sıralayan YPG’li keskin nişancı “İçlerinden birinin telefonu çaldı, ailesi çocuklarının cenazesini istiyordu ama hangisi olduğunu bilmediğimiz için ailesi gelip çocuklarını alana kadar bekleyeceğiz” diyor. Ve yine içerdeyken çatışmalarda öldürülen Türkiyeli bir örgüt mensubunun tabut içinde ailesine teslim edildiğine tanıklık ediyoruz. Bütün yazılan teorilerin, çözümlemelerin, ağız dolusu lafların dışında bu insanların, neden hiç bilmedikleri topraklara ölmek ve öldürmek için geldiğini anlamakta güçlük çekiyorum.
Kente geri dönüşler başlasa da aile ve çocukların büyük bir bölümü hala Suruç’taki çadır kentlerde yaşam mücadelesi veriyor. Geri dönenlerin çoğu ise genişleyen cephelerde doğan savaşçı ihtiyacını karşılamak için saflara katılan yeni gönüllüler. Bazen Mürşitpınar sınır kapısından Kobanê’ye yüzlerce kişi geçiyor. Kobanê’de yapılacak çok iş var ve bu konuda dayanışma çağrısı her fırsatta yineleniyor. Mürşitpınar kapısında tanık olduğum bir geçişte gönüllülerden biri, bugüne kadar yoldaşlarına katılmamış olmanın pişmanlığını yaşadığını belirtirken bir diğeri ise “ Ben sanatçıyım elim silah tutmaz ama cepheye yoldaşlarımın yanına, bağlamamla onlara moral olmaya gidiyorum” diyor. Yine demir kapının ardına geçen yaşlı bir Kobanêli adımını içeriye attığı gibi ağlayarak toprağı öpüyor. Bunca insanın yıkılan evlerine, yok olan bir kente sevinç gözyaşları içinde dönüyor olması özgürlüğün sahip olabileceğimiz tek şey olduğu gerçeğini yeniden hatırlatıyor bizlere…
Bugünlerde kentin yeniden yapılandırılmasıyla ilgili tartışmalar hem Kobanê’nin hem de Suruç’un birincil gündemleri arasında. Kentin doğu kısmında bir bölümün güvenliği sağlandıktan sonra olduğu gibi bırakılması tartışılıyor. Kaniya Kurda bölgesi, yani tarihe bırakılmak istenen bölge, hem Kobanê savunmasında mücadele edenlerin anılarını gelecek nesillere taşımak hem de savaşın yarattığı yıkımı unutturmamak için savaş müzesine dönüştürülmek isteniyor. Bunun dışında kent üzerine yürüyen TOKİ ya da benzeri tartışmaların dışında dünya üzerinde insanların en huzurlu şekilde yaşadığı kentlerin modelleri üzerinde çalışılıyor.
Sonuç olarak Kobanê’nin büyük bir bölümü tamamen yıkılmış ve neredeyse sağlam hiçbir yapı yok. Su yok, elektrik yok, internet yok, yiyecek kısıtlı… Var olan tek şey ise Özgürlük!
Kobanê kaybettiklerini kısa süre sonra yeniden kazanacak fakat bu defa özgür bir ülkenin temelleri üzerine kuracak…MURAT BAY-SENDİKA.ORG