Provokasyon, karşı tarafı sizin istediğiniz ama karşı tarafın istemediği bir davranışa zorlamak için yapılan davranış veya sözdür. ...
Provokasyon, karşı tarafı sizin istediğiniz ama karşı
tarafın istemediği bir davranışa zorlamak için yapılan davranış veya sözdür.
Provokasyon kavramının bir olumlu anlamı ve kullanımı;
bir de olumsuz anlamı ve kullanımı vardır.
Olumlu ve Devrimci Anlamı ve Biçimiyle Provokasyon
Egemen ve yaygın bir yargıyı; gizli bir varsayımı
tartışmaya açmak; gündeme getirmek hedeflenirse; insanları düşünmeye sevk
etmek; tartışmaya çekmek istenirse genellikle abartılı; ucu sivriltilmiş;
alışılmış kuralları veya normları çiğneyen düşünce ve davranışlara provokasyon
denir.
Bu olumlu anlamışla provokasyon genellikle teorik ve
entelektüel bağlamda kullanılır ve yapılır. Genellikle devrimciler tarafından
yapılır ve kullanılır.
Örneğin yazılarım büyük ölçüde böyle provokasyonlardır.
İnsanları düşünmeye, alışılmış görüşleri gözden geçirmeye zorlamaya
yöneliktirler. Bu nedenle özellikle keskin, ucu sivri ifadeleri de seçerim ki
yaptığım provokasyonlar dikkati çeksin, insanların kafasını karıştırsın.
Uzlaşmacılar, “pratik”çiler bu gibi provokasyonlardan korkarlar. Onlar,
yuvarlak; kimseyi karşıya itmeyen; herkesin birazcık çekiştirmeyle kendisini
bulacağı ifadeler, formülasyonlar isterler ve beklerler.
Hâlbuki uzlaşmacılık teoride değil, düşüncede değil;
pratikte olmalıdır. Pratikte esneklik ve uzlaşmacılık, teori ve entelektüel
âlemde uzlaşmazlıkla birlikte yürümelidir.
Teori ve düşüncel alanında uzlaşmacılar,
provokasyonlardan korkanlar ve kaçanlar; genellikle gerçek esnekliğin ve
uzlaşmacılığın gerektiği pratikte her zaman en uzlaşmaz sekterler olarak ortaya
çıkarlar.
*
Olumsuz ve Gerici Anlamı ve Biçimleriyle Provokasyon
Ama bir de politik ve sosyal mücadelelerde yapılan ve bu
yapılanı tanımlamak için kullanılan olumsuz anlamıyla provokasyon vardır.
Örneğin, demokratik hakları için yürüyüş yapan ve
demokratik haklarını kullanan göstericilerin içine girip; çok keskin söz ve
davranışlar gösterip, hatta örneğin göstericilerin içinden polise taş veya
bomba atıp; bilinçli (ajan provokatör) veya bilinçsiz yapılan provokasyonlar
vardır. Her zaman bomba veya taş da atılmaz bazen laf da atılır.
1960’larda, Türkiye İşçe Partisi toplantılarında
genellikle görevli olduğu belli birisi, söz alır ve “Kahrolsun komünizm,
Komünizm’i lanetliyorum diyor musun demiyor musun” diye sorardı TİP
konuşmacılarına. Aslında TİP konuşmacıları gerçekten komünist değillerdi; hatta
Komünistleri TİP’e almazlar veya girmişleri atarlardı. Bunu o provokatörler de
bilirlerdi. Ama amaçları TİP’i zor durumda bırakmak; onu tecrit etmekti. En
küçük demokratik harekete daha doğarken boğmaktı amaçları. İnsanların ön
yargılarına, geri yanlarına hitap ederlerdi.
Doksanlı yıllarda ve 2000’lerin başlarında bu sefer
“Terörü lanetliyor musun? PKK’ya terörist diyor musun?” biçiminde evrim
geçirmiş versiyonları yaygındı bu provokasyonların.
En son Ağrı’da Kürt köylülerin politik uyanıklığı ile
başarısız kalmış bir provokasyon yaşadık.
*
Provokasyonu Türklerden Bekleyelim
DEMİR KÜÇÜKAYDIN |
O yazının sonunda, Kürtlerin son yirmi yılda, politik
olarak gelişirlerken Türklerin gerilediğinden ve gericileştiğinden söz etmiş ve
esas provokasyonun Türkler arasından geleceğinden; esas bundan korkmak
gerektiğini söylemiştik.
Bu uyarı ve beklentinin hiç de boş olmadığını görüyoruz.
Şimdi Türklerin hem de Komünist “ve hatta Troçkist” diye kendilerini
tanımlayanları provokasyona başlamış görünüyor.
Dün (24 Nisan) ortalıkta, “Devrimci İşçi Partisi Merkez
Komitesi” başlıklı bir bildiri dolaşmaya başladı. Bildirinin başlığı “HDP, AKP
ile koalisyon yapmayacağını derhal açıklamalıdır!”. (Artık isimlerini
karıştırdığımızdan, “Kimdir bunlar?” diye sorduk. “Sungur Savran’ın partisi”
dediler.)
Bildirinin sonunda da üç çağrı yapıyorlar:
“İlk çağrımız bugüne kadar hep yanında olduğumuz Kürt
halkının mücadelesinin ifadesi olarak gördüğümüz HDP’yedir. HDP’yi, AKP ile
koalisyona girmeyeceğini seçmenlere açıkça taahhüt etmeye, bu iki demecin
partinin tutumunu yanlış ifade ettiğini ikirciksiz biçimde ortaya koymaya
çağırıyoruz.
İkinci çağrımız HDP ve HDK içindeki sosyalistleredir. HDP
parti olarak bu açıklamayı yapmazsa HDP ve HDK içindeki sosyalistleri AKP ile
bir koalisyona katiyen razı olmayacaklarını, bu tutumun bir parti kararı
olmadığını, yarın da uygulanamayacağını açıklamaya çağırıyoruz
Üçüncü çağrımız bugüne kadar HDP’ye 7 Haziran
seçimlerinde destek vaat etmiş sosyalistleredir. Bütün sosyalistleri HDP’nin bu
tutumu değişmediği takdirde yolların ayrılacağını beyan etmeye çağırıyoruz.”
*
Olumsuz ve Gerici Anlamıyla Bir Provokasyon Örneği
Şimdi bu çağrıların neden ve nasıl bir provokasyon
olduğun görelim.
Denebilir ki, “küçücük bir grubun bildirisinden ne
olacak? Onu niye adam yerine koyup reklamını yapıyorsun?”
Birincisi, halkımızın dediği gibi, sinek küçüktür ama
mide bulandırır.
İkincisi, teoride niceliğe değil, niteliğe bakılır.
Kaldı ki, örnek küçük bir gruba ait olabilir ama aslında
CHP’li, Alevi, ÖDP’li veya Hazirancı birçok kesimin eğilimlerini yansıttığı;
onların geri yanlarına hitap ettiği için nitelik ve nicelik olarak aslında çok
yaygın bir anlayışın dışa vurumudur.
Zaten tam da o geri yana oynayarak pirim yapmaya
çalışmaktadır ve aynı zamanda o geri yanın ifadesidir.
*
Seçimlerin Özgül Niteliğini (Referandum) Atlamak ve
Gündemden Düşürmek
DİP’in bildirisi, bu seçimlerin özgül niteliğinin
üzerinden atlıyor.
Bu seçimler, hukuki veya idari olarak bir seçimdir ama
politik olarak bir seçim değil; başkanlık sistemine ilişkin bir referandumdur.
7 Haziran’ın bu özgül niteliğini atlamak, kişiyi veya o
politik eğilimi ister istemez, her halükarda, Erdoğan ile müttefik konuma
getirir.
Bunu çok iyi gördüğü için, örneğin “Haziran Hareketi” de,
7 Haziran’ın bu özgül niteliğini görmezden gelmekte ve önemsizleştirmeye
çalışmaktadırlar.
Örnek mi?
İşte Oğuzhan Müftüoğlu’nun DİP bildirisiyle aynı gün ve
saatlerde yayınlanan son “söyleşi”sinden bir Cümle:
“Hal böyleyken meseleyi sadece başkanlık sistemini
önlemeye indirgemek karşı karşıya bulunduğumuz meselenin özünü ve ciddiyetini
gizliyor.”
Oğuzhan Müftüoğlu ile Sungur Savran, aynı noktada
buluşuyorlar. İkisi de bu seçim biçimi altındaki referandumun bu özgül
niteliğini önemsizleştiriyor ve gözden gizliyorlar ve buna dayanarak kendi
konumlarını meşrulaştırmaya ve çoook devrimci göstermeye çalışıyorlar.
*
Mantık Hilesi: Taktik Bir Soruna Stratejik veya
Programatik Bir Sorunmuş Gibi Yaklaşmak
Bunların tipik mantık oyunu şöyledir.
Birinci aşamada, seçim veya referandum olması fark etmez,
seçim veya referandumda ne tavır alınacağı; hangi taktik davranışın ezilenlerin
mücadelesine azami katkıda bulunacağı tartışılmaktayken; yani taktik bir soruna
cevap aranırken; sanki temel bir programatik veya stratejik sorun
tartışılıyormuş gibi, programatik veya stratejik cevaplarla kaçmalarıdır.
(“İleriye kaçış” diyoruz biz buna.)
Örneğin Müftüoğlu, sanki seçim (veya referandum) ülkenin
içinde bulunduğu koşullarda esaslı bir değişim yaratacaktır diyen varmış gibi;
"Ancak ülkenin içinde bulunduğu koşullarda esaslı bir değişim olacağına
inanmıyorum" diyerek bu taktik
soruna stratejik bir cevapla kaçıyor.
Deve misini? Kuşum. Kuş musun? Deveyim. Taktik bir sorun
mu tartışılıyor? Stratejik bir cevap. Stratejik veya programatik bir sorun mu
tartışılıyor? Taktik bir sorunmuş gibi cevap.
İkinci aşamada, bu seçimlerin bir referandum karakteri
taşıdığını gizlenmekte veya önemsizleştirilmektedir.
Böylece sanki ortada verili sistem içinde hükümeti
kimlerin kuracağı sorunu; kimin kimlerle koalisyon yapacağı tartışılıyormuş
gibi bir tartışmayı gündeme getirerek HDP köşeye sıkıştırılmaya; ona oy
vermemenin bahaneleri yaratılmaya çalışılmaktadır. (Örneğin Birleşik Haziren da
bunu CHP ve HDP ittifakı önermek biçiminde yapmaktadır.)
İşte, “Sungur Savran’ın Partisi” sanki ortada kimin kimle
koalisyon yapacağı tartışılmıyormuşçasına, sanki seçim bu soru etrafında
dönüyormuşçasına, HDP’yi böyle bir soruya cevap vermeye zorlayarak; gerçeği, bu
seçimlerin referandum niteliğini gizlemeye hizmet etmektedir. Bu yönde CHP,
Erdoğan, Haziran Hareketi, TKP vs. ile aynı cephede yer almaktadır.
DİP, tıpkı
60’ların “Komünizme hayır diyor musun?”; 90’ların “PKK’ya terörist diyor
musun?” provokatörleri gibi, “AKP ile ittifak yapmayacağına söz veriyor musun?”
diye soruyor. Aynı şekilde insanların ön yargılarına, geri yanlarına hitap
ediyor. O zamanlar geniş yığınlarca komünizmin şapka asmak olarak bilindiği;
PKK’nin terörist diye tanıtıldığı yıllardı. Şimdi de o dönemlerin kalıntısı ön
yargıların benzerlerinin Aleviler, Şehir orta sınıfları arasında yaygın olduğu
koşullarda; onların bu önyargılarını ulusalcıların; CHP’nin okşadığı
koşullarda, aynı gerici ve geri yanlara hitap ederek DİP, HDP’ye soruyor: “AKP
ile koalisyon kurmayacağım diyor musun, demiyor musun?”
*
Gizli Varsayım ya da “Medusa kafası”: CHP ile Koalisyon
Yapılabilir
Dikkat edilsin, bu sorunun ardında gizli bir varsayım
daha vardır. Bu tıpkı Haziran Hareketi’nin yaklaşımı gibidir.
DİP’in sorusu, aynı zamanda, “CHP ile koalisyon yap veya
yapabilmelisin; bu caizdir” demektir.
Eğer sen o kadar devrimci isen, CHP ile AK Parti’nin
program ve stratejilerinin birbirinden farklı olmadığı; hele Kürt sorununda hiç
farklı olmadığı; hatta klasik AKP’nin ulusu İslam’la tanımlama nedeniyle, aynı
gerici ve karşı devrimci özü taşımakla birlikte nispeten daha dil körü olduğu
gerçeğini görmezden gelmemen ve CHP’ ile de koalisyon yapmayacağına dair söz
ver demen gerekir.
Öte yandan, CHP’nin AKP ile koalisyon yapması olanağı ve
olasılığı daha yüksek iken bir yandan zımnen HDP için CHP ile koalisyona evet
derken; CHP’ye AKP ile koalisyon yapmayacağına söz var diye bir koşul
getirmemektedir.
Yani aslında CHP’nin elini kolunu serbest bırakmakta;
HDP’yi köşeye sıkıştırmakta, son duruşmada CHP’ye oy verin demektedir.
DİP’in bu bildirisini şimdi yayınlaması Türk
Sosyalistlerinin soldan HDP’yi sıkıştırma girişimlerinin bu ara sıklaşması bir
rastlantı değildir.
Dikkat edilirse, seçim dönemi başladığında, CHP içinden
bile, HDP’ye oy verilmesi gerektiği yönünde sesler çıkıyordu. Önemli olan
Erdoğan’ın başkanlık sistemine geçişi engellemektir deniyordu.
Ancak Bu argümanın gücü ve sağlamlığının insanları ikna
ettiği görüldükçe, CHP paniğe kapıldı:
Bunun üzerini iki önemli dönüş yaptı:
1) Erdoğan’ı
hedefe oturtmayı ve seçimin referandum karakteri taşıdığını önemsizleştirmeye;
gözlerden gizlemeye başladı;
2) Giderek
artan dozlarda, HDP’yi hedef tahtasına oturtmaya ve AKP ile paralel tavırlar
almaya başladı.
Örneğin o çok önemsenen “önce ekonomi” programı vs.
birden bire bu sorunun referandum sorunu olduğunu gözlerden uzaklaştırıp;
gündemden düşürüp; ikinci plana atmanın bir aracıdır.
Aynı şeyi sol görünüm altında Hazirancılar ve DİP gibi
partiler de yapıyor. Yani aslında Erdoğan’a “sol”dan destek oluyorlar.
*
İntihar Politikası
Bu başlar, referandum karakterini gizledikleri seçim
sonucunda HDP barajı geçemez de Erdoğan başkan olursa, bizzat kendilerinin de bu
iktidar zehirlenmesine uğramış tiranın Ergenekon’la ittifak halinde yeniden
başlatacağı savaşın altında kendilerinin de kalacaklarını görmüyorlar.
Evet, bu seçimler hiç bir şeyi değiştirmeyecektir.
Ama başkanlık sisteminin olması veya olmaması, Erdoğan’ın
tüm gücü elinde tutan bir tiranlık rejimini oturtması veya oturtamaması;
ülkedeki ve bölgedeki güç dengelerini dolayısıyla mücadelenin hangi biçimler
altında geçeceğini belirleyecektir.
HDP’nin baraja takılması; başkanlık sisteminin kurulması
ve dolayısıyla Erdoğan’ın intihar politikasını uygulayacak güç ve araçlarına
sahip olması anlamına gelecektir.
Ama HDP’nin barajı aşması, Başkanlık sistemi hayalinin
bitişi; aynı zamanda AKP’nin Erdoğan’ın tasallutundan kurtulması ve büyük
ölçüde belki de 2000’lerin başındaki Avrupa Birliği’ni katılma politikasına
dönme yolunda çabalar göstermesi; en azından o eğilimin AK Parti içinde güç
kazanması; kim bilir belki AK Parti’nin bölünmesi anlamına gelir.
Öte yandan, yüzde onu aşmış bir HDP, tüm diğer partilerin
demokrasiye daha büyük bir ağırlık vererek onun önünü kesme çabalarına yol açar
ki bu da demokratik özlem ve hedeflerin gücü ve egemenliğini arttırır. Özel
savaş döneminin atmosferi biraz olsun dağılır.
Yüzde onu aşmış bir HDP Türkiye’nin geri kalanına
demokratik karakterli programını daha rahat götürebilir, bu tecrit çemberini
kırabilir hale gelir; yüzde ondan fazlanın desteğini almış bir Kürt özgünlük
hareketine karşı eskisi gibi kolayca savaş başlatılamaz. Mücadele daha yumuşak
ve siyasal biçimler içinde yürütülebilir hale gelir. En azından “şehit
cenazeleri”nin zehirlemediği bir havayı solumak anlamına gelir.
Ayrıca Türkiye politikasındaki böyle bir başarı; nasıl
Kobane buradaki başarıyı etkilediyse;
Suriye, Irak ve İran’da Kürt özgürlük hareketinin yeni mevziler
kazanması; daha geniş bir hareket alanı elde etmesi ve daha güçlü olması
anlamına da gelir. Bu da ayrıca bütün bölgedeki çözümsüzlüğe karşı bir
alternatifin güçlenmesi demektir. Bölge çapındaki böyle bir güçlenme de Türkiye
politikasında yine yumuşatıcı, demokratik güçleri güçlendirici bir karşı etki
yapar.
Şimdi bütün bunlar ortadayken, yani bir düzen değişikliği
değil ama verili güçlerin mücadelesinde, nispeten bir demokratik özelliği ve
programı olan güçlerin, hareket alanını, mücadele olanaklarını, gücünü
arttıracak bir referandumda açıkça bu tarafta yer almamak fiilen nesnel olarak
Erdoğan ile ittifak yapmak anlamına gelir.
İşte DİP’in (tıpkı Haziran hareketinin duruşu gibi)
HDP’den “koalisyon yapmayacağını ilan et şartı” getirmesi ve bu şartı yerine
getirmediği takdirde HDP’den sosyalistlerin de desteğini çekmesini önermesi
kendi öznel niyetleri ne olursa olsun Erdoğan’a hizmet eden bir provokasyondur.
Olumlu anlamışla değil, olumsuz anlamıyla bir provokasyondur. Düşündüren değil
geri yanlara hitap eden; taktik olarak zor durumda bırakan gerici bir
provokasyon.
Varsayalım ki, HDP’nin AKP ile koalisyon yapma ihtimali
var. Bu takdirde bile bir sosyaliste düşen, “burada sorun hükümet sorunu
değildir, başkanlık sistemi ve Erdoğan’ın bu amacına ulaşamamasının demokratik
güçlerin mücadelesine yeni olanaklar açmasıdır” demesi gerekir. DİP ise tam
tersini yapıyor. Sadece devrimci görevinden kaçmıyor, aksine karşı tarafta yer
alıyor.
*
Marksist Öncülleri Çiğnemek
Ama bu baylar bir de Marksist geçiniyorlar. Bu davranışlarının
onların kendi Marksist geçmişlerinin öncüllerini nasıl unutarak veya çiğneyerek
böyle bir durumu savunabildiklerini de göstermek gerekiyor
Bir Marksist her şeyden önce, somut koşulların somut
tahlilinden hareket eder. Hayat hiçbir zaman düz bir yol izlemez. Diyalektik
demek koşulları mümkün olan tüm karmaşıklığı içinde, birbiriyle karşılıklı
etkisi içinde ele alabilmek demektir.
İstanbul’dan Ankara’ya gitmek için arabaya bindiğinizde,
ayağınızı gaza basıp, direksiyonu düz tutup gitmeye kalkın bakalım.
Gidemezsiniz. Karşıdan araba geliyorsa hız keser önünüzdeki arabanın arkasına
geçersiniz; yol serbest ve arabanızın gücü varsa hızlanırsınız; yol tıkalıysa,
tıkanmaya takılmamak için yan yollara sapar hatta bir süre gitmek istediğiniz
yönün tamamen zıddına bile gidebilirsiniz.
Basit bir fiziki yolda ve ilişkide bile gidiş böyle
karmaşık iken; hedef ve o hedefe ulaşmak için yollar ve araçlar konusunu,
toplumsal ve siyasal mücadelelerin karmaşıklığı içinde varın siz düşünün.
Bu nedenle, Marksistler her zaman, her durum için geçenli
reçeteler olmadığını; gerçekliğin somut olduğunu, A durumunda doğru olanın
koşullar değiştiğinde en yanılış davranış olabileceğini söylerler. Bu nedenle
politikada asla “asla” demezler.
Önemli olan o verili koşullarda, nihai amaca, yani
yeryüzünden sömürü ve baskının kaldırılmasına ve bu nihai amaç için belirlenmiş
stratejik hedeflere, örneğin bir orta doğuda demokratik bir cumhuriyetin
kurulmasına, azama katkının nasıl yapılacağı, hangi örgüt ve mücadele biçiminin
buna azami katkı sağlayacağı sorunuyla ilgilenirler.
Bu nedenle politikada, bir kimseden, AKP ile veya CHP ile
ittifak yapmamalısın diye bir koşul getirilemez. Öyle koşullar olur ki, önceden
bilinemez. İşte en somut örnek Kobani, koşular ve konjonktür öyle oldu ki, ABD
PKK’ya silah verdi; vermek zorunda kaldı ve PKK da bu siyahlara kendi iman
gücünü katarak IŞİD’e hiç tatmadığı bir yenilgi tattırıp, onun yenilmezlik
efsanesini söndürdü.
Lenin’in Alman Genelkurmayı ile ittifak yapıp onların
kurşunlu treniyle Rusya’ya gittiği veya Mao’nun Japonlara karşı Çan Kay Şek ile
ittifak yaptığı gibi daha sosyalist hareketin tarihinden nice örnek
verilebilir.
Ama bunca uzağa gitmeye bile gerek yok.
Uzlaşma yok bir anarşist palavrasıdır.
Herkes her an uzlaşmalar içindedir. Sorun o uzlaşmaların
neye hizmet ettiğindedir.
Şu an bizler hepimiz, en uzlaşmaz ve nihilist görünenimiz
dâhil, kendini Türklük ile (Türklüğü de ırkla ve kanla) tanımlamış gericinin
gericisi, mutlak merkeziyetçi Türk devletinin yurttaşlarıyız. Bu devlete vergi
vermemiz; okullarına gitmemiz; kanunlarına uymamız bir uzlaşmadan başka nedir
ki? Türk devletiyle ve en ırkçı Türk milliyetçiliğiyle uzlaşmış olmuyor muyuz
bu devlete vergi verir; askerlik yapar; çocuklarımızı onun okullarına
yollarken. Uzlaşma yapmamak demek, bu devletin hiçbir yasasını tanımamak;
onlara uymamak, bu devletin verdiği kâğıtları kabil etmemek; onun verdiği
hüviyeti ve pasaportu yırtıp atmak; onun parasını kullanmamak demektir.
Var mı bunu yapabilecek devrimci yiğit?
Bütün bunları bizim hızlı komünist ve de Marksist ve
hatta Troçkist başlarımız yapacaklar ve bir de sonra burnundan kıl aldırmaz
keskin devrimci Marksist pozlarda, HDP’ye AKP ile koalisyon yapmayacağını ilan
etmezsen sana oy vermiyorum diyecekler.
Sen önce egemen ulustan bir insan olarak, bu Türklükle
tanımlanmış; Türklüğü de ırkla ve kanla tanımlanmış bu devletle ve milletle
niye uzlaşıyorsun önce onun hesabını var.
Türk sosyalistleri (hâşâ onlar Türk olmaz, onlar
sosyalisttir, marksist'dir, komünisttir, feministtir, çevrecidir vs. ama asla
Türk değildirler!) kendini talibine ha bre yeni koşullar sunan şımarık
gelinlere benziyorlar. Beşi bir yerde takmazsan olmaz, bir de buzdolabı,
çamaşır makinesi istiyorum, koluma beş tane de bilezik. Bulmuşunuz demokratik
özlemleri olan, “Türkiyelileşmek” isteyen gariban Kürtleri satın bakalım
kendinizi böyle ağırdan. Gün ola devran döne.
*
Marksizm’e Göre İttifaklar
Marksizm’de bu genel sistemin, (yani mutlak reçetelerin
olmadığı) yanı sıra ittifaklar konusuna nasıl yaklaşılır?
İttifakların koşulları kişilere veya partilere göre veya
ahlaki ölçülere göre yapılmaz.
Kimin ahlaklı kimin ahlaksız olduğunu ölçecek ahlaki
kriterler ve bir ahlak zabıtası da yoktur.
İsa’nın dediği gibi ilk taşı hiç günahı olmayan atsın.
Siyasi hareketlerden somut hedefleri bağlamında, kendi
programları bağlamında ilişki beklenir.
HDP’nin programı ortada, HDP sözcüleri de her yerde
programımızı kabul ettikten sonra niye olmasın diye verilebilecek tek doğru
cevabı veriyorlar.
Hal böyle iken, belli bir parti ile ittifak
yapılmayacağını dayatmak Marksizm'in bu en temel öncüllerini unutmak veya
çiğnemektir.
*
Yığın Düzeyi ve Psikoloji Boyutu
Kaldı ki, işin bir de daha taktik için taktik denebilecek
ve psikolojik boyutu vardır.
HDP yöneticileri bilmiyorlar mı AK ile aralarında bir kan
uyuşmazlığı olduğunu ve bu bilgiyle pek ala AKP ile asla koalisyon kurmayacağız
demeyi. Kürt hareketi 30 yıldır politika içinde piştiğini herkese gösterdi ve
gösteriyor.
Böyle demeleri yanlış ama diyelim ki bu seçimde
CHP’lilerin oylarını almak ve onların gönlünü okşayacak şeyler söylemek için
böyle diyorlar.
Bu yanlış olurdu ama böyle dememelerinin ardında başka
bir neden de var.
Çünkü bütün halk psikolojisi gösterir ki, uzlaşmazlık
izlenimi veren davranışlar geniş seçmen kitlelerinde olumlu bir etki yaratmaz.
Bu da oyları olumsuz etkileyebilir. Çünkü kim güler yüzlü ve uzlaşmalara açık
bir profil çizerse o kazanır.
Kaldı ki, HDP’nin ayrıca buna diğer partilerden daha
fazla da ihtiyacı vardır. Çünkü bunca yıl en ağır psikolojik savaşın nesnesi
olmuştur. VE halen Türk devletiyle savaş halindeki, ama ateşkes yapmış bir
hareketin ve örgütün bir uzantısı olarak görülmektedir.
Öte yandan, HDP’nin esas oy alacağı ve ona barajı
aştıracak kesim, AKP’ye oy veren Kürtlerdir. Bunlar tam kritik bir tereddüt
içindeyken, onlardaki ön yargılar ve tereddütler tam yıkılmak üzereyken, birden
bire, biz AKP ile koalisyon yapmayacağız demeleri, sadece temelden yanlış
olmakla kalmaz, savaşta bu psikoloji faktörünü, önyargıları yıkmak için gerekli
manevralar ve esneklikten yoksun olacağı için de yanlış olur.
DİP HDP’yi adeta tam da yanlış olanı yapmaya
zorlamaktadır. VE böylece Erdoğan’a hizmet etmektedir.
*
Ayrıca var sayalım ki, HDP tutarsız bir partidir.
Sen devrimci bir parti isen, seçim bir referandum
karakteri taşımasa bile, seçimleri önemsemiyorsan, görevin gerici partiler
karşısında HDP’ye oy verilmesini istemektir.
Hem HDP’yi programatik olarak eleştirirsin; hem de HDP’ye
oy verilmesini istersin. Marksist tavır bu olur.
*
Sonuç
Bu itirazları ve eleştirileri uzatmak mümkün.
Söylenenleri özetlersek:
DİP’in pozisyonu, bu seçimlerin referandum karakterini es
geçtiği için yanlıştır
Referandum karakteri olmasaydı bile yine de HDP’ye oy
verilmesini istemek gerektiği için yanlıştır.
“Uzlaşma yok” palavrasını zımnen savunduğu için yanlıştır
Uzlaşmaları somut programlara değil, belli somut kişilere
veya partilere bağladığı için yanlıştır.
Psikoloji ve taktik içinde taktik faktörlerini görmezden
geldiği için yanlıştır.
Ama böyle bir zamanda böyle bir ültimatom olarak sadece
bir politik yanlış değil; en kötüsünden bir provokasyondur.
*
Neden böyle intihar ederce provokasyon yapar duruma
düşüyorlar?
Çünkü DİH de aslında ulusalcı bir partidir. (Dikkat edin
milliyetçi veya ulusçu demiyorum. Zaten bütün dünyadaki sol ve sosyalistler
milliyetçidir. Çünkü milliyetçilik tanımları milliyetçilerin milliyetçilik
tanımlarıdır.)
Doksanların duvarın yıkılmışlığı ve özel savaşın zirve
yapmışlığı koşullarında var olabilmiş bütün bu ulusalcı partiler şu aralar son
saatlerinin geldiğini görüyorlar.
HDP barajı aştığı takdirde, ta doksanların başından beri
yerleşmiş özel savaş rejimi ve ideolojisi ciddi bir yenilgi alacaktır.
Bu zehirle atmosferde var olabilmiş bu küçük sol ulusalcı
örgütler için yolun sonu demektir.
Bu güne kadar varlıklarını borçlu oldukları koşulların
ortadan kalkma olasılığı ortaya çıkmış bulunuyor. Bunu içgüdüleriyle
görüyorlar, seziyorlar. Son bir hamleyle, kendi varlıklarını koruyan koşulların
devamı için ortaya atılıyorlar.
Ama her ortaya atılan, aynı zamanda kaderini bu
seçimlerde HDP’nin başarısızlığına bağladığını itiraf etmiş ve aynı zamanda
kendi kaderini çizmiş oluyor.
Türk sosyalistleri (Bütün dünya sosyalistleri gibi)
milliyetçidir. Ama kimileri ulusalcıdır. Ulusalcılık milliyetçilikten
farklıdır. Ulusalcılık milliyetçilik içinde gerici milliyetçiliğin bu devleti
ve milleti yaşatmaya göre program ve strateji çizmiş versiyonudur.
Bu versiyon, bütün stratejisini, bu devlete karşı
mücadeleyi ikinci plana atan, ekonomi, (zamanına göre bu ekoloji de olabilir)
“sınıf temelli”, “emek eksenli” mücadele diyerek, yani ileri kaçarak,
demokratik görevlerden kaçan; demokratik hedefleri olan Kürt özgürlük
hareketinden uzak duran çizgiyi ifade eder.
Ulusalcılık sadece Kürt hareketine yakın uzak olmakla
ilgili değildir; ulusalcılar içinde pek ala Kürt hareketi ile ittifak yaparak
bu devleti yaşatmaya çalışan bir stratejiyi izleyen farklı akımlar da olabilir.
Ama hepsinin ortak bir özelliği vardır: demokratik
özlemleri ve hedefleri ikinci palana atan “antiemperyalist” veya
“antikapitalist” “işçici” bir söylemin ardına gizlenmek.
Şimdi bu dünya yıkılıyor.
Bazı bakteriler oksijende yaşayamazlar. Oksijen onlar
için öldürücü etki yapar; Bazı bakteriler ise, oksijensiz ortamlarda yaşayamazlar.
Şimdiye kadar ÖDP, TKP, DİP vs. gibi örgütler bu
oksijensiz ortamda üreyen, yaşayabilen bakteriler gibiydiler. Onları yaşatan
atmosferde biz soluk alamıyorduk.
Eğer HDP yüzde onu geçerse, bu oksijensiz atmosferin
değişimi hızlanabilir; bizlerin soluk alabileceğimiz bir atmosfer gelişebilir.
Bunun kendilerinin sonu olduğunu görüyorlar ve son bir
gayretle bu oksijensiz atmosferin sürmesi için ortaya atılıyorlar.
DİP’in bildirisi ve provokasyonu bundan başka bir anlama
sahip değildir.
Bu bildirisiyle, açıkça CHP’lilerin, ulusalcıların, kimi
Hazirancıların yanında saf tutmuş bulunuyor.
Demir Küçükaydın - 26 Nisan 2015 Pazar
(Bu yazı, Demir Küçükaydın'ın Demirden Kapılar (http://demirden-kapilar. blogspot.com.tr/) bloğunda yayınlanmıştır. Yazının DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT'ta yayınlanmasında kendisinin onayı vardır)
(Bu yazı, Demir Küçükaydın'ın Demirden Kapılar (http://demirden-kapilar.