Besteci, yazar, beş dil bilen bir özgür eğitim uzmanı… André Stern, bu sıfatları bir gün bile okula gitmeden edinmiş.
Kendisi ile yapılan bu röportaj eğitim hakkında doğru kabul ettiklerimizi tekrar sorgulamamız için bir fırsat olabilir…

Neden okula gitmediniz?
Anne ve babam, kız kardeşimi, beni ve diğer çocukları gözlemlemişler. Sonunda, her çocuğun dünyaya gelirken ihtiyaç duyduğu her şeyi de beraberinde getirdiğine karar vermişler. 40 sene önce beyinle ilgili bilimsel çalışmalar bu kadar ilerlememişti. Ancak bugün yapılan çalışmalar gösteriyor ki, doğarken oyun oynama içgüdülerini ve yaratıcılıklarını da yanlarında getiriyorlar. Yani oyun oynamak aslında öğrenmekle eşdeğer. Ailemin hayata ve bize olan güvenleri tamdı. Benimle ve kardeşimle ilgili geleceğe yönelik beklenti ve korkular geliştirmemişlerdi. Dolayısıyla bilgi ve meslek sahibi olabilmek için okula gitmenin tek yol olmadığını biliyorlardı. Her ikisi de çok mutlu ve başarılı öğrencilik yılları geçirmiş olmalarına rağmen kız kardeşim ve benim için okulsuz eğitimi uygun gördüler.

Fransa ‘da yaşıyor olmanızın da bunda katkısı var sanırım. 

Evet, tabii ki… Başta Fransa olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde okula gitme zorunluluğu yok. ABD gibi bazı ülkelerde ise okula gitmek istemeyenler için evde öğrenim zorunluluğu var. Yani, yine ne öğreneceğinize, nasıl öğreneceğinize, ne kadar zamanda öğreneceğinize başkaları karar veriyor. Fransa bu konuda tamamen özgür. Ama birçok Fransız ailenin bundan henüz haberi yok.
Anne ve babanızın çocukları gözlemlediğini söylediniz. Bunu nasıl yapmışlar?
Babam pedagog. Paris’te ‘Kapalı Mekân’ adını verdiği bir resim atölyesi var. Küçük çocuklarla çalışıyor. Annem ise ilkokul öğretmeniydi. Mesleğini yaparken çocukların okulda doğallıklarını kaybettiklerini, yeteneklerinin sınırlar içinde kaldığını görmüş. Bu nedenle aslında çok sevmesine rağmen mesleğini bırakmış. Benim ve kardeşimin gelişimini takip etmek ve bizimle bolca vakit geçirme isteği de kararında etkili olmuş.
Okuma yazmayı ne zaman öğrendiğiniz? 
Üç yaşımda harfleri ve sesleri birleştirmeye başlamışım. Gazeteler ilgimi çekiyordu, bu sayede sesleri birleştirerek hecelemeyi öğrendim. Ailem sadece sorduğum sorulara cevap veriyordu. Tam anlamıyla okuma yazmaya ise dokuz yaşımda başladım.André Stern
Yedi yaşındaki çocuğu okumayı sökemedi diye paniğe kapılabilecek birçok insan tanıyorum.
Benim ailem için çok doğal bir süreçti. Bir gün kendiliğinden olacağını biliyorlardı. Bu nedenle üzerimde zaman baskısı yoktu. Zaten bütün çocukların yedi yaşında okuma yazma öğreneceğine kim karar veriyor? Doğal bir süreci kimse hızlandıramaz. Bir tırtılı eline alıp çekersen daha çabuk büyümez, ölür.
Peki, evde nasıl zaman geçiriyordunuz?
Gerçek anlamda mutlu bir çocukluk geçirdim. Oyun oynayarak ve neye ilgi duyuyorsam, beni ne heyecanlandırıyorsa onunla meşgul olarak… Dört yaşımda gitarla oynamaya başladım, sonrasında gitar dersleri aldım. Yanlış anlaşılmasın diye eklemeliyim ki, bizim evimizde de, kurallarımız ve ritüellerimiz vardı. En sevdiğim şey, Legolarla oynamaktı. Haftada bir gün babamın resim atölyesinde resim yapardım, amcamdan bilgisayar öğrendim, İngiliz bir arkadaşımdan ise cebir… Kuzenimle beraber dans dersleri aldım. Stressiz, zaman ve öğrenme baskısı olmadan, iyi notlar almak için savaşmak zorunda kalmadan, öğrendiğimin farkına varmadan yaşayarak, tutkuyla öğreniyordum. Bakır işçiliğine merak saldığımda, bakır ve seramik tutkunu olan ailem bir ustayla temasa geçtiler. Kaybolmaya yüz tutmuş bir el sanatıydı bu. 11 yaşımda Guy isimli ustamın atölyesinde kurslar almaya başladım. Coşkuyla, heyecanla çekicin çıkardığı sesi dinleyerek… Bakır konusundaki eğitimim üç sene sürdü. 18 yaşımda babamın anadili olan Almancayı öğrenmeye başladım. Babamın hediye ettiği bir Almanca öğrenme programıyla günde altı saat çalışarak altı ayda bu dili söktüm. Bunu yaparken kimse yanıma gelip “Almanca bitti, şimdi matematik zamanı” demiyordu. Fotoğrafçılığı ise kitaplardan ve yine bir ustanın kurslarından öğrendim.

Zengin bir aileydiniz herhalde? Bir dolu hoca ve ders saydınız çünkü…

Hayır, zengin değildik. Sadece önceliklerimiz farklıydı. Simco marka arabamızı parçaları birbirinden ayrılıncaya kadar kullandık örneğin. Hayatımızı okul zamanı, tatil zamanı, iş hayatı, özel hayat, hafta içi hafta sonu gibi parçalara ayırmadığımızdan, dinlenmek için pahalı seyahatlere de ihtiyaç duymuyorduk. Örneğin, hiçbir zaman televizyonumuz olmadığı için yeni modeli çıktığında değiştirmek zorunda kalmıyorduk. Giyim modası da takip ettiğimiz bir şey değildi.André Stern
Bunca eğitime rağmen hiç diplomanız yok değil mi?
Tabii ki yok. Bugüne kadar yaptığım işler için de diploma göstermem gerekmedi zaten. Diplomam olmadığı, ama aynı zamanda okuryazar olduğum için askerlik de yapmadım. Askerlik için form doldurmam gerektiğinde önümdeki kâğıtta beş kutucukla karşılaştım. Yanlarında yüksekokul, lise, meslek okulu gibi sınıflandırmalar vardı. En alttaki kutucukta ise ‘okuryazar değil’ ibaresi vardı. Bunların hiçbirine uymadığımı söylediğimde, beni bir sınava tâbi tuttular. Üstün başarı ile geçmeme inanamadılar. Çünkü onlara göre bir insan okula gitmediyse bu kadar çok şey bilemezdi, eğer biliyorsa akıl dengesi yerinde olamazdı. Psikolojik bir rahatsızlığım olduğuna karar verdiler. Ve askerlik yapmak zorunda kalmadım.
Gelelim el yapımı gitar ustalığına…
22 yaşımdayken şimdiki ortağım ve en iyi dostum Werner’i buldum. Gitar yapmak istiyordum. “Bu işi bana öğretebilir misin” diye sorduğumda bana şu cevabı verdi; “Sana sadece ne yaptığımı gösterebilirim ama öğretemem.” Ustamı bulmuştum. 20 yıldır Werner ile beraberiz.
Geçtiğimiz yaz Türkiye’de öğretmen bir çifte hikâyenizden bahsettim. Korku dolu bir tepkiyle karşılaştım. Benimse kitabınızı okuduktan sonra gözümün önünde farklı pencereler açıldı. Hayata ve çocuklarıma karşı farklı bakış açıları geliştirdim. Siz nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Bir konunun altını çizmeliyim öncelikle! Ben okul düşmanı, sistem karşıtı bir insan değilim kesinlikle. Tam tersi, eğitimcilerle çalışmak işimin bir parçası. Birlikte seminerler veriyoruz. İkincisi, benim hikâyem bir ‘metot’ da değil. Sadece şunu söylemek istiyorum; ben alışılagelen bir yolun dışında yürüdüm ve mutluyum. Birçok insan başarıyla mutluluğu aynı kefeye koyuyor. Başarıya ulaşmak için de zorlanmamız, mücadele etmemiz, bunun için birçok ciddi ve önemli sınavdan geçmemiz, yarışmamız, kıyaslanmamız gerektiği düşünülüyor. Benim hayatım bunun tersini anlatıyor. Hiçbir şeyi elde etmek için mücadele etmem gerekmedi. Hayata güvenip korkularımızdan kurtulduğumuzda mutlu olacağımızı düşünüyorum. Bir çocuğu gerçek hayata hazırlamak diye bir kavram var. Benim ailemin beni hayata hazırlaması gerekmedi çünkü hayatın tam içinde yaşıyordum. Sorunuza gelince anlattıklarıma birçok farklı tepki alıyorum. Üstün yetenekli bir çocuk olup olmadığımı soranlar var. Kesinlikle değildim. Gerçekten çok normal, diğerleri gibi bir çocuktum. Sadece bana güvenen, beni yönlendirmeden destek veren bir ailem vardı. Bilimsel araştırmalar, okullarda aynı yaş grubundalar diye çocukları bir sınıfta toplamanın doğru olmadığını ispatladı artık. Çocukların gelişimleri, ilgi alanları, yetenekleri, heyecanları aynı değil çünkü. Ama kimileri için bunu düşünebilmek bile imkânsız. Eski alışkanlıklarına o kadar tutkuyla bağlılar ki!
Son olarak okullarda bunalan çocuklara ne söylemek istersiniz?
En önemlisi hayatta onları heyecanlandıran konuları bulmalarını öneririm. “Hangi konuda kötüyüm, nasıl daha iyi olabilirim” yerine, “hangi konuda iyiyim, nasıl daha da iyi olabilirim” sorularının cevaplarını araştırsınlar. Aynı alanlarda birbirleriyle yarışmaktansa farklı alanlardaki becerilerini ortaya çıkarmaya çalışsınlar.
Röportajı yapan: Şebnem Işıl GÜLER (tempomag)
Daha yeni Daha eski