Tayyip Erdoğan’ın AKP’sinin kullanabileceği malzemeler artık iyice azalmış durumda; kara propaganda, provokasyonlar ve halka korku salmayı amaçlayan baskı ve şiddet araçları. Ağrı/Diyadin/Yukarıtütek’te yapılanlar göstermektedir ki AKP artık vaatlerin, umut tacirliğinin ve patronaj ilişkilerinin işe yaramayacağını anlamış ve seçimden başarılı çıkabilmek için provokasyonların tek çıkar yol olduğunu kabul etmiştir. Seçilen yere, icraya konuş biçimine bakıldığında bu provokasyonun şimdilik bu sürecin deneme mahiyetindeki ilk adımı olduğu görülebilir. Zaten AKP’nin böyle bir şey yapacağı neredeyse herkes tarafından bekleniyor, tahmin ediliyordu. Ancak bu kadar eline yüzüne bulaştıracağı beklenmiyordu. (Efkan Ala’nın acemiliği olsa gerek.)
Davutoğlu’na göre Yukarıtütek köyünde (bu arada köyün seçmen sayısı 45 kişi) PKK’lilerin “Bahar Şenliği” adı altında seçim propagandası yapacağı bilgisi alınmış ve valiliğin askeri çağırması ve izin vermesi üzerine de bölgeye müdahale edilmiş. AKP’nin milletvekili adayı olması dışında hiçbir resmi sıfatı olmayan Efkan Ala’nın üç-dört gündür bölgede bulunuyor olması da sadece tesadüf olsa gerek.
Olayın daha ilginç yanı ise Ahmet Davutoğlu ve Genelkurmay arasındaki çelişkili ifadeler ve basın üzerinden yapılan göndermeler. Davutoğlu, yaralı askerlere köylülerin yardım ettiğinin yalan olduğunu söylerken Genelkurmay köylülere yardımlarından dolayı teşekkür ediyordu. Davutoğlu “Asker, siyasi iradenin emrindedir, o ne derse onu yapar” açıklamasını gördüğü “ihtiyaç” üzerine yapmış olmalı. Oysa yine aynı Genelkurmay, müzakere süreci başladığından beri bölgede operasyon yapmak için valiliklerden tam 230 kez izin istendiğini ama valilerin bu izinleri vermediği bilgisini basına sızdırmaktaydı.
Yukarıtütek köyünde tezgahlanmaya çalışılan provokasyon bile tek başına göstermektedir ki Tayyip Erdoğan’ın AKP’si seçimde oyunu arttırmak ve HDP’nin yüzde 10 barajının altında kalması için her şeyi yapabilir durumdadır (kendi askerlerini ölüme terk etmek dahil). Diğer yandan her türlü olumsuz faturanın kendilerine kesileceğinin farkında olan Genelkurmay (tıpkı Arınç, Gül, Babacan gibi) kaderini bir bütün olarak AKP’ye, Tayyip Erdoğan’a bağlamamak için “geleceğe yatırım” yapmaktadır.
Seçim sonuçları her şeye rağmen sistem içi güçler açısından bir parametre. Bu sonuçlara göre güçler arası ilişkiler ve dengeler yeniden belirlenecek, seçim sonrası dönemin iktidar yerleşiminde bu sonuçlar etkili olacak. Tayyip Erdoğan AKP’sinin daha önceki genel seçimlerde kullandığı kapsayıcı dil, ortak siyasi hedefler (bir davaya sahip olmak) ve liberallerden sağın değişik aktörlerine kadar uzun, geniş bir yelpaze barındırma tercihi tamamen ortadan kalkmış durumda. Bu noktaya gelinmesinde AKP iktidarının uzun yıllar içinde yavaş yavaş yaldızlarının dökülmüş olması kadar, Haziran İsyanı ve bu isyan karşısında Erdoğan’ın takındığı tavır da önemli etkide bulundu. AKP iktidarı artık iyice çekirdeğine daralan hatta çekirdek içinde Erdoğan’a çok daha yakın olanlara daralan bir kliğe dönüştü. Artık yüksek sesle bile AKP’nin bırakın anayasal çoğunluğu, hükümet kurmak için gerekli çoğunluğu bile sağlayamayabileceği konuşulur oldu. Tekrar etmek gerekirse karşımızda kara propaganda yapan, provokasyonlar düzenleyen ve halka korku salmayı amaçlayan baskı ve şiddet araçlarını kullanmaktan çekinmeyen bir Tayyip Erdoğan diktatörlüğü var.
Çıkarılan özel güvenlik yasası, daha resmi olarak yasalaşmadan Halkevleri’nin 12 Nisan mitingi hazırlık faaliyetlerinde polisin keyfi davranışlarına yansıdı bile. CHP’nin propaganda filminin TRT tarafından “hükümeti eleştiriyor” diye (muhalefet başka ne yapar ki) yasaklanması keyfi yasakların sınırının olmadığının kanıtı. Avukatlara uygulanan sindirme operasyonu ise aslında halkın savunma hakkını ortadan kaldırmaya, baskı altına almaya yönelik daha kapsamlı bir planın parçası. AKP şu an, Yalçın Akdoğan’ın PKK’yi eleştirmek için sarf ettiği tanımda gerçek karşılığına oturmuş durumda: “Bir elinde silahla siyaset yapmak.”
Böylesi bir atmosferin kuşkusuz özellikle örgütsüz halk kitleleri içerisinde hareket etmeme, öne çıkmama eğilimini güçlendirmesi şaşırtıcı olmamalı. Üstelik seçim dönemine girilmesi ve sandığın bu kara atmosferi değiştireceği yönündeki algı da bu durumu güçlendiren bir başka faktör. Tam da böylesi durumlarda devrimcilere olan “ihtiyaç” bir kez daha güçlü bir biçimde kendisini hissettiriyor. Halkevleri’nin 12 Nisan’da gerçekleştirdiği “Yürü üstüne üstüne” mitingi, bu noktada önemli bir çıta oluşturmuştur. Bütün siyasal aktörlerin (soldakiler de dahil) her türlü siyasal faaliyetlerini seçim gündemli bir eksene oturtmaları karşısında halktan yana devrimci siyasal gündemin ve hedefin ne olması gerektiğini göstermiştir. Varolan bir siyasi gündemin rüzgârını arkasına almadan, kendi özgücüyle maddi ve manevi sınırları zorlayarak gerçekleştirmiştir eylemini. Üstelik Başbakan’ın “Artık sokağa izinsiz şekilde çıkana bir dakika bile müsamaha gösterilmeyecektir” dediği bir dönemde, bu beyanın hiçbir anlamı kalmadığını kanıtlayarak.
Şimdi önümüz 1 Mayıs…
Sandıktan ne sonuç çıkarsa çıksın, siyasi ve toplumsal krizin daha da boyutlanacağı bir dönemde, egemenler krize kendi çıkarları doğrultusunda gerici müdahalelerde bulunacaktır. Krize devrimci bir müdahalede bulunmanın koşulu ise, emekçilerin çıkarlarını temel alan bağımsız bir politik hattın varlığıdır. Emekçilerin sistem içi kanallara yönelmeye zorlandığı seçim sürecinde 1 Mayıs, devrimci bir siyasal seçeneğin dosta düşmana gösterilmesi açısından da kritik bir fırsat sunmaktadır.
AKP’nin iktidarını pekiştirdiği yıllarda bir yandan da Haziran İsyanı mayalandıysa, bu “engellenemez” yükselişe dur denebilecek, halka nefes aldıracak bir muhalefet alanı açıldıysa, bunda 2004’ten 2013’e kadar 1 Mayıs mücadelelerinin önemli bir rolü vardı.
Türkiye’nin dünyadaki en kitlesel ve canlı İşçi Bayramı gösterilerinden birinin adresi haline geldiği; barikatları zorlayan ve alanlara akan yüz binlerle, tek tek bütün örgütlü güçlerin toplamından fazla, onu hem nitelik hem de niceliğiyle aşan bir enerjinin çıktığı 1 Mayıs’lar dönemin güncel ihtiyaçlarını gözeterek ortaya konan devrimci iradenin, militanlığın, yaratıcılığın ürünüydü.
2015 1 Mayıs’ı da, 13 yıllık AKP iktidarının en kritik seçiminden bir ay önce gerçekleşecek. Hem seçim öncesine hem de seçim sonrasına önemli politik ve toplumsal etkileri olabilecek bir gün olarak tarihe geçecek. Halkın, faşist terörle yüz yüze kaldığı, sokak eylemlerinin sadece parti mitingleriyle sınırlandırıldığı, politik ufkun sadece 7 Haziran’a odaklandığı bir dönemde devrimcilerin alacağı siyasal ve pratik inisiyatif bu puslu dönemin çok daha hızlı dağıtılmasını sağlayacaktır. Sokak yasak da tanımaz, diktatör de. Haydi 1 Mayıs’a…SENDİKA.ORG