Bu yazının asıl anlatmaya çalışacağı meselenin daha iyi kavranabilmesi için bu ön giriş gerekli olmuştur.

Hiç kuşkusuz insanın gündelik hayat içerisindeki davranışlarının, tercihlerinin, yönelimlerinin, zaaflarının, tutkularının, girişimlerinin, attığı adımların biçimlerine bakarak ona; “sen niye böylesin?” sorusuyla yürümek tepeden tırnağa aptalcadır. Çünkü, “sen niye böylesin” sorusunun içini doldurduğu zannedilen her argüman son tahlilde “sübjektif”, yani kişiseldir ve sadece bireyi ilgilendirir ve bağlar. Dolayısıyla söz konusu soru aslında içi bomboş ve bu yönüyle de salakça bir sorudur. Örneğin, Recep Tayyip Erdoğan’a; “sen niye bu kadar zenginsin?” diye sorulmaz. Recep Tayyip Erdoğan’a sorulacak doğru soru; “sen bunca zenginliğe, bu kadar kısa sürede nasıl ulaştın?” olmalıdır. Çünkü Recep Tayyip Erdoğan’ın zenginliği hiç kimseyi ilgilendirmez. Ama Recep Tayyip Erdoğan’ın bu zenginliğe üstelik de epey kısa bir sürede nasıl ulaşmış olduğu herkesi ilgilendirir ve ilgilendirmelidir.

Aynı biçimde, Ömer Sebahattin Çetin’in de (olduğu iddia edilen) kimi yönelimleri ve / veya tercihleri hiç kimseyi ilgilendirmez. Ömer Sebahattin Çetin’e hiç kimse “sen niye böylesin Ömer? diye soramaz. Ömer Sebahattin Çetin’in gündelik hayat içerisinde attığı bütün ama bütün adımlar hiç kimseyi değil, sadece ve sadece Ömer Sebahattin Çetin’i ilgilendirir, onun sorunudur. Dolayısıyla, Ömer Sebahattin Çetin’in yurt dışında bir otelde gerçekleştiği iddia edilen birtakım olayların tam içerisinde yer almış olması da sadece ve sadece Ömer Sebahattin Çetin’in sorunudur, hiç kimsenin değil. Bu noktadaki doğru soru, “sen neden (gerçekleştiği iddia edilen) bu işleri yaptın Ömer?” değil, “sen bu işleri hangi para, finans ya da bütçe kaynağıyla yaptın?” olmalıdır. Çünkü söz konusu yurt dışı seyahati, belediye bünyesinde gerçekleştirildiği söylenen “kültürel” bir ziyarettir ve işte bu nedenle o seyahatte harcanmış her kuruşun hesabı büyük önem taşımakta ve bu kasabada yaşayan herkesi ilgilendirmektedir. O yüzden, Ömer Sebahattin Çetin’e; “sen oteldeki odana o garson çocuğu neden aldın” ya da “o garson çocukla onca saat o otel odasında ne yaptın?” diye tepeden tırnağa salakça olan sorular sorulmaz. Hatta bu tür sorulardan kalkarak –pek imkanı yok ama- düşünceler ve başka sorular üretmeye çalışmak diğer her şey bir yana, koskoca bir “sana ne” cevabıyla bile bir anda kadük olacaktır. Bir kez daha tekrarlamak gerekirse eğer, Ömer Sebahattin Çetin’in bizlere, bu kasabanın halkına vermesi gereken hesap, gerçekleştiği iddia edilen olaylar ve bu olayların yine iddia edildiği gibi neden içerisinde yer aldığı kaynaklı bir hesap değil, o seyahatin gerçekleştirilme amacı ve harcanan paranın Ömer Sebahattin Çetin’in payına düşen kısmıdır.

Yukarıdan beri anlatmaya çalıştığım durum ve pozisyonlar elbette ki gerekçe ve sonuç anlamında belediye başkanı Özcan Işıklar için de geçerlidir. Örneğin, sekreteriyle arasında gerçekleştiği iddia edilen bütün gelişmeler ve olaylar zincirine bakarak Özcan Işıklar’a “sen niye böylesin kardeşim” diye sorulmaz. Bu soru yanlış bir sorudur ve bu sorunun içini doldurma ihtimali olan her argüman Özcan Işıklar’ın kişisel tercihlerinin birer sonucudur ve sübjektif oldukları için de sadece ve sadece Özcan Işıklar’ı ilgilendirir ve bağlar. Örneğin, Özcan Işıklar’ın bir ailesi vardır ve iddia edilenler eğer doğru ise bu noktadan sonra pirincin taşını ayıklayacak olan da kendisidir. Bu dediğime bağlı olarak Özcan Işıklar’a sorulacak doğru soru, yurt içinde ve yurt dışında yediği iddia edilen birtakım “halt”ları hangi para, finans ve bütçe kaynağıyla yemiş olduğu kaynaklı soru ya da sorulardır. Özellikle “belediyeye mali anlamda büyük yük oluyorlar” büyük palavrasıyla işten çıkartılan işçilerin durumlarını aklımıza getirdiğimizde sözünü ettiğim o para, finans ya da bütçe olduğundan çok daha büyük bir anlam kazanmaktadır. Hele hele yine iddia edildiği gibi, adeta “havadan dağıtılan” birtakım para ve maaş söylentileri ayyuka çıkmış iken, bu anlam kazanma durumu her şeyin önüne geçmektedir. Bu anlamda olmak üzere –eğer iddia edilenler doğru ise- adama “o işçilerin günahı nedir?” diye de sorulur. Evet soru tam da budur: “O işçilerin gerçekten günahı nedir, sadece işçi olmaları mı?

Sosyal medya üzerinden Özcan Işıklar, sekreteri ve Ömer Sebahattin Çetin  başta olmak üzere, birtakım isim ve olayların “iddia” düzeyinde bile olsa “deşifre” edilmeleri meselesine gelince…

Bu olayla ilgili olarak, sonda söyleyeceğimiz başta söyleyelim ve bu konudaki tavrımızın oldukça net olduğunu belirterek başlayalım. Yöntem olarak ilk bakışta epeyce çirkinmiş gibi görünen söz konusu sosyal medya paylaşımlarının tümü, içerik anlamında gerçekten doğru ise, unutulmasın ki, bazı gelişmeleri de artık “söylenti” düzeyinden almış ve epey yoğun bir somutluğa büründürmüştür denilebilir. (Eğer birçoğumuzun nefretle andığı “cemaat”in hepimizce artık çok iyi bilinen tape paylaşımları olmasaydı, 17 – 25 Aralık büyük yolsuzluk sürecinden ve dönen dolaplardan hangimizin haberi olacaktı) Ömer Sebahattin Çetin’in ses kayıtları, bu dediğimizi destekleyen bir argümandır. Keza, Özcan Işıklar ile ilgili paylaşımlar da benzer özellikler taşımaktadır. Buna bağlı olarak, Ömer Sebahattin Çetin, Özcan Işıklar ve sekreteri için durumun artık çok berbat bir biçim aldığını söylemek abartı olmayacaktır. (Aynı berbat durum, 17 – 25 Aralık süreci boyunca Recep Tayyip Erdoğan için de geçerliydi. O dönemde, Recep Tayyip Erdoğan’ın, “polis alır” korkusuyla yaklaşık 15 gün boyunca, oğlu Bilal Erdoğan’ı asla yalnız bırakmadığı, nereye gitse hep yanında götürdüğü ve makam aracından hiç indirmediği hala akıllardadır.)

Öte yandan, paylaşımları yayınlayan kişi ya da kişilerin bilgi ve belge anlamında el(ler)inin epey güçlü olduğu  söylenebilir. Bunca paylaşımın ardında yatan “cesaret” bu dediğimize işaret etmektedir. Bu arada, paylaşımların, “paylaşan cenah” için hukuki herhangi bir sıkıntı yaratacağını ise iki nedenden dolayı pek sanmadığımı belirtmek isterim. Nedir o iki neden hemen söyleyeyim… Birincisi; “hedefteki” bütün isimlerin, “paylaşımların devamı gelir mi?” kaygısı ya da korkusuyla ciddi herhangi adli bir adım atacaklarına henüz ihtimal vermiyorum. İkincisi ise, paylaşımlarda kullanılan dilin, olası hukuki sıkıntılar düşünülerek özenle ve epey dikkatlice kurulmuş cümlelerden oluşmaları… “Paylaşan cenah”ın, paylaşımlar arasına serpiştirdiği; “isterseniz hukuki adımlar atın, diğer bilgi ve belgeleri de alır mahkemeye gider ve birlikte yargılanırız” yollu tehditleri ise sanıldığı gibi aba altından sopa göstermek değil, büyük bir ihtimalle “işin zevkini çıkarmak” olarak nitelendirilebilir. En azından bana öyle geliyor diyebilirim…

Buraya kadar anlatmaya çalıştığım meseleleri biçimlendiren olayların ve gelişmelerin oluş biçimlerinin ve nedenlerinin beni zerre kadar ilgilendirmediğini, derdimin bunlar olmadığını yukarıda belirttim. Benim böylesi bir noktada üzerinde durduğum konu çok başka. Yukarıda altını da sürekli çizdim zaten. Eğer doğru ise, iddia edilen “haltlar” yenirken, bu “yeme biçimi” için gerekli para, finans ya da bütçenin kaynağıdır benim asıl üzerinde durduğum. Bu noktada, yukarıda yazdığım kimi cümlelerimi yinelemekte yarar görüyorum. Özellikle “belediyeye mali anlamda büyük yük oluyorlar” büyük palavrasıyla işten çıkartılan işçilerin durumlarını aklımıza getirdiğimizde sözünü ettiğim o para, finans ya da bütçe, olduğundan çok daha büyük bir anlam kazanmaktadır. Hele hele yine iddia edildiği gibi, adeta “havadan dağıtılan” birtakım para ve maaş söylentileri ayyuka çıkmış iken, bu anlam kazanma durumu her şeyin önüne geçmektedir. Bu anlamda olmak üzere –eğer iddia edilenler doğru ise- adama “o işçilerin günahı nedir?” diye de sorulur. Evet soru tam da budur: “O işçilerin gerçekten günahı nedir, sadece işçi olmaları mı? Bu soru ne Ömer Sebahattin Çetin’e, ne senin sekreterine, ne paylaşımlarda adı geçen diğer isimlere değil, sadece ve sadece sanadır Özcan Işıklar!

Ben sana; “sekreterin senden hamile mi?” diye sormam. Aşağılık bir sorudur bu ve sorunun olası cevapları, ben dahil hiç kimseyi ilgilendirmez, hatta yine ben dahil hiç kimsenin haddine değildir. Bu türden bel altı sorular ve cevaplarıyla benim hiç işim olmadı şimdiye kadar ve olmaz da. Ben, “havada uçuşan maaşlar iddiası”önümde durur iken, gözlerimi ve bütün dikkatimi,  “belediyeye mali anlamda büyük yük oluyorlar” büyük palavrasıyla işten çıkartılan işçilere yöneltirim. Senin belediye başkanı olarak asıl hesap vermen gereken mesele bence budur!

BU YAZININ DİPNOTU: Özcan Işıklar bana göre, o paylaşımların kaynağını biliyor. Fakat galiba korku da, dağları bekliyor. Dağları bekleyen korku olunca, Özcan Işıklar için durum haliyle vehamet aşamasına ulaşmış oluyor. Ah Özcan Işıklar… Hadi 17 - 25 Aralık sürecinde Bilal Erdoğan’ı hep yanında taşıyan bir “babası” vardı. Peki senin neyin var be adam?

Sevgiyle, dirençli ve hep uyanık kal sevgili okur!

HAYRİ GÜNEL
Daha yeni Daha eski