AYNUR SERTBUDAK

10 Aralık 1976’da faşistler tarafından Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi önünde hedef gözetilip ateş edilerek öldürüldü Aynur Sertbudak. Bu cinayet hem genç devrimcilere hem devrimci kadınlara bir gözdağı vermek için işlenmişti. Devlet şiddeti o zamandan bu zamana, sindirme politikalarıyla muhalif siyasal bir kimliğe sahip kadınları ya sokak ortasında, ya okulunun bahçesinde ya da tam evinin ortasında katletmeye devam ediyor.
1976’da devletin desteklediği faşist çetelerce öldürülen Aynur Sertbudak’ın sesi, 2015’te bu defa devletin polisleri tarafından İstanbul’da evinin içinde tek kurşunla infaz edilen Dilek Doğan’ın sesine,  Nusaybin’de sokağa çıkma yasağında evinin önünde katledilen Selamet Yeşilmen’in sesine, ölü bedenine işkence edilen Ekin Wan’ın sesine ve daha nicelerine karışıyor. Kadınların siyasi kimliklerine yapılan bu saldırılar bizlere erkek devlet şiddetinin kadınları makbulleştirme yollarından birinin de bu olduğunu gösteriyor.

MC DÖNEMİNDE OKULLARIN, İŞYERLERİNİN VE TÜM DEVLET KURUMLARININ FAŞİSTLEŞTİRİLMESİ ÇABALARI

MC'nin ayakta kalabilmek için her türlü sol muhalefet akımlarına yönelik bir faşist terör politikasına dayanması, en çok MC'nin iki sandalyeli ortağı MHP’nin işine yarıyordu. Devlet içindeki MİT ve KONTR-GERİLLA gibi devlet kurumları tarafından daha başlangıçtan beri Amerikan kaynaklı bir desteğe sahip olan MHP, MC Hükümetinin sağladığı olanaklardan yararlanarak, başta eğitim kurumları olmak üzere, tüm devlet kurumlarını ele geçirmeye yönelik yoğun bir çalışmaya girdi.
MHP'lilerin devlet kurumlarında kilit noktaları ele geçirmeye ve kadrolaşmaya yönelik çalışmaları, bütün devleti ele geçirmeye, bütün Türkiye'yi faşistleştirmeye yönelik siyasi programlarının önemli bir parçasıydı.
Bu çabanın en yoğun olarak gözlendiği kurum Emniyet Örgütü oldu. Daha 12 Mart öncesinden beri Emniyet içinde MHP'nin bir çekirdek kadrosu vardı.12 Mart sonrasında, özellikle MC döneminde, emniyet içindeki kadrolaşması hızla genişledi; kritik noktalara doğrudan MHP yanlısı kişiler atandı. Yeni alınacak polislerin büyük bir bölümü MHP il merkezlerinin listelerinden seçildi. Böylece Emniyet örgütü içinde MHP en etkili güç halini aldı. Bu sayede MHP'li polislerle faşistler ortak hareket etme olanağı kazandılar. Ve faşist terör hareketlerini çok daha etkin olarak yürütme olanağı buldular. Ve yine bu sayede, faşist terör ve cinayetlerin sorumluları hiç bir koğuşturmaya uğramadan (polis koruması altında!) ellerini kollarını sallayarak dolaşma, yeni saldırılar ve cinayetler işleme olanağı buldular. Bazen de bizzat faşist polislerin kendileri solculara karşı silahlı saldırı ve katliamlar düzenlediler. Faşist terörün 1980 öncesinde, o kadar geniş boyutlara ulaşabilmesinin en önemli sebeblerinden birisi de devletin güvenlik örgütlerinin bu şekildeki destek ve katkısıdır demek yanlış olmayacaktır.
Öte yandan bütün bu gelişmeler, toplumun her alanında olduğu gibi, polisler arasında da kaçınılmaz bir siyasal kutuplaşma yarattı.
Azınlıkta kalan ve faşistlerin saldırı ve cinayetlerine seyirci kalmak istemeyen demokrat nitelikli polisler bile POL-BİR'li faşist polislerin baskı ve saldırılarıyla karşılaştılar, sürüldüler, işlerinden atıldılar.
MHP'lilerin devlet kurumlarını ele geçirme, faşistleştirme çabaları diğer bütün bakanlıklarda ve devlet kurumlarında da benzer şekilde uygulandı. MİT'e ve orduya sızmaya, bütün bakanlık ve devlet dairelerinde yaygın biçimde kadrolaşmaya ve tüm devlet olanaklarından sonuna kadar yararlanmaya çalıştılar. Örneğin, Gümrük ve Tekel Bakanlığı, MHP'nin eline geçince, tüm sınır kapılarına kendi adamlarını yerleştirdiler ve kaçakçılık-komisyonculuk gibi yollardan para kazanma olanağı sağladılar. Faşistlerle silah ve uyuşturucu kaçakçıları arasındaki ilişkiler ise Ağca olayında da görüldüğü gibi, ayrı bir konu olarak incelenebilecek geniş boyutlu bir olay olarak gelişti.
 
Eğitim Kurumlartını Faşistleştirme Çabaları
Eğitim kurumlarını ele geçirmek, Türkiye'deki faşist hareketin başlangıçtan beri en önemli hedeflerinden birisi olarak ortaya çıktı. MHP yöneticilerinden Nevzat Kösoğlu, 1977 yılında yaptığı bir konuşmada bu konuda şöyle diyordu:
"İktidarın yolu okullardan geçer. Biz MHP olarak önce okullarda ve devlet dairelerinde kendi kadrolarımızı yetiştirdik. Sayın Genel Başkanımız A.Türkeş'e önce herkes güldü; '3-5 çocukla, gençle mi iktidar olacak dediler: (...) Ama biz sabırla çalıştık, okullarda ve devlet dairelerinde kadroları ele geçirdik."(*)
MC, faşistlerin bu politikalarını uygulayabilmeleri için geniş olanaklar yaratıyordu. 1975 yılında bütün eğitim enstitülerinin müdürlüklerine MHP'liler tayin edildi. Komando Ayvaz lakaplı Ayvaz Gökdemir, bütün öğretmen yetiştiren kurumların başına getirildi. Bu okullara çoğunlukla yine MHP yanlısı öğretmenler tayin edildi. Sahte sınavlarla Ülkü Ocaklı militanlar yerleştirildi. Böylece eğitim enstitüleri faşist militan yetiştiren yuvalar haline dönüştü. Faşist işgal altındaki bu tür okulların bulunduğu bölgeler, özellikle Anadolu'da siyasal şiddet olaylarının, faşist terör hareketlerinin en yoğun olduğu yerler oldu.
Benzer gelişmeler liseler ve öğretmen okullarında da yaşandı. Her tarafa MHP'liler yerleştirilmeye çalışılırken, öğretmen kitlesi içinde çok büyük bir çoğunluğu oluşturan ilerici demokrat öğretmenler için toplu kıyımlar, sürgünler, işten el çektirmeler gündeme getirildi. Milli Eğitim Bakanlığı ve bakanlığa bağlı bütün daireler; iş takip etmek için bile adım atılamaz hale geldi.
Üniversite ve yüksek okullar öteden beri faşist hareketin en büyük hedefleri arasındaydı. Bu okullarda faşistler daima çok küçük bir azınlık olarak kalmışlardır. Buna rağmen bu okullardaki devrimci-ilerici öğrencilere polisin destek ve koruması altında saldırılar düzenlemişler, okulları işgal ederek, ilerici-demokrat öğrencilerin okula gelmelerini önlemeye, geri kalan öğrenci kitlesini dayakla korkutarak sindirmeye çalışmışlar; öğrencileri Ülkü Ocaklarına aidat ödemeye, yürüyüş ve toplantılarına katılmaya zorlamışlardır.
Devrimci Yol Davası DEV-GENÇ Savunmasında somut olaylarla ve ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi, örneğin, ADMMA (Yükseliş) gibi,17 bin öğrencinin çok büyük çoğunluğunun demokrat görüşleri benimsediği bir okul bile, 40-50 faşistle ele geçirilmeye çalışıldı. Önceleri okulu işgal etmeye çalıştılar. Polisin ve okul idaresinin bütün desteğine rağmen, bunu başaramayınca, faşistlerin saldırılarından korunabilmek için okula topluca gidip gelmeye çalışan öğrencilere karşı sayısız silahlı saldırılar düzenlediler; 3 kere öğrencilerin toplu olarak bulundukları yere bomba attılar.
Bir diğer örnek ODTÜ'dir. MC'nin işbaşına gelmesiyle birlikte ODTÜ'ne yeni bü Mütevelli Heyeti atandı. Yeni atanan Mütevelli Heyet, bir anlamda ODTÜ'nin faşistleştirilmesi için başlatılan çalışmaların ilk adımıydı. O güne değin kamuoyunda sağcı-gerici olarak tanınan insanlardan oluşan Mütevelli Heyeti'nin ilk işi, bütün ODTÜ mensuplarının desteğini kazanmış olan Rektör Ilgaz Alyanak'ı görevden almak oldu. Onun yerine faşist bir militan olan Hasan Tan rektör yapılmaya ,çalışıldı. Ama bir tek Hasan Tan'la ODTÜ'ni faşistleştirebilmek olanaksızdı. ODTÜ öğretim üyeleri Hasan Tan gibi bir insanın rektör olmasını kabullenemezlerdi. ODTÜ öğrencileri arasında faşist mititanlar yoktu. O nedenle bütün öğrenciler Hasan Tan'a karşıydılar. Aynı durum işçiler için de geçerliydi.
Hasan Tan'ın ilk işi 200 faşisti ODTÜ'ne işçi statüsüyle almak oldu. Böylece okul içinde bir "güç" elde etmeyi planladı. Bu "işçiler" eliyle öğretim üyelerine, öğrencilere, işçilere saldırdılar. Hasan Tan'ın rektör olarak atanmasından önce, uzunca bir süredir olaysız bir okul olarak bilinen ODTÜ'de bir anda olaylar yoğunlaştı. Öğrencisi öğretim üyesi ve işçileriyle birlikte tüm ODTÜ kitlesi dışardan getirilmiş Hasan Tan ve faşist militanlarına karşı örnek ve onurlu bir mücadele yürüttüler. ODTÜ'nin bir faşist yuvası haline getirilmesine izin vermediler. 9 ay süren Hasan Tan döneminde 3 ODTÜ öğrencisi, 2 ODTÜ işçisi öldürüldü; 2'si öğretim üyesi olmak üzere, onlarca ODTÜ'li; faşistlerce yaralandı, öğretim üyelerinin evlerine ve arabalarına 10 kez bombalı saldırı düzenlendi. En son 2 Aralık 1977 günü, faşistler toplu katliama giriştiler; binlerce ODTÜ öğrencisinin üzerine bomba ve silahlarla saldıran işçi kılığındaki faşistler bir öğrenciyi öldürdüler, 50'ye yakın öğrenci ve öğretim üyesini yaraladılar. Jandarmanın gözü önünde meydana gelen bu olaylardan sonra faşist saldırganlar ellerini kollarını sallayarak olay yerinden uzaklaştılar.
Sonuçta ODTÜ'nin faşistleştirmeye karşı direnmesi kazandı. Öğretim üyeleri, işçiler ve öğrenciler örnek bir direniş göstererek, onca faşist saldırı ve katliama karşın teslim olmadılar. Hasan Tan istifa etmek zorunda kaldı. Onun işçi adı altında okula doldurduğu faşist militanlar da ODTÜ'ni terk ederek, bir "işgal kuvveti" gibi, Tariş'in, Aliağa'nın vb. işyerlerinin faşistleştirilmesinde vurucu güç olarak kullanılmak üzere, buralara nakledildiler. Bunların sevkedildikleri yerlerde (örneğin Tariş'te), daha ne marifetler gösterecekleri daha sonra görülecektir.
 
Tariş, Aliağa, Seydişehir, İsdemir ve Diğerleri
Benzer gelişmeler, İskenderun Demir Çelik Tesisleri (İSDEMİR), Ereğli Demir Çelik Tesisleri (ERDEMİR), Seydişehir Alüminyum Tesisleri, Ataş, Aliağa Rafinerisi ve Tariş gibi büyük çaplı devlet işletmelerinde de gözlendi. Bu işletmelere faşist militanlar yerleştirilerek, faşist hareketin bir kadro kaynağı ve saldırı üssü haline getirilmeye çalışıldı.
Örneğin Seydişehir'deki Alüminyum tesislerinde Özgür Alüminyum-Iş Sendikasının 8600 üyesi vardı. 1974'de faşistlerin denetimindeki bir sendika, Türk-Metal İş şube açtı ve sadece 130 kadar üyeye sahip olabildi. Faşistler ilk iş olarak Özgür Metal-Iş'in DİSK'e katılmak üzere düzenlediği toplantıya saldırdılar. İşçilerle, Konya'dan getirilen 2 otobüs dolusu faşist arasında çıkan kavgada, işçiler faşistleri ilçenin dışına kadar kovaladı.
1975 Aralık ayında işçi sendikasının tekrar toplu sözleşme yetkisi almasını önlemek için faşistler yeniden saldırılar düzenleyerek, olaylar çıkardılar. Ankara’dan ilçeye getirilen silahlı bir grupla beraber, faşistler yine işçilere saldırdılar. İşçilerin üzerine rastgele ateş açtılar. Bir çok işçi silahla yaralanırken, saldırgan faşistlerden birisi de vuruldu. Faşistler ilçedeki sendika binası, TÖB-DER ve TÜTED lokalleriyle bazı partilerin binalarını tahrip ettiler. Baştan beri faşistlerle işbirliği yapan polis, olaylara seyirci kaldı. Konya'dan helikopterlerle askeri birlikler getirilerek, fabrika çevresine indirildi. Aynı gün işçi sendikasının yöneticileri tutuklandı. Faşistlerin işletmeyi ele geçirmeye yönelik çabaları daha sonra da sürdü.1976 yılına gelindiğinde artık işçilerin sendika seçme hakkı yoktu. Işyerinde yalnız faşist sarı sendika vardı. Bu sendikanın işverenle işbirliği sonucu binlerce işçinin işine son verildi. Faşistler hemen her gün sol eğilimli işçilere, öğrencilere saldırarak, işletme içinde ve ilçede terör estirdiler. İşletmedeki bütün işçileri, Ülkü Ocaklarına, MHP'ye aidat (daha doğrusu haraç) vermeye zorladılar. Vermeyenleri, kendilerine karşı çıkanları işten attılar. 1977'ye kadar işletmedeki 8 bin işçi tamamen işten çıkartılmış; yerlerine sağ eğilimli işçiler doldurulmuştu.
Benzer olaylar Aliağa, Ant-Birlik, Tariş vb. işletmelerde de yaşandı. Bütün bu gelişmeler, aynı zamanda 1980'e gelirken büyük Tariş olaylarındaki türden olayların da başlangıcını oluşturuyordu.
Bütün bu faşistleştirme politikalarına karşı ne yapılabilirdi? Okullar, işyerleri, fabrikalar, kısacası bütün bir Türkiye faşist çetelere terk edilebilir miydi? Elbette bu hiçbir devrimcinin, yurtseverin, demokratın düşünemeyeceği bir şey olurdu.
İşte bu dönemde devrimciler, "faşist teröre ve işgallere karşı" direnilmesini savundular. Devrimci Gençlik dergisinin 5. sayısında bu konuda şu görüşlere yer veriliyordu:
"Bütün bu katliamların amacı meydanı temizlemek, faşizmin önündeki engelleri ortadan kaldırmak, tüm emekçi halkı eli kolu bağlı, sessiz köleler haline getirmektir. Bütün ülkeyi bir esir kampına çevirmektir.
Onlar katliamları, devletin faşist baskı ve terörünü gündelik bir olay haline getirmek, meşrulaştırmak istiyorlar, bu nedenle bu katliamlar karşısında asla sessiz kalınmamalıdır. Faşizmin cinayetleri karşısında susmak önce faşizme cesaret verir. Sonra ve bundan da önemlisi, faşizmin kitleleri sindirme, pasifize etme amacına hizmet eder. Faşist cinayetler ve saldırılar karşısında korkup sinmek, ölü gibi sessiz durmak, faşizme hizmet eder. Susmak, cinayete ortak olmak demektir.
(...) Bu yüzden bütün yurtseverler, bütün devrimciler ve gerçek demokratlar, tüm emekçi halk her türlü faşist saldırı ve katliamlara sıkılı bir yumruk gibi en aktif bir şekilde karşı çıkmak zorundadırlar."
1976 Olaylarla Başlıyor
1976 yılı, Ocak ayında MC politikaları doğrultusunda faşist terör hareketleriyle başladı.
İTÜ'ne faşistlerin düzenlediği silahlı saldırı sonucu okulda çatışma çıktı.
Ankara'da ODTÜ servis otobüslerini ve otobüs duraklarındaki öğrencileri Genelkurmay Başkanlığı'nın hemen önünde silahlarla taradılar, yaralanan öğrencilerden Semih Erbek öldü. Aynı gün Emek'teki ODTÜ otobüs durağındaki öğrencilere de ateş açıldı ve bazı öğrenciler yaralandı.
6 Ocak'ta Hacettepe Universitesi Yurdu basıldı: Devrimci öğrenci Şükrü Bulut öldürüldü. (Öldürülen öğrencinin cenaze töreninde toplanan binlerce öğrencinin üzerine polis otomatik silahlarla ateş açtı. Burada yaralanan öğrencilerden Nuray Erenler 14 Ocak'ta öldü.
28 Ocak günü, Mardin’ in İdil ilçesi civarında bir mağarada 5 yoksul köylü güvenlik kuvvetlerince öldürüldü. Olay basına asker-kaçakçı çatışması olarak yansıtıldı. Gerçekte öldürülenler kaçakçılık ile ilgisi olmayan 5 yoksul çobandı. Bu arada tutsak alınan bazı köylüler, köy meydanında çırılçıplak soyularak dolaştırıldı. Orada bulunan öldürülen çobanların karılarına da sarkıntılık yapıldı.
Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesinde faşistlerle bölgesel aşiretler arasında çatışma çıktı; Mustafa Şahpınar adlı köylü faşistler tarafından öldürüldü.
MC, faşist terör üreten bir makinaya dönüşmüştü. 1976’nın Ocak ayı içinde faşist saldırılar sonucunda ve diğer olaylarda 22 kişi ölmüştü. Ölenlerden 12'si sol görüşlü, 3'ü (faşist) sağ görüşlüydü (ki, bunlardan Zeki Yılmaz davadan döndüğü için, Yunus Ceylan ise, kazara faşistlerce öldürülmüştü).
Gelişen olayların önemli bir yönü, polisin adeta faşist terörü tamamlayıcı nitelikteki tutumuydu. Faşistler saldırıyor, arkalarından olay yerine polis geliyor, kaçan saldırganları bırakıp, saldırıya uğrayanları alıp götürüyordu. Polislerle faşistler arasındaki işbirliği gizlenmeye bile gerek görülmüyordu: MC toplumsal muhalefetin canlanmasını önlemek için tam bir terör ortamı yaratmaya çalışıyordu.Ocak ayında güvenlik güçleri 13 kişiyi öldürmüştü. İstanbul'da Zeytinburnu'nda bir ev basılıyor, içerdeki gençlerden biri terörist olduğu gerekçesiyle oracıkta kurşuna diziliyordu. Malatya'da bir bağ evinde kıstınlan 3 genç yine sorgusuz sualsiz kurşunlanarak, bombalanarak öldürülüyordu... Bu ve benzeri olaylarla faşist baskı ve terör gündelik bir olay haline getirilmek isteniyordu.
Bu politikalar sonraki aylarda da, güvenlik kuvvetlerinin pervasızca insanları öldürdüğü, hükümete ve faşist katillere karşı çıkanların yargısız, sorgusuz yöntemlerle infazının yapıldığı bir dönemin içine girildiğini gösteriyordu.
Nitekim, Şubat ayında 13 Ocak'taki faşist saldırı sonucu yaralanan ODTÜ öğrencisi Semih Erbek'in ölümü üzeıine yapılan cenaze törenine polis yine ateş açtı; 3 devrimci öğıenciyi yaraladı. Şubat ayı içinde evlatlarının katledilmesine karşı çıkan analar, bu gidişe dur demek için Ankara’da bir miting düzenlenmek istediler. Polis, Aydınlıkevlerin de "Evlat Acısına Son" mitingi için bildiri dağıtan Mustafa Sargın adlı öğrenciyi kurşunlayarak öldürdü. MC Hükümeti, anaların "Evlat Acısına Son" demesine bile tahammül edemeyecek bir noktaya gelmişti. Bütün saldırı ve tehditlere rağmen Ankara'da "Evlat Acısına Son" mitingi yapıldı. Polis miting alanına gecekondu bölgelerinden gelmeye çalışanlara da engel oldu. Miting sonrasında ise, yüzleıce kadın, çocuk ve genç polis tarafmdan coplandı.
Mart ayı başında Ankara’da faşistler, Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu'nu ve Hacettepe Üniversitesi'ni işgal ettiler; 1 öğrenciyi silahla yaraladılar.
Eskişehir de bir faşist çıkan çatışma sonucu öldü. Faşistler İzmir de Hüseyin Güzel adlı bir işçiyi öldürdüler. Polis, cenazeyi almak isteyen devrimcilere ateş açtı. İstanbul'da İTÜ öğrencisi Mehmet Ömer'i öldürdüler.
Eskişehir, İzmir ve İstanbul'da yine öğrencilere saldırdılar.
Ankara’da Hacettepe Üniversitesi nde 2 bin kadar öğrenci kendilerine saldıran faşistlere taş ve sopalarla karşı koydu. Gaziantep'te polis lise öğrencilerine ateş açtı; çıkan çatışmada 5 polis yaralandı.
Erzurum'da Atatürk Üniversitesi içindeki öğrenci yurtlarına sabaha karşı baskın yapan 15-20 faşist ellerindeki demir çubuklarla öğrencileri dövdüler, bir öğrenciyi ağır yaraladılar.
İstanbul'da 3 yüksek okulda faşistler ve devrimci öğrenciler arasında meydana gelen çatışmalarda dinamit lokumları ve bombalar atıldı, 7 öğrenci yaralandı. Yine İstanbul, Ankara ve Erzurum'da öğrencilere saldırdılar.
Ertesi gün, İstanbul'da 3 ayrı, okulda silahlı çatışmalar meydana geldi. Trabzon da ve Ankara DMMA'de Orhan Aydın- ve Sami Ovalıoğlu adlarındaki 2 devrimci öğrenciyi öldürdüler, 8 kişiyi yaraladılar. Ertesi gün polis Kızılay'da bu cinayetleri protesto eden öğrencilere ateş açtı.
Sorgun Bilfer ve Ambarlı Santralınde Direniş
Ocak 1976'da Sorgun Bilfer Linyit işletmesinde süregelen baskı, sosyal hak ve ücretleri ödememe, işçi çıkartma, bölgecilik yaratma çabalarına karşı çıkan işçiler direniş başlattı.
18 Ocak günü başlayan olaylar sırasında, halkın da katılmasıyla işçiler hükümet binasını sardılar. Gözaltına alınan sendika başkanının serbest bırakılmasını istediler. Olaylar üzerine Sorgun'a gelen Vali ve Jandarma Komutanı, halktan tepki gördü ve konuşmaları işçilerce engellendi.
TEK Ambarlı Santralı onarım şantiyesinde DİSK-İlerici Yapı-İş'in örgütlenmesi üzerine bu sendikaya üye işçilerin işten çıkartılmasıyla işçiler direniş başlattı. İşveren direnişçi işçileri işten çıkarttığını ilan etti ve diğer işyerlerinden getirilen 25-30 kişiye jandarma zoruyla işbaşı yaptırdı.
İşveren 12 Mart İstanbul polis şeflerinden ve MİT'çi Ilgız Aykutlu’yu direnişi kırmakla görevlendirdi. İşkenceci Aykutlu, Ülkü Ocakları üyesi 30 kişiyi yanına alarak her gün işyerine götürdü. Jandarmanın yardımıyla işbaşı yaptırdı. Engel olan direnişçi işçileri jandarma her defasında gözaltına aldı. Direnişi sürdüren işçiler bir Murat arabadan açılan ateşle tarandılar. Bütün bunlara rağmen direniş ve grev sürdü.
 
Saldırılar Gecekondulara Yöneliyor
7 Nisan günü 200 silahlı faşist Altındağ Lisesi'ne saldırmaya kalkıştılar; fakat lise öğrencilerinin ve gecekondu halkının karşı koymasıyla selameti üslendikleri Yıldırım Beyazıt Öğrenci Yurdu'na kaçmakta buldular. Daha sonra bu defa polislerin ve panzerlerin desteğinde tekrar mahalleye saldırdılar. Polis halkı evlerine sokmak için zorladıysa da, bunda başarılı olamadı ve saldırganlar Altındağ semtinin sınırına kadar kovalandı. Bu gelişmeler üzerine bölgeye jandarma kuvvetleri getirildi, halkın tepkisi bu yolla bastırılmaya çalışıldı. Faşist saldırılar karşısında büyük bir tepki gösteren halk, akşam saatlerine kadar evlerine girmedi, ancak hava kararmaya başlayınca evlerine çekildi.
Faşistler aynı yöntemle Mart ayında Abidinpaşa gecekondu mahallesini de işgal etmek istediler. Semt lisesine yerleştirdikleri müdür aracılığıyla ilk sızma çabalarına girişen faşistler, bunda başarılı olamayınca diğer semtlerden getirdikleri faşistlerle birlikte toplu halde lise ve civarında saldırılar düzenlediler. Fakat, mahalle halkının karşı koyması sonucu bu çabaları da boşa çıktı. Bu kez de, devrimcilere tek tek pusu kurarak, terör ve baskılarını sürdürmeye çalıştılar. İlk kez 13 Mart tarihinde Ata Yıldırım'ı bu şekilde öldürdüler. Böylece mahallelerde çatışmalar başlamış oldu.
İzmir'in Gültepe mahallesinde ise, hakimiyet kurmaya çalışan faşistlerle mahalle halkı arasında çatışma çıktı. Olay, gazetelerde "Gültepe'de sokak savaşı" manşetleriyle yayınlandı. Faşistler bu gecekondu semtinde hakimiyet kurmak için önce bir dernek kurmaya kalkıştılar. Ama aradıklarını bulamadılar. Hiç kimse faşistlere rağbet etmedi, aksine bütün gecekondu halkı onlara karşı tavır aldı. Bunun üzerine İzmir'den getirdikleri bir grup başka faşistle birlikte baskı ve terör uygulayarak etkinlik kurnıayı denediler. Fakat derneğin açılma girişimleri yine mahalle halkının ısrarlı karşı koymalarıyla karşılaştı. Ve sonuçsuz kaldı. Bunun üzerine bir pazar günü erken saatlerde faşistlerin polis desteğinde "Gültepe harekatı" başladı. Önce polisler açılmak istenen dernek binasının çevresine mevzilendiler. Daha sonra bir kaç araba ile polis korumasında faşistler geldi. Ancak dernek binası çevresine, böyle bir derneği mahallelerinde istemeyen gecekondu halkı da birikti. Sayıları iki bini buldu. Bunun üzerine takviye polis kuvvetleri ve yeni bir grup faşist daha getirildi. Orada bulunan gecekondu halkı, polislerin ve faşistlerin dernek binasına yaklaşmalarına imkan tanımadı.
Böylece, faşist terör şimdi de gecekondu bölgelerine yöneliyordu. Okullar, devlet daireleri ve işyerlerinden sonra büyük şehirlerin gecekondu bölgeleri de faşist hareketin yayılma alanları arasına giriyordu. Bu tarihlerden sonra faşistlerin buraları ele geçirmeye yönelik saldırıları ve buna karşı gelişen direniş mücadeleleri, çatışmaların toplumun en geniş kesimlerine yayılmasını da beraberinde getiriyordu.
 
DGM Direnişi
12 Mart faşizmi döneminde uygulamaya konan DGM yasası, 1977 yılına kadar en küçük bir halk muhalefetini dahi şiddetle cezalandıran bir yasa olarak sürdü. Sıkıyönetimin kaldırılmasından sonra 12 Mart faşizminin bir devamı durumunda olan DGM'ler, yüzlerce yurtseveri-devrimciyi yargılamaya, ağır hapis cezalarına çarptırmaya devam ettiler. Bu yasaya karşı tüm demokrat güçler tepki duydular. DGM'ler herkes tarafından 12 Mart'a karşı duyulan nefretin somutlaştığı kurumlar durumundaydı.
1975 Kasım'ında DGM'lere karşı Ankara Merkez Cezaevinde başlatılan açlık grevi bir anda tüm cezaevlerine yayıldı. İstanbul Sağmalcılar, Toptaşı, Maltepe, Niğde, Kırşehir, Adana, İzmir cezaevlerinde yatan tüm siyasi tutuklular, DGM'leri protesto etmek için açlık grevleri yaptılar. (...)
İstanbul ve Ankara’da başlayan bu protestolar, dalga dalga tüm yurda yayıldı.
DGM direnişi DİSK'in "Genel Yas"ı ve ülkenin dört bir yanmda mitingler, toplantılar ve büyük kitle gösterileri vb. biçimlerde sürdü. Sonuçta 12 Mart faşizminin bir kalıntısı olarak varlığını sürdüren DGM'ler, bütün devrimci ve demokrat güçlerin mücadelesi sonucunda kapatıldı.
 
Hakan-Burhan-Eşari...
8 Nisan da SBF'yi basan faşistler, Hakan Yurdakuler'i öldürdüler. Faşistlerin bu cinayetini protesto etmek için toplanan öğrencilerin üzerine de bu kez de polis ateş açtı ve Eşari Oran ve Burhan Barm isimli iki devrimci genç daha öldü, ikisi ağır, 20 öğrenci yaralandı.
11 Nisan'da Türkeş ülkücülerin devlet güçlerine yardımcı olduğunu söyledi. Hüseyin Atik adındaki bir komando, Fatih Koyuncu isimli arkadaşını tabancayla oynarken öldürdü.
16 Nisanda devalüasyon yapılmasını isteyen IMF heyeti, işçi ücretletinin kısıtlanmasını da önerdi.
Kars, Ünye ve Antalya’da hayat pahalılığını ve faşizmi protesto mitingleri yapıldı.
İstanbul'da 1 Mayıs afişlerini asan işçi Mehmet Dağbaşı öldürüldü.
İstanbul'da DİSK'in düzenlediği 1 Mayıs mitingi yapıldı. 1 Mayıs'ta SBF öğrencisi Ali Fuat Okan faşistler tarafından vurularak öldürtüdü.
Devrimci işçi Mehmet Kocadağ, Kasımpaşa’da boğazı kesilerek öldürüldü. Kocadağ'ın 1 Mayıs afişlemesi sırasında polis tarafından gözaltına alındığı, sonra boğazı kesilmiş olarak ölü bulunduğu açıklandı.
1 ve 6 Mayıs günleri duvarlara "Türkçüler Günü" afışleri asan Ülkü Ocakları üyesi 2 kişi de vurularak öldürüldü.
5 Mayıs'ta Yeraltı Maden-Iş sendikası üyesi 982 işçi, Yeni Çeltek'te greve başladı. Grevin başlamasıyla birlikte, maden ocağı civarındaki köylerden köylüler her gün grev yerine gelerek işçilere destek oldular.
17 Mayıs'ta faşistler tarafından vurulan lise öğrencisi Fahir Doğan öldü. Aynı gün, Erzurum-Tortuin Lisesi öğrencileri arasındaki kavgada komando Mustafa Ertaş bıçaklanarak öldürüldü.
18 Mayıs'da Ankara da devrimci öğrenci Fevzi Aslansoy öldürüldü.
29 Mayıs'ta İstanbul'da, faşistler İTÜ'de bir sınıfı bastılar, devrimci öğrenci Erdoğan Yalçıngil'i kurşunlayarak öldürdüler.
30 Mayıs'ta Ankara’da evinin duvarındaki MHP sloganlarını silerken, vurulan devrimci öğrenci Ensari Bingöl öldü.
1976'nın Haziran ayıyla birlikte, okulların tatile girmesi üzerine büyük şehirlerdeki okullara yönelik saldırıların ve olayların azalmaya başladığı görüldü. Ancak buna karşı olaylar Anadolu'ya taşındı. Yaz ayları boyunca, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde çok sayıda olay meydana geldi.
Erzurum'da eskiden komando iken MSP'ye geçen Ahmet Albayrak adında bir genç, Mustafa Odabaşı adlı faşist tarafından öldürüldü. Ölen gencin babası, oğlunun "davadan döndü" diye öldürüldüğünü söyledi.
Gaziantep'te THKO'lu olduğu söylenen 4 gencin bulunduğu bir ev güvenlik güçlerince basılınca çatışma çıktı, ev tankla yıkıldı, 4 genç öldü.
Amasya-Suluova’da kömür işletmelerindeki sarı sendika yanlısı faşiştler işçilere saldırdı, çatışma sonucunda 4 kişi öldü.
Bursa’da faşistler dağıttıkları bildiriyi almayan TOFAŞ işçilerine ateş açtılar. Devrimci işçi Muammer Çetinbaş öldü, iki işçi de yaralandı.
Temmuz ayında Konya’da YAY-KUR öğrencisi Ali Naci Çobanoğlu, faşistler tarafından öldürüldü.
26 Temmuz'da Adana-Ceyhan'da Özkan Arabacı, karakolda dövülerek, 8 Ağustos'ta Manisa-Salihli'de Şanver Cura, "komandolar' tarafından bıçaklanarak, 25 Ağustos'ta Malatya'da Naim Korkmaz adlı işçi silahlı saldırıda, 31 Ağustos'ta Samsun-Alaçam'da Halkevi yönetim kurulu üyesi Remzi Arat bıçaklanarak öldürüldüler.
Haziran, Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarında, çoğu Anadolu il ve ilçelerinde olmak üzere toplam 42 kişi ölmüştü. Bu aylardaki 42 ölüm olayından 31'i Ankara ve İstanbul dışındaki il ve ilçe merkezlerinde meydana gelmişti.Aynı dönemde ölen 42 kişiden 21'i sol, 8'i sağ görüşlü idi (kalanlardan 4'ü güvenlik mensubu, 2'si çocuk, 4'ü belirsiz iken, 3'ü de diğer siyasi görüşlere sahiptiler).
Faşist terör artık yurdun her tarafına yayılmaya başlıyordu. Eylül ayından sonra ise, yeni öğrenim yılının başlamasıyla birlikte olaylar yeniden öğretim kurumlarının çevresinde yoğunlaşacaktı.
Ekim ayında, İstanbul Taksim'de 5 faşist okula topluca gitmekte olan 60 kadar öğrenciye otomatik silahlarla kurşun yağdırdı. Birçok öğrenci yaralandı.
Murat Öngel adlı öğrenci Kütahya, Gediz'de bıçaklanarak, Faruk Sevinç adlı öğrenci de Ankara’da faşistler tarafından öldürüldüler. İstanbul DMMA'da faşistlerle devrimci öğrenciler sopalarla dövüştüler.
Diyarbakır'ın Bismil, Malatya’nın Arguvan ilçelerinde de faşistlerle devrimci öğrenciler arasmdaki silahlı çatışmalarda 12 kişi yaralandı.
İstanbul'da Millet Caddesinde faşistlerle devrimci öğrenciler arasında çıkan çatışmada bir faşist öldü.
Adana'nın Kısmetli bucağında, CHP'li Belediye Başkanının evine silahlı baskın yapan faşistler, Başkanı yaraladılar, kızını öldürdüler.
Kasım ayında İstanbul'da Üniversite ve yüksek okulların yeni öğrenim yılına başlamaları sırasında faşistlerin okullara saldırmaları nedeniyle silahlı çatışmalar oldu. Olaylar sonraki günlerde de devam etti; faşistlerin açtıkları ateş sonucu çevredekilerden bir çocuk ve bir esnaf öldü.
Silahlı çatışmalar okullardaki günlük olaylar haline gelmişti. Ankara’da Abidinpaşa’daki bir silahlı çatışmada, evinde yemek yemekte olan bir öğretmen faşistlerin kurşunlarıyla öldü.
Erzincan, Konya, Tunceli ve Ankara’da olaylar meydana geldi. Faşistler, Kilis'te, Ankara'da, İstanbul'da, Erzincan-Çayırlı'da, Manisa-Turgutlu'da, Gaziantep'te ve Ceyhan'da 6'sı öğrenci toplam 11 kişiyi daha öldürdüler. Cinayetler artık peşpeşe ve yaygın biçimde işlenmeye başlanmıştı.
Aralık ayında, bir grup faşist Ankara Ziraat Fakültesi nde bir minibüse yaylım ateşi açarak, Aynur Sertbudak adındaki devrimci bir kız öğrenciyi öldürdüler, bir öğrenciyi de. yaraladılar.
CHP Genel Sekreteri ve beraberindeki heyet Erzurum'un Pasinler ilçesinde faşistlerin taşlı sopalı saldırısına uğradı. CHP'liler yaralandı, parti binası tahrip edildi.
İstanbul Hukuk Fakültesi'nde faşistler öğrencilerin sınıflara girmesini engellediler, Adana’da Mühendislik Yüksek Okulunu işgal ettiler ve öğrencileri zorla okuldan çıkardılar.
Torbalı ve lzmir'de 2 CHP'li öğretmen öldürüldü.
Ekim, Kasım, Aralık (1976) aylarında meydana gelen siyasal olaylarda toplam 27 kişi öldü. Faşistler 17 kişiyi öldürürken, ölenlerin 4'ü sağcı idi ve yine ölenlerden 15'i öğrenci, 2'si öğretmendi.
Bu gelişmeler okullardaki öğrenciler ve öğretmenler açısından bir can güvenliği sorununu gündeme getiriyordu. Öğrenciler can güvenliği nedeniyle okullarına topluca gidip gelmek zorunda kaldılar. Faşist işgal altındaki okullarda, faşistleştirme çabalarına karşı öğrenci gençliğin mücadelesi yükseldi. Okulların faşistleştirilmesine ve faşist işgallerin kırılmasına yönelik kitlesel bir mücadele başladı. Can güvenliği ve öğrenim özgürlüğü temel toplumsal taleplerden biri haline geldi. Demokratik, devrimci gençlik dernekleri, planlı bir baskı altına alındı. Yöneticileri, yaratılan çeşitli bahanelerle hapse atıldı; gençlik önderleri vurulup yok edilmeye çalışıldı.
Faşistlerin işlediği cinayetler bütün ana, babalar üzerinde derin etkiler uyandırdı. Öğrenci velileri dernekler kurdu. Analar;babalar, evlatlarıyla birlikte okula giderek, can güvenliği-öğrenim özgürlüğü mücadelesine katıldılar. Faşist terör toplumun tüm kesimlerinde muhalefet eğilimlerinin güçlenmesine yol açtı.
MC'nin yönetiminde geçen 1976 yılı bu şekilde sona eriyordu. Her geçen gün artan faşist terör ve cinayetler, öğrencilerden, bütün topluma doğru yükselen bir can güvenliği talebi ve bir türlü bastırılamayan, tersine yükselen toplumsal muhalefet...
MC'nin çöküşüne doğru,1977 yılına bu görüntülerle girildi.
(DEVRİMCİ YOL ARŞİVİ - http://www.devrimciyol.org/Devrimci%20Yol/kitaplar/kitap10_a21.htm)
Daha yeni Daha eski