AKP’nin, devleti ve toplumu İslamcı faşizm doğrultusunda biçimlendirme programı pürüzsüz sürdürülebilecek mi? Bana kalırsa, görünüşte sağlam olan iktidar blokunu aşındırabilecek kırılganlık öğeleri, “fay hatları” var. 2016’da bunların çatlaklara yol açması mümkündür. Bu fay hatlarından bazılarını tartışalım.
Belki de başta gelen Kürt sorunudur. Burada birkaç soru söz konusudur.
İktidar blokunun Kürt hareketine karşı son aylarda uyguladığı şiddet yöntemlerinin arka planı, iç gerilimleri nelerdir? Kısa vadede tasarımı nedir?
Kürt hareketinin de silahlı ve siyasi kanatlarının kısa ve uzun vadeli hedeflerinin, mücadele yöntemlerinin arka planındaki farklılaşmalar, iç gerilimler nelerdir?
Bu sorulara ışık tutacak, uzantıları kavrayabilecek bilgiden, melekeden yoksunum. Kürt sorununun AKP için oluşturduğu fay hattını bu nedenle tartışmaya kalkışmayacağım.
***
İkinci fay hattı, başkanlık rejimini hayata geçirme hedefi tıkandığı takdirde aktif hale gelecektir. Zira, Türkiye’de faşizme biçimsel geçişin en kritik adımı başkanlık rejimidir.
Anayasa modellerini tartışmak gereksizdir. Bu gündemde ısrar eden Erdoğan’ın kimliğine, 1982 Anayasası’nı ihlâl eden uygulamalarına bakın, tasarımın ana öğeleri ortaya çıkacaktır.
Hedeflenen rejimde, muhalefetin de yer aldığı bir parlamento varlığını sürdürecek; veto hakkı kesin olacak; ülke büyük ölçüde Başkanlık Kararnameleri ile yönetilecek; yargı tamamen Başkan’ın denetimine geçecek; düzen-dışı muhalefet adım adım yasa-dışı kılınacak; emniyet ve ordu yetersiz kalınca sınıfsal tahakküm sivil milisler, gerekirse “ölüm mangaları” ile hayata geçirilecektir. Bu, Latin Amerika-türü faşizmlerin başkanlık rejimidir. Gündemde olan da budur.
1982 Anayasası ile İslamcı faşizme geçiş mümkün olabilir; ama acele ediyorlar. Anayasa değişikliği TBMM’de gerçekleşecektir. Parlamentodaki partiler anayasayı görüşmeye başladıklarında sonraki yol haritasına katılmış olacaklardır. Kritik parti CHP’dir. Katılmayı reddederse, anayasa müzakereleri fiilen iki parti ile sınırlı kalacak; meşruiyet sorgulamasına yol açacak; tıkanabilecektir.
CHP yönetimi bu algılamayı yapmaktan ısrarla kaçınıyor. AKP’nin projesine katılıyor; “hangi tür başkanlık?” sorusunu dahi tartışacağını belirtiyor.
Kasım seçimlerinden sonra şunları yazmıştım: “CHP yönetimine, milletvekillerine, örgütlerine bir çağrı yapmalıyız: AKP ile Anayasa müzakeresine oturmayınız; zira hedef 2010 Anayasa değişikliklerini bir adım öteye taşımak; Başkanlık rejimi aracılığıyla faşizmin yasal altyapısını oluşturmaktır. İki parti anlaşarak Anayasa değiştirilemez. Kapıyı aralamayın; durduramazsınız.”
Bu ve benzeri çağrılar yaygınlaşırsa, etkili olabilir; CHP’yi bu teslimiyet çizgisinden caydırabilir.
Başkanlık rejimi arayışının önlenmesi faşizme geçişi frenlediği için iktidar blokunu da zayıflatacaktır.
***
Üçüncü fay hattı, AKP’nin Ortadoğu projesinin bir skandala dönüşmesi halinde çalışacaktır.
Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi bu projeyi iflas ettirmiştir. Esad’ın katılacağı barış müzakereleri kesinleşmektedir. AKP’nin 2011 sonrasında Sünni Ortadoğu liderliğine dönük hedefi, Müslüman Kardeşler’in yenilgisiyle çökmüş; Esad karşıtı Suudi-Katar-Türkiye cephesi düzlemine gerilemişti.
Hayalperest bir liderlik tutkusunun iflasını aşan, daha ağır sonuçlar gündeme gelebilir.
Batı medyası, bir süreden beri Türkiye’nin sözü geçen ve diğer cihatçı gruplarla kirli ilişkilerini haberleştirmekteydi. Suçlamalara, ABD’nin yarı-resmi çevreleri de katılmaktaydı. Son bir örnek vereyim: Amerikalı emektar ve emekli istihbarat personelinden oluşan Veteran Intelligence Professionals for Sanity grubu, ABD ve Rusya Dışişleri Bakanları’na (Kerry ve Lavrov’a) açık bir muhtıra yolladı ve iki bakanı, Ağustos 2013’te Suriye’deki sarin gazı saldırısına ilişkin gerçekleri açıklamaya davet etti. Mektup, Türkiye’yi suçlayan bir dizi olguyu sıralamaktaydı. (Bk. consortiumnews.com, 22 Aralık 2015).
Öyle bir noktadayız ki, AKP iktidarının Suriye’deki geçmiş ve süregelen ilişkileri medya malzemesi olmanın ötesine geçmektedir. Zira, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), Aralık’ta üst üste oybirliğiyle üç karar aldı. IŞİD ve Nusra’nın terörist örgütler olduğu tekrar kayda geçti; Suriye’deki diğer silahlı gruplardan hangilerinin “terörist” olarak tanımlanması için bir çalışma başlatıldı; BM üyelerinin (dolayısıyla Türkiye’nin) bu gruplara giden para, insan ve teçhizat akımlarını durdurma yükümlülükleri de vurgulandı. Türkiye’nin Suriye’deki marifetleri, artık, BMGK kararları çerçevesinde mercek altındadır.
Türkiye, bu durumda Güvenlik Konseyi’nin kararlarını çiğneyen “terör destekçisi devlet” konumuna sürüklenir mi? Desteklediği örgütlerin işlediği savaş suçları, Türkiye’yi yönetenlere Güvenlik Konseyi üzerinden Uluslararası Ceza Mahkemesi yolunu açar mı?
2011 sonrasında AKP’nin Suriye’ye müdahalesi uluslararası hukuku, TC Anayasası’nı ihlal etti. Ancak unutmayalım ki, Türkiye bu marifetleri tek başına işlemedi. 2013’e kadar ABD Türkiye’yi suça teşvik etti; CIA-MİT ortaklığı oluştu. Bizimkiler ölçüyü kaçırınca Amerikalılar ses çıkarmadı; denetleyemeyince de önlemediler. Suç ortaklığı nedeniyle, Türkiye’nin geçmiş marifetlerine dönük iddialarda ABD Türkiye’yi yalnız bırakmaz.
Ne var ki, BMGK kararlarından sonra dahi sürdürülen “terör finansmanı” suçlamaları söz konusu olunca durum değişebilir. Rusya IŞİD’in petrol ticaretinde Erdoğan ailesini suçlamıştır ve iddialarını sürdürmektedir. Bu dalga, BMGK kararının ihlali ötesine de taşınabilir. Rusya, Çin, ABD, Türkiye’nin de üye olduğu, terör finansmanını ve kara para aklamayı önleme amacıyla oluşmuş bir uluslararası kuruluş var: Financial Action Task Force (Türkçesi: “Finansal Eylem Görev Gücü”). Rus istihbaratının dosyaları, Türkiye’nin bu örgütün “kara listesi”ne alınmasına yol açabilir.
Uluslararası kurumlara taşınan kara para dosyalarının AKP’nin iktidar blokunu sarsacak dış sarsıntılara yol açması söz konusudur.
Bu fay hattı, AKP için sürekli bir tehdittir.
***
AKP iktidarını tehdit eden dördüncü fay hattı, anti-faşist bir cephenin oluşması, yaygınlaşması ve etkili hale gelmesi halinde harekete geçebilecektir.
AKP, muhalefetin parlamento ile sınırlı kalmasını hedeflemektedir. Büyük medya adım adım teslim alınmakta; parlamenter muhalefet dahi kamuoyunca izlenememektedir. Muhalefetin TBMM dışına taşınmasını gerekiyor. Sosyal medyanın, sokağın, bildirilerin, imza kampanyalarının, var olan tüm yayın olanaklarının sonuna kadar kullanılacağı bir anti-faşist muhalefet dalgası oluşturulabilir mi?
Burada sosyalist bir çekirdeğin belirleyici bir rol taşıyabileceğini düşünüyorum. Şu şartla ki, sosyalist akımların, hareketlerin, bireylerin önemlice bir bölümü, kuram, siyaset, taktik, strateji ayrılıklarını, örgütlerini korumakla birlikte anti-faşist bir cephe hedefi etrafında birleşebilsinler…
Kürt siyasetini şimdilik dışarıda tutalım. AKP’ye karşı “demokrat” başlığı altında toplayabileceğimiz muhalif çevreleri sosyalist bir çekirdeğe göre nasıl sınıflandırabiliriz? İdeolojik-politik konumlardan hareket edelim. Ortaya çıkan iki kanadın (sosyalistlerin de eklenmesiyle) Türkiye halkının üçte birini temsil edebileceğini düşünüyorum.
Bir uçta liberal başlığı altında toplayabileceğimiz bir kanat var. Bir bölümü kendilerini “liberal sol”, “sosyal demokrat” olarak da tanımlayabilir. AB ile yakınlaşmaya, temsilî demokrasiye önem verilir. “Askerî vesayet” karşıtlığı birleştirici bir öğedir. İnsan haklarına, hukuk devleti ilkelerine ve Kürt hareketinin taleplerine yüksek duyarlılıklar söz konusudur.
Diğer uçta Cumhuriyetçi başlığı altında toplayabileceğimiz bir kanat var. Başta laiklik olmak üzere “cumhuriyet değerleri” üzerinde yüksek duyarlılık söz konusu. Pozitif anlamda bağımsızlık, negatif anlamda anti-emperyalizm bu değerlerin içinde yer alıyor. Üniter devletin parçalanma olasılıklarına ilkesel karşıtlık önem taşır. Sermayenin hegemonyasına, neoliberalizme direnen, kamucu eğilimleri içeren, kendilerini solda gören öğeleri de var.
Bu kanatların fikir, medya ve siyaset dünyalarındaki temsilcilerini adlandırmayı okuyucuya bırakayım. Ancak, her iki kanadın da 2015 ortamında Türkiye’nin faşizme sürüklenmesine karşı, farklı gerekçelerle de olsa, şiddetli rahatsızlık duyduğunu belirleyebiliyoruz. Ne var ki, geçmişe uzanan, bugüne de taşınan çeşitli etkenlerle birbirlerini sevmiyorlar; kendiliğinden bir araya gelmeleri mümkün değil.
Anti-faşist bir cephenin oluşmasında sosyalist bir çekirdeğin sözünü ettiğim her iki kanatla da kişisel, organik ilişkileri, geçişlilikleri vardır. Bu önemli bir avantajdır. Bu kanatlar arasında anti-faşist bir mücadelenin köprülerini, olsa olsa sosyalistler kurabilir.
Bu köprüler, adı ne olursa olsun, anti-faşist içerik taşıyan bir cepheye dönüşebilirse, iktidar blokunda ciddi kırılmalara yol açabilir. Haziran kalkışması kendiliğinden oluşan bu türden (ve sola dönük) bir cepheydi. AKP, bu nitelikteki bir direnme hareketinden ürktüğü için şiddete başvurdu.
Egemen odaklar, kendilerini tehdit eden güçleri, düşmanları kolayca teşhis ediyorlar. Bir anlamda cephe yoldaşlarımızı bizlere gösteriyorlar; birleşmenin reçetesini veriyorlar.
Gereği bize düşüyor. (KORKUT BORATAV - SENDİKA.ORG)