Yani, öyle ki, Diyarbakır’da bir ‘Paris Komünü’ benzeri yaşasak; “Bunu Kürtler yapıyor” diye arıza çıkaracak olan sosyalist bir camia var. Oysa ki bizim, özyönetimleri anlamamız, içerisindeki devrimci enerjiyi görüp açığa çıkarmamız ve Türkiye’nin dört bir köşesine yayarak Demokratik Cumhuriyeti inşa etmemiz gerekiyor.
7 Haziran seçimleri sonrası AKP iktidarının devreye koyduğu savaş konsepti ile birlikte, Kürt halkı devletin baskı ve zor aygıtlarına karşı yaşam alanlarını savunmaya geçti.
Açılan hendeklerle özsavunma pratiğini hayata geçiren halk, ardından gelen özyönetim ilanlarıyla özgürlük mücadelesine yeni bir ivme kazandırdı.
Günümüzde burjuva demokrasisinin beşiği olan birçok ülkede, aralarında belirli nüanslar olsa da ‘özerk’ yönetimler var. İsviçre, İspanya, Amerika bunlardan birkaçı…
Buna rağmen, bizim totaliter devlet geleneğimizle uzaktan yakından ilgisi olmadığı için olacak ki, “özerklik tartışmaları” ile birlikte kafalarımız fena halde karıştı.
Sosyalistlerin özyönetimle imtihanı
“Hendek” kelimesini yalnızca “deveye hendek atlatmak” deyiminden duymuş olan küçük burjuva sosyalistleri-aydınları panik halinde sağa-sola savruldular.
“Kürtlerin meclisteki temsili her gün artarken ve %13 oy almışken özerklik ilanları çok mu gerekliydi?”, “Hendekler de nereden çıktı şimdi, biz meclisle oyalanıyorduk işte” diye üzülenler mi dersiniz… Hendekleri yazdıkları yazılarla kapatabileceklerini düşünenler mi?
Gezi Direnişi esnasında da bu aymazlar bir hayli kalabalıktı. Gezi Parkı’na müdahale edip dağıtmak için devlet bile iki kere düşünürken, bunlar çadırları kaldırmayı teklif etmişlerdi. “Kazandıklarımız yeterdi; daha farzla huzursuzluğa gerek yoktu; her şey ‘normale’ dönmeliydi.” Tarih onları yanıltmaktan yoruldu, onlar aynı hataları yapmaktan yorulmadı.
26 kantonu ile özerk yönetimlerden oluşan İsviçre Cumhuriyeti’ndeki burjuvazi kadar bile halkın kendini yönetebileceğine inanmayan sosyalistlere ne demeli peki?
Neymiş? Ola ki ileride Türkiye’de sosyalist bir hükümet kurulursa, böyle bir özerklik modeli o hükümetin işlerini çok zorlaştırırmış. Ya da, özyönetim; sermayenin at koşturabileceği bir zemin, sınıf mücadelesini bulanıklaştıracak bir yönetim modeliymiş.
Ne yani, hiçbir ara form olmadan doğrudan Sosyalist Cumhuriyeti kurabilsek bile, bu illa ki bütün yetkilerin merkezde toplandığı bir Cumhuriyet olmak zorunda mı?
Elbette en ileri kapitalist ülkelerde bile uygulanabilir bir model olarak “özyönetim” kendi içerisinde birçok handikabı barındırıyordur.
Ülkemizin böyle bir demokrasi modeline çok yabancı sosyalistleri, bu handikapların yerine “atomun içerisindeki gizli enerjiye yoğunlaşıp, onu açığa çıkarmayı” denese mesela…
Yani, öyle ki, Diyarbakır’da bir ‘Paris Komünü’ benzeri yaşasak; “Bunu Kürtler yapıyor” diye arıza çıkaracak olan sosyalist bir camia var.
Halk meclislerinden özyönetimlere
Bu özyönetim ilanları Kürdistan coğrafyası açısından neyi ifade ediyor? Kürt halkının özyönetim talebi altında yatan siyasal gerçeklik nedir? Dilimizin döndüğünce kısa bir girişte biz yapalım.
Türkiye’nin batısında Halkların Demokratik Kongresi çatısı altında inşa edilmeye çalışılan Halk Meclisleri’nin, Kürdistan coğrafyasında Demokratik Toplum Kongresi tarafından hayata geçirildiğini ve uzun zamandır sürdürüldüğünü biliyoruz.
Halk meclisleri; toplumsal muhalefetin her kesiminin (işçilerin, yoksulların, ezilen halkların, inançların, kadınların, ekolojistlerin, farklı cinsel yönelimlerin) örgütlendiği ve bu alanların sorunlarına dair çözüm süreçlerine doğrudan katıldıkları bir örgütlenme modelidir.
Bu model, Türkiye’nin batısında pragmatist, dar grupçu ve liberal eğilimlerin bilinçli engellemeleri yüzünden örgütlenemedi. Bu eğilimler, üstelik HDP ve HDK içinde, hendeklerin ilk zamanlarında benzer bir tutum sergiledilerse de, Kürdistan’daki direniş karşısında bu tutumlarını sürdüremediler.
İşte, ‘hendekler’, Kürdistan coğrafyasında örgütlenen halk meclislerinin, yükselen örgütlülük düzeyinin sonucu ulaşabildiği, özsavunma ve özyönetim pratiğidir. Bu örgütlenme, faşizmin tamtamlarını çalan AKP hükümetini zorlayan ve sıkıştıran en büyük güce dönüştü; bu yüzden önemli bir örgütlenme modeli.
Özerk yönetimler nasıl olacaktır?
Aslında, gerçekleşen özyönetim ilanlarının, belirli talepleri olması dışında bir şekli veya kurulurken izlenecek yolun adım adım yazılıp çizildiği bir durum söz konusu değil?
Yaklaşık bir ay önce toplanan Demokratik Toplum Kongresi’nin sonucunda, özyönetim ilanlarının somut taleplerini içeren bir deklarasyon gerçekleşti. Bu deklarasyon ile birlikte özyönetim talebi ve özyönetim biçiminin kaba hatları açıkça ifade edildi.
Bu haliyle düşünülen özyönetim modelinin dünyadaki güncel benzerleri, Brezilya’daki Topraksızlar Hareketi ve Güney Amerika’daki işçi konseyleri olabilir.
Bireylerden toplumsal alanın bütününe yayılan bir özgürlüğü esas alan özyönetimler; toplumsal yaşamın özgün alanı olan siyasal yaşama, doğrudan katılımcı bir demokrasiyi tarifliyor. Halkın kendisini yönetebilmesini ve kurduğu denetim mekanizmalarıyla da kendi seçtiği yöneticilerin bürokratik baskısından korunmasını sağlıyor.
Yani, şehirleri, fabrikaları, mahalleleri emekçi halkların yönetmesi mümkündür.
Halkın oy hakkını kullanarak seçtiği yöneticileri tanımayan, anadilini ve kültürünü kabul etmeyen, baskı ve zor aygıtlarıyla asimile etmeye çalışan merkezi otoriter bir devlete karşı özerk yönetimler; her bireyin söz-yetki-karar mekanizmasına katılımını, hukukunu oluşturmasını, güvenliğini almasını sağlar ve bunları halk meclisleri tarafından denetlenebilir kurumlar olarak inşa eder.
Dolayısıyla siz özyönetim ile bir işçi olarak fabrikayı, ya da yaşam alanız olan mahalleyi nasıl yöneteceğinizin kararını verirsiniz. Bir mahallenin ve yahut bir fabrikanın farklı sorunları ve bunları aşacak farklı yöntemleri olabilir. Bu yüzden, özyönetim yaşam alanlarının kendi öznelerinin sorunlara müdahale edebilmesinin önünü açacak bir yönetim biçimidir.
Bitirirken…
Faşizmin ayak seslerini duyan var mı? Peki, bu faşizme karşı şuan gerçekleşen en büyük ayaklanmanın Kürt halkının özyönetim mücadelesi olduğunu gören?
Yaşam hakkını, ama öyle basitçe sadece hayatta kalabilmek adına değil; özgürce, anadilinde, kendi kültüründe, eşit haklarla yaşam hakkını savunan Kürt halkının girdiği bu yolu, hala anlamayanlar için tekrar edelim. Bu hendekler bir kez açıldı; T.C. isterse o mahallelere girsin ve herkesi öldürmeyi göze alsın, bir daha kapanmayacak.
Bu yüzden, hızla süreci “anlamaya çalışma” halinden kopuşup, “adapte olma” durumuna geçmeliyiz. Özyönetimleri anlamalı, içerisindeki devrimci enerjiyi görüp açığa çıkarmalıyız.
Demokratik bir cumhuriyet için hamle yapmak zamanıdır. Bu, yeni bir durum, yeni bir başlangıç! İşte, imzacı aydınlar bir tuğla koydu, herkesin de kendi durduğu yerden kendi imkanlarını zorlayarak bu inşa sürecine katılması gerekiyor. MERAL ÇINAR - SENDİKA.ORG