GİRİŞ
İslam ülkelerinde, erkek çocuklarının ortalama olarak 12 - 13 yaşına kadar, genelde yaşadıkları bir cerrahi operasyon olarak bilinen ve cinsel organlarının uç kısmındaki derinin kesilmesi şeklinde ortaya çıkan işlem sünnet diye anılıyor. Bilinen en meşhur “sünnet” olan bu operasyonun cerrahi yanı değil belki ama, daha çok din ile ilişkisi epey bir önem taşıyor ve hala tartışılıyor.
Tıbbi anlamda konuştuğumuzda bile, kendisine yüklenmeye çalışılan bir dizi olumluluğun neredeyse tamamının öyle sanıldığı gibi geçerliliğinin olmadığı gerçeği önümüzde duruyorken, biz işin bu yanını tıp bilimine bırakarak sünnet – din ilişkisine bir göz atmak istiyoruz.
GENEL ÇERÇEVE
En sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyerek başlayalım mı?
Gelin öyle yapalım ve sünnet – din ilişkisi üzerinde yürürken, genel çerçeveyi belirleyelim.
Öncelikle altını çizmemiz gereken bir nokta var! Sünnet, sadece bir “sünnet”tir, farz değil. Yani kesin bir emir değil.
Sünnet, (kesin kaynaklara ya da hükümlere dayandırılamamış olsa da) kendi içinde ikiye ayrılmış: Sünnet-i zevaid ve sünnet-i hüda.
Sünnet-i zevaid; Muhammed’in giyim, yemek, içmek, oturmak, barınmak, yatmak ve yürümekteki âdet ve alışkanlıklarının tümünü tanımlayan bir kategori olarak öne çıkmış.
Sünnet-i hüda ise; cemaat ile namaz kılmak ve benzeri kimi İslami ritüelleri içine almış ve
çocukların sünnet edilmeleri de bu sünnete dahil edilmiş, adına da Arapça hıtan denilmiş.
Buhari, “fıtrat” noktasında sünneti; kasıkları temizlemek, tırnak kesmek, koltuk altını temizlemek, bıyıkları kısaltmak ve sünnet olmak şeklinde gruplandırmış.
Günümüze kadar ulaşmış bütün belge ve uygulamalarda bir cerrahi operasyon olarak sünnetten hep “İslami fıtrat” olarak söz edilmiş. Yani sünnet, bir türlü fıtrat algısı ya da çerçevesi dışında değerlendirilememiş. “Hiç olmasa da olur” diyen âlimler bile çıkmış. Bu gruptakiler; “sünnet, avret yerinin görünmesi için özür olmaz” teziyle hareket etmişler. Öte yandan yine fıtrat noktasındaki uygulama, “Müslüman olan yaşlı erkek ve hastalar, sünnetin acısına dayanamazlarsa, sünnet edilmezler” noktasına kadar getirilmiş.
SÜNNET TARİHİ ÜZERİNE KISACA
Sünnet – din ilişkisini bir ara notla bölelim.
Bilmemiz gereken bir nokta var.
Sünnet köken olarak çok ilkel Afrika kabilelerine kadar uzanıyor. Kimi din adamlarının, ana tanrıça kastına kendilerini adamaları noktasında şekilleniyor ve bu insanların hadım edilerek penislerini ana tanrıçaya sunmalarıyla son buluyor.
Sünnet işte bu ritüelin üstüne oturtulmuş ve onun daha yumuşak hali gibi.
Daha sonra sırasıyla Mısırlı kölelerin ve mahkumların, bir aşağılanma yöntemi olarak sünnet edildiklerini biliyoruz. Ve bu anlayış, bir işaret olarak giderek toplumsallaşmaya başlıyor.
Zaten Tevrat’a girişi de bu yolla oluyor. Ama daha ileri gidemiyor.
Tıpkı İslamiyet gibi, semavi dinlerden biri olan Hıristiyanlıkta bilindiği gibi böyle bir uygulama kesinlikle yok. Neden olmadığı başka bir tartışma konusu. Bu anlamda olmak üzere, ciddi bir biçimde aydınlatılmayı ve bir “kıyaslama”yı bekliyor.
Peki ya İslam?
SÜNNET – İSLAM İLİŞKİSİ
Hemen altını çizelim; İslam tarihine baktığımızda, Kuran bir tarafa bırakılıp, ne idüğü belirsiz, uydurma hadis kitaplarının kaleme alınmaya başlandığı zamana kadar sünnet diye bir şey yok.
Allah’ın; "Ben insanı en mükemmel şekilde yarattım", "Benim yarattığım eksiksizdir" dediği Kuran’da da yok! Kaldı ki insan temelli söylemi bu olan bir kitapta durumun böyle olması gerekmez miydi?
Sözgelimi Muhammed'in hayatına bakalım; ne zaman sünnet edildi? Ya da edildi mi? Bu yok... "Doğuştan sünnetliydi" söyleminin kesinliği bilinmiyor.
Peki ilk Müslümanlar ne zaman sünnet oldu? Ya da oldu mu?
Peygamber'in torunları ne zaman sünnet oldu? Ya da oldu mu?
Peygamber kendi oğlunu ne zaman sünnet ettirdi? Ya da ettirdi mi? Bunlar da yok...
Örneğin, 616 yılında, 35 yaşındayken Müslüman olan Ömer sünnet oldu mu? Elbette bu da yok!
SÜNNET – MUHAMMED İLİŞKİSİ
Peki bunlar yok da, Muhammed’in sünnet olma konusunda bir emri, bir tavsiyesi, bir söylemi var mı? Hayır, böyle bir şey de yok!
Günümüze kadar ulaşmış bütün İslami kaynakların, sünnet olmayı yalnızca bir “fıtrat” meselesi olarak ele alabilmiş ve bu noktadan daha ileri gidememiş olmalarının temelinde işte bu gerçeklik var.
Sünnetten bugün anladığımız şekliyle ilk bahseden Buhari! O da, İbrahim’in sünnet oluşundan bir “rivayet” olarak söz ediyor. Kaynakları da bir hayli zayıf olsa gerek, kimi zaman sünnet yaşı olarak 80, kimi zamansa 84 diyor. Buhari’nin de bu konuda yaşadığı kafa bulanıklığı hemen fark edilebiliyor.
Kuran’da olmayan ve Muhammed döneminde hiç rastlanılmayan sünnet uygulamasının İslam’a dahli hadisler yoluyla oluyor.
SÜNNET – HADİS İLİŞKİSİ
Özellikle Muhammed sonrası İslam’ı egemenliği altına almış, çoğunun da uydurma olduğunu bildiğimiz ve arka planında amansız bir paylaşma kavgasının yattığı genel durumun en önemli oportünist argümanlarından biri olan hadisler hiç kuşkusuz, diğer bütün Kuran dışı uygulama ve adetlerin de bu dine girmesine yol açmışlar.
Tıpkı teravih namazı ve Cuma namazı gibi, sünnet uygulaması da bunlardan biri.
Ramazan ayında, iftardan sonra camilere koşup teravih benzeri bir namazı kılmak isteyen kadın ve çocukları, “gecenin bu saatinde sokaklarda değil, evlerinizde olmalısınız” diyerek camiden kovalayan Muhammed’in yaşamı boyunca esamisi bile okunmayan sünnet uygulaması bir dizi uydurma hadisle dine dahledilerek günümüze kadar gelmiş.
Bu uydurma hadislerin sayısının çokluğu, Muhammed sonrası dönemdeki bulanıklığın amansızlığını da bize gösteriyor.
Söz gelimi bir din uleması olduğu öne sürülen Taberani, “Resulullah, Müslüman olan erkeğe, 80 yaşında olsa bile, sünnet olmayı emrederdi” diyerek bizlere ve inananlara inanılmaz bir yalan söylüyor.
Keza Beyheki adlı bir başka ulema da benzer şeyler söyleyip, “Sünnetsiz adam, 80 yaşında da olsa, Müslüman olunca yine sünnet edilir” diyor ve aynı yalanın takipçisi oluyor.
Buhari ise daha da ileri gidip, bir kaynak olarak yazımızın başına aldığımız sınıflandırmayı yaparak bir anlamda şirk yapıyor.
Ama ne Taberani’ye Muhammed’in, yukarıda kendi ağzından aktardığımız emri ne zaman verdiğini biliyoruz, ne de Beyheki’nin kesin bir hüküm kıvamındaki öne sürümünü dillendirme cüretini kimden ya da nereden aldığı konusunda bir fikrimiz var. Hele hele Buhari’nin o sınıflandırmasının maddi temelinin ne olduğunu sorguluyoruz.
Hiç kuşkusuz, hadis diye bilinen bu uydurma sözlerin örneklerini çoğaltmak mümkün.
SON SÖZ YERİNE
Geçmiş yazılarımın birinde, teravih namazının, Cuma namazının ve buna benzer daha birçok uygulamanın Kuran’da yerinin olmadığını ve bunların daha çok Muhammed sonrası dönemde ortaya çıkmış ritüeller olduğunu söylediğimde epey tepki toplamıştım. Bu yazımdan sonra bu türden tepkilerin daha da artacağından hiç kuşkum yok. Ama, İslam diye, “indirilmiş”ini bir kenara bırakıp, sistemli ve bilinçli bir biçimde “bindirilmiş”ini dayatmaya çalışan egemen anlayışa karşı mücadelede payıma düşeni yapmaya devam edeceğimin bilinmesini de isterim.
Kuran’da, dolayısıyla da İslam’da kesinlikle yeri olmayan ve hatta Muhammed’in bile belki de bihaber olduğu sünnet meselesine de bu perspektif dahilinde bakmayı, konuyu bu biçimiyle anlamayı ve algılamayı sürdüreceğim.
Sünnet bize dayatılan haliyle hiç kuşku yok ki bir tabu. “Ülkemizde yaklaşık 35 milyon erkek var, hepsi buna maruz kalıyor ama kimse konuşmuyor, tartışmıyor. "Erkekler sünnet olur" deniliyor. Çocuklarımızı sünnet ettirip sonra düğün bayramla bunu kutlayarak aslında erkeklik kavramını kutsuyoruz. Kafasına taç, eline asa... Kızlarımız ise kadın pedine suç eşyası muamelesi yapıyor. Kadınlık bastırılırken, erkeklik yüceltiliyor. Bu kutsamayı reddeden daha bilinçli bir kesim ise başka bir tuzağa takılıyor; 'sağlık için gerekli' olduğuna inanarak vicdanlarını rahatlatıyorlar.” (KAAN GÖKTAŞ-01.08.2013-HABERTÜRK)
Başta da belirttiğim gibi, sünnet sadece sünnettir, farz değil.
Sünnetin sünnet olması da Muhammed sonrası dönemle alakalıdır.
Kuran’da sünnet yoktur!
Muhammed’in ağzından sünnetle ilgili herhangi bir emir ya da tavsiye çıktığı görülmemiştir, duyulmamıştır.
Hadislerinde de sünnet yoktur.
Sünnet etme/edilme, tıpkı teravih namazı ya da Cuma namazı gibi, Muhammed sonrası dönemin uygulamalarıdır.
Sünnetin sağlık açısından sağladığı ileri sürülen yararlarının da sonradan birer palavradan ibaret oldukları ortaya çıkmıştır.
Keşke “gerçekten bilen biri” çıksa da, İbrahim’in, 80 mi, yoksa 84 mü, artık hangi yaştaysa ve ileri sürüldüğüne göre bir baltayla, evet bir baltayla kendi kendini nasıl sünnet ettiğini bize bir anlatsa…
Anlatsa ve bizler de, “İndirilmiş İslam” ile, “Bindirilmiş İslam” konusunda ne kadar haklı olduğumuzu bir kez daha görsek…
HAYRİ GÜNEL