Geçen hafta ebeveynlerin kendi narsisistik ihtiyaçlarını
karşılamak üzerine sosyal medyada çocukları vitrin olarak kullanımından
bahsetmiştik. Bu hafta ise narsisizmin* son yıllarda giderek daha çok görünür
olmasını sağlayan toplumsal ve siyasi boyutunu ele alacağız.
Güzel ve sevimli çocuklar tablonun bir yanı, bu vitrinin bir
de mutlu aile tablosu tarafı var. En aşık çift, peri masalı bir düğün, en sevgi
dolu anne, en şirin bebek, en mutlu aile… “en”lerden “en” beğenmek zorunda
kalıyoruz kendimize. İçimizdeki “hiç”lerden “hiç” beğenemediğimiz için belki
de..
Peki bu mutlu aile tablosu çok mu önemli? ya da neden bu
kadar önemli?
Aile bu sömürgen düzenin devamı için en önemli
yapıtaşlarından biri olarak kullanılıyor iktidar sahipleri tarafından. Bizim
ülkemizde yoksulluğu geniş aile örtüyor. Evsiz- işsiz -aşsız kalanlar
anababasının, kardeşinin yanına taşınıyor çekirdek ailesiyle. Ya da ileri
yaştaysa çocuklarının yanına yerleşiyor. Erkek uzun saatlerce çalışsın, kadın
çalışmasın evinde çocuk baksın, en az üç çocuk yapsınlar, piyasaya salsınlar.
Bu çocuklar ucuz ucuz çalışsınlar, saldırgan askeri operasyonlarda ölenlerin
yerlerini hızla doldurabilecek yeni askercikler olsunlar. “Şehit oldular, güzel
öldüler, çok şahane öldüler, üzülmeyin, öbür dünyada ballı börek”
Orta üst gelir grubundakiler ise her aşamada bol bol para
harcasınlar: Önce beğenilmek ve sevgili bulmak için çok güzel giyinsinler, sık
sık kıyafet ve tarz değiştirsinler, bol makyaj yapsınlar, en iyi ayakkabıları
seçsinler, arabaları havalı olsun; sevgililer gününde, yıldönümünde pahalı
pahalı hediyeler alsınlar, en iyi yerlerde en güzel yemekleri yesinler:
sevgililik ve aşk bunu gerektirir çünkü.. Söz, nişan, düğün peri masallarını
aratmasın, takılar takılsın, yenilsin içilsin, her şey en iyisinden olsun; bu ideal
çift en iyilerine layık çünkü..Kısa zamanda hamile kalınsın, bebek için envai
çeşit neler neler hemen alınsın, “baby shower” partileri yapılsın, yığınlarca
ıvır zıvır süslerle doğum odaları, bebek odaları süslensin: o muhteşem günler
geceler bir daha geri gelmez, bebeğimizin her şeyi tam olsun çünkü…
Bebeğe daha doğmadan alınan 10 çeşit kıyafete doğumla
birlikte daha giyemeden büyüyeceği 30 çeşit kıyafet daha hediye edilsin,
altınlar takılsın; eli boş gidilmez ayıp olur çünkü… Bebeğin odasında
sterilizatör, hava nemlendirici alet, kaka çöpü (bebeğin 50 tane kirli bezini
biriktirip öyle atmanıza ve böylece apartman görevlinizi dumura uğratmanıza
yarayan şahane icat) ve bu icada özel üretilmiş aşırı pahalı çöp poşetleri
dahil her şeyi olsun; bunlar olmazsa hijyenik olmaz, bebeğimiz hastalanır
çünkü…Bebeğimiz büyüyüp bir çocuk olduğunda hemen her hafta yeni bir kıyafet,
yeni bir oyuncak alınsın, televizyonda gördü beğendi, bütün arkadaşlarında var,
psikolojisi etkilenmesin çünkü… Büyük doğumgünü partileri yapılsın, koca koca
hediyeler alınsın, gelen çocuklara ayrıca hediyeler verilsin, magnetler
bastırılsın, sonra bu ıvır zıvırlar bir haftaya kalmadan çöpe atılsın.
Misafirliklere hep bir hediyeyle gidilsin, etkinlik kitapları, sağ beyin
geliştirici bilmemne setleri alınsın, en az üç kursa gitsin: maşallah çok
akıllı, aman yaşıtlarından geri kalmasın çünkü.. Sonra özel kreşe, ardından mutlaka
özel okula gitsin: bu zamanda devlet okuluna güvenilmez, geleceğini
karartmayalım çünkü…
Derken derken kadın, aile ve çocuk üzerinden ne çok harcama
yapılıyor, ne çok tüketiliyor, ve biz ne çok sömürülüyoruz, hiiiç ruhumuz
duymadan ya da belki üç beş söylenip yine “gerekeni” yapmaya devam ederek..
Ama farkında olmadan anne babalar birer tüketiciye, o kadar
emek sarf ettiğimiz çocuklarımız da birer “yatırım nesnesi”ne dönüşüyor. E bu
kadar harcama yaptığımız “yatırımımızı” göstermek de hakkımız oluyor heralde…
Her şeyi nesneleştiren bir sisteme hizmet ettiğimizi algılayamıyoruz.
Diğer yandan göstermek- teşhir odaklı bir günlük yaşamın
içine düştük. Her şey görsel olarak sergileniyor. Artık gezerken nerelerde
nasıl fotoğraf çektireceğimize facebookta ya da instagramda paylaşma hayaliyle
karar verir olduk.
Bu hazza karşı koymak güç. Anında doyum sağlıyor,
onlarca-yüzlerce beğenme ve paylaşım ödül gibi işlev görüyor. Önemsenmek,
beğenilmek hiç bu kadar yaygın ve bu kadar kolay olmamıştı. Bir fotoğraf
koyuyorsunuz, ergenliğinizde (ki narsisitik hayallerin en yoğun olduğu
dönemdir) hayalini kuramayacağınız kadar, belki o zamanki okul mevcudunuz,
belki mahallenizdeki toplam insan sayısı kadar kişi beğendiğini beyan ediyor.
Bu nedenle çok çekici..
İnsan ve insan doğası sabit bir şey değil. İçinde yaşadığı
sosyal ortam, ilişkiler, siyasi yapı, düzen yani çevre ile değişen, şekillenen
bir varlık. Dolayısıyla narsisistik ihtiyaçların şiddeti, boyutu içinde
yaşadığımız düzenle de değişiyor. Narsisizm çağı diyenler var bu çağa. Doğrudur
da. Her şey hemen olsun istiyoruz; ertelemek, beklemek bize göre değil artık.
Tüm reklamlar “çünkü sen en iyisine layıksın, çok özelsin, bunu giy hayatın
bambaşka olsun, falanca takmak ayrıcalıktır” saçmalıklarıyla dolu.
Çünkü bu düzeni sürdüren ve bu düzenden kar sağlayanlar çok
iyi biliyorlar: narsizmimiz okşandıkça, narsizmimize hitap edildikçe daha çok
para harcıyoruz.. Harcadıkça daha çok borçlanıyoruz, borçlandıkça var olan
kendi küçük düzenimizi sürdürmek için daha çok çalışıyoruz, daha az itiraz
ediyoruz, daha az sorguluyoruz, daha az isyan ediyoruz. Çünkü kaybedecek çok
şeyimiz var gibi oluyor. Çünkü o kaka çöpünün poşetine çok ihtiyacımız var.
Çünkü yine kar hırsının zehirlediği topraklarda çocuklarımızı sağlıklı beslemek
için organik gıdalara verecek paramız olması lazım. Öyle mi gerçekten?
Siz çocuklarınızı bu akıldışı, zorlama düzende
yetiştirmekten bıkmadınız mı? Şunu almazsam, şuraya göndermezsem kötü anne baba
olurum, çocuğumun geleceği etkilenir kaygılarıyla korkutulmaktan bıkmadınız mı?
Çocukların temiz havalarının dahi çalındığı şu günlerin
öfkesi ve yavrularımızın nesneleştirilmediği sağlıklı güzel günlerin umuduyla…
----
* Narsisizm veya özseverlik
Kişinin kendisine tapması, kabaca tabirle kişinin kendisine
aşık olması olarak tanımlanan bir terimdir. Farklı tanımları ve kullanımları
mevcuttur.
Kavramın Mitolojik öyküsü ise şöyle;
Kendine âşık olanlara aldırmayıp, onları karşılıksız bırakan
ve çok güzel bir peri kızı olan Ekho, bir gün avlanan bir avcı görür. Narkissos
adındaki bu avcı çok yakışıklıdır. Ekho bu genç avcıya ilk görüşte âşık olur.
Ancak Narkissos bu sevgiye karşılık vermeyerek, peri kızının yanından
uzaklaşır. Ekho bu durum karşısında günden güne eriyerek, kara sevda ile içine
kapanarak ölür. Bütün vücudundan arta kalan kemikleri kayalara, sesi ise bu kayalarda
'eko' dediğimizyankılara dönüşür.
Olimpos dağında yaşayan tanrılar bu duruma çok kızar ve
Narkissos'u cezalandırmaya karar verirler. Günlerden bir gün av izindeki
Narkissos susamış ve bitkin bir şekilde bir nehir kenarına gelir. Buradan su
içmek için eğildiğinde, sudan yansıyan kendi yüzü ve vücudunun güzelliğini
görür. O da daha önce fark edemediği bu güzellik karşısında adeta büyülenir.
Yerinden kalkamaz, kendine âşık olmuştur. O ana dek kimseyi sevmediği kadar,
sevmiştir kendi görüntüsünü . O şekilde orada ne su içebilir, ne de yemek
yiyebilir, aynı Ekho gibi Narkissos da günden güne erimeye başlar ve orada
sadece kendini seyrederek ömrünü tüketir. Öldükten sonra da vücudu nergis
çiçeklerine dönüşür. (Kaynak: Wikipedia)
Deniz Arık Binbay/Psikiyatrist - SOL.ORG