Bu başlığı, geçenlerde ölen romancı Harper Lee’nin Bülbülü Öldürmek romanından esinlenerek attım. Güzel şarkılar söyleyen bülbül nasıl öldürülürse, özgürlük şarkıları söyleyen partiler ve hareketler de öyle öldürülebilir. Şimdi,  özgürlük şarkılarıyla bir yıldır gönlümüzü fetheden HDP’nin öldürülüşüne tanık oluyoruz ne yazık ki. Üstelik onu hem düşmanları hem de dost bildikleri ve hatta kendi bünyesinde yer alanlar el birliğiyle öldürüyorlar. 

Bir yıl kadar önce HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, “Seni Başkan yaptırmayacağız” sloganını temel alan çıkışına, diktatörlüğe karşı olan herkes kulak vermiş, hatta Kürt siyasal hareketine karşı olanların bile kayıtsız kalamadığı bir özgürlük şarkısına dönüşmüştü bu çıkış. HDP, yüzde sekiz olan oyunu bu sayede neredeyse ikiye katlayarak yüzde on üç küsur oy almış, meclise 80 milletvekili sokmuş ve AKP’nin tek başına iktidarına son vermiş, AKP diktatörlüğüne karşı olan kamuoyu kesiminin yüreğine su serpmişti. Bu güzel özgürlük şarkısının dışarıdan ve içerden saldırıya uğraması kaçınılmazdı elbette. 


Tersine süreç bu noktadan sonra başladı. Seçimleri yenileyerek iktidarı yeniden almak isteyen ve bu yüzden 7 Haziran seçimlerinin sonuçlarını fiilen tanımayan AKP iktidarı, Suruç’ta, Ankara Garı’nda HDP’ye karşı bombalı saldırılar düzenleyerek; HDP’nin en yüksek oy oranına ulaştığı il ve ilçelerde savaşı ve devlet terörünü fiilen başlatarak, ayrıca HDP binalarına ve mitinglerine yönelik saldırılar düzenleyerek, partiyi kapatma tehdidiyle baskı altına alarak; diğer yandan PKK, bu savaşa savaşla karşılık vererek, hiçbir gerçekleşme koşulu olmadığı halde “özyönetim”ler “ilan edip” şehir ve kasabalarda, kesinlikle geri çekilme ve kendini koruma koşullarının olmadığı ortamlarda, gerilla savaşının bile mantığına aykırı bir şekilde hendek kazıp hem gençleri hem de buralarda yaşayan halkı canavarın ağzına iterek; bununla da kalmayıp, HDP’nin “parlamentoyu işletmediği” türü haksız eleştiriler yönelterek el birliğiyle HDP’yi kıskaca aldılar. 

1 Kasım seçimlerine böyle gelindi. Sonuç malum. HDP yüzde iki buçuk oranında oy ve yirmi kadar milletvekili kaybetti, daha da önemlisi AKP, MHP’den ve HDP’den kazandığı oylarla oyunu yüzde 41’den yüzde 49’a yükseltip iktidarı yeniden tek başına ele geçirdi. AKP’nin bu sonucu elde etmesinde PKK ve MHP’nin politikaları belirleyici oldu. 


Ne var ki, AKP’nin korkulu rüyası haline gelmiş, özgürlük şarkılarıyla gönülleri fethetmiş HDP’nin öldürülmesi işlemi henüz tamamlanmamıştı. AKP iktidarı, hem devlet güvenlik gücü mensuplarına, hem ailelerine, hem de sözde özyönetim ilan edilip hendek açılan yerlerdeki gençlere, ailelerine ve buralarda yaşayan, ağırlıkla Kürt nüfusa kan ve gözyaşı, zulümden başka bir şey getirmeyen ve dahası özgürlükçü kamuoyunu ve tüm toplumu paralize eden savaşı daha da yoğunlaştırarak sürdürdü. Bodrumlara sığınan insanları bebek, çocuk demeden katletti. Çaresizlikle bodrumlara sığınmış, ambulans bekleyen yaralı, kan kaybeden, susuz kalmış insanları, “silahlı olabilirler” gibi komik bir gerekçeyle uzun ve yavaş bir ölüme sürükledi. Sokak ortasında öldürülmüş kadınların çıplak bedenleri günlerce ortalıkta bırakıldı. Yandaşlar, aktroller “beş yüz leş aldık” diye naralar attılar. Böyle adice bir tutumu savaş sırasında Naziler bile göstermemiştir. PKK de, aslında hiçbir şekilde gerilla savaşının mantığıyla uyuşmayan karşıt savaşı kör gözüm parmağına sürdürmekte ısrar etti. Zaten bir kere o hendekler kazıldıktan ve o gençler orada hiçbir kaçış koşulları olmadan mevzilendirildikten sonra yok oluncaya kadar bu savaşın sürdürülmek zorunda olduğu belliydi. Güçler böylesine eşitsiz bir savaşa sürülmeden önce bunun sonuçları düşünülmeliydi. Kandil’de komutanlık oynayanlar ne yazık ki, bunları düşünecek bir ferasetten yoksun olduklarını ortaya koydular. 


Daha da kötüsü oldu HDP açısından. Gerek DBP, gerek KCK, gerek Kandil, HDP’yi teslim alıp artık o güzel şarkılarını söyleyemez hale getirmek için, HDP içindeki bazılarından da yardım alarak bu partinin ve Selahattin Demirtaş’ın sesini kısmak, kendi hoparlörleri haline getirmek için ellerinden geleni yaptılar. Selahattin Demirtaş yine konuşuyor konuşmasına ama bence konuşan artık o değil. Tam anlamıyla bir örgüt kıskacına alındı, bu o kadar belli oluyor ki. Ben olsam onun yerinde, böyle bir duruma düşmektense istifa eder, yerimi “sahibinin sesi”ne bırakırdım. Çünkü özgürlük bülbülü asla “karga” taklidi yapamaz (bu metaforik anlatım için kargalardan özür dileyerek). 

Ve ölüm anına geldik:  “Ankara saldırısını gerçekleştirdiği iddia edilen TAK üyesi Abdulbaki Sönmez için Van’da taziye evi kuruldu. Mezopotamya Yakınlarını Kaybedenler Derneği’nce kurulan
taziye evini, HDP’li Tuba Hezer ile DBP ve HDP’liler de ziyaret etti.” 

Bence o taziye çadırının yanına bizzat HDP için de bir taziye çadırı kursalarmış iyi olurmuş.

Gün Zileli - 23 Şubat 2016 - www.gunzileli.com - gunzileli@hotmail.com
Daha yeni Daha eski