Bu "adam"ın babası yıllarca; ülkücülerin faziletli ve yüksek
ahlak sahibi insanlar olduklarından ve bu yönleriyle de topluma örnek teşkil
ettiklerinden falan bahsedip durmuştu.
Aradan yıllar geçti, baba öldü ve geriye işte son iki günden
bu yana tanıklık ettiğimiz “bakiyesi” kaldı. İleri boyutlarda "ilginç" ve incelenmeye değer bir kişilik. Dolayısıyla
baba, ya kendisini kandırıp durdu yıllarca, ya da hani o argo deyimiyle,
tabanını kekleyip durdu.
Bu noktada, her ne kadar rol model bile olsa, babanın doğrudan
bir etkisi olduğunu pek sanmıyorum. Çünkü bu olayda, çok güçlü bir "bozulma"yla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Böyle bir görüntünün
temelinde hiç kuşkusuz bir “bozukluk” olduğundan söz edebiliriz ama bu
bozulmayı yaratanlar sıralamasında babanın arkalarda bir yerlerde kaldığı çok
net olmasa bile söylenebilir.
İnsanların, yetişkinliklerinde
daha belirgin bir biçimde ortaya çıkan neredeyse her türlü kişisel bozukluklarını
meydana getiren asıl etken, genelde kişisel tercihleri oluyor. Ama sanılanın
aksine, bu tercihlerde, rol modellerin çocuklarına aktardıkları değil,
kişilerin sonradan ve aile dışında edindikleri asıl belirleyici oluyor.
Bu eğer
böyle olmasaydı, dünyadaki faziletli ve iyi ahlak sahibi insanların sayısı o
kadar çok olurdu ki, değil yaşamak, ,
oturacak yer bile bulamazlardı. Ya da söz gelimi, aynı babanın iki oğlundan
birinin çok dürüst, diğerininse beş para etmezin teki oluşunu her daim
ağızlarımız bir karış açık ve saf saf izleyip dururduk.
Ama öyle olmuyor işte.
Hayat dediğimiz, bir yerlerden alıp çok başka yerlere savurabiliyor insanı.
Bu adamın baş rolünde olduğu gelişmelerin içeriği değildir
benim karşı çıktığım. Galiba bir türlü derdimi anlatamadım. Adamın yaptığı işler sadece kendisini bağlar. Maliyeti de sadece kendisini
ilgilendirir. Bütün bunlardan bize ne? Ve kime ne?
Ben, yıllarca ailenin kutsallığından dem vuran, çekirdek
aile yapısı korunmalı diye hani deyim yerindeyse fetva üstüne fetvalar veren ve
dahi geleneksel Türk aile yapısı, toplumun temel taşı vs. diye diye neredeyse
60-70 yıldır kafalarımızı ütüleyip duran sağ cenahın bu iki yüzlülüğüne, bu yalancılığına,
bu riyakarlığına ve bu sahteciliğine karşı çıkıyorum. Derdim işte budur!
İki gündür gerek facebook’ta, gerekse de twitter’da, “Anadolu
sağcılığı”nın birden fazla ve çeşitli tonlardaki perişan hallerini hem gülerek,
hem de ibretle izliyorum. Olayla ilgili olarak yapılan neredeyse bütün
yorumlar, hep bir olumlama çabası, kaygısı taşımaya çalışmaktan öteye gidememiş
ne yazık ki. Ama hiç şaşırmadığımı da belirtmek istiyorum.
Ortada sığır leşi gibi durup duran bir tuhaf ve ilginç gelişme var iken, bu kaygı ve çabaları, biraz da empati kurmaya çalışarak
anlamak istiyorum ama galiba nafile. Çünkü o çaba ve kaygıları belirleyen tek
etken, işte az önce yukarıda sözünü ettiğim ikiyüzlülük, yalancılık ve
riyakarlıktır.
Bizdeki bu sağcılık biraz da, Galatasaray’da oynarken, kalesi
önünde tehlike yaratması çok muhtemel olan bir topu, kornere ya da taca atıp,
ya da olabildiğince güçlü bir vuruşla rakip sahaya göndererek tehlikeyi adam
gibi savuşturmak yerine, bu refleksleri onuruna yediremediği için, o topu ayağında
geveleyip durduğundan dolayı takımını inanılmaz ve çok gereksiz sıkıntılar
içerisine sokmaktan bir türlü vazgeçmeyen Servet Çetin’e benziyor. İşte Servet
Çetin’ndeki bu “onuruna yedirememe” saçmalığı, Anadolu sağcılığı”nın
ikiyüzlülüğünü, yalancılığını ve dahi riyakarlığını besleyip duran “tükürdüğünü
yalama”ktan olabildiğince kaçınmakla eşdeğerdir. Hiç kuşkusuz marazi bir
durumdur bu. Hastalıklıdır yani.
Sen kalkacak ve yıllarca ahlak, erdem, din, iman, kutsal
aile, günah vs üzerinden herkeslerin kafasını ütüleyip duracaksın, ama bir
yandan da, bizim oraların deyimiyle “karı üstüne karı yapacak”, “alemlerden”
başını kaldırmayı aklının ucundan bile geçirmek istemeyeceksin… Oh ne ala
memleket!
Adını da öğrendiğimize göre Alpaslan koymuş.
Bir Alpaslan Türkeş’imiz daha oldu anlayacağınız.
Ne diyelim, "Allah analı, babalı büyütsün!"
Peki, anası ve babası göçüp gidince görevi Anadolu sağcılığı
devralacak mıdır?
Öyle ya, sıradan bir bebek değildir sözünü ettiğim, “Alpaslan
Türkeş”tir.
Sevgiyle, dirençli ve uyanık kalın!
BU YAZININ DİPNOTU:
Baba, “yapmak zorunda kaldığı” basın
açıklamasında, anneyle olan ilişkisini aleni ve hiç gizlenmemiş bir ilişki
olarak tanımlarken yalan söylüyor. Madem aleni ve gizlemeye gerek görmediğin ve
üstelik de yine o basın açıklamasından öğrendiğimize göre “imam nikahlı” bir
ilişkin vardı, bebeğin doğumunun gerçekleştiği o hastane katı neden boşaltıldı ve
orada kuş bile uçurtulmadı. O muhabir, kelimenin tam anlamıyla bombanı
patlatmasaydı, yine çıkıp; “benim imam nikahlı ilişkimden bir bebeğim oldu ve
adını da Alpaslan koydum” diye bir açıklama yapacak mıydın?
HAYRİ GÜNEL