AKP, küresel güçlerin desteğiyle büyüdü ve bugünkü güce
ulaştı. Bugün gelinen noktada iç politikada edinmiş olduğu güce dayanarak,
kendi varlığını hem iç politikada hem de uluslararası ilişkilerde çok belirgin
olarak dayatır bir noktaya geldi. İçte ciddi önemli bir güç olması AKP’nin
geleceği için bir güvence olmaz. Bu bakımdan uluslararası ilişkilerdeki
başarısızlığın iç politikaya yansıması kaçınılmazdır.
AKP, Türkiye toplumunun tarihsel-politik dinamiklerinden
ortaya çıkıp gelişen ve iktidar gücü olan bir parti olmadı. Tersine küresel
kapitalist dünyanın bölgesel stratejisinin bir figüranı olarak desteklenip ön
plana çıkartıldı. Küresel sermayenin aktif desteğiyle iktidar gücü olan Erdoğan
merkezli AKP, iç politikada ciddi bir başarı göstermesine rağmen bölgesel
stratejilere uyumlu bir politika izleyemedi. Değişen güç dengelerine uyum
sağlamakta zorlanan ve aşamalı olarak kendi planlarını uygulamak isteyen AKP’nin
geliştirmek istediği politikalar bütünüyle çöktü. Bölgesel politikalardaki
başarısızlık, AKP’nin uluslararası ve bölgesel ilişkilerdeki rolünü/etkinliğini
de önemli oranda kırdı.
Uluslararası alanda sıradanlaşmaya başlayan AKP, iç
politikada gücünü korumak için toplumun farklı toplumsal dinamiklerine yönelik
baskıları yoğunlaştırdı. Böylelikle uluslararası ve bölgesel politikalarda
izole edilen Erdoğan ve ekibi, iç politikadaki varlığını korumak için
saldırılarını artırdı.
Küresel dünyada uluslararası gelişmelerle iç politik
ilişkiler belirli bir denge içerisinde yürütülmediği sürece iktidar gücünü
korumanın oldukça zor olduğu hemen herkesin bildiği bir realitedir. Bu bakımdan
Türkiye geleceğini belirleyen AKP iktidarı yeni bir sürece doğru evriliyor.
AKP’yi bekleyen süreç tahmin edilenden çok daha karmaşık ve zorlu olacak. İç
politik dengelerde güçlü görünmek için bütün olanaklarını kullanan iktidarın
zayıf halkaları hızla gelişiyor.
Rejimin bütün dinamiklerinin alt üst edildiği, fiilen tek
parti iktidarına dayanan başkanlık isteminin uygulandığı Türkiye’de sadece dış
politikanın bütünüyle çökmedi, aynı zamanda iç politikada çözülme sürecine
girmeye başladı. Erdoğan merkezli AKP’nin dış politikadaki başarısızlığının iç
politikaya yansıması önümüzdeki süreçte çok daha belirgin hale gelecektir.
Reza Zarrab’ın ABD tarafından tutuklanmasının politik
yansımaları çok daha ağır olacaktır:
Zarrab, ABD’ye giderken tutuklanacağını biliyordu. Peki,
buna rağmen neden ABD’ye gitti? Bu sorunun birkaç yönü bulunuyor. Bu
operasyonun bir yönü İran’ı ilgilendiriyor. Uluslararası ambargonun kalkmasıyla
İran’ın bölgesel bir güç olması için yeni bir süreç başlatıldı. İran, küresel
sisteme dahil olurken bir kısım önemli adımlar atacaktır. İran adına kara para
operasyonların önemli bir örgütleyici elemanlarından birini olan Babek
Zencani’nin tutuklanması ve idam kararı verilmesi, hem uluslararası güçlere bir
mesajdır hem de kendi iç dinamiklerini yeniden re-organize etmeye karar
vermesidir. Bir başka anlamı da, kirli ilişkilerden arınacağını ve küresel
sistemin oyununa dahil olacağının mesajını veriyor. Diğer bir yönü de İran’daki
operasyonun bir ayağını da Türkiye’de kara paraların aklandığı bazı önemli bankaları
oluşturuyor. ABD, başından beri Türkiye’nin uluslararası ambargoyu delmek için
İran ile kirli ilişkiler içerisinde olduğunu biliyordu. Washington, İran
politikası nedeniyle Türkiye’nin izlediği politikayı geçici olarak görmezlikten
geldi ve doğrudan müdahale etmedi. Ancak İran ile küresel güçler arasında
yapılan anlaşmalar, ABD’nin Türkiye’ye yönelik politikalarını yeniden
güncelleştirmesine yol açtı ve esasen AKP ve Erdoğan’a yönelik yeni bir süreç
başlatmış bulunuyor. ABD’ye anlaşmalı olarak giden Zarrab’ın ABD’de mahkeme
tarafından tutuklanmasının esası, AKP ve Erdoğan’a yönelik belirlenen
stratejinin bir halkasıdır. Mesele Zarrab’ın kara para ilişki ağı içinde olması
değil, esasen İran’a yönelik ambargonun delinmesinde Türkiye’nin üstlendiği
rolü belgelerle ortaya çıkartmaktır. Bu bakımdan Zarrab’ın tutuklanmış olması,
operasyonun merkezinde İran değil Türkiye’nin, dahası Erdoğan’ın olduğunu
gösteriyor. Zarrab’ın vereceği bilgiler ekseninde bir bakıma 17-25 Aralık
Operasyonu uluslararası boyutu da olacak şekilde yeniden başlamış olacaktır.
Türkiye güvenlik sorunu olan bir ülke olarak ön plana
çıkıyor:
Terör gerekçesiyle Adana, Muğla ve İzmir’de bulunan ve
özellikle korunan askeri personelin ailelerinin güvenlik nedeniyle Amerika’ya
götürülmesi kararı, önümüzdeki süreçte Ankara’ya yönelik politikanın ipuçlarını
veriyor. İsrail hükümetinin ABD’nin açıklamasına eş zamanlı bir şekilde İsrail
vatandaşlarının acilen Türkiye’ye terk etme çağrısı yapmış olması da bir
tesadüf olmayıp bilinçli bir politikadır. Washington’da verilen mesaj şunları
içeriyor; Erdoğan merkezli AKP iktidarının Ortadoğu’da kaos yaratmak için
sürdürdüğü politikalara destek verilmeyecek. Türkiye güvenli bir ülke olmadığı
için iç politik kriz/istikrarsızlık çok daha fazla derinleşecek. Yabancı
turistlerin gelmemesi için yapılan ciddi bir uyarı olduğu gibi küresel
sermayenin akışı bakımından da önemli bir mesaj içeriyor. Bir başka ifadeyle
Türkiye’ye yapılan küresel yatırımların hızla düşmesi ya da düşürülmesi
anlamına gelir.
Erdoğan’ın varlığı Türkiye için uluslararası alanda bir kriz
haline gelmeye başlandı:
Bir ülkenin cumhurbaşkanının pozisyonu o devletin
uluslararası alandaki vizyonunu yansıtır. Erdoğan cumhurbaşkanı olduğundan bu
yana, küresel güç merkezlerinden hiçbiri ülkeyi ziyaret edemedi ve davet
edilmedi. Erdoğan’ın, uluslararası ölçekteki toplantılarda, küresel güç
merkezleri olan devletlerin başkanlarıyla veya başbakanlarıyla görüşmek için
çok büyük bir çaba içerisinde olması, diplomatik ve politik ağırlığının ne
kadar zayıfladığını gösteriyor. Paris’te gerçekleştirilen İklim Zirvesi’nde
Putin ile görüşebilmek için bütün diplomatik ilişkileri alt üst eden Erdoğan,
Nükleer Güvenlik Zirvesi’nde ise Obama ile resmi düzeyde bir görüşme yapabilmek
için diplomatik sınırları sonuna kadar zorladı. Beyaz Saray’ın bu önerinin
uygun görülmediğini, ama bunun Erdoğan’ı ‘horlama’ anlamına gelmeyeceği, yemek
arası bir görüşmenin mümkün olacağını, Başkan Yardımcısı Biden ile
görüşebileceğine dair açıklama Erdoğan’ın vizyonuna ilişkin bir fikir
verebilir. Ayrıca Brookings Enstitü’sünde konuşan Erdoğan’ın yapmış olduğu
toplantının katılımcıları dikkate alındığında Türkiye’ye verilen önemi ortaya
koyuyor. Obama yönetiminden kimsenin bulunmaması, katılanların da üçüncü ve
dördüncü derecede bürokratlardan olması, birçoğunun Obama yönetiminin eski
çalışanları olması dikkate alındığında Erdoğan’a biçilen rol bakımından bize
bir fikir veriyor.
Erdoğan’ın diplomatik sınırları aşarak ülkelerin içişlerine
müdahaleye kalkışması uluslararası ilişkilerde kaybetmenin tipik bir örneği
olarak karşımıza çıkıyor. Almanya’daki bir televizyon kanalında yayınlanan
mizah içerikli ‘talk show’ programında Erdoğan’a hakaret edildiği iddiasıyla
Almanya Büyükelçisi’nin Dışişleri Bakanlığı’na çağrılıp nota verilmesi, uluslararası
ilişkilerde nadiren görülen bir diplomatik tarzdır. Avrupa ülkelerinde bu tür
programlarda kendi ülkelerinin politikacılarına yönelik mizah tarzı eleştiriler
sıkça yapılır ve devlet politikası olarak ele alınamaz. Devlet politikasıyla
doğrudan bir ilişkisi olmayan bu tür programlar nedeniyle bir ülkeye nota
verilmeye kalkışması, Türkiye’nin uluslararası ve diplomatik ilişkilerdeki
dengesinin bütünüyle dağıldığını gösteren küçük ama önemli bir veriyi ortaya
koyuyor. Aynı şekilde, AB üyelik kriterlerine göre, AB ülkelerinin
konsoloslarının Can Dündar-Erdem Gül Davası’nı izlemeye gelmeleri hem bir hak
hem de bir görevdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konsoloslara “Siz kimsiniz”
cümlesiyle tehdit eder gibi karşılık vermesi, diplomatik kurallarının bütünüyle
rafa kaldırıldığını gösteriyor.
Çözülmenin bir başta boyutu; devletin Kürtlerle savaşı
Devletin geleceğiyle Kürtlerin bölgesel tasfiyesi arasında
stratejik bir bağ kuran AKP ve Genelkurmay, savaşı çok yönlü boyutlandırma
kararı aldılar. IŞİD ve El Nusra gibi radikal İslamcı örgütlerin
desteklenmesinin politik arka planında Kürtlerin bölgesel bir güç olmasını ve
dengelerde aktif bir rol üstlenmesini engellemek var. Bu bakımdan kapsamı
genişleyerek yürütülen savaşta esas sorumluluk Milli Güvenlik Kurulu’nda olmasına
rağmen olası bir yenilginin faturası doğrudan Erdoğan’a ve AKP iktidarına
kesilecektir.
Genelkurmay-AKP iktidarı ittifakına dayanan Kürtleri tasfiye
savaşı, cumhurbaşkanı tarafından ABD’de meşrulaştırılmak istendi. Erdoğan’ın
gerek Biden ile yaptığı görüşmenin gerekse Brookings Enstitüsü’nde yapmış
olduğu konuşmanın esasını yine PKK ve PYD oluşturdu. Devletin bilinen klasik
Kürt politikasını tekrarladı. Biden’den Rojava’da ilan edilen ‘Kürt
Federasyonu’nun tanınmaması ve kurulmaması garantisini istedi. Buna karşılık
Ankara’nın Washington’un emrinde olacağına vurgu yaptı. Ancak ABD’nin bugünkü
Kürt politikasının değişmeyeceğini bir kez daha görmüş oldu. Böylelikle Suriye
ve Rojava’daki kırmızı çizgileri hem Rusya, hem de ABD karşısında anlamsızlaştığı
gibi PYD’nin politik gücü bir kez daha tescil edildi. Cenevre’deki görüşmelere
Kürtlerin dahil olmasıyla Suriye’de oluşan veya oluşacak olan yeni politik
dengeler içerisinde çözüm çok daha fazla ön plana çıkacaktır. Kürtler bu
sürecin kazananları olarak Suriye’nin geleceğini belirleyici önemli bir gücü
olacaktır.
Devletin Kürtlere karşı yürüttüğü savaşı kazanma şansı
bulunmuyor;
Kürt illerinde yürütülen savaşla bölge coğrafyasının
bütününün Suriyeleştirilmesi, Türkiye’nin çözülme sürecinin önemli bir halkasını
oluşturacaktır. Savaşın Kürt illeriyle sınırlı olmayacağı bunun yayılarak batı
illerini kapsayacağı gerçeğini gören uluslararası güçler, Türkiye’nin
güvenlikli ülke statüsünden çıkartıldığını açıkladılar. Bu bakımdan Kürt
hareketinin toplumsal gücünü bastırmak için başlatılan savaşın politik
sonuçları tahmin edilenden çok daha kapsamlı olacaktır. Kürt illerini yıkım
merkezi haline getiren devletin, bu savaşı kazanması ve politik sonuçlar elde
etmesi oldukça zordur. Kürt illerinde adı konulmuş bir savaş var. Nasıl ki
Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da ve Suriye’de bir savaştan bahsediliyorsa artık
Kürt illerinde de yürütülen bir savaştan bahsediliyor. Irak’ta ve Suriye’de
olduğu gibi Türkiye’de de devlet bu savaşın adını “terörizmle mücadele” olarak tanımlasa
da uluslararası kriterlere göre bu bir savaştır.
Bu savaşın bir tarafında devlet, karşı tarafından Kürtler
adına PKK bulunuyor. Bu savaşın çatışma alanı genişledikçe uluslararası
alandaki tanımlanması çok daha netleşecektir.
Devletin Kürtlere karşı yürüttüğü savaşı kazanma şansının
olmadığını savaş uzmanı haline gelen Genelkurmay da çok iyi biliyor. Suriye’de
savaşın durdurulması ve politik çözümün ön plana çıkmasının koşulları
yaratılırken, tersine Türkiye’nin kendi içinde başlattığı savaşın askeri
sonuçları bakımından hiçbir kazanımının olmayacağı açıktır. Tersine savaşın
özellikle Türkiye’nin büyük mega kentlerini kapsayarak ilerlemesi toplumsal,
politik ve ekonomik kaosun derinleşmesi olarak karşımıza çıkacaktır.
Kürtlerle yürütülen savaş, Türkiye’nin bütününü
Suriyelileştirecektir ve bunun bir başka anlamı da uluslararası müdahaleye
nesnel zemin hazırlanmış olacaktır. Kürtlerle barışarak sorunu demokratik
yollarla çözümü esas almayan devletin karşısına uluslararası çözüm gelecektir.
Bu bakımdan kendi iç dinamikleriyle çözme becerisini göstermeyenler, dış
dinamiklerin çözümünü kabul etmek zorunda kalacaklardır.
İç politik dengelerde kriz ve çözülme:
Türkiye’nin dış politik ilişkileri ve diplomatik
kurallarının sıfırlanmasının iç politikadaki yansımaları çok daha belirgin
olarak ön plana çıkıyor. Bugünkü politikanın esası, toplumsal ilişkilerdeki
kutuplaşmayı derinleştirmenin ötesinde birbirine düşman grupları haline
getirmektir. Bir başka ifadeyle bir taraftan AKP iktidarının desteklediği,
karşıda ise buna karşıda muhalif duruma gelen farklı sosyal grupların var
olmasıdır. Güncel tehlike ise bu farklı sosyal gruplar arasında çatışmanın
aşamalı olarak gelişme ve yaygınlaşma eğilimini taşımasıdır.
AKP iktidarı ve cumhurbaşkanının politik yönelimleri bu
süreci çok daha karmaşık bir hale getirmektedir. Devleti temsil eden bir
cumhurbaşkanının kendi halkıyla savaşır şekilde iç politikada hemen her gün
toplumun gündelik yaşamına müdahale etmeye kalkışması iç dinamiklerin kırılmasının
tipik bir özelliği olarak görülüyor. Bir cumhurbaşkanı ilk kez bu düzeyde kendi
halkıyla mahkemelik olmuş bulunuyor. Bunun ne Türkiye’de ne de başka ülkelerde
bir örneği var. Facebook, Twitter gibi sosyal medya üzerinde yapılan
açıklamalara dahi olmak üzere sayıları binlerle ifade edilen davaların açıldığı
bir cumhurbaşkanı gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Öyle ki Can Dündar-Erdem Gül Davası’nda, cumhurbaşkanının
baskısıyla bu kez MİT de taraflardan biri haline geldi. Dünyanın hiçbir
ülkesinde devletin en stratejik kurumu olan istihbarat örgütünün bir bireyde
davacı olarak mahkemeye başvurduğu görülmemiştir. Türkiye’de de böyle bir örnek
bulunmuyor. Bir istihbarat örgütünün varlığı ve niteliğiyle çelişen bir durum
olması yanında aynı zamanda bir mesaj içeriyor: Toplumdaki bireylerin bütün
kişisel bilgelerine sahip olan istihbarat birimi olarak MİT, bundan sonra
herkes hakkında dava açarak tutuklatabilir ve ceza almasını sağlayabilir. Bir
başka ifadeyle MİT üzerinden korku imparatorluğunu bireylerin günlük yaşamında
hissettirmektir.
AKP, küresel güçlerin desteğiyle büyüdü ve bugünkü güce
ulaştı. Bugün gelinen noktada iç politikada edinmiş olduğu güce dayanarak,
kendi varlığını hem iç politikada hem de uluslararası ilişkilerde çok belirgin
olarak dayatır bir noktaya geldi. Özellikle Ortadoğu’daki dengelerin
değişmesini yeterince görmeyen ya da görmek istemeyen AKP, sürece uyum sağlamak
yerine tersine bölgesel ilişkilerine engel olmaya başlayan bir konuma gelmiş
bulunuyor.
AKP’nin uluslararası ilişkilerdeki misyonu önemli oranda
tamamlanmış görünüyor. Erdoğan merkezli AKP iktidarı iç politikadaki gücünü
kullanarak iktidarını süreklileştirmesinin giderek zorlaştığını görmeye
başladı. Ya mevcut politikalardan kesin bir dönüşüm sağlayacaktır ya da iç
politikadaki baskısını daha fazla artıracaktır. Bu durum AKP’nin ve Erdoğan’ın
gücünün çok hızla tükenmesine, uluslararası ilişkilerdeki çöküşün iç politikaya
yansıması çok daha hızlı olacaktır.
İçte ciddi önemli bir güç olması AKP’nin geleceği için bir
güvence olmaz. Bu bakımdan uluslararası ilişkilerdeki başarısızlığın iç
politikaya yansıması kaçınılmazdır. Bunun ne kadar süreceğini kestirmek mümkün
değildir. Küresel güçlerin Türkiye politikasının birkaç alternatifi bulunuyor.
Koşullara göre bunlardan biri uygulanmaya konulacaktır. Erdoğan’ın hizaya
getirilmesi, AKP’nin yeniden dizayn edilmesi, ordunun tekrar göreve çağrılması,
Türkiye için bir renkli devrimin güncelleştirmesi gibi farklı seçenekler
gündeme gelebilir. Bütün bu alternatiflerin ortak özelliği, Türkiye’nin küresel
sistemin ihtiyaçlarına göre yeniden re-organize etmektir. Kriz yaratan değil,
küresel çözümlere uyumlu bir Türkiye oluşturmaktır. Bunun çok kolay olmayacağı
ve özellikle sistemin iç dinamiklerinde de çatışma olasılığının gündemde
olacağı bir süreç olarak karşımıza çıkabilir.
Bu çözümlerin hiçbiri Türkiye toplumunun demokrasi
mücadelesine ve ülkenin demokratikleştirilmesine stratejik bir kazanımı sunmaz
ama sistem içi çelişkiler ve çatımalar yeni olanaklar yaratır. Bu bakımdan
bugünkü koşullarda belki de en zor olanı halkın toplumsal gücünü örgütlemek ve
demokratik mücadeleyi esas olan bir çözümü dayatmak ve geliştirmektir.
DR. MUSTAFA PEKÖZ – SENDİKA.ORG - Gokyuzu9@gmail.com