TSK’yı bir iktidar odağı olarak güçlendiren bu süreç
Erdoğan/AKP iktidarı ile çatışmalı bir süreç değil. Tam tersine bu süreçler,
Erdoğan’ın iktidara tutunabilmek için kurduğu Erdoğan-TSK koalisyonunun “ortak
programı”.
Obama, Erdoğan’ın kendisi için bir “hayal kırıklığı”
olduğunu ilan etti. ABD’nin değişik sözcüleri Erdoğan’ın bir “otokrat” olma
yönünde ilerlediğini sıklıkla dile getirmeye başladılar. ABD’nin Erdoğan
hakkında rahatsızlık beyan etmesi “liberal” ve “ulusalcı” muhalefetimizin
yaylarını gevşetti. Hemen Erdoğan’ı diktatör ilan eden ABD’nin “düğmeye basmış
olabileceği”ni hayal etmeye başladılar. ABD’nin iktidarı devirmek için
kullanacağı en yakın yolun da bir askeri darbe olacağı kestirilebildiği için
gözlerini orduya çevirdiler.
Bu yüzden son günlerde “Türkiye darbeye mi gidiyor” sorusunu
çok sık duymaya başladık. Soruyu duydukça aklıma MFÖ’nün “Rüşvet” şarkısı
geliyor: “Memur rüşvet alır mı? / Almaz, katiyen almaz, alamaz. / Neden
alsın?”. Sözleri mevcut duruma adapte edince günün şarkısı çıkıyor: “Asker
darbe yapar mı? / Yapmaz katiyen yapmaz, yapamaz / Neden yapsın?”
TSK’nın bir “cuntaya geçit vermeyeceğini” ilan ettiği ama
“emir komuta zinciri içindeki bir darbeye de hayır demeyeceği”, “istemem yan
cebime koy” tarzındaki 31 Mart tarihli bildirisini okuyunca şarkı bir kez daha
aklıma geldi.
TSK’nın darbe yapıp yapmayacağı kefalet edilebilir bir şey
değil. “Asker darbe yapar mı? / Yapar, tabii ki yapar”. Ama 12 Mart’tan bu yana
TSK darbelerinin olabilmesinin üç koşulu var: Emir-komuta zinciri içinde
yapılması gerekir; “koşulların olgunlaşması” gerekir ve ABD’nin onayı veya
teşviki olması gerekir. Bu kısıtlar, 12 Eylülcüler ve “Yakamoz-Ayışığı”
darbecileri tarafından açıkça ifade edildi de.
Türkiye’de bir askeri darbenin koşulları nasıl olgunlaşır?
Bunun için her şeyden önce, TSK’nın devletin tamamına hakim
olacağı somut bir otorite merkezi haline gelmesi gerekir. “Sivil hükümetin” ABD
ve oligarşinin talep ettiği temel bir gereksinimi karşılamakta acze düştüğü ve
bu nedenle “eskisi gibi yönetemez hale geldiği” koşulların ortaya çıkması ve
“sıkıyönetim”, “olağanüstü hal” benzeri araçları devreye sokması TSK’ya bu tip
bir otorite kazandırabilir. Abdullah Öcalan’ın “İmralı sürecinin sona ermesi
halinde darbe mekaniğinin harekete geçeceği” öngörüsü, bu temele dayanıyordu.
Türkiye’de bir “olağanüstü hal” var mı? Hazirandan bu yana
var elbette. Hazirandan bu yana TSK’yı devlet iktidarında güçlendiren bir
süreci yaşıyoruz. TSK, Kürt hareketine karşı savaşla güçlü bir siyasi özneye
dönüşüyor. “Özel Güvenlik Bölgesi” ilanları yaygınlaştıkça, TSK fiili yönetim
erki kazanıyor ve bu erk elinde yoğunlaştıkça MGK’daki ağırlığı artıyor.
TSK’nın otoritesindeki bu artış yalnızca Kürt savaşından da kaynaklanmıyor.
Ocak ayında Suriye sınırında Rus uçağı düşürüldüğünde, TSK’yı idari hiyerarşide
güçlendiren bir başka süreç de başlamıştı. Yani TSK’nın devlet iktidarındaki
gücünü artıran iki süreç var: Kürt Savaşı ve Suriye Savaşı.
Ancak TSK’yı bir iktidar odağı olarak güçlendiren bu süreç
Erdoğan/AKP iktidarı ile çatışmalı bir süreç değil. Tam tersine bu süreçler,
Erdoğan’ın iktidara tutunabilmek için kurduğu Erdoğan-TSK koalisyonunun “ortak
programı”. Bu koalisyon 2015 başında kuruldu ve özü itibariyle devlet
iktidarını ele geçirmeyi amaçlayan yeni bir “darbe koalisyonu”. Dolayısıyla,
yeni bir darbenin “koşullarının” oluşması için bu programın açık bir biçimde
iflas etmesi ve Erdoğan-TSK koalisyonunun parçalanması, TSK’nın devletteki
“iktidarının” Erdoğan’dan bağımsızlaşması ve yaşanacak politik iflasın
sorumluluğunu Erdoğan’a yıkan yeni bir “çıkış programının” temsilcisi
olabilmesi gerekiyor.
TSK açıkça sorumlusu olduğu mevcut darbe programından “elini
yıkayabilir mi”? Hiç kolay değil. Uygulanmakta olan “darbe programına”
alternatif bir iç ve dış politika pozisyonuna geçebilir mi? Bu da TSK’nın
politik doğasına uygun değil.
Öyleyse bütün bu “darbe” beklentileri nereden geliyor?
ABD’nin Erdoğan’la arasına koyar gibi göründüğü mesafeden!
ABD gerçekten de Erdoğan-TSK koalisyonunun Kürt ve Suriye
politikalarına karşı mı? Büyük ihtimalle bu kategorik bir karşıtlık değil.
ABD’nin Kürt sorununu ve Suriye iç savaşını yönetebilmesi için Erdoğan-TSK
koalisyonunu tasfiye etmesi zorunlu mu? Böyle bir zorunluluk da ortaya çıkmış
görünmüyor.
Öyleyse liberaller ve ulusalcılar niçin darbe hayali
görüyorlar? Halka ve sola düşmanlar da ondan!