ABD Başkanlarına zorla “sol yumruk” yaptırmaya çalışmak,
Küba’nın ideolojik açmazlarını gösteriyor. Bu yolun sonu Gorbaçov’a mı çıkacak?
Rolling Stones’un 25 Mart 2016 tarihli Havana konserinde görülen Che “pankartı”. |
Yağmurlu bir Mart sabahı Havana’ya ayak basan ABD Başkanı,
“Buraya Soğuk Savaş’ın Amerika kıtasındaki son kalıntısını gömmeye geldim”
dedi. Soğuk Savaş, sosyalizmle emperyalizmin çarpışmasından doğduğuna göre,
takım elbiseli mezarcılar kimin çukurunu kazmaya geldi Küba’ya?
Küba Cumhuriyeti ambargolara, işgal ve suikast girişimlerine
rağmen 57 yaşında. Kabına sığmayan bir devrimdi. Kendi ülkelerindeki devrimi
yalnızca bir başlangıç olarak gören binlerce Kübalı, son durağı Afrika
ormanları ya da Latin Amerika dağları olan bir maceraya atılmıştı devrimden
sonra.
57 yıl boyunca tek bir Amerikan başkanının ayak basamadığı
Havana sokakları, Latin Amerika’nın devrimci kadrolarına kucak açtı. Küba,
dünyanın her yerinden gelen devrimcilerin buluştuğu bir eğitim merkeziydi.
Evlatlarının başsız bedenlerini mısır tarlalarına atılmış halde bulan yoksul El
Salvador, Nikaragua ve Kolombiya köylüleri, ölüm mangalarından Küba’nın verdiği
silahlar sayesinde hesap sorabiliyordu.
Kaderini dünya halklarının kaderiyle bu kadar birleştirmiş
bir ülke az bulunur. Haliyle halklar köşeye sıkışıp yalnızlaşırken, Küba halkı
da ağır bir tecrit altında buldu kendini. Ülke 1980’lerde varını yoğunu Angola,
El Salvador ve Nikaragua devrimlerine verirken, Sovyetler Birliği’nin
yöneticisi Gorbaçov’un ABD Başkanı ile el sıkışan, gülüşen fotoğrafları
yayınlanıyordu.
ABD Başkanı Ronald Reagan ve SSCB Başkanı Mihail Gorbaçov (1986) |
El Salvador’da her yıl 15 bin insanı akla gelebilecek en
acılı yöntemlerle öldüren faşist çeteleri eğitip silahlandıran ABD’nin
başkanıyla.
Güney Afrika’nın ırkçı rejimine kol kanat germiş ABD’nin
başkanıyla.
Tüm dünya emekçilerinin kazanılmış haklarına göz koyan yeni
bir kapitalist saldırıyı çoktan başlatmış olan Ronald Reagan’la…
Emperyalizm halkları hırpalayıp terbiye etmeye çalışıyor,
Gorbaçov ise büyük bir açılım yapıyormuş gibi, tüm insanlığın barış içinde bir
arada yaşayacağı günlerden haberler getiriyordu. SSCB yöneticilerine göre,
nereden gelirse gelsin, şiddet ülkeleri istikrarsızlaştırarak barışa engel
oluyor, insanlığa zarar veriyordu. Dünyadaki sorunlar konuşarak, anlaşarak
çözülecekti. ABD ile anlaşan SSCB, 1980’ler biterken ulusal kurtuluş
hareketlerine verdiği desteği bir gecede çekti.
Sovyet Dışişleri Bakanlığı’nın Latin Amerika Dairesi
sorumlusu Yuri Pavlov, 1989 yılındaki bir açıklamasında “Ne SSCB ne de Küba
devrim ihraç etmektedir. Birleşik Devletler de SSCB’nin Latin Amerika’daki
ilişkilerini ABD’nin ya da Batı’nın Latin Amerika’yla olan ilişkilerine zarar
vermek için kullanmaya çalışmadığından emin olsun,” diyordu. Aynı yıl imzalanan
Sovyet-Küba Dostluk Anlaşması, iki ülkenin de “devletlerarası ilişkilerde
şiddet ya da zor kullanmayı ya da kullanma tehdidini” bir kenara bıraktığını ve
“devletler arasındaki çatışmaların yalnızca barışçıl ve siyasal araçlarla
çözülmesine destek olacağını” söylüyordu.
O yıl yapılan Moskova Barış Festivali, Sovyetler Birliği’ne
nihayet özgürlüğün geldiğinin göstergesiydi emperyalist basına göre: Scorpions,
Ozzy Osbourne, Motley Crue ve Bon Jovi gibi çoğu Amerika kökenli rock
ikonlarının, Sovyetler’de ilk kez kafa çekip sahneye çıkışları olacaktı bu. Ama
konserlerden sonra barış değil, çöküş geldi. SSCB çok değil, iki sene sonra
dağılırken, milyonlarca insan işsiz, evsiz ve sağlıksız yaşama özgürlüğüyle
tanıştı. Getirdikleri özgürlük karşılığında, kazandıkları milyonları paylaşmaya
istekli olmayan Rock grupları da çoktan işlerini bitirip ülkelerine geri
dönmüştü.
Dünyanın diğer tarafında, ABD ambargosu altında hayatta
kalma savaşı veren Küba, artık yalnızdı.
İstikrar, barış ve diğer saçmalıklar
“Biliyoruz yıllar önce Küba’da müziğimizi duymak zordu, ama
işte buradayız ve çalıyoruz. Zaman değişiyor diye düşünüyorum.”
İngiliz-Amerikan rock grubu Rolling Stones’un, 25 Mart 2016 tarihindeki Havana
konseri, grubun vokalistinin bu sözleriyle başladı. Uluslararası üne sahip bir
grubun Küba’da verdiği ilk konserdi bu. Zaman değişiyordu, ama emek ve
sermayenin savaş alanı olan dünyada, hangisinin lehineydi bu değişim?
Konserden birkaç gün önce Havana’da uzun bir konuşma yapan
ABD Başkanı’na göre, ikincisinin:
Son yıllarda Küba hükümeti dünyaya açılmaya, yeteneklerin
kendini gösterebilmesi için daha fazla alan açmaya başladı. Yalnızca birkaç yıl
içinde serbest meslek sahiplerinin belirgin bir Küba ruhunu devam ettirirken
nasıl başarılı olduklarını gördük… İşte bu yüzden, sıradan Kübalılar daha fazla
kaynağa sahip olsun diye havalelere getirilen sınırlamaları kaldırdık. İşte bu
yüzden seyahatleri teşvik ediyoruz, ki halklarımız arasında köprüler kurulsun,
Kübalı küçük işletmeler daha fazla kazansın… Birleşik Devletler Başkanı olarak
Kongremize ambargoyu kaldırma çağrısı yaptım. Küba halkının üzerindeki zamanı
geçmiş bir yüktür bu. Burada Küba’da çalışmak, iş ya da yatırım yapmak isteyen
Amerikalıların üzerinde bir yüktür… Küba’da şirket kurmak daha kolay olmalı.
Bir işçi Küba’ya yatırım yapan şirketlerde doğrudan iş bulabilmeli.
Havana’nın ortasında, tüm dünyanın gözü önünde serbest
piyasa ve burjuva demokrasisi propagandası yapan Obama’nın sözleri, teşhir
edilmeyi bekleyen çarpıtmalarla dolu. Orta Amerika’nın Küba dışında kalan
“serbest piyasacı” ülkelerine bir bakın: Ülkelerde cirit atan Amerikan
tekelleri, serbest meslek sahiplerinin “yeteneklerini” ezip geçiyor. O ünlü
“barış ve demokratikleşme” süreçleri silahlı devrimci örgütlerin işini
bitirdikten sonra, eski kontrgerillacılar Amerikan meslektaşlarıyla birlikte
özel güvenlik şirketleri işletiyorlar. Cinayet oranları açısından dünya
birincisi olan Orta Amerika’da, suçun, yoksulluğun ve hastalığın “serbest
rekabeti” var; çünkü diğer alanlarda Amerikan tekelleri kimseyle rekabet etmeye
istekli değil.
Küba yönetimi, sadece ABD Başkanı’nın konuşması üzerinden
kapitalist sistemin Latin Amerika’ya ne getirdiğini güzelce anlatabilir,
emperyalist propagandayı tersine çevirebilirdi. Bunu yapmadılar. İki devlet
başkanının bir araya geldiği basın toplantısında, Obama “benimle beraber
Amerika’nın önde gelen işadamlarını ve girişimcilerini getirdim, çünkü daha
fazla ticari bağ kurmak istiyoruz” diye kendi düzenini dayatırken, Castro
“Kolombiya’daki barış süreci”nden, “bölgesel barış ve istikrar”dan, “evrensel
insan hakları”ndan, “karşılıklı işbirliği ortamında barış içinde bir arada
yaşamak”tan bahsetti. Sınıflı toplumun en büyük yalanları.
Raul Castro’nun ülkedeki sosyal adaletten söz ederek Küba’yı
savunduğu birkaç cümlesine, Fidel Castro’nun ziyaretten bir hafta sonra yazdığı
“Obama Kardeş” isimli yazı destek verdi. Fidel burada ABD’nin Afrika halklarına
ve Küba’ya karşı işlediği suçları hatırlatarak, “Halkımızın çabası ve zekasıyla
ihtiyacımız olan gıdayı ve maddi zenginlikleri üretebildiğimiz uyarısını da yapıyorum.
İmparatorluğun bize bir şey vermesine ihtiyacımız yok. Çabalarımız yasal ve
barışçıl olacak, zira bu gezegende yaşayan tüm insanların barışına ve
kardeşliğine bağlılığımız vardır” dedi.
Fidel Castro ve Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi (1977). Kaddafi Obama yönetiminin kontraları tarafından 2011 yılında katledildi. |
Küba devriminin önderleri 1960 ve 70’lerde ülke ülke
dolaşır, anti-emperyalist halk önderleriyle yaptıkları toplantılarda coşku dolu
görüntüler verirlerdi. 1967 yılındaki bir söyleşisinde Fidel Castro,
“emperyalizm halkları yalnızca silahlı mücadelenin kesebileceği bir urganla
asmıştır” diyordu. Zaman değişti. Şimdi bu önderleri katledip arkalarından
kahkahalar atan emperyalistlere zorla “sol yumruk” kaldırtmak, bana o kadar
yararlı bir mücadele yöntemi gibi görünmedi. Daha fazla yatırım ve ticari
ilişki kazanmak adına, kendi halkına zulmeden faşist politikacılara Küba’nın
kapılarını açmak da öyle. Enternasyonalizmle böyle derinden çelişen
politikalar, ne Küba halkına ne de Dünya’ya yarar sağlayacak.
Raul Castro ve Barack Obama, Havana’daki buluşmada (Mart 2016). |
Sovyetler Birliği’nden bugüne, uzlaşma politikalarının
halkları daha derin çukurlara sokacağını hem öngördük, hem de buna gözümüzle
şahit olduk. 2015’in Ekim ayında Kolombiyalı eski devrimci örgüt FARC’ın bir
temsilcisi, ağzı kulaklarına varmış bir halde Kolombiya’nın faşist Devlet
Başkanı Santos’un elini sıkarken, yanında Raul Castro vardı. Kolombiya’ya da
barış gelecekti. Ama sadece bu yılın Mart ayında yasal alanda faaliyet yürüten
29 Kolombiyalı devrimci, kontrgerilla tarafından öldürüldü.
Halkların mücadelesine karşı iştahlı bir kin besleyen egemen
sınıfların, daha fazla zenginleşmek için katliam yapmaktan çekinmediği bir
dünyadayız. Başka türlüsü beklenemezdi. Peki uzlaşma yalanlarıyla kandırılan
halkların, yitirilen bu devrimci hayatların hesabını kim soracak?
Yalnız kalma sırası bizde. (EREN BUĞLALILAR-GEZİTE.ORG)