En sevdiğim meyve nardır. Akşam dokuzdan sonra televizyonun
karşısına geçip nar ayıklıyorum, çünkü televizyonlardaki “tartışma”
programlarına ancak böyle tahammül edebiliyorum. Ayrıca boşuna zaman harcadığım
duygusundan kurtulmamı sağlıyor bu.
Daha önce CNNTürk’teki programları ciddi ciddi izlerdim.
Şimdi arada bir İsmail Saymaz’a ya da Erdoğan Aydın’a rastladıkça izliyorum.
Programa Ankara’dan tayin edilen beşuş çehreli şahsı gördüğüm an beni
CNNTürk’te bu arkadaşlar bile tutamıyor artık.
Beni en çok eğlendiren, yandaş medya kanalları. O gün
“Başkan” ne konuşma yaptıysa aynısını tekrarlamakla görevli bu kanalların
görevlileri. Kadro da aşağı yukarı pek değişmiyor. Örneğin a kanalda Kurtuluş
Tayiz’e her zaman rastlamanız mümkün. “Dinlemeniz mümkün” demiyorum, çünkü ne
dediği anlaşılmaz. Zaten anlaşılacak bir şey de yok. a kanalda bir pansiyon
bölümü var, orada yatıp kalkıyor kendisi. Yıldıray Oğur da öyle. “İhtiyarlamış
çocuk” Cemil Barlas ise keza temrinlerini her akşam annesinin önünde
tekrarlamak zorunda. Neyse, bunlarla bir de ben başınızı ağrıtmayayım. Bütün
bunları yazıya giriş için ısınma hareketleri olarak kabul edin. Ama geçerken,
bu yandaş kanalları dolduran ve neden hepsinin bir arada çıkıp tek bir kişinin
söyleyeceği saçmalıkları bir arada söylediklerine bir türlü akıl erdiremediğimi
belirteyim.
AKP iktidarının, gelmiş geçmiş bütün iktidarlar içinde
başımıza gelmiş en büyük iktidar felaketi olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu
iktidar, sömürüye ve baskıya dayanan statükoyu sürdürme işlevinin ötesinde, bir
de toplumu İslamcı temellerde yeniden dizayn etmek gibi bir işe girişmiş
bulunmakta yıllardır. İşçi cinayetlerinin, kadın cinayetlerinin, Kürt
cinayetlerinin, Suriyeli çocuk ya da kadın cinayetlerinin, kadın ve çocuk
tecavüz ve tacizlerinin, yolsuzluk ve soygunların vb. bu boyutlara varmasının
sebebi işte AKP iktidarının bu soyguncu-İslamcı dizayn çabalarıdır. Bütün
bunlar toplumda öyle büyük bir gerilim ve bunalıma yol açmıştır ki, artık aklı
başında herkes toplumun bu bunalımdan kurtulabilmesi için bu iktidarın şu ya da
bu şekilde yıkılması gerektiğini düşünmeye başlamıştır. Uluslararası planda da
aynı düşünce yaygınlaşmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, başta ABD olmak üzere kapitalist dünya da AKP
iktidarının defterini dürmüş bulunuyor. Türkiye’nin içinde de dışında da, AKP
iktidarının bir an önce yıkılıp gitmesini bekleyen geniş bir kamuoyu oluşmuş
durumda. Eğer bu tespit doğruysa, ki doğru olduğunu düşünüyorum, AKP
iktidarının sonu gelmiş demektir. Ama nasıl? Bu konuda çeşitli senaryolar yazılmaktadır.
Bu senaryolardan biri hariç, hiçbiri beni cezbetmiyor doğrusu.
Örneğin, şimdiki “başkan”ın yerine bir şekilde Gül ve ekibi
getirilse ne olacak ki? Eski tas eski hamam. Soyguncu-İslamcı proje biraz daha
“ılımlı” bir tarzda sürüp gidecek. Oysa toplumun nefes almaya, İslamcı
paradigmayı değiştirmeye, özgürlüğe ihtiyacı var.
Bu yüzden, bence topluma gerçekten nefes aldıracak olan, bu
muzahrafat takımının Gezi gibi bir halk hareketinin sonucunda devrilmesidir. 27
Mayıs’ta nasıl toplum, bir süreliğine de olsa rahat bir nefes aldıysa aynen
öyle.
Toplumu bunalıma sürükleyen AKP iktidarının sona ermesi,
kara kalabalıkların ötesinde, toplumun canlı dokuları tarafından bu kadar arzu
edilmesine ve bu konuda DP devrinden bile daha büyük, dinamik bir potansiyel
olmasına rağmen insanlar neden, Cerattepe direnişi gibi etkili ve sonuç alıcı
yerel direnişlerin ötesine geçip, Gezi gibi toplumsal çapta bir kitle
hareketine girişemiyorlar? Bence bunun iki önemli nedeni var: Birincisi,
toplumsal muhalefetin çok parçalı yapısı nedeniyle (ki bu çok parçalılık, yakın
gelecekte bir azınlığın “devrim adına” diktatörlüğünü kuramaması açısından
olumludur aslında) toplumsal muhalefet adına bir irade ortaya konamamasıdır;
ikincisi ise, bugün bütün şiddetiyle sürmekte olan (her gün, bölge gençlerinden
ve “güvenlik” güçlerinden onlarca insanın hayatına mal olan) AKP-PKK savaşıdır.
Şunu hemen belirteyim ki, Kürt sorunu, Türkiye’nin toplumsal
devrim ve özgürlük mücadelesinde, en azından son yirmi beş yıldır tayin edici
bir konuma gelmiştir. Öyle ki, Kürt hareketinin izlediği çizgi, toplumsal
muhalefetin atılımında ya da geri çekilişinde baş faktör olmuştur.
Daha yakın zamanlara, Gezi öncesine gelelim. Şunu rahatlıkla
söyleyebiliriz: Eğer Öcalan’ın çizgisindeki PKK barış süreci yolunda adımlar
atmasaydı, Gezi hareketi olmazdı. Kısacası, Gezi isyanı, TC-Kürt savaşının bir
dönem için durması ve silahların susması, dolayısıyla içerdeki savaş
geriliminin görece azalıp toplumun rahatlaması temelinde gelişebilmiştir.
Ne var ki, Kürt hareketi, kendi ulusal çıkarları, kaygıları
gereği Gezi isyanına katılmadı. Elbette Kürk gençleri ve entelektüelleri bu
harekette aktif rol aldı ama bir bütün olarak Kürt hareketi ve PKK, isyanı
kenardan izledi, doğrudan destek vermedi, hatta bazı sözcüleri zaman zaman bu
harekete “darbecilik” suçlamasında bile bulundu. Diyebiliriz ki, AKP iktidarı
Gezi fırtınasından PKK’nın (ve Öcalan’ın) bu kenarda durup izleme ve katılmama
tutum sayesinde kurtuldu. Eğer o gün Kürt hareketi kendi taraftarlarını Gezi
isyanına katılmaya teşvik etmiş olsaydı bugün AKP iktidarının yerinde yeller esiyor
olacaktı.
Bundan sonra “barış süreci” veya “müzakere süreci” 2015
Şubat’ındaki Dolmabahçe mutabakatına kadar geldi. Fakat bu arada Kürt hareketi
içinde yeni ve farklı bir unsur ön plana çıktı: HDP. HDP ve Eşgenel Başkanı
Selahattin Demirtaş, toplumdaki AKP iktidarı karşıtı potansiyeli görmüş ve
seçimlerde başarılı olabilmek için “Seni Başkan yaptırmayacağız” sloganını
ortaya atmıştı. PKK yönetimi, başlangıçta bu çıkışa olumlu baktı, çünkü bu
sloganın, Batı bölgelerinde HDP yoluyla Kürt hareketine sempati toplayacağını
onlar da görmüştü. Fakat tahmin edemedikleri bir şey vardı. AKP iktidarı, kendi
iktidar amaçları için Kürt hareketiyle uzlaşmaya çalışabilir ama bu hareketin
kendi iktidarına tehdit haline gelmesine asla izin veremezdi. Hatta böyle bir
tehlike gördüğü an müzakereye falan da son verir ve “masayı” anında devirirdi.
Nitekim öyle oldu. Bununla da yetinmedi. Öcalan’ı tecrite aldı. Çünkü Öcalan
“barış süreci”nin enstrümanıydı. Bunu sona erdirdiğine göre, Öcalan faktörünün
çanına da ot tıkaması gerekiyordu.
Buna rağmen PKK, HDP’nin yürüttüğü kampanyaya engel olmaya
çalışmadı, kampanyanın seçimlerde alacağı sonuçları izlemeye karar verdi. Fakat
bir yandan da seçimden sonra AKP iktidarını yeniden masaya oturtmak için savaş
hazırlıklarına girişti. Bu, çok geniş çaplı bir seferberlik olmayacaktı. Sadece
iktidara, “masayı devirirsen ne olacağını gör” denmiş olacaktı. Dolayısıyla bu,
geniş çaplı bir bölgesel iktidar savaşı olmaktan çok, kısıtlı bir “zorlayıcı”
savaş olacaktı.
7 Haziran seçimlerinin sonuçları PKK yönetimini bile
şaşırttı. AKP’nin seçimlerde bir darbe alacağını onlar da hesap etmişti ama tek
başına iktidarı kaybedeceğini düşünememişlerdi. Bunu bir tehlike olarak
gördüler. Neden? Çünkü yıllardır benimsedikleri muhataplarını kaybetmiş
oluyorlardı bu durumda. AKP’nin yerine kim gelirse gelsin yeni bir muhataptı ve
Kürt sorunu açısından pek hayırlı muhataplar değildi bunlar. Onlara göre AKP,
yine de belli bir yol alınabilecek, Kürtlerle bağları olan bir muhataptı. Dolayısıyla,
açıkça söylemediler ama içten içe AKP’nin yeniden iktidar olmasını arzu
ettiler. Yenilenen seçimleri bunun için bir şans olarak gördüler. Diğer yandan
HDP’nin, AKP’nin tek başına iktidarına son veren %14’e yakın oy alan bir parti
olarak parlamasından ve büyük prestij kazanmasından da hiç memnun olmamışlardı.
Kırk yıla yakın bir zaman içinde oluşan “savaş ağalığı” düzenlerinin bizzat HDP
tarafından tehdit edildiği korkusuna kapıldılar ve politik planda HDP’ye karşı
sinsi bir “yıpratma savaşı”na giriştiler. Geçtiğimiz yılın yaz aylarında
Kandil’den gelen HDP’ye yönelik eleştirilerin ne kadar sudan ve haksız
eleştiriler olduğunu görmemek mümkün değildir.
Diğer yandan AKP iktidarı, 7 Haziran’la birlikte büyük
tehlikenin farkına varmıştı. HDP, basit bir legal Kürt enstrümanı olmaktan
çıkmış, toplumun özgürlükçü özlemlerinin, toplumsal muhalefetin merkezi haline
gelmeye başlamıştı. İvme, müdahale edilmeden bu şekilde giderse, HDP oyunu
%20’lere tırmandıran, toplumsal muhalefetin, Yunanistan’daki Syriza,
İspanya’daki Podemos gibi bir odağı haline gelecekti. Böylece AKP, toplumsal
muhalefeti durdurmak ve yeniden tek başına iktidar olmak için Kürtlere karşı
savaşı başlatmaya karar verdi. Şu hayatın cilvesine bakın ki, aynı Kürt
hareketinin legal kanadı AKP iktidarını geçici de olsa seçimle alaşağı ederken,
silahlı kanadı, savaşı kabul ederek ve kör gözüm parmağına, saçma sapan bir
“özerklik” ve “hendekler” siyasetiyle 7 Kasım’da AKP’yi yeniden tek başına
iktidarı getirdi. Tabii bu siyaset aynı zamanda, HDP’nin yakaladığı, Türkiye
toplumsal muhalefetinin partisi olma şansını da berhava ediyordu. Ankara’daki
intihar bombalamalarıyla havaya uçan, sadece masum insanların bedenleri değil,
aynı zamanda kısa bir dönem için özgürlükçü muhalefetin toplumsal örgütlenmesi
konumuna yükselmiş olan HDP’nin bizzat kendisiydi de. HDP’nin özgürlükçü
toplumsal muhalefet konumunu koruyabilmesinin tek yolu, PKK intihar
bombalamalarına ve yürüttüğü savaşa kesin, net, ikircimsiz tavır almaktı. Ne
yazık ki, HDP önderliği bunun üstesinden gelemedi ve toplumsal muhalefetin
merkezi olarak kendi ölümüne yol açtı. Şimdi HDP’den geriye kalan artık, uysal
bir bölgesel Kürt partisinden başka bir şey değildir.
Ne var ki, AKP iktidarının suyu, yürüttüğü baskı
politikalarıyla ve Kürtlere karşı savaşla ısınmaya devam etmektedir. AKP
iktidarına karşı tepki yükselerek ve artık öfke boyutlarına tırmanarak devam
etmektedir. AKP iktidarı dış dünyadan da tecrit olmuştur. Devrilmesini
sağlayacak bir kitle hareketinin objektif koşulları iyice olgunlaşmıştır. Eksik
olan iki şey vardır: Birincisi, bu toplumsal öfkenin sokağa dökülmesini
sağlayacak bir iradedir. İkincisi ise, güneydoğuda sürmekte olan savaşın sona
ermesi ya da hızını kesmesidir. AKP ve başındaki kişi bunu bildiği için savaşı
tam gaz körüklemektedir. Buna rağmen hâlâ bir şans vardır. Bugün bile PKK tek
yanlı ateşkes ve savaştan çekildiğini ilan etse, böyle bir politika AKP
iktidarını toplumsal muhalefetin sokak hareketiyle karşı karşıya getirecektir.
AKP iktidarını yıkmanın koşulu güneydoğu’daki savaşın tek yanlı olarak
durdurulmasıdır. Bu savaş dursa ya da en azından AKP iktidarının saldırılarına
silahla karşı konulmasa, o zaman toplumsal hareket kendi ihtiyacı olan iradeyi
de ister istemez yaratacaktır.
Durum bu kadar nettir.
Savaşı durdurun! Savaştan çekilin!
Toplumsal özgürlük hareketinin bu belaya son darbeyi
indirmesine alan açın!
Gün Zileli - 10 Nisan 2016 - www.gunzileli.com - gunzileli@hotmail.com
Not: Çanlar romanında, diğer şeyler yanında iktidarın 2017
yılındaki yıkılışını da okuyabilirsiniz.
Romanın başından bir epigraf:
1917-2017
Nasıl ki dünya, kendi çevresinde bir günde, güneşin
çevresinde bir yılda dönüyorsa, devrim de dünyanın çevresinde bir asırda döner.