Artık neoliberal İslamcı gericiliğin gittikçe daha fazla  çürüyen cesedinin karşısına bütünsel toplumsal kurtuluş hareketleriyle, kurucu sosyalist programlarla çıkma vakti geldi. Neoliberal İslamcı iktidar/rejim, onun kamusu ve toplumsal yapısı; bugün ancak savaşla sürdürülebilen, üstelik “ahlaki” bir maske ardında yürütülen bu rezalet; yani hırsız, katil ve çocuk tecavüzcüleri tarafından yönetilen bir toplumun karşısına sosyalist bir kurtuluş planıyla çıkmanın tam vaktidir. Ya sosyalizm ya barbarlık!


Ensar Vakfı’nın tecavüzcü pislikleri döküldükçe, başta kadın hareketi olmak üzere ilerici toplumsal güçlerin haklı tepkileri sürüyor. Yaygınlaşan ilerici halk tepkileri eril İslamcı pisliklerin örtbas edilmesine izin vermiyor; bundan böyle de izin vermeyecektir.

Neoliberal İslamcı gericilik kamusal alanda egemenliğini pekiştirdikçe, taciz, tecavüz, cinsel istismar vakaları ardı ardına patlak veriyor. Gerici İslamcı toplulukların içekapalı/örtbas edici yobaz hukuku dikiş tutmuyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütün enerjisi, kapalı İslamcı toplulukların kamusal yaşama uyumlulaştırılmasının sorunlarına gidiyor. O zaman battıkça batıyor; tüm pislikler daha fazla ortaya saçılıyor. Eğer kalmışsa samimi Müslümanlar, bu sorunları köklü bir hesaplaşma, arınma ve reform için değerlendirmek yerine, dini savunmak adına, pisliği/suçu örtbas eden gerici cepheye çekiliyor; eleştiriyi, tepkiyi, öfkeyi, muhalefeti mahkum ediyorlar.

İlk bakışta sorun, gerici tarikat/cemaat yapılarının kadına ve çocuğa yönelik tecavüzcü suçlarını örtbas eden eril İslamcı bir dayanışma ilişkisi gibi görünüyor. Elbette dinci gerici bir cinsel saldırganlık, bunu koruyan bir politik iktidar ve bunu örtbas eden medyanın kolektif suç ortaklığı artık gizlenemez boyutlardadır. Ne var ki asıl sorun bunun daha ötesine uzanıyor. Sorunu yalnızca İslamcı ahlakın çürümüşlüğüne ve gerici eril dayanışmaya indirgemek hata olur. Mesele basitçe ‘cinsel istismar’ meselesi; yalnızca ideolojik ahlaki bir mesele değildir. Mesele politik bir mesele; yani neoliberal İslamcı gericiliğin krizi meselesidir. Ve mesele, neoliberal İslamcı rejimin gerici savunma hattının kırılması ve sosyalizmin inşası meselesidir. Yani mesele politik kavga meselesidir.

Gerici savunma hattının kırılması

Diktatörün en büyük korkusu İslamcı ahlakın ikiyüzlülüğünün ortalığa saçılması ve ardındaki eril İslamcı dayanışma ilişkilerinin ifşa olması değildir. Şimdiye dek bundan zerre kadar korkuları olmamıştır. Tersine son yıllarda medyada boy boy pop-starlaşan İslamcı ulemanın tüm bu pislikleri meşrulaştıracak dinsel literatüre son derece hakim oldukları görülüyor. Ayrıca bunlarla “aslında İslam’ın ne olduğuna ve ne olması gerektiğine” ilişkin teolojik bir tartışma yapmanın da yararı yok.

Diktatörün en büyük korkusu, diktatörlüğünü ardına inşa ettiği Saray’ın surlarında bir çatlak açılmasıdır. Gerici vakıfların bunca sahiplenilmesi bundandır. Meseleye doğrudan “askeri” bir mesele olarak yaklaşan iktidarın, gericiliğin savunma hattında ortaya çıkacak herhangi bir yarılmadan ödü kopmaktadır. En küçük bir çatlak bile, hiçbir gerici faşist terörle, hiçbir biçimde tam olarak bastırılamayan halk direniş hareketlerinin yarıp geçtiği iktidarın yumuşak karnına dönüşebilir. Diktatörün bunca korkaklığı, bunca fütursuzluğu ve bunca ödünsüzlüğü bundandır. Olay gerçekten de salt “askeri” bir sorun olsaydı, Diktatörün bu acıklı çırpınışlarına bir nebze de olsa anlam verilebilirdi. Olay artık yatıştırılamayan uzlaşmaz karşıtlıkların açıkça bir birine meydan okumalarıdır. Olay iki karşıt ahlaki sistemin, iki karşıt dünya görüşünün, iki karşıt yaşam tarzının en küçük bir toplumsal vakada bile ödünsüz bir kavgaya girişmeleridir. Yani mesele bir tarafta çürüyüp giden neoliberal İslamcı saflaşma ile bunun karşında sosyalizmin inşası meselesidir.

Neoliberal yenisömürge toplumunun krizi ve sosyalizmin inşası

Salt şiddet dışında hiçbir yapıştırıcı harcı kalmayan çürümüş sistem karşısında, elbette gündelik mücadele taktiklerinden, bir hak ve talep hareketi olarak da sistem kırıcı bir müdahaleden kaçınılamaz. Bununla birlikte stratejik devrimci çizginin temel yığınakları da asla ötelenemez ve ertelemez. “Yaz okulu”, “istismara karşı mücadele atölyesi”, “çocuk dergisi”, “aile-çocuk eğitimi” ya da özgürleştirici diğer her bir pratik gericiliğe karşı etkin bir direniş hattı mevziidir. Bu zaten bilinen bir gerçek. Ancak artık neoliberal İslamcı gericiliğin gittikçe daha fazla  çürüyen cesedinin karşısına bütünsel toplumsal kurutuluş hareketleriyle, kurucu sosyalist programlarla çıkma vakti geldi. Neoliberal İslamcı iktidar/rejim, onun kamusu ve toplumsal yapısı; bugün ancak savaşla sürdürülebilen, üstelik “ahlaki” bir maske ardında yürütülen bu rezalet; yani hırsız, katil ve çocuk tecavüzcüleri tarafından yönetilen bir toplumun karşısına sosyalist bir kurtuluş planıyla çıkmanın tam vaktidir.

Neoliberal yenisömürge kapitalizminin İslamcı gelişme mecrasının temel toplumsal sorunlara ve uygarlığın temel krizlerine getirebileceği herhangi bir çözümü kalmamıştır. Herhangi bir kurtuluş ufku ve insanlığa verebileceği herhangi bir ileri çözümü kalmamıştır. Kendi suretinden inşa ettiği neoliberal yenisömürge toplumunu sermaye talanı, ırkçılık, mezhepçilik, cinsiyetçilik, ekolojik yağma, adam kayırmacılık, rüşvet, yolsuzluk, ahlaki çürüme karakterize etmektedir. Metadışı, toplumsal eşitlikçi, toplumsal mülkiyetçi, ekolojik, özgürlükçü proleter uygarlığın kurucu adımları için daha iddialı, kararlı ve cesur adımların tam vaktidir. Sosyalizmin en temel niteliği eşitlikçi bir toplum yaratmaya kendini adamasıdır.

Sosyalist devrimin zamanlaması hiç bu kadar anlamlı olmamıştı. Neoliberal İslamcı çürümüşlüğün başka herhangi bir yolla yıkılmasının imkansız olması nedeniyle devrim zaten zorunludur. Ancak devrimci proletaryanın kendini eskinin tüm pisliğinden kurtarabilecek ve toplumu yeni baştan kurabilecek duruma gelebilmesi için zorunludur.

İçsavaşa özgü koşullar, Kürt halk direnişleri, kadın özgürlük mücadelesi ve proleter halk direnişlerinin her biri toplumsal gelişimin ayak bağı haline gelen gerici ilişkilerin parçalandığı ve toplumun devrimci bir biçimde kurulmasının önünün açıldığı mücadele alanlarıdır. Kültürümüzü kana pisliğe bulamaya çalışan gerici güçlere karşı sonuna dek savaşmaya kararlı olanlar, asla gericiliğe karşı aktif savunma hattından ve sosyalist inşa hattında ödün vermeyecekler.

Yaşasın sosyalizm!

“Ya sosyalizm ya barbarlık!” sloganıyla 20. yüzyıl devrimlerine çığır açıcı bir parola kazandıran Rosa Luksemburg, karamsar ve kaderci bir kötüye gidişten yakınmıyordu. “Ya sosyalizm ya barbarlık” sloganı, çağın proleter devrimcilerinin önüne koyduğu stratejik bir hareket planının kod adıdır.

Tarih tıpkı bir uygarlıklar mezarlığı gibi, yitip giden uygarlıkların dramatik öyküleriyle doludur. Bir Roma uygarlığı, bir Yunan ya da Mısır uygarlığı şimdi yalnızca yarattığı efsanelerle anılıyor. Belli bir “olgunluk” aşamasına varsa da ya da “en yüksek” aşamasına ulaşsa da devrimci biçimde bir üst aşamaya sıçramayan her toplumsal düzen kendi suyunda çürümeye yüz tutuyor. İster asalaklıkta sınır tanımasın, ister ömrünü tüketmiş olsun, can çekişirken ölüm vuruşu yapacak devrimci güçler harekete geçmezse çürüme süreci başlıyor. Yani çürüme, devrimin ertelenmesi, geciktirilmesi ya da kararsızlık anında ortaya çıkıyor. Bir toplumsal düzeni devrime götürecek devrimci güçler ortada yoksa, hazır değillerse ya da zamanında harekete geçmezlerse basit bir kriz ya da yenilgiden öte yıkıcı sonuçlar ortaya çıkıyor. Bu noktada bir sistemin “olgunlaşması” ya da “en yüksek aşamasına” ulaşması ile ilgili analizler yapmanın hiçbir önemi kalmıyor. Onu daha ileri bir aşamaya sıçratacak -can çekişirken ölüm vuruşu yapacak- devrimci güç harekete geçmezse, sistem kendiliğinden çökmüyor; daha kötüsü, çürüyor. Toplumsal çürümeden kimi sorumlu tutacağız? İkiyüzlü İslamcı ahlakı mı, sermayenin istilada sınır tanımayan azami kâr hırsını mı, yoksa faşist devlet şiddetini mi? Elbette hiçbirini! Demek oluyor ki ortaya çıkan her olanağı, sistemin yıkımı ve sosyalizmin kuruluşu için etkin bir şekilde değerlendirmediğimiz için, toplumsal çürümenin yol açtığı tahribattan en çok biz sosyalistler sorumluyuz.

DENİZ H. ÖNAL - *Yazı Halkın Sesi gazetesi 255. sayıda yayımlanmıştır.
Daha yeni Daha eski