Belki de “Kılıçdaroğlu’nun Son Politikaları Üzerine” demek daha doğru olur. Çünkü şu ana kadar bu politikayı onaylayan herhangi bir CHP’liyi görmedim. Belli ki bu akıldane politikaları CHP üst yönetimi belirlemiş. Bütün üst yönetimler gibi yanlış yaptıkları ortada. Peki ama onları buna sevkeden ne? Bunu tahlil etmeye çalışalım. 

İslamcı-faşist iktidarın çok uzak olmayan bir gelecekte 27 Mayıs türü bir hareketle yıkılacağı artık aşağı yukarı belli olmuş durumda (Çanlar -İletişim, 2016-adlı son romanımda bu yıkılışın tarihi olarak 2017’yi vermiştim). Bunun göstergeleri çok açık:   Daha dün Avrupa Parlamentosu’ndan ve ABD hükümetinden üst üste iki açık veto yediler. Her ikisi de basın ve fikir özgürlüğü ile Kürt halkına karşı yürütülen savaş konusunda net bir tutum sergiliyor ve AKP iktidarını adeta köşeye sıkıştırıyordu. Bunun ötesinde, toplumda çok büyük bir sıkışma var. İslami projenin sonuçları bütün toplumun gözü önünde kendini çocuk tecavüzleri ile ortaya koymuş durumda. Kadın cinayetleri de öyle. Toplumsal sıkışmanın en yaygın belirtisi bir toplumsal depresyon hali yaşanması ve insanların çareyi anti-depresanlarda bulması. Artık insanlar tamamen banka kartlarına bağımlı olarak yaşar hale gelmiş ve hiçbir çıkışları yok. Bu listeyi sayısız ölçüde genişletmek mümkün. 

Dahası, artık sokak hareketleri de yok. Daha önceleri çeşitli gösteriler, sokak hareketleri toplumun gazını alır, kısa süreli de olsa gerilimi azaltırdı. Artık insanlar sokağa çıkmıyor, özellikle Kürdistan’daki savaştan dolayı çıkmak da istemiyor. AKP iktidarı bundan memnun mu bilmiyorum ama ben onların yerinde olsam bu durumdan memnun olmaz, büyük bir sosyal patlama tehlikesi olarak görürdüm. Sokak hareketleriyle ve gösterileriyle belli ölçüde gerilimini atamayan kitleler, adeta düdüklü tencerenin içindeki buhar gibi sıkışıyor ve kitle, kütleye dönüşüyor. Bu sıkışmanın önünde sonunda bir patlamaya yol açacağını görmemek için salak olmak gerekir. Zaten 27 Mayıs türü bir hareket de bunun üzerine gelecek. 

CHP yönetimi bunu gördü. Bunun üzerine, Kılıçdaroğlu’nun geçtiğimiz Perşembe akşamı Tarafsız Bölge programında açıkladığı iki politikayı kararlaştırdı. Bu iki politika da oy kaygısına değil, yaklaşmakta olan AKP iktidarının yıkılışına ilişkindi. Neydi bu iki politika? Birincisi, sertliğe sertlikle karşılık vermek. İkincisi, dokunulmazlıkların kaldırılmasına – Anayasa’ya aykırı olduğunu bile bile- onay vermek. 

Önce birinci politikayı görelim. 27 Mayıs öncesi ortam CHP’nin sosyal ve politik hafızasında canlı bir şekilde yaşamaktadır. O zamanki CHP lideri İsmet İnönü de sertliğe sertlikle cevap verme politikasını ustaca yürütmüş, en son uyarısını “sizi ben bile kurtaramam” diyerek yapmıştı. Nisan 1960 hareketi günlerinde bir gün babamla (on üç yaşındaydım) Kızılay’a çıkmıştık. Aniden bir koşuşma oldu ve sloganlar atılmaya başladı. Meğer ismet İnönü “bankadan para çekmeye” gelmiş Kızılay’a ve onu tanıyan gençler etrafında toplanıp gösteri yapmaya başlamışlar. “İhtiyar kurt” ismet İnönü’nün öyle bir günde Kızılay’a inmesi elbette tesadüfi değildi. CHP, DP’nin sertleşmesine sertlikle karşılık verme politikasının ürününü kısa süre sonra alacaktı. 

Bence Kılıçdaroğlu yönetimi, toplumda İslamcı AKP iktidarına karşı biriken öfkeyi gördü ve bunun sonucu, aynı 55 yıl önceki CHP gibi sertlik politikası yürütmeye karar verdi. Bu politikaya şahsen bir itirazım yok. Diktatörlere karşı sert duruş gereklidir. Ensar Vakfı’yla ilgili “önüne yatma” tartışmasında da CHP’yi haklı buluyorum. CHP’nin, yandaş medyanın ve AKP’nin yaygarasına hiç kulak asmaması doğruydu. Onların zihninin arkasındaki “önüne yatmak”la, Kılıçdaroğlu’nun sözünü ettiği “önüne yatmak” arasında hiçbir benzerlik yok. Fakat Kılıçdaroğlu’nun, bu haklı noktadayken sertlik politikası uğruna bir de “altına yatma” terimini kullanması yanlış olmuştur. Sertlik yapacağım derken karşı tarafa tam da arzuladığı kozu vermenin anlamı yoktur. Ayrıca “altına yatmak”, maço ve cinsiyetçi bir söylemdir, gayet insani bir cinsel edimi ayıplanacak bir davranış haline getirdiği için tam da İslamcıların bulunduğu noktaya düşmüş oldu. 

Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı ikinci taktiğe, yani “Anayasa’ya aykırı olduğunu bile bile dokunulmazlıkların kaldırılmasına onay verme” tavrına gelince… Bu taktiğin de oy kaygısıyla savunulduğunu sanmıyorum. Hatta bunun CHP’ye oy kaybettireceği bile söylenebilir. Zaten ne milletvekilleri ne CHP tabanı bu politikayı desteklemektedir. O halde bunu neden ortaya attılar. Bence bu da AKP iktidarının devrilişinden sonrasına bir hazırlık olarak görülmelidir. Bu davranışla, AKP’yi devirecek olan devletin tepesindeki güçlere güvence verilmek isteniyor. “Bakın, biz de ‘ülkenin bölünmez bütünlüğü’ konusunda MHP kadar duyarlıyız ve ‘teröre destek verenlerin’, HDP’lilerin dokunulmazlığının kaldırılmasına, bunun Anayasa’ya aykırı olduğunu bile bile, büyük bir fedakârlık yaparak Meclis’te oy verdik. Yani devrilecek olan AKP iktidarının yerine bize güvenmemeniz için hiçbir neden yok” demek istemektedirler. 

Tabii ki bütünüyle yanlış bir politikadır bu. AKP iktidarını yıkacak, toplumun özgürlük isteğinin doğurduğu fırtına olacaktır. Özgürlük talebine sırtını dönenlerin, önce dokunulmazlık tanınmışken, ardından bu dokunulmazlıkları kaldırıp “dokunulmazlık” denen kurumu tamamen geçersiz bir oyun haline getirenlere destek verenlerin, kısacası HDP’yi köşeye sıkıştırıp onun oylarına el koyma planları içinde olanlarla aynı safta yer alanların da bu fırtına tarafından tarihin çöplüğüne atılacağına hiç kuşku yoktur. Henüz zaman varken bu politikayı terk edip Meclis’te bu garabete karşı çıkmak CHP için en akılcı tutum olacaktır. 

Gün Zileli -15 Nisan 2016 - www.gunzileli.com - gunzileli@hotmail.com
Daha yeni Daha eski