"Sevda" oyun değildir, tıpkı hayat gibi... (Mazlum Çimen'e sevgiyle!) 84 yazı. Hepimizin üzerinde, ağır, vıcık vıcık...
"Sevda" oyun değildir, tıpkı hayat gibi... (Mazlum Çimen'e sevgiyle!)
84 yazı. Hepimizin üzerinde, ağır, vıcık vıcık, berbat bir yenilginin soluk kesici, iç bunaltan ve oraya buraya savrulmalarımıza neden olan, peşimizi hiç ama hiç bırakmayan iğrenç varlığı…
Yolu yarıladığım bir fakülteden, adeta bir sığınakmış gibi
gördüğüm için, bulduğum her fırsatta o şehire, doğduğum yere kaçtığım sayısız günlerden
biri… Alttan kalan birkaç ders umurumda bile değil. Güneş sanki güneş olmaktan
vazgeçmiş ve irili ufaklı parçacıklar halinde şehrin üzerine dökülüyor.
Mutfaktan gelen mis gibi kızartma kokusu, anarşist bir eylem
gibi dağıtıyor o hain, o sinsi hüznü. Akşam soğuk soğuk yiyeceğimi düşünmek… Yanımda “O” var.
Akşam üzerini bekliyoruz sokak için. Bu sıcakta gezmeye çıkmak intihar gibi bir
şey. Sürekli bir şeyler konuşuyoruz. Havaya uçuşan sözcüklerimizle
gülüşmelerimiz, hüznü dağıtan anarşist kızartma kokusuyla eylem birliği
yapıyor. Ara sıra mutfaktaki annem de katılıyor bize. Güneş parçacıkları
şelaleye dönüşüyor.
Yarını konuşuyoruz. Yarın fakülteden arkadaşlar gelecek. Anneannem
her öğlen hiç aksatmadan yaptığı işinin başında. Horlamalarına gülüyoruz.
HAYRİ GÜNEL |
Ayağımın dibinde duran çay bardağına döndüğümde… ah döndüğümde…
keşke dönmese miydim… Sen öylece karşımda duruyorsun. Ne zaman geldin gözümün
nuru, en görkemli, en muhteşem, en acımasız ve en çok kanatan yürek sızım… yine
sessizce, yine usulca, yine sımsıcak… ve yine başında beyaz yemeninle…
Bir cam parçasıymış gibi çıkıyor ağzından o “hoş geldin”…
çıktığı gibi de yüreğimi kesiyor. İçim kanamaya başlıyor gözümün nuru ve bunu
bir tek sen görüyorsun. Dünyanın herhangi bir noktasında, aylar sonra
karşılaşan bir kadın ve bir erkek bu kadar mı sessizce ağlar, bu kadar mı kimseler
duymaz hıçkırıklarını… gözyaşlarını bu kadar mı görmez hiç kimse. Canına kıyıyor
sanki gençliğim.
“Hoş bulduk” diyecek gücüm yok, bağışla beni kara kız… Eda…
Eda… Eda... kusuruma bakma… Sorma nasılsın diye… Seni her gördüğümde nasılsam, öyleyim
işte yine. Niye geldin ki… Gelip de niye kaldırdın kabuğunu o dehşetli yaranın
şimdi…
Fırlayıp kalkıyorum oturduğum yerden amaçsız… Elini
yakalıyorum sonra ve seni o evin önünden uzaklaştırıyorum. Kendimi de.
Her zaman tavla oynadığımız Gülşen'in evinin önüne kadar yürüyoruz…
Elin hala elimde. Bırak demiyorsun… Orada, o evin önünde söylüyorsun
bana evlenip Ankara’ya yerleşeceğini. Ne yani şimdi vedalaşacak ve sarılacak
mıyız birbirimize hiçbir şey yokmuş ve her şey çok olağanmış gibi.
Bu ne şimdi gözümün nuru… Nasıl bir keder bu… Nasıl bir hain kurşun… Nasıl bir… nasıl bir ölüm… ve nasıl bir… Eda, gözümün nuru, en görkemli,
en muhteşem, en acımasız ve en çok kanatan yürek sızım… Ağlama… bekle!
Sen gidiyorsun… Ardından gençliğimi sürükleyerek hem de…Bunu bilmiyorsun...
HAYRİ GÜNEL
HAYRİ GÜNEL
("ŞARKILARI OLAN HİKAYELER: 3, HAYAT BİR KURGUDUR ASLINDA")