Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

Reviews

SHOW_BLOG

SINIFSIZ TOPLUMA GİDEN YOLDA TEVHİD MÜCADELESİ

"Muvahhidler mi? Tüm bu kapitalist, çıkarcı zalimlere “La ilahe illallah”, “mülk Ancak Allah’ındır” diyerek Muhammed’in yoluna tabi o...

"Muvahhidler mi? Tüm bu kapitalist, çıkarcı zalimlere “La ilahe illallah”, “mülk Ancak Allah’ındır” diyerek Muhammed’in yoluna tabi olanlar elbet..."


Sınıfsız ve eşit bir toplumu oluşturmayı esas alan tevhid mücadelesi insanlığın tarihiyle birlikte var olmuştur. Sınıflı (müşrik) toplumlarda var olan eşitsizliklerin ortadan kaldırılması hedefini ifade eden tevhid mücadelesinin önderliğini peygamberler yapmıştır. Her topluluk kendi içerisinde ortaya çıkan sınıflaşmalar sonucunda huzursuzluk ve adaletsizliklere gark olmuştur. Bu tür toplumlarda huzuru ve sınıfsız toplumu yeniden inşa vazifesini üstlenen peygamberler/önderler halkın içerisinde büyüklenerek halkın bir kısmını zulme boğanlara karşı tevhid mücadelesi vermişlerdir.  Bu sınıflaşmayı ortaya çıkaran etken, yeryüzü nimetlerinin birileri tarafından tekelleştirilerek diğer insanların yeryüzü nimetlerinden mahrum bırakılmasıdır. Nitekim yeryüzü nimetleri üzerinde tahakküm kuran müşrikler zamanla tüm imkân ve olanakları, dolayısıyla iktidarı ele geçirerek müşrik (sınıflı) toplumlar oluşturmuşlardır. Toplumları şirke (sınıflara) bulaştıran bu ihanetin temeli, mülkün sınırlandırılmaması, paranın birtakım kimselerin kontrolüne bırakılmasıdır. İlahi mesajlar bunun engellenmesi ve sonrasında da tevhidi (sınıfsız) toplumların oluşturulmasını salık vermektedir. Tevhid mücadelesi tamamıyla toplumların ve tüm doğanın zulümden arındırılarak cennete dönüştürülmesini amaçlar. Tevhid inancının gereği, pratik hayatta yaşanan toplumsal şirk  (sınıf farklılığı) temeline dayanan sistemlere başkaldırı ve egemen sınıfa karşı siyasî, iktisadî, sosyal ve hukukî bir mücadeleyi hayata geçirmektir.
Tevhid inancı, yalnızca metafizik konulara izah getiren ve ahlak ile ilgili konuları söz konusu eden bir inanç değil, şirk temeli üzerine kurulmuş sınıflı sistemleri ortadan kaldırmaya dayalı, eğitici, öğretici,  yol gösterici ve devrimci bir başkaldırının ifadesidir.
Bu mücadelenin daha iyi anlaşılması, metafizik bir kavram haline getirilen tevhid (sınıfsız toplum) kavramının geçmişte olduğu gibi hayatın can damarlarına müdahale eden ve toplumları özgürleştirerek sınıfsız toplumu hedefleyen, ezen-ezilen, mustazaf-müstekbir, işçi-patron, zengin-fakir vb. sınıfları ortadan kaldıracak çığlığın temel çağrısı olarak anlaşılmasıyla mümkün olur. Nitekim tüm resuller içi boşaltılarak anlaşılması engellenen bu devrimci kavramı yeniden canlandırarak toplumlara eşitlik ve adaletin yolunu göstermişlerdir. Müşrik (sınıflı) toplumların oluşması, yaratılışta doğal olan sınıfsız (tevhidi) toplumların birtakım bencil ve çıkarcı müdahaleler sonucu zedelenmesiyle ortaya çıkmıştır. Nitekim Kur’an, bu toplumsal çöküşü ve kurtuluş reçetesini açıkça bildirmektedir:
“İnsanlar tek bir ümmetti. Ayrılmaları üzerine Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere peygamberler gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili kitap indirdi ki, insanların, aralarında ihtilaf ettikleri şeyler hakkında hakem olsun. Bunda da sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra tuttular, aralarındaki hırs ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle, iman edenleri, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara, 213)
İnsanlar, aslında bir tek ümmet idiler, sonra ihtilafa düşüp ayrı ayrı oldular. Eğer Rabbinden bir karar çıkmamış olsa idi, ihtilaf edip durdukları şeyler hakkında şimdiye kadar aralarında çoktan hüküm verilmiş olurdu. (Yunus, 19)
                                                                                                          
İslâm güneşinin doğduğu sıralarda Mekke’de yaşayan insanların durumu, konuya ışık tutması bakımından oldukça önemlidir. Muhammed’e peygamberlik görevi verildiği dönemde Mekke’de yaşayan insanların inanç ve yaşam biçimlerini incelediğimizde, günümüz toplumuyla benzerliklere rastlarız. Buradan çıkaracağımız sonuç, Peygamberin “tevhid mesajı”nın daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.
Şimdi Mekke’nin karanlık sokaklarında yaşananları, diri diri gömülen kız çocuklarını, zalim efendileri, mazlum ve biçare köleleri, cariyeleri, çıkarcı din adamlarını, tefecileri, borç batağına düşen çaresizleri, kılıç şakırtılarıyla uyanan bir toplumu ve tevhid güneşiyle aydınlanan bir ümmeti hatırlayarak Tevhid mücadelesinin nelere niçin müdahale ettiğini, neyi niçin değiştirdiğini özet olarak anlamaya çalışalım.
Mekke şehri, dik ve çıplak tepelerle çevrili, dar, kıraç bir vadide bulunuyordu, Halkın yiyeceği, 40 mil Güney Doğu'da bulunan Taif kasabasının verimli tarlalarından geliyordu. Şehrin dışında kuyular olmasına rağmen, esas kaynağı zemzem olan su da kıttı. Açık çöllerin serbest havası, bu tozlu ve kalabalık şehrin boğucu havasından daha sağlıklı kabul ediliyordu. Öte yandan Kâbe dolayısıyla şehir, Arabistan’ın dinî merkezi idi. Yılın belirli aylarında Arabistan’ın her tarafından Kâbe’yi ziyarete gelen insanlar şehrin ticarî faaliyetlerine canlılık kazandırır, panayırlar kurulur ve şiir yarışmaları yapılırdı. Coğrafî şartlar yüzünden tarıma elverişli olmayan Mekke’de ekonomik hayatın temelini ticaret oluşturmaktaydı.
Mekke! Sokakta “yine mi, yine mi bebeğimi toprağa gömeceğim, canımın canını, evimin meyvesini” diye yankılanan bir çığlık etrafı inletiyordu. Gözyaşlarıyla toprağı eşeleyen adamı çaresiz ve yaşlı gözlerle izleyen insanlar... Yeni doğan kızını toprağa indiren adam bir yandan da feryat ediyordu: “Rabbim! Büyüdüğünde tefecilerin genelevlerinde satılmasın diye daha kaç kızımı böyle kendi ellerimle gömeceğim toprağa? Bizleri bu tefecilerin ellerinden kurtar yüceler yücesi Allah’ım!” Onu gözyaşlarıyla izleyen topluluğun “amin” sesleriyle örttü toprağı bebeğinin canlı bedeni üzerine.
Mekke! Şehre giren şaşaalı bir ticaret kervanı; başında Ebu Süfyan... Panayır kuruluverdi pazar yerine. Kölelerin sırtında panayırda dolaştırılan mallar para sahiplerinin hizmetine sunulmuştu. Mekke ve çevre şehirlerin zenginleri zevk ve heyecanla altın saçarlarken Süfyan’ın mallarına, birileri ağlayan çocuklarının gözyaşlarını siliyor ve bekliyorlardı. Onları akbabalar gibi bekleyen faizciler ise fırsat kolluyorlardı para satmak için çaresizlere. Alınca ne mi oluyordu? Az önceki sahne... Ya kat kat artan faiz ödenecek ya da kız çocukları fuhuş pazarına...
Mekke! Mallarını satan Süfyan mescidde namaza durmuş. Unutmamış namazdan önce kazandıklarının 40’ta birini fakirlere dağıtmayı. Görevini yapmış olmanın rahatlığıyla namazını kılan Süfyan aceleden bitirir namazını; zira yetişmesi gerekiyordur Daru’n-Nedve’deki toplantıya. Bitirir namazını ve katılır Mekke kodamanlarının toplantısına.
Mekke! Daru’n-Nedve’deyiz; Velid b. Muğire, Umeyye b. Halef, Ebu Cehil, Ebu Süfyan, Ebu Leheb, Utbe b. Rabia, Ebu Amr es-Sakafi... Toplantı başlar; gündemde devrimci bir gençlik hareketinin lideri Muhammed vardır: “Kendisine peygamber diyormuş, çevresine üç-beş köle toplamış iktidarımızı yıkacakmış.” Kahkahalar arasında “Ya heyecanlı üç-beş genç işte; devrim hayalleri kuruyorlar. Birimiz gidip amcası Ebu Talip’le konuşalım da çeksin yeğeninin kulağını. Sorun çıkarsa veririz bir şeyler; kadın, para, makam-mevkii...” Nihayet “bitirelim İNŞAALLAH toplantıyı” diyerek Kâbe’ye hareket ederler; kurban, tavaf niyetiyle...
Mekke! Sokakta bir feryat: “Kahrolsun Ebu Leheb’in iktidarı; kölelere özgürlük; bu kız çocukları hangi suçlarından dolayı öldürüldü?  La ilahe illallah...”
KAHROLSUN Ebu Leheb’in  iktidarı; kahrolsun!
Zenginlik ve iktidar onu kurtaramayacak.
O kıpkızıl bir ateşe atılacak.  (Mesed, 1-3)
Mekke! Din adamları yaptığı açıklamalarla tezgâhlarını bozan Muhammed’i etkisiz hale getirmenin derdinde: “Bu toplum İbrahim’in şeriatına bağlıdır, İbrahim’in tevhid anlayışının içini iyice boşalttık zaten, dolayısıyla artık zararsız. Öyleyse “İbrahim’in dinini inkâr ediyor bu adam” diyelim. “Bırakmış göklerdeki rabbimizi, dünyanın sorunlarının peşinde (sekülerleştirdi dini), bu adam peygamber olamaz” diyelim. “Yalancı” diyelim, “mecnun” diyelim,  “şair” diyelim, “muptil” diyelim.”
Mekke! Ebu Talip Muhammed’e teklifi ulaştırır: “Ey yeğenim Muhammed! Bu işten vazgeç, bak Mekke’de namaz yasak değil, haccetmek serbest, kimse putlara tapmak zorunda değil, üstelik hanifler de buna karşı. Hem bak ileri gelenlerin sana teklifleri var, “ne istiyorsa verelim” diyorlar; istiyorsa başımıza geçsin, peygamberliğine de eyvallah, kadınsa en güzel kızlarımızla evlendirelim onu...” Muhammed’in tek sözü var bu teklife: “Bir elime güneşi bir elime ayı verseler yine de vazgeçmeyeceğim. Birileri mülk yığarak zenginleşirken birileri borç batağında ezilmeyecek, onlar köle Bilal’le eşit hale gelinceye kadar vazgeçmeyeceğim.”
Mekke! Tevhid mücadelesinin merkezi, Allah’a inanan, namaz kılan, oruç tutan, Kâbe’yi tavaf eden, kurban kesen, kırkta bir zekât veren; ama PAYLAŞMAYA ve eşit hale gelmeye yanaşmayanların yaşadığı diyar. Onları şu şekilde tanımlıyor âlemlerin Rabbi:
Bak şu dini yalanlayana.
İşte bak öksüzü hor görüyor.
Yoksulun halinden hiç anlamıyor.
O NAMAZ kılanların vay haline!
O kuru kuruya yatıp kalkanların vay haline!
Çünkü gösteriş yapıyorlar.  (Maun, 1-6)
(Mekke müşriklerinin vahiy öncesi ibadetleri için bkz. H. Mehmet Soysaldı, Kur’an ve Sünnet Işığında İbadet Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1997).
Mekke! Eşit hale gelmeye tahammül gösteremeyen zengin mülk sahipleri seferber oldular; acıma, vicdan, insanlık ne kadar erdem varsa hepsinden yoksun bir şekilde vahşice işkence, baskı ve zulüm başladı. Tek inandıklarının, tek taptıklarının ne olduğu açığa çıkmıştı: MÜLK. Çünkü feryad ona dokunuyordu, “Lehu’l-Mülk” diyordu Allah taraftarları, “Mülk sadece Allah’ındır” diyorlardı, yani “Mülk tüm insanların” diyorlardı. “Hiç kimse o mülkün üzerine oturup diğerlerini köleleştirmeyecek” diyorlardı. Bu itirazın hedefi Tevhid’di; toplumları birleştirmek, insanları eşit hale getirmek.
Mekke! Mazlum ve çaresizlerin emeklerinden çalınan mallarla yüklenmiş bir tefeci kervanı… Hırsızların elebaşı Ebu Süfyan... Haber gelir kervana: “Muhammed geliyor, geri alacak gariplerin mallarını. Savaşalım, koruyalım çaldıklarımızı. Koruyalım şeref(sizliğ)imizi. Gecikmez alçak Süfyan’ın cevabı: “Benim şerefim develerimin sırtında.” Evet, tanrısı, taptığı, ilahı mallarıydı. Ne de olsa onlar gizliyordu şerefsizliğini; tıpkı bugün olduğu gibi.
Mekke! Savaş başladı, bir yanda adalet aşığı devrimci muvahhidler, diğer yanda para-perest zalimler ordusu. Kılıç şakırtıları, ortalık kan gölü; bir yanda devrim şehitleri düşüyordu toprağa cennet yolunda, diğer yanda it leşleri yerlerde sürünüyordu cehennem yolunda. İşte can alıcı sahne: “Ölürüm de mallarımdan vazgeçmem” diyen Ebu cehil yerde, üstünde Abdullah b. Mes’ud, kılıcı zalimin gırtlağında… Ebu Cehil sorar: “Savaş ne durumda”, cevap “kaybedeceksiniz” olur. Muhammed’in yaşadığını duyar. Anlar ki, kaçış yok adaletten; yaşarsa eşit hale gelecek köle Bilal’le. Bunu kabullenemez; çünkü hayatının anlamıdır artık malı-mülkü, onlarsız neye yarayacak pis nefesi. “Ölürüm ölürüm de vazgeçmem mallarımdan” diyerek cehenneme yuvarlandı cahillerin babası.
Günümüzü, bugünün zalimlerini, hırsızlarını, para-perest zenginlerini hatırlatan bu sahnelerdi Tevhid mücadelesinin merkezi Mekke’de!
Muhammed’in devrimci tevhid mücadelesinin düşmanları, mülkü sahiplenerek zenginleşenler, insanları çaresiz bırakanlar, diğer insanlarla eşit hale gelmeye yanaşmayan zalimlerdi.
”...arada fark kalmaz eşit hale geliriz diye yanındakilerle paylaşmıyorlar. Allah’ın nimetini mi inkar ediyor bunlar?” (Nahl,  71)
Bugün mü? Arada ne fark var ki?, Kuran’ın gözüyle bakalım asrımıza: İşçisinin hakkını gasp eden patron, köylüyü karın tokluğuna çalıştıran ağa, kiracısının gelirine el koyan ev sahibi, memuru köle misali çalıştıran devlet, binlerce işsiz ve aç varken ihtiyacından fazla mala-mülke sahip kapitalist, Allah-kitap söylemleriyle  insanları aldatarak sömüren cemaat liderleri, şeyhler, din adamları, işçi hakları, toplu sözleşme vs. yalanlarıyla iktidarın nimetlerini yalama derdinde olan sendikacılar, siyasiler, halk yoksulluktan kıvranırken villasına villa, gemisine gemi, hastanesine hastane katan, Allah’a inandığını söyleyen, namaz kılan, oruç tutan, amma eşit hale gelmeye yanaşmayan iktidar sahipleri. işte bugünün müşrik ordusu!

Muvahhidler mi? Tüm bu kapitalist, çıkarcı zalimlere “La ilahe illallah”, “mülk Ancak Allah’ındır” diyerek Muhammed’in yoluna tabi olanlar elbet...


EKONOMİ/PARA/PİYASA