"Ülkenin her yanında sokağa çıkılması ve polisin ağır saldırılarına rağmen direnilmiş olması moralleri yükseltmiş, diktatörlüğün hiçb...
"Ülkenin her yanında sokağa çıkılması ve polisin ağır saldırılarına rağmen direnilmiş olması moralleri yükseltmiş, diktatörlüğün hiçbir şekilde yanıtsız kalmayacağı gösterilmiştir. Yarın yine bir hareketlenme olsun, yine çok sayıda insan sokağa çıkacaktır. Bu, hareketin bastırılamazlık momentidir ve diktatörleri çılgına çeviren, daha fazla polis daha fazla polis sevkiyatı yapmalarına da yol açan budur."
Dün Foti Benlisoy’un bir yazısını(*) yayınladım. Merak eden
arkadaşlar Duyuru bölümüne bakıp yazıyı okuyabilirler. Yazı, 31 Mayıs Gezi
anmaları gösterilerinin ardından yazılmıştı ve sokak hareketinin bugünkü
yönelimini Mao’nun askeri taktiklerinden örnekler vererek eleştiriyordu. Demir
Küçükaydın da Gezi Hareketinin bugünkü durumunu konu alan yazısında Foti
Benlisoy’a esasen katılıyordu.
Mao ve Lin Biao (her ne kadar sonradan “düşman ajanı” ilan
edilmişse de) gerçekten çağın büyük askeri stratejistleriydi. Bu askeri
taktiklerden sosyal mücadele alanında da öğrenilecek çok şey olduğu açıktır. En
azından mücadelenin mantığı açısından. Ancak, yüksek düzeyde disiplinli,
düzenli ordularla ya da gerilla birlikleriyle sürdürülen savaşlardaki
taktiklerle toplumsal mücadelelerdeki veya sokak hareketlerindeki yönelimleri
bire bir eşleştirmek çok büyük hatalara yol açabilir.
Hele bugünkü sokak mücadelelerinin merkezi disipline ya da
emir komuta ilişkilerine asla uyum sağlamayacak kendiliğinden ve çoğul
yapılarını, bu yapıların geçmişteki örgütlülüklere dayanan eski sokak
hareketlerinden temelden büyük farklarını kavramadan yapılacak tahliller bizi
kesinlikle yanlış sonuçlara götürecektir.
Geçmişteki sokak hareketlerinin büyük çoğunluğu, hatta daha
parçalı olan 68 hareketleri bile bir ya da (genellikle güçbirliği yapmış)
birkaç örgütün yönlendirmesiyle yürütülürdü. Yani bu hareketlerde ileri
gitme-geri çekilme taktiklerini uygulamayı mümkün kılacak belli bir disiplin
kurmak mümkündü. Bugünkü sokak hareketlerinde ise (Gezi’de açık bir şekilde
görüldüğü gibi) böyle bir disiplin kurmak mümkün değildir. Bu iyi bir şey
midir, yoksa kritik anlarda olumsuz sonuçlar mı verir, bu ayrı bir tartışma
konusudur ama olgu budur. Bugünkü sokak hareketleri merkezi bir disiplinden
yoksundur, ne kadar uğraşırsanız uğraşın böyle bir disipline de gelmezler.
Çünkü bugünkü sokak hareketleri şu ya da bu örgütün disiplinine tabi değildir.
Belirleyici olan, bireyler ya da en fazlası bireylerin oluşturduğu küçük
gruplardır. Bu bireylerin ve küçük grupların genelde ortak ideallere ve
hedeflere sahip oldukları söylenebilir, hatta kendiliğinden ve sosyal medya
aracılığıyla oluşturdukları görünmeyen bir ağları da vardır ama bunun ötesinde
ortak bir disiplinleri yoktur ve böyle bir disipline asla gelmezler.
Bu durumun bazı dezavantajları olduğu gibi, egemen güçleri
ve polisi çılgına çeviren çok önemli avantajları da vardır. Aniden toplanır ve
aniden dağılırlar. Üstelik nerede toplanıp nerede dağılacakları hiçbir şekilde
belli değildir. Hatta son ana kadar nerede ne yapacakları da belli değildir.
İşte polisin belli merkezlere aşırı güç yığması, sivil polis güruhlarını
başıboş bir şekilde ortalığa salması buradan kaynaklanır. Çünkü kimin nerede,
ne zaman, nasıl ortaya çıkacağı, nereden bir flama sarkıtacağı, hangi köşe
başında gözükeceği, nereden geleceği, nasıl ortadan kaybolacağı hiçbir şekilde
belli değildir. Dolayısıyla Taksim Dayanışması gibi örgütlerin varlığı ve
çağrıları bile sadece sembolik bir anlama sahiptir. Taksim Dayanışması da
hiçbir şeyi yönlendirecek durumda değildir.
Bu kendiliğindenci hareket, savaş taktiklerinden vb. hiçbir
şey anlamaz. Böyle merkezi bir beyni yoktur. Ancak bir ruhu vardır ve sayısız
beyne sahiptir. Zaten ele avuca gelmemesi ve polisi sürekli taciz etmesi de
buradan kaynaklanır. Bu hareket böyle taktiklerden anlamadığı için, evet
kendini çok fena yıpratır, çok sayıda katılanının polisin eline düşmesine neden
olur ama aynı ölçüde polis güçlerini de yıpratır ve yorar. Dolayısıyla
anlaşılması gereken, bugünkü sokak hareketinin yeni bir şey olduğudur. Bu
harekete bilinçli akıl vericilerin verebileceği çok fazla bir akıl yoktur
aslında. Bu akıl vericilere kendimi de katıyorum. Bence bizim gibiler açısından
yapılması gereken, akıl vermeye kalkışmaktansa yeni hareketin ruhunu ve ele avuca
gelmezliğini kavramaya çalışmaktır.
Bu sokak hareketini fetişleştirmek ve eleştirilmez kılmak
istemiyorum elbette. Eleştiri yapılabilir, daha az yıpratıcı taktikler
önerilebilir ama bu mücadele tarzının moral bozucu olduğunu düşünmek hatalıdır.
Polise düşen tek tek gençlerin morali bozulabilir gördükleri baskıdan dolayı.
Ya da onlara üzülen bizlerin morali de bozulabilir. Ama 31 Mayıs eyleminde
görüldüğü gibi, sokağa çıkanlar o kadar yıprandığı halde bu, hareketin
genelinde bir moral bozulmasına ya da yılgınlığına yol açmamıştır. Tersine.
Ülkenin her yanında sokağa çıkılması ve polisin ağır saldırılarına rağmen
direnilmiş olması moralleri yükseltmiş, diktatörlüğün hiçbir şekilde yanıtsız
kalmayacağı gösterilmiştir. Yarın yine bir hareketlenme olsun, yine çok sayıda
insan sokağa çıkacaktır. Bu, hareketin bastırılamazlık momentidir ve
diktatörleri çılgına çeviren, daha fazla polis daha fazla polis sevkiyatı
yapmalarına da yol açan budur.
Bununla birlikte, sokak hareketinin bir anma günleri
programına tabi olması çok kötü olur. Bunun düzeltilmesi gerekir. Daha doğrusu,
belli günlerin dışında, bu büyük potansiyel kendini verimli toplumsal
faaliyetlere yönlendirmelidir. Bu faaliyetin ne olduğu ise, özellikle Soma’dan
beri net bir şekilde ortaya çıkmıştır: O en çok sömürülenlerin mekânları, işçi
şantiyeleri, işçi barınakları, tarım işçisi çadırları, madenci evleri, varoş
evleri, HES’lerin saldırısı altındaki köyler, işyerleri, fabrikalar, tarlalar…
Bu sonuncu nokta sanırım ayrı bir yazıyla ayrıntılandırılmayı
bekliyor.
Gün Zileli - 3 Haziran 2014 - www.gunzileli.com - gunzileli@hotmail.com
(*) http://www.gunzileli.com/2014/06/02/foti-benlisoyne-zaman-savasip-ne-zaman-savasamayacagini-bilen-kazanir/