"15 Temmuz gecesi Türkiye aynı anda bir darbe girişimini, bir
isyanı ve aslında tarihinin sivillere yönelik en büyük terör saldırısını
yaşayarak büyük bir demokrasi testinden geçti. Şükür ki Türkiye, büyük bir
virajı devrilmeden aldı"
Aslında acıların taze olduğu bu süreçte konuşmama/yazmama
kararı almıştım, ama ortalıktaki
dezenformasyon ve özellikle ekranlardaki bazı güvenlik uzmanlarının yaşananları
hamasete ve magazine aşırı dereceye vurması nedeniyle bu teknik, soğukkanlı ve
apolitik analizi yazmam şart oldu. Ki bu analiz en azından bu darbe girişiminin
otopsisini çekme ve bir daha yaşanmaması için ders çıkarma konusunda bize
rehber olur.
Önce somut gerçek: Demokratik olmayan yollarla iş başına
gelen en iyi askeri yönetim bile seçilmişlerin en kötü yönetiminden daha
kötüdür. 15 Temmuz gecesi darbeci cuntanın ‘evlerinize dönün. Sokağa çıkma
yasağı başladı’ mesajlarına rağmen bu gerçeğin bilincinde olarak sokaklara
dökülen on binlerce Türkiye vatandaşının verdiği mesaj net: Seçimle gelen
seçimle gider. (‘Ya gitmek istemezlerse?’ sorusu başka bir tartışmanın konusu)
NE OLDU?
15 Temmuz akşamı tatil için bulunduğum Balıkesir’den
İstanbul’a gelip Esenler Otogarı’na indiğimde ilk gariplik 22.00 sularında
İstanbul’daki her iki boğaz köprüsünün askerler tarafından kapatıldığı, Türkiye
hava sahasının uçuşlara kapatıldığı ve havada askeri uçak hareketliliğinin
olduğu haberlerinin basına yansıması ile başladı. İlk andaki bu süreçte ben
Türkiye’nin bir uçak kaçırma terör eylemi ile karşı karşıya olduğunu düşündüm.
Ancak daha sonra hem boğaz köprülerinde, hem de İstanbul ve
Ankara’da kritik yerlerden gelmeye başlayan çatışma haberleri bunun bir terör
saldırısından çok daha farklı bir şey olduğunu gösteriyordu. O ‘şeyin’ ne
olduğunu da saat 23.00 sularında Başbakan Binali Yıldırım Türkiye’deki büyük
haber kanallarına canlı yayında bağlanarak açıkladı. Yaşanan siyasi yönetime el
koyma amaçlı bir darbe girişimi idi. Daha sonra da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan
TV kanallarına canlı telefon bağlantıları yaparak yaşananın yaklaşık iki
senedir Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) sızdığı konusunda ciddi iddialar olan Fethullahçı
Terör Örgütü’nün (FETÖ) bir darbe girişimi olduğunun altını çizerek halkı
sokaklara çağırdı.
Sonrasında ise sivil halk İstanbul’da ve Ankara’da
yoğunlaşan çatışma alanlarına gitmek üzere cesurca sokağa döküldü. Hollywood
filmlerini aratmayacak bu kaotik gecenin sonuna doğru olayların akışı çok daha
vahim hale geldi. Türkiye, tarihinde ilk kez bir darbe girişiminde Ankara’daki
Meclis binasının F-16’lar tarafından bombalandığını, bir Türk Skorsky
helikopterinin yine Türk F-16’ları tarafından vurulduğunu ve darbe sonrasında
Yunanistan’a iltica eden subaylar gördü.
15 Temmuz akşamı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar
akşam üzeri 17.00 sıralarında darbe girişiminden haberdar olmuş, ancak
Genelkurmay karargâhını terk etmek istememiş. Bunun üzerine kendisi ve 2’nci
Başkan Orgeneral Yaşar Güler cunta tarafından gözaltına alınmış.
Aynı şey karargâhında olan Kara Kuvvetleri Komutanı
Orgeneral Salih Zeki Çolak, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Galip Mendi, 15
Temmuz akşamı Eskişehir’de bir düğünde olan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral
Abidin Ünal ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Bostanoğlu’nun da başına geldi.
Gece saat 03.00 sularında Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi
internet sitesine konulan darbe bildirisi ile devlet televizyonu TRT’den yayımlanan
darbe bildirisinde askerin emir komuta zinciri içinde yönetime el koyduğu
“bilgisi” kamuoyu ile paylaşılıyordu. 16 Temmuz sabah saatlerine doğru
sokaktaki çatışmalar azaldı ve özellikle sokaktaki küçük askeri gruplar polis
tarafından gözaltına alındı. Öğleden sonra ise hayat normale dönmeye
başlamıştı.
KİM DARBEYİ YAPMAYA ÇALIŞTI?
Her ne kadar hukuki soruşturmalarla bu sorunun cevabını
alacak olsak da ben bu darbe girişimini yapan cuntadaki grupları açık
kaynaklara da düşen atama listesi, il il sıkıyönetim komutanları listesi ile Whatsapp
içeriklerine baktığımda önemi ve önceliklerine göre şu şekilde sıralıyorum:
- FETÖ mensubu subaylar: Bu subaylar 15 Temmuz gecesi
mekanizmanın beyni rolünü oynadılar. Hukuki soruşturma süreçlerinde en önemli
konu bu hain girişim ile Fethullah Gülen yapılanması arasında somut hukuki
illiyet bağı kurulması üzerine yapılacak tartışmalar önem kazanacak. Ama size
bir test sunayım. Tuttuğunuz takımı düşünün. Örneğin Beşiktaşlısınız. Biri size
‘iş ortamında Galatasaraylı gibi görün’ dese ona ne tepki verirsiniz? Şayet
Beşiktaşlılık kimliğinizin, ahlakınızın ve şahsiyetinizin bir parçası ise bu
size çok soğuk gelir, başaramazsınız. Ama görebildiğimiz kadarı ile bu darbe
girişimine katılan subayların büyük çoğunluğu bırakın futbol taraftarlığını
yaptıkları askerlik yeminini ve milletine/toprağına olan sadakatini bile
unutabilecek bir ‘Frenkeştayn kimliği’ni yıllarca içlerinde saklayabilmişler.
Düşünün burada yüzlerce parlak 15-20 yıllık askeri geçmiş ve
kariyerden bahsediyoruz. Bu kişiler milletini/toprağını ve tüm sevdiklerini
‘SATMAK’ pahasına bu Frenkeştayn kimliğine 15 Temmuz akşamı bürünebildiler. Bu
bence psikoloji (bireysel analiz) ve sosyal psikoloji alanı (küçük grup
dinamikleri ile topluluk düzeyi) bir patoloji.
Eminim ileride bu konuda ileride çok şey yazılıp
çizilecektir. Ben burada iki önemli noktaya dikkat çekmek isterim. Bunlardan
ilki bu kliğin yaşadığı sıkışmışlık hissi. Şayet onların bu kendi
vatanları/milletleri üzerine ‘kamikaze dalışı’ olmasa idi onlar 16 Temmuz ve 17
Temmuz sabahı toplu bir gözaltı dalgası ile zaten gözaltına alınacaklardı.
Millet, vatan ve demokrasi üzerine bir kumar oynadılar ve hepimizi kahreden bu
kumarda şu an zaten gözaltındalar. Aslında sonuç açısından ‘çok da’ kayıpları
yok.
Diğer nokta ise bu kişilerin doğrudan FETÖ’nün sivil siyasi
aklı talimatı/yönlendirmesi ile mi bu kamikaze dalışına yöneldikleri, yoksa
‘insan doğası’ ile zamanla ve kendilerince bir güç yozlaşması ile mi
radikalleştikleri sorusu. Bana göre Frenkeştayn kimliği ile general kimliği ve
‘benim gibi yüzlercesi var’ güveni bu klik için bir güç zehirlenmesine neden
olmuş olabilir.
- FETÖ’cü olmayan aşırı laiklik hassasiyeti olan ve Hükümet
karşıtı subaylar: Gözaltına alınan isimlerden ve sıkıyönetim listelerine
baktığımda bu listelerde ‘Sert laik’ ve ‘Sıkı Atatürkçü’ subayların da olduğunu
görüyorum.
- Kişisel çıkar ve şahsi askeri kariyer için cuntaya
katılanlar: Açık kaynaklara yansıyan haberlerde dikkat çeken şey; bu cuntanın
başta bankalar, bol akçeli kamu kurumları ve hatta ataşelikler ile il
sıkıyönetim komutanlıklarına kadar kişileri isim isim seçmeleri. Hayatının 30
senesini askeri kariyerine vermiş ve kariyer odaklı bir subay (özellikle
generallik sırasındaki albaylar ve tüm generalliğe yükselecek tuğgeneraller)
çoğu fırsat ve risklere, yaptıkları işin doğası gereği ‘pragmatist’ bakar.
Aslında orta-üst düzey karar alıcılıktan üst düzey karar alıcılığa (askerlikte
tümgenerallik ve üstü, özellikle orgenerallik imparatorluk olarak bilinir)
geçiş her iş grubunda çok önemlidir. Bu nedenle bu ‘pragmatist tavır’ normal.
Ancak askerlikte terfi eden ile emekli olan arasındaki fark cenazenizde
yapılacak askeri tören, gömüldüğünüz mezar, askeri kamplarda nerede kaldığınız,
oturduğunuz lojman ve kurum içindeki sizin ve ailenizin statüsü gibi önemli
yaşamsal kriterleri belirliyorsa terfi konusundaki rekabet çok acımasız ve
hatta ‘yıkıcı’ olabiliyor. Bu ihtiraslı ruh hali darbe gibi bir riski bir
fırsat olarak görmelerine neden olabilir.
Bu arada 1-4 Ağustos Yüksek Askeri Şûrası’nda (YAŞ) 1200’e
yakın albayın emekliliğe ayrılacağını, TSK’nın büyük bir küçülmeye gideceğini
de not edelim. Kısaca 2016 yılında rütbe tayinleri ve terfi kriterleri açısından
TSK içinde bir kaotik ortam olduğunu vurgulamak gerekiyor.
ÜÇ KATEGORİ BİRBİRİNE KARIŞACAK
Bu darbe girişimi hakkındaki dava süreçleri başladığında
yukarıdaki her üç gruptaki subayların tamamının ‘Atatürkçü, Cumhuriyet’in temel
değerlerine bağlı, laik, batı ve modernleşme yanlısı, demokratik’ bir tavır
sergileyecekleri kesin. İşte bu nedenle yukarıdaki 3 farklı kategori birbirine
karışacak. İşte dava süreçlerinde sayın savcı ve sayın hâkimlerin de en büyük
sorunu bu darbe girişiminin temel ‘ideolojik motivasyonunu’ saptamak olacak.
Cuntanın hazırladığı ve dikkatle kaleme alındığı gözlenen
‘darbe metni’ savunmalarının temelini oluşturacak. Bu nedenle bu metni dikkatle
okumanızı ve iyi bir içerik analizi yapmanızı öneririm. Ancak benim teşhisim bu
darbe girişiminin tek bir ideolojik motivasyonlu silahlı bir kalkışma olması
yanında, IŞİD’in intihar saldırılarına benzeri bir terör eylemi ve kaotik bir
silahlı şiddet şovu (ki özellikle savaş uçakları ile taarruz helikopterlerinin
kritik yerlerdeki uçuşları, başta Meclis, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve diğer
sembolik önemi olan yerleri bombalamarı açısından) özellikleri de taşıyor.
DARBE MEKANİĞİ NASIL ÇALIŞACAKTI?
Ben cuntacıların üç aşamalı bir darbe mekanizması
planladıklarını düşünüyorum. İlk aşamada önce Ankara, sonra İstanbul’daki
kritik askeri karargâhlar ve birlikler içinde ‘cuntanın askeri hakimiyeti’
sağlanacak, sonra bu hakimiyet diğer illere sıkıyönetim komutanlıklarının
inisiyatif alması ile yayılacak, en son aşamada ise il sıkıyönetim
komutanlıkları o illerdeki ve ilçelerindeki sivil kamu kurumları ile sivil
topluma cunta hakimiyetini silah zoru ile dayatacak ve ‘meşruiyet’
sağlayacaktı.
Aslında bu darbenin ilk aşaması bizatihi TSK’nın kendisine
darbe. Yani cuntanın ilk amacı TSK’nın tam olarak (bana göre özellikle bu
girişimin en eksik ayağı Kara Kuvvetleri Komutanlığı oldu) hakimiyetini
sağlamaktı. Darbe bence bu ilk aşamada kırıldı.
DARBE GİRİŞİMİNİN KUVVET KOMUTANLIKLARI DAĞILIMI
Darbeci klik içinde TSK’nın yüzde 8’ni oluşturan havacılar
ve yüzde 15’ni oluşturan jandarma ön plana çıkıyor. Sonrasında ise TSK’nın
yüzde 12’sini oluşturan denizciler öne çıkıyor. Aslında darbecilerin TSK’nın
yüzde 65’ini oluşturan Kara Kuvvetleri’nden yeterince destek olmaması büyük bir
eksiklik olarak göze çarpıyor. Bu konuya, başarısızlık nedenlerinde döneceğim.
DARBE GİRİŞİMİNİN RÜTBECE DAĞILIMI
Başta Orgeneral Hulusi Akar ve Kara, Deniz, Hava kuvvetleri
komutanlarının destek vermediği darbe girişimi sonrası gözaltına alınan en
yüksek rütbeli generaller geçen yıla kadar Hava Kuvvetleri Komutanı olan
Orgeneral Akın Öztürk ve Kara Kuvvetleri’nden aslında terörle mücadeleden de
sorumlu olan 2’nci Ordu Komutanı Adem Huduti. İstanbul’daki 3’ncü Kolordu
Komutanı Korgeneral Erdal Öztürk de gözaltına alınanlar arasında.
Yine yaklaşık TSK’daki 220’ye yakın tuğgeneral/tuğamiralin
yaklaşık üçte birinin, 70’e yakın tümgeneral/tümamiral’den de yaklaşık 10’unun
gözaltına alındığının altını çizmek gerekiyor.
Bu rakamlar, darbe girişiminin Orgeneral Hulusi Akar ve
komuta kademesi tarafından desteklenmese de, özellikle tuğgeneral-albay
düzeyinde epey destekçisi olduğunu gösteriyor. Binbaşı-yarbay düzeyindeki
gözaltıların çokluğunu da not etmek gerekiyor. Ancak yaklaşık 6 bine yaklaşan
asker gözaltıları arasında en çoğunu hiçbir şeyden haberi olmayan olan zorunlu
askerler (Mehmetçik) oluşturuyor. Burada her biri birer ‘kınalı kuzu’ olan ve
kendi özgür iradeleri komutanlarına İPOTEKLİ olan bu Mehmedlerle, onları sokağa
salan ve sevk/idare eden kurtların farklı hukuki statüleri olması gerektiğine
dikkat çekmek isterim. Umarım toplum vicdanını rahatsız eden bu durum dikkate
alınır.
Gözaltına alınan ve cuntanın ‘hukuki beyni’ olduğu iddia
edilen eski Genelkurmay Adli Müşaviri Albay Muharrem Köse’nin cebinden çıktığı
iddia edilen atama listesinde 1 numarada Orgeneral Hulusi Akar’ın olduğu
görülüyor. Bu ayrıntıdan biz sayın komutanın ya ikna ile ya da zor kullanarak
bu kamikaze girişimin başına geçmesi ve uçağın burnunu havaya kaldırmasının
amaçlandığı anlaşılıyor. Ancak sayın komutanın kahramanca direnişi bu planı
bozmuş (Buna da başarısızlık nedenlerinde değineceğim).
DARBENİN COĞRAFİ DAĞILIMI
Gözaltına alınan askerlerin yaklaşık yüzde 30’u Ankara’dan,
yüzde 20’si ise İstanbul ve Bolu, Kocaeli gibi çevre illerden. Bu gerçeklik de
darbe girişiminde Ankara ve İstanbul’un önemini ortaya çıkartıyor. Diğer
illerdeki gözaltılarda ise ağırlığın genelde tuğgeneral ve albay rütbeleri,
yani aslında o illerdeki kritik lider personelde olduğu gözleniyor. Bu da darbe
girişiminin kademeli planlanmasının, yani ‘önce Ankara-İstanbul’da askeri
hakimiyeti kur, sonra bunu diğer illere taşı’ stratejisini doğrulayan bir
gerçeklik.
DARBE GİRİŞİMİNİN ZAMANSAL ANALİZİ
15 Temmuz gecesi cunta, darbe girişiminin TSK’nın emir
komuta zinciri içinde olduğunu ve ‘General Akar işin başında’ olduğu algısını
yaratabilmek için çok uğraştı. Hatta 15 Temmuz gecesi 22.00-24.00 arasındaki
kritik iki saatte bu algının güç kazandığını da söylemek mümkün. Çünkü doğrudan
Genelkurmay Başkanlığı’nın kalbi olan komuta katının ele geçirilmesi ile
sonuçlanan ilk aşamada bütün ast birliklere resmi askeri kanallardan darbe
mesajları çekildi, Genelkurmay’ın resmi internet sitesine darbe metni kondu.
Bu kritik iki saatte, Genelkurmay Başkanı Akar ve
karargâhtaki yüksek rütbeli generallerin (2’nci başkan Orgeneral Yaşar Güler
veya Gn.P.P. Başkanı Korgeneral Salih Ulusoy gibi) Genelkurmay bağlılarının
(özellikle Kara Kuvvetleri’nin) ‘Bu iş emir komuta zinciri içinde oluyor’
şeklinde yanlış bir algıya kapılması söz konusu olabilirdi. Bu nedenle ben bu
kritik iki saatte sayın komutanların karargâhtaki silahlı terörist yapıya olan
direnişini ve psikolojik harpten zaferle çıkmalarını çok önemsiyorum.
DARBE GİRİŞİMİ NEDEN BAŞARILI OLAMADI?
Bu soruya yakın ve uzak nedenlerden şeklinde cevap
verilebilir.
15 Temmuz gecesindeki yakın nedenler:
- Bana göre darbenin kaderini belirleyen şey, İstanbul’daki
1’nci Ordu Komutanı Orgeneral Ümit Dündar’ın 15 Temmuz gecesi Marmaris’te
tatilde olan Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı telefonla arayarak yaşananlar
hakkında bilgilendirmesi ve onu Ankara’ya gitmek yerine İstanbul’a gelmeye ikna
etmesi. Bu erken uyarı sayesinde Erdoğan erkenden ayrılarak Marmaris’i terk
ediyor. Darbeciler de o ayrıldıktan ancak 1 saat sonra kaldığı otele baskın
düzenliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elini çabuk tutarak İstanbul’a hareketi bu
planın bozulmasında kritik önemde.
Yine Orgeneral Ümit Dündar’ın TV ekranlarında bir basın
toplantısı ile darbe girişiminin TSK hiyerarşisi içinde olmadığını, komuta
kademesinin cunta tarafından rehin tutulduğunu vurgulayarak darbe girişiminin
gayri meşru olduğunu ilan etmesi önemli neden.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın risk alarak Marmaris’ten
İstanbul’a uçakla 1 saatlik uçuşu göze
alması ve kendisi açısından nispeten daha güvenli bir şehir olan İstanbul’dan
krizi şahsi karizmasını da konuşturarak yönetmesi.
- Sokaktaki askerlerin büyük çoğunluğunun, ‘tatbikat veya
terör eylemi var’ kandırmasıyla sokaklara gönderilmiş zorunlu askerlerden
(Mehmetçik) oluşması. Özellikle zorunlu askerlerle düşük rütbeli personelin
başını çektiği sokaktaki birliklerin büyük çoğunluğunun polis ve halkın direnci
karşısındaki ‘şaşkın ve ne yapacağını bilemez durumu’ askerin sokaktaki
hakimiyetini çabucak kırdı. Bu da darbe girişiminin Hava Kuvvetleri ve Jandarma
ağırlıklı olarak ortaya çıkması ve Kara Kuvvetleri birliklerinin bölük-tabur
seviyesinde konu hakkında bilgisizliği darbeyi başarısızlığa uğratan önemli bir
husus oldu.
- 15 Temmuz gecesi Türkiye’de herkesin seyrettiği ana akım
TV kanallarının yaptığı darbe karşıtı yayınlar. Bu yayınlar kritik 2 saatte
hükümetin psikolojik üstünlüğü sağlamasında büyük katkı sağladı.
- 15 Temmuz gecesi herkesin dikkatini yönelttiği
İstanbul’daki boğaz köprülerinde ve Atatürk Havalimanı ile Ankara’daki
Cumhurbaşkanlığı ve Kızılay meydanındaki askerlerin sokaklara çıkan sivil halk
ve polisler tarafından ikna edilmesi veya zorla sokakları boşaltmalarının
sağlanması. Özellikle sokakta askerlere yönelik polisin ve sivil halkın
gösterdiği direnç TV kanallarında yayımlanınca hükümet zaten kazandığı
psikolojik üstünlüğü daha da pekiştirdi.
- Muhalefet partilerinin darbe yanlısı bir pozisyon almaması
ve demokrasi vurgusu girişimi gayri meşru zemine itti.
Uzak nedenler:
- Cuntanın bir emir-komuta zinciri içinde, koordineli
hareket edememesi. Cuntanın bir harekât merkezinin olmaması. 2016 Türkiye’sinde
komuta kademesinin onayının ve dahlinin olmadığı, emir-komuta zinciri içinde
olmayan, sadece Ankara ve İstanbul’da olduğu görülen darbe girişiminin kritik
iki saatte Türkiye’de oluşan şaşkınlığı iyi kullanamadığı görülüyor. Aslında bu
girişimin başarısızlığında ‘aceleye getirilen bir kamikaze kalkışması’
olmasının önemi büyük.
- Bir başka uzak neden ise darbeci üst rütbeli personelin
halkın gerçekliğinden kopukluğu. Telsiz görüşmelerine de yansıyan bu seçkinci
yaklaşımda ‘Savaş uçaklarının ve taarruz helikopterlerinin İstanbul ve
Ankara’da alçak uçuşları ile bu iki şehri teslim alırız. Siviller evlerinden
çıkamaz’ şeklinde açıklayabileceğimiz bu seçkinci üstten bakış darbe
girişiminin mevcut toplumsal dinamiklerini çok da yakından tanımadığını
gösteriyor.
Yine İstanbul ve Ankara gibi illerde 2016 yılında ve yaz
sıcağında sabah saat 6’dan itibaren ‘sokağa çıkma yasağı’ uygulaması toplumsal
gerçekliklerden kültürel uzaklığın ve elitist bakış açısının bir sonucu.
- Bir başka uzak neden cuntanın ‘sivil siyaset’ kanadının
olmaması. ‘Acaba bu girişim başarıya ulaşsa idi sivil siyasi geçiş nasıl
olacaktı?’ Bu soruya henüz cevap veremiyoruz, ancak muhalefet kanadında hiçbir
siyasi parti ve sivil siyasetçinin bu girişim içinde olmaması önemli bir uzak
neden.
- Yine bir uzak neden olarak cunta içindeki karmaşık güç
ilişkileri ve çıkar hesapları nedeniyle yaşanan iktidar mücadelelerinin de
cuntanın koordineli ve eşgüdüm içinde hareket etmesini engellediği
söylenebilir.
NEDEN ŞİMDİ?
Darbe girişiminin FETÖ bağlantısını gösteren en açık
bağlantılardan biri 14 Temmuz 2016’da TSK içindeki Gülencilere karşı yayınlanan
‘İzmir askeri casusluk davası’ iddianamesi. Açık kaynaklara yansıyan bilgilere
göre TSK içindeki Gülencilere yönelen soruşturmalarla ilgili olarak, şayet 15 Temmuz
gecesi darbe girişimi olmasa idi, 16 Temmuz ve 17 Temmuz sabahında operasyon
yapılacak ve büyük gözaltı dalgaları yaşanacaktı. Kaynaklara göre İzmir askeri
casusluk davası, kumpas soruşturmasın savcısı Okan Bato’nun general terfi ve
tayinlerine karar verilen kritik Yüksek Askeri Şûra’dan (YAŞ) önce
operasyonların başlatılması önerisi Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından
onaylanmıştı. Bunu öğrenen cuntacılar 15 Temmuz gecesi darbeye girişti. Yani
tahminen daha ileri tarih için planlanan darbe girişimi acele ile devreye
sokuldu.
DARBE GERÇEKLEŞSE İDİ NE OLURDU?
Darbe gerçekleşse idi TSK içinde büyük bir bölünme
yaşanırdı. 15 Temmuz gecesi meşru hükümete bağlı bir F-16’nın bir Skorsky’yi
düşürmesi örneği de gösteriyor ki, TSK içindeki bu bölünmüşlük silahlı
çatışmaya zemin hazırlardı. Ayrıca hükümetin çağrısı ile sokağa dökülen sivil
halkı bastırabilmek için darbecilerin silahlı güç kullanma dışında bir seçeneği
de yoktu. Durum böyle olunca şayet darbe başarılı olsaydı, Türkiye’de belki de
iç savaşa gidebilecek kanlı bir kaos dönemine girilebileceği söylenebilir.
Ayrıca öylesine bir darbe girişiminin gerçekleşebilmiş
olmasından kaynaklanan siyasi belirsizlik ve istikrarsızlığın da Türkiye’nin
hem PKK, hem de IŞİD’le mücadelesi ile dış politikasında deprem yaratacağı da
kesindi.
MİT VE GENELKURMAYIN CUNTADAN NASIL HABERİ OLMADI?
Aslında TSK içindeki Gülenci yapının varlığı uzunca zamandan
beri biliniyor, hatta bir sürü liste Ankara’da dolaşıyordu. Kuvvetle muhtemel
hükümet ve komuta kademesi zaten 1-4 Ağustos tarihindeki ‘büyük tasfiye’ ile bu
işin son bulacağını düşünüp rahatlamıştı. Ankara’nın bu girişimi
önleyememesinden, kimsenin cuntanın böyle bir ‘çılgınlığa’ imza atacağına
inanmadığı, bu darbe girişiminin Ankara’da konuşulan ‘gerçekleşmesi en muhtemel
felaket senaryolarının’ bile ötesinde olduğu görülüyor. Ankara kuvvetle
muhtemel ağustos şûrasında sadece Türkiye’de birkaç yerde bireysel (belki de
silahlı) direniş bekledi. Komuta kademesi böylesine bir toplu ve bir dereceye
kadar koordineli kalkışmayı beklemiyordu.
BUNDAN SONRA NE OLUR?
Türkiye siyasetini ilgilendiren şu sorular kritik:
- 15 Temmuz gecesi kazanan demokrasi mi, yoksa bizzat
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan mı? Aslında bu sorunun cevabını yakın zamanda
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın stratejik tercihleri ve atacağı adımlar belirleyecek.
- Özellikle Güneydoğu’daki üst rütbeli personelin toplu
gözaltıları sonrası PKK ile çatışmaların neye evrileceği de darbe girişimi
sonrası önem kazanıyor.
DARBE TSK’YI NASIL ETKİLER?
Bu soruya cevap olarak Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi
Akar’ın bundan sonra tercihleri (görevine devam etme veya istifa), atacağı
adımlar ve nasıl bir yeniden inşa süreci dizayn edeceği, bu kararlara da sivil
siyasetin ne derece saygı göstereceği önem kazanıyor. Ancak bölgesel anlamda
başta Suriye ve Irak krizleri, iç güvenlik ortamında PKK ve IŞİD’le devam eden
mücadele olmak üzere kritik bir dönemden geçen TSK içinde bu darbe girişimi
sonrası büyük bir travma yaşandığına dikkat çekmek gerekiyor.
TSK geleneksel olarak Batıcı modernleşmeyi esas alan, yüzü
batıya dönük ve sert-laik bir kurumdu. Acaba bundan sonra yaşanacaklar TSK’da
bir kimlik bunalımına neden olur mu? Yani TSK’nın laik karakteri daha
yumuşatılarak TSK dine saygılı bir ordudan bir ‘din ordusu’ haline gelebilir
mi?
Yine bu darbe girişimi sonrasında TSK içinde yaşanacak
tasfiyeler orduyu yüzü daha Avrasya’ya dönük, daha bağlantısız ve anti-batıcı
bir karaktere büründürebilir mi?
TSK’nın stratejik kültürü, kurumsal kimliğini ve yapısal
dönüşümünü doğrudan etkileyecek kadar kritik bu sürecin Orgeneral Hulusi Akar
ve yeniden oluşturacağı karargâhı tarafından nasıl yönetileceği de önem
kazanıyor. Ancak ‘Her şerde bir hayır vardır’ anlayışı ışığında umarım aslında
kritik dönemde bu darbe girişiminden en fazla etkilenen kamu kurumu olan
TSK’nın imajı, uluslararası ortamdaki itibarı ve caydırıcılığını yıpratmamaya
özen göstermek gerekiyor. Örneğin
cuntaya yönelik haklı hınç ve öfkenin TSK’nın tamamına yönelmemesi,
Twitter, Facebook vb. sosyal medya platformlarında askerle ilgili paylaşımlara
dikkat etmek gerekiyor.
Son olarak bu darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin aslında
yarıda kalan sivil-asker ilişkileri reformlarının daha geniş bir perspektifle
ele alınarak, polisi ve istihbarat birimlerini de içine alan entegre ve
bütüncül bir bakış açısı ile yeniden dizayn edilmesi şart.
Türkiye’nin güvenlik sektörünün, kendisini, ‘motor
indirmesi’ gereken bu dönemde demokratik-sivil kontrol, etkinlik ve verimlilik
prensipleri ışığında bilimsel ve akademik bir yöntemle, popüler/siyasal
tartışmalara meze yapmadan tekrar gözden geçirmesinin vakti geldi de geçiyor
bile...
METİN GÜRCAN – T24