"Bu cunta trenindekiler kesin suçlular ve beter olsunlar. Ama şimdi kritik soru şu: Peki ya bu cunta treninden son anda inenler, veya varlığını hissedip de gerekli müdahaleyi yapmayanlar veya en önemlisi bu trenin varlığından makamları gereği (görevde ve emekli) haberdar olması gerekip de haberdar olamayanlar suçlu mu?"
BİR DARBE GİRİŞİMİNİN ANATOMİSİ
Aslında acıların taze olduğu bu süreçte konuşmama/yazmama kararı almıştım, ama ortalıktaki dezenformasyon ve özellikle ekranlardaki bazı güvenlik uzmanlarının yaşananları hamasete ve magazine aşırı dereceye vurması nedeniyle bu teknik, soğukkanlı ve apolitik analizi yazmam şart oldu. Ki bu analiz en azından bu darbe girişiminin otopsisini çekme ve bir daha yaşanmaması için ders çıkarma konusunda bize rehber olur.
Önce somut gerçek: Demokratik olmayan yollarla iş başına gelen en iyi askeri yönetim bile seçilmişlerin en kötü yönetiminden daha kötüdür. 15 Temmuz gecesi darbeci cuntanın ‘evlerinize dönün. Sokağa çıkma yasağı başladı’ mesajlarına rağmen bu gerçeğin bilincinde olarak sokaklara dökülen on binlerce Türkiye vatandaşının verdiği mesaj net: Seçimle gelen seçimle gider. (‘Ya gitmek istemezlerse?’ sorusu başka bir tartışmanın konusu)
NE OLDU?
15 Temmuz akşamı tatil için bulunduğum Balıkesir’den İstanbul’a gelip Esenler Otogarı’na indiğimde ilk gariplik 22.00 sularında İstanbul’daki her iki boğaz köprüsünün askerler tarafından kapatıldığı, Türkiye hava sahasının uçuşlara kapatıldığı ve havada askeri uçak hareketliliğinin olduğu haberlerinin basına yansıması ile başladı. İlk andaki bu süreçte ben Türkiye’nin bir uçak kaçırma terör eylemi ile karşı karşıya olduğunu düşündüm.
Ancak daha sonra hem boğaz köprülerinde, hem de İstanbul ve Ankara’da kritik yerlerden gelmeye başlayan çatışma haberleri bunun bir terör saldırısından çok daha farklı bir şey olduğunu gösteriyordu. O ‘şeyin’ ne olduğunu da saat 23.00 sularında Başbakan Binali Yıldırım Türkiye’deki büyük haber kanallarına canlı yayında bağlanarak açıkladı. Yaşanan siyasi yönetime el koyma amaçlı bir darbe girişimi idi. Daha sonra da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan TV kanallarına canlı telefon bağlantıları yaparak yaşananın yaklaşık iki senedir Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) sızdığı konusunda ciddi iddialar olan Fethullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) bir darbe girişimi olduğunun altını çizerek halkı sokaklara çağırdı.
Sonrasında ise sivil halk İstanbul’da ve Ankara’da yoğunlaşan çatışma alanlarına gitmek üzere cesurca sokağa döküldü. Hollywood filmlerini aratmayacak bu kaotik gecenin sonuna doğru olayların akışı çok daha vahim hale geldi. Türkiye, tarihinde ilk kez bir darbe girişiminde Ankara’daki Meclis binasının F-16’lar tarafından bombalandığını, bir Türk Skorsky helikopterinin yine Türk F-16’ları tarafından vurulduğunu ve darbe sonrasında Yunanistan’a iltica eden subaylar gördü.
15 Temmuz akşamı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar akşam üzeri 17.00 sıralarında darbe girişiminden haberdar olmuş, ancak Genelkurmay karargâhını terk etmek istememiş. Bunun üzerine kendisi ve 2’nci Başkan Orgeneral Yaşar Güler cunta tarafından gözaltına alınmış.
Aynı şey karargâhında olan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Galip Mendi, 15 Temmuz akşamı Eskişehir’de bir düğünde olan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Bostanoğlu’nun da başına geldi.
Gece saat 03.00 sularında Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi internet sitesine konulan darbe bildirisi ile devlet televizyonu TRT’den yayımlanan darbe bildirisinde askerin emir komuta zinciri içinde yönetime el koyduğu “bilgisi” kamuoyu ile paylaşılıyordu. 16 Temmuz sabah saatlerine doğru sokaktaki çatışmalar azaldı ve özellikle sokaktaki küçük askeri gruplar polis tarafından gözaltına alındı. Öğleden sonra ise hayat normale dönmeye başlamıştı.
KİM DARBEYİ YAPMAYA ÇALIŞTI?
Her ne kadar hukuki soruşturmalarla bu sorunun cevabını alacak olsak da ben bu darbe girişimini yapan cuntadaki grupları açık kaynaklara da düşen atama listesi, il il sıkıyönetim komutanları listesi ile Whatsapp içeriklerine baktığımda önemi ve önceliklerine göre şu şekilde sıralıyorum:
- FETÖ mensubu subaylar: Bu subaylar 15 Temmuz gecesi mekanizmanın beyni rolünü oynadılar. Hukuki soruşturma süreçlerinde en önemli konu bu hain girişim ile Fethullah Gülen yapılanması arasında somut hukuki illiyet bağı kurulması üzerine yapılacak tartışmalar önem kazanacak. Ama size bir test sunayım. Tuttuğunuz takımı düşünün. Örneğin Beşiktaşlısınız. Biri size ‘iş ortamında Galatasaraylı gibi görün’ dese ona ne tepki verirsiniz? Şayet Beşiktaşlılık kimliğinizin, ahlakınızın ve şahsiyetinizin bir parçası ise bu size çok soğuk gelir, başaramazsınız. Ama görebildiğimiz kadarı ile bu darbe girişimine katılan subayların büyük çoğunluğu bırakın futbol taraftarlığını yaptıkları askerlik yeminini ve milletine/toprağına olan sadakatini bile unutabilecek bir ‘Frenkeştayn kimliği’ni yıllarca içlerinde saklayabilmişler.
Düşünün burada yüzlerce parlak 15-20 yıllık askeri geçmiş ve kariyerden bahsediyoruz. Bu kişiler milletini/toprağını ve tüm sevdiklerini ‘SATMAK’ pahasına bu Frenkeştayn kimliğine 15 Temmuz akşamı bürünebildiler. Bu bence psikoloji (bireysel analiz) ve sosyal psikoloji alanı (küçük grup dinamikleri ile topluluk düzeyi) bir patoloji.
Eminim ileride bu konuda ileride çok şey yazılıp çizilecektir. Ben burada iki önemli noktaya dikkat çekmek isterim. Bunlardan ilki bu kliğin yaşadığı sıkışmışlık hissi. Şayet onların bu kendi vatanları/milletleri üzerine ‘kamikaze dalışı’ olmasa idi onlar 16 Temmuz ve 17 Temmuz sabahı toplu bir gözaltı dalgası ile zaten gözaltına alınacaklardı. Millet, vatan ve demokrasi üzerine bir kumar oynadılar ve hepimizi kahreden bu kumarda şu an zaten gözaltındalar. Aslında sonuç açısından ‘çok da’ kayıpları yok.
Diğer nokta ise bu kişilerin doğrudan FETÖ’nün sivil siyasi aklı talimatı/yönlendirmesi ile mi bu kamikaze dalışına yöneldikleri, yoksa ‘insan doğası’ ile zamanla ve kendilerince bir güç yozlaşması ile mi radikalleştikleri sorusu. Bana göre Frenkeştayn kimliği ile general kimliği ve ‘benim gibi yüzlercesi var’ güveni bu klik için bir güç zehirlenmesine neden olmuş olabilir.
- FETÖ’cü olmayan aşırı laiklik hassasiyeti olan ve Hükümet karşıtı subaylar: Gözaltına alınan isimlerden ve sıkıyönetim listelerine baktığımda bu listelerde ‘Sert laik’ ve ‘Sıkı Atatürkçü’ subayların da olduğunu görüyorum.
- Kişisel çıkar ve şahsi askeri kariyer için cuntaya katılanlar: Açık kaynaklara yansıyan haberlerde dikkat çeken şey; bu cuntanın başta bankalar, bol akçeli kamu kurumları ve hatta ataşelikler ile il sıkıyönetim komutanlıklarına kadar kişileri isim isim seçmeleri. Hayatının 30 senesini askeri kariyerine vermiş ve kariyer odaklı bir subay (özellikle generallik sırasındaki albaylar ve tüm generalliğe yükselecek tuğgeneraller) çoğu fırsat ve risklere, yaptıkları işin doğası gereği ‘pragmatist’ bakar. Aslında orta-üst düzey karar alıcılıktan üst düzey karar alıcılığa (askerlikte tümgenerallik ve üstü, özellikle orgenerallik imparatorluk olarak bilinir) geçiş her iş grubunda çok önemlidir. Bu nedenle bu ‘pragmatist tavır’ normal. Ancak askerlikte terfi eden ile emekli olan arasındaki fark cenazenizde yapılacak askeri tören, gömüldüğünüz mezar, askeri kamplarda nerede kaldığınız, oturduğunuz lojman ve kurum içindeki sizin ve ailenizin statüsü gibi önemli yaşamsal kriterleri belirliyorsa terfi konusundaki rekabet çok acımasız ve hatta ‘yıkıcı’ olabiliyor. Bu ihtiraslı ruh hali darbe gibi bir riski bir fırsat olarak görmelerine neden olabilir.
Bu arada 1-4 Ağustos Yüksek Askeri Şûrası’nda (YAŞ) 1200’e yakın albayın emekliliğe ayrılacağını, TSK’nın büyük bir küçülmeye gideceğini de not edelim. Kısaca 2016 yılında rütbe tayinleri ve terfi kriterleri açısından TSK içinde bir kaotik ortam olduğunu vurgulamak gerekiyor.
ÜÇ KATEGORİ BİRBİRİNE KARIŞACAK
Bu darbe girişimi hakkındaki dava süreçleri başladığında yukarıdaki her üç gruptaki subayların tamamının ‘Atatürkçü, Cumhuriyet’in temel değerlerine bağlı, laik, batı ve modernleşme yanlısı, demokratik’ bir tavır sergileyecekleri kesin. İşte bu nedenle yukarıdaki 3 farklı kategori birbirine karışacak. İşte dava süreçlerinde sayın savcı ve sayın hâkimlerin de en büyük sorunu bu darbe girişiminin temel ‘ideolojik motivasyonunu’ saptamak olacak.
Cuntanın hazırladığı ve dikkatle kaleme alındığı gözlenen ‘darbe metni’ savunmalarının temelini oluşturacak. Bu nedenle bu metni dikkatle okumanızı ve iyi bir içerik analizi yapmanızı öneririm. Ancak benim teşhisim bu darbe girişiminin tek bir ideolojik motivasyonlu silahlı bir kalkışma olması yanında, IŞİD’in intihar saldırılarına benzeri bir terör eylemi ve kaotik bir silahlı şiddet şovu (ki özellikle savaş uçakları ile taarruz helikopterlerinin kritik yerlerdeki uçuşları, başta Meclis, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve diğer sembolik önemi olan yerleri bombalamarı açısından) özellikleri de taşıyor.
DARBE MEKANİĞİ NASIL ÇALIŞACAKTI?
Ben cuntacıların üç aşamalı bir darbe mekanizması planladıklarını düşünüyorum. İlk aşamada önce Ankara, sonra İstanbul’daki kritik askeri karargâhlar ve birlikler içinde ‘cuntanın askeri hakimiyeti’ sağlanacak, sonra bu hakimiyet diğer illere sıkıyönetim komutanlıklarının inisiyatif alması ile yayılacak, en son aşamada ise il sıkıyönetim komutanlıkları o illerdeki ve ilçelerindeki sivil kamu kurumları ile sivil topluma cunta hakimiyetini silah zoru ile dayatacak ve ‘meşruiyet’ sağlayacaktı.
Aslında bu darbenin ilk aşaması bizatihi TSK’nın kendisine darbe. Yani cuntanın ilk amacı TSK’nın tam olarak (bana göre özellikle bu girişimin en eksik ayağı Kara Kuvvetleri Komutanlığı oldu) hakimiyetini sağlamaktı. Darbe bence bu ilk aşamada kırıldı.
DARBE GİRİŞİMİNİN KUVVET KOMUTANLIKLARI DAĞILIMI
Darbeci klik içinde TSK’nın yüzde 8’ni oluşturan havacılar ve yüzde 15’ni oluşturan jandarma ön plana çıkıyor. Sonrasında ise TSK’nın yüzde 12’sini oluşturan denizciler öne çıkıyor. Aslında darbecilerin TSK’nın yüzde 65’ini oluşturan Kara Kuvvetleri’nden yeterince destek olmaması büyük bir eksiklik olarak göze çarpıyor. Bu konuya, başarısızlık nedenlerinde döneceğim.
DARBE GİRİŞİMİNİN RÜTBECE DAĞILIMI
Başta Orgeneral Hulusi Akar ve Kara, Deniz, Hava kuvvetleri komutanlarının destek vermediği darbe girişimi sonrası gözaltına alınan en yüksek rütbeli generaller geçen yıla kadar Hava Kuvvetleri Komutanı olan Orgeneral Akın Öztürk ve Kara Kuvvetleri’nden aslında terörle mücadeleden de sorumlu olan 2’nci Ordu Komutanı Adem Huduti. İstanbul’daki 3’ncü Kolordu Komutanı Korgeneral Erdal Öztürk de gözaltına alınanlar arasında.
Yine yaklaşık TSK’daki 220’ye yakın tuğgeneral/tuğamiralin yaklaşık üçte birinin, 70’e yakın tümgeneral/tümamiral’den de yaklaşık 10’unun gözaltına alındığının altını çizmek gerekiyor.
Bu rakamlar, darbe girişiminin Orgeneral Hulusi Akar ve komuta kademesi tarafından desteklenmese de, özellikle tuğgeneral-albay düzeyinde epey destekçisi olduğunu gösteriyor. Binbaşı-yarbay düzeyindeki gözaltıların çokluğunu da not etmek gerekiyor. Ancak yaklaşık 6 bine yaklaşan asker gözaltıları arasında en çoğunu hiçbir şeyden haberi olmayan olan zorunlu askerler (Mehmetçik) oluşturuyor. Burada her biri birer ‘kınalı kuzu’ olan ve kendi özgür iradeleri komutanlarına İPOTEKLİ olan bu Mehmedlerle, onları sokağa salan ve sevk/idare eden kurtların farklı hukuki statüleri olması gerektiğine dikkat çekmek isterim. Umarım toplum vicdanını rahatsız eden bu durum dikkate alınır.
Gözaltına alınan ve cuntanın ‘hukuki beyni’ olduğu iddia edilen eski Genelkurmay Adli Müşaviri Albay Muharrem Köse’nin cebinden çıktığı iddia edilen atama listesinde 1 numarada Orgeneral Hulusi Akar’ın olduğu görülüyor. Bu ayrıntıdan biz sayın komutanın ya ikna ile ya da zor kullanarak bu kamikaze girişimin başına geçmesi ve uçağın burnunu havaya kaldırmasının amaçlandığı anlaşılıyor. Ancak sayın komutanın kahramanca direnişi bu planı bozmuş (Buna da başarısızlık nedenlerinde değineceğim).
DARBENİN COĞRAFİ DAĞILIMI
Gözaltına alınan askerlerin yaklaşık yüzde 30’u Ankara’dan, yüzde 20’si ise İstanbul ve Bolu, Kocaeli gibi çevre illerden. Bu gerçeklik de darbe girişiminde Ankara ve İstanbul’un önemini ortaya çıkartıyor. Diğer illerdeki gözaltılarda ise ağırlığın genelde tuğgeneral ve albay rütbeleri, yani aslında o illerdeki kritik lider personelde olduğu gözleniyor. Bu da darbe girişiminin kademeli planlanmasının, yani ‘önce Ankara-İstanbul’da askeri hakimiyeti kur, sonra bunu diğer illere taşı’ stratejisini doğrulayan bir gerçeklik.
DARBE GİRİŞİMİNİN ZAMANSAL ANALİZİ
15 Temmuz gecesi cunta, darbe girişiminin TSK’nın emir komuta zinciri içinde olduğunu ve ‘General Akar işin başında’ olduğu algısını yaratabilmek için çok uğraştı. Hatta 15 Temmuz gecesi 22.00-24.00 arasındaki kritik iki saatte bu algının güç kazandığını da söylemek mümkün. Çünkü doğrudan Genelkurmay Başkanlığı’nın kalbi olan komuta katının ele geçirilmesi ile sonuçlanan ilk aşamada bütün ast birliklere resmi askeri kanallardan darbe mesajları çekildi, Genelkurmay’ın resmi internet sitesine darbe metni kondu.
Bu kritik iki saatte, Genelkurmay Başkanı Akar ve karargâhtaki yüksek rütbeli generallerin (2’nci başkan Orgeneral Yaşar Güler veya Gn.P.P. Başkanı Korgeneral Salih Ulusoy gibi) Genelkurmay bağlılarının (özellikle Kara Kuvvetleri’nin) ‘Bu iş emir komuta zinciri içinde oluyor’ şeklinde yanlış bir algıya kapılması söz konusu olabilirdi. Bu nedenle ben bu kritik iki saatte sayın komutanların karargâhtaki silahlı terörist yapıya olan direnişini ve psikolojik harpten zaferle çıkmalarını çok önemsiyorum.
DARBE GİRİŞİMİ NEDEN BAŞARILI OLAMADI?
Bu soruya yakın ve uzak nedenlerden şeklinde cevap verilebilir.
15 Temmuz gecesindeki yakın nedenler:
- Bana göre darbenin kaderini belirleyen şey, İstanbul’daki 1’nci Ordu Komutanı Orgeneral Ümit Dündar’ın 15 Temmuz gecesi Marmaris’te tatilde olan Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı telefonla arayarak yaşananlar hakkında bilgilendirmesi ve onu Ankara’ya gitmek yerine İstanbul’a gelmeye ikna etmesi. Bu erken uyarı sayesinde Erdoğan erkenden ayrılarak Marmaris’i terk ediyor. Darbeciler de o ayrıldıktan ancak 1 saat sonra kaldığı otele baskın düzenliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elini çabuk tutarak İstanbul’a hareketi bu planın bozulmasında kritik önemde.
Yine Orgeneral Ümit Dündar’ın TV ekranlarında bir basın toplantısı ile darbe girişiminin TSK hiyerarşisi içinde olmadığını, komuta kademesinin cunta tarafından rehin tutulduğunu vurgulayarak darbe girişiminin gayri meşru olduğunu ilan etmesi önemli neden.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın risk alarak Marmaris’ten İstanbul’a uçakla 1 saatlik uçuşu göze alması ve kendisi açısından nispeten daha güvenli bir şehir olan İstanbul’dan krizi şahsi karizmasını da konuşturarak yönetmesi.
- Sokaktaki askerlerin büyük çoğunluğunun, ‘tatbikat veya terör eylemi var’ kandırmasıyla sokaklara gönderilmiş zorunlu askerlerden (Mehmetçik) oluşması. Özellikle zorunlu askerlerle düşük rütbeli personelin başını çektiği sokaktaki birliklerin büyük çoğunluğunun polis ve halkın direnci karşısındaki ‘şaşkın ve ne yapacağını bilemez durumu’ askerin sokaktaki hakimiyetini çabucak kırdı. Bu da darbe girişiminin Hava Kuvvetleri ve Jandarma ağırlıklı olarak ortaya çıkması ve Kara Kuvvetleri birliklerinin bölük-tabur seviyesinde konu hakkında bilgisizliği darbeyi başarısızlığa uğratan önemli bir husus oldu.
- 15 Temmuz gecesi Türkiye’de herkesin seyrettiği ana akım TV kanallarının yaptığı darbe karşıtı yayınlar. Bu yayınlar kritik 2 saatte hükümetin psikolojik üstünlüğü sağlamasında büyük katkı sağladı.
- 15 Temmuz gecesi herkesin dikkatini yönelttiği İstanbul’daki boğaz köprülerinde ve Atatürk Havalimanı ile Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı ve Kızılay meydanındaki askerlerin sokaklara çıkan sivil halk ve polisler tarafından ikna edilmesi veya zorla sokakları boşaltmalarının sağlanması. Özellikle sokakta askerlere yönelik polisin ve sivil halkın gösterdiği direnç TV kanallarında yayımlanınca hükümet zaten kazandığı psikolojik üstünlüğü daha da pekiştirdi.
- Muhalefet partilerinin darbe yanlısı bir pozisyon almaması ve demokrasi vurgusu girişimi gayri meşru zemine itti.
Uzak nedenler:
- Cuntanın bir emir-komuta zinciri içinde, koordineli hareket edememesi. Cuntanın bir harekât merkezinin olmaması. 2016 Türkiye’sinde komuta kademesinin onayının ve dahlinin olmadığı, emir-komuta zinciri içinde olmayan, sadece Ankara ve İstanbul’da olduğu görülen darbe girişiminin kritik iki saatte Türkiye’de oluşan şaşkınlığı iyi kullanamadığı görülüyor. Aslında bu girişimin başarısızlığında ‘aceleye getirilen bir kamikaze kalkışması’ olmasının önemi büyük.
- Bir başka uzak neden ise darbeci üst rütbeli personelin halkın gerçekliğinden kopukluğu. Telsiz görüşmelerine de yansıyan bu seçkinci yaklaşımda ‘Savaş uçaklarının ve taarruz helikopterlerinin İstanbul ve Ankara’da alçak uçuşları ile bu iki şehri teslim alırız. Siviller evlerinden çıkamaz’ şeklinde açıklayabileceğimiz bu seçkinci üstten bakış darbe girişiminin mevcut toplumsal dinamiklerini çok da yakından tanımadığını gösteriyor.
Yine İstanbul ve Ankara gibi illerde 2016 yılında ve yaz sıcağında sabah saat 6’dan itibaren ‘sokağa çıkma yasağı’ uygulaması toplumsal gerçekliklerden kültürel uzaklığın ve elitist bakış açısının bir sonucu.
- Bir başka uzak neden cuntanın ‘sivil siyaset’ kanadının olmaması. ‘Acaba bu girişim başarıya ulaşsa idi sivil siyasi geçiş nasıl olacaktı?’ Bu soruya henüz cevap veremiyoruz, ancak muhalefet kanadında hiçbir siyasi parti ve sivil siyasetçinin bu girişim içinde olmaması önemli bir uzak neden.
- Yine bir uzak neden olarak cunta içindeki karmaşık güç ilişkileri ve çıkar hesapları nedeniyle yaşanan iktidar mücadelelerinin de cuntanın koordineli ve eşgüdüm içinde hareket etmesini engellediği söylenebilir.
NEDEN ŞİMDİ?
Darbe girişiminin FETÖ bağlantısını gösteren en açık bağlantılardan biri 14 Temmuz 2016’da TSK içindeki Gülencilere karşı yayınlanan ‘İzmir askeri casusluk davası’ iddianamesi. Açık kaynaklara yansıyan bilgilere göre TSK içindeki Gülencilere yönelen soruşturmalarla ilgili olarak, şayet 15 Temmuz gecesi darbe girişimi olmasa idi, 16 Temmuz ve 17 Temmuz sabahında operasyon yapılacak ve büyük gözaltı dalgaları yaşanacaktı. Kaynaklara göre İzmir askeri casusluk davası, kumpas soruşturmasın savcısı Okan Bato’nun general terfi ve tayinlerine karar verilen kritik Yüksek Askeri Şûra’dan (YAŞ) önce operasyonların başlatılması önerisi Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından onaylanmıştı. Bunu öğrenen cuntacılar 15 Temmuz gecesi darbeye girişti. Yani tahminen daha ileri tarih için planlanan darbe girişimi acele ile devreye sokuldu.
DARBE GERÇEKLEŞSE İDİ NE OLURDU?
Darbe gerçekleşse idi TSK içinde büyük bir bölünme yaşanırdı. 15 Temmuz gecesi meşru hükümete bağlı bir F-16’nın bir Skorsky’yi düşürmesi örneği de gösteriyor ki, TSK içindeki bu bölünmüşlük silahlı çatışmaya zemin hazırlardı. Ayrıca hükümetin çağrısı ile sokağa dökülen sivil halkı bastırabilmek için darbecilerin silahlı güç kullanma dışında bir seçeneği de yoktu. Durum böyle olunca şayet darbe başarılı olsaydı, Türkiye’de belki de iç savaşa gidebilecek kanlı bir kaos dönemine girilebileceği söylenebilir.
Ayrıca öylesine bir darbe girişiminin gerçekleşebilmiş olmasından kaynaklanan siyasi belirsizlik ve istikrarsızlığın da Türkiye’nin hem PKK, hem de IŞİD’le mücadelesi ile dış politikasında deprem yaratacağı da kesindi.
MİT VE GENELKURMAYIN CUNTADAN NASIL HABERİ OLMADI?
Aslında TSK içindeki Gülenci yapının varlığı uzunca zamandan beri biliniyor, hatta bir sürü liste Ankara’da dolaşıyordu. Kuvvetle muhtemel hükümet ve komuta kademesi zaten 1-4 Ağustos tarihindeki ‘büyük tasfiye’ ile bu işin son bulacağını düşünüp rahatlamıştı. Ankara’nın bu girişimi önleyememesinden, kimsenin cuntanın böyle bir ‘çılgınlığa’ imza atacağına inanmadığı, bu darbe girişiminin Ankara’da konuşulan ‘gerçekleşmesi en muhtemel felaket senaryolarının’ bile ötesinde olduğu görülüyor. Ankara kuvvetle muhtemel ağustos şûrasında sadece Türkiye’de birkaç yerde bireysel (belki de silahlı) direniş bekledi. Komuta kademesi böylesine bir toplu ve bir dereceye kadar koordineli kalkışmayı beklemiyordu.
BUNDAN SONRA NE OLUR?
Türkiye siyasetini ilgilendiren şu sorular kritik:
- 15 Temmuz gecesi kazanan demokrasi mi, yoksa bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan mı? Aslında bu sorunun cevabını yakın zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın stratejik tercihleri ve atacağı adımlar belirleyecek.
- Özellikle Güneydoğu’daki üst rütbeli personelin toplu gözaltıları sonrası PKK ile çatışmaların neye evrileceği de darbe girişimi sonrası önem kazanıyor.
DARBE TSK’YI NASIL ETKİLER?
Bu soruya cevap olarak Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın bundan sonra tercihleri (görevine devam etme veya istifa), atacağı adımlar ve nasıl bir yeniden inşa süreci dizayn edeceği, bu kararlara da sivil siyasetin ne derece saygı göstereceği önem kazanıyor. Ancak bölgesel anlamda başta Suriye ve Irak krizleri, iç güvenlik ortamında PKK ve IŞİD’le devam eden mücadele olmak üzere kritik bir dönemden geçen TSK içinde bu darbe girişimi sonrası büyük bir travma yaşandığına dikkat çekmek gerekiyor.
TSK geleneksel olarak Batıcı modernleşmeyi esas alan, yüzü batıya dönük ve sert-laik bir kurumdu. Acaba bundan sonra yaşanacaklar TSK’da bir kimlik bunalımına neden olur mu? Yani TSK’nın laik karakteri daha yumuşatılarak TSK dine saygılı bir ordudan bir ‘din ordusu’ haline gelebilir mi?
Yine bu darbe girişimi sonrasında TSK içinde yaşanacak tasfiyeler orduyu yüzü daha Avrasya’ya dönük, daha bağlantısız ve anti-batıcı bir karaktere büründürebilir mi?
TSK’nın stratejik kültürü, kurumsal kimliğini ve yapısal dönüşümünü doğrudan etkileyecek kadar kritik bu sürecin Orgeneral Hulusi Akar ve yeniden oluşturacağı karargâhı tarafından nasıl yönetileceği de önem kazanıyor. Ancak ‘Her şerde bir hayır vardır’ anlayışı ışığında umarım aslında kritik dönemde bu darbe girişiminden en fazla etkilenen kamu kurumu olan TSK’nın imajı, uluslararası ortamdaki itibarı ve caydırıcılığını yıpratmamaya özen göstermek gerekiyor. Örneğin cuntaya yönelik haklı hınç ve öfkenin TSK’nın tamamına yönelmemesi, Twitter, Facebook vb. sosyal medya platformlarında askerle ilgili paylaşımlara dikkat etmek gerekiyor.
Son olarak bu darbe girişimi sonrasında Türkiye’nin aslında yarıda kalan sivil-asker ilişkileri reformlarının daha geniş bir perspektifle ele alınarak, polisi ve istihbarat birimlerini de içine alan entegre ve bütüncül bir bakış açısı ile yeniden dizayn edilmesi şart.
Türkiye’nin güvenlik sektörünün, kendisini, ‘motor indirmesi’ gereken bu dönemde demokratik-sivil kontrol, etkinlik ve verimlilik prensipleri ışığında bilimsel ve akademik bir yöntemle, popüler/siyasal tartışmalara meze yapmadan tekrar gözden geçirmesinin vakti geldi de geçiyor bile...
METİN GÜRCAN – T24.COM
KAMİKAZE DARBE GİRİŞİMİNİN KARMAŞIK SOSYOLOJİSİ
19 Temmuz sabahı itibarı ile 60'ı polis, 3'ü asker, 145'i sivil 208 kişinin hayatını kaybettiği darbe girişiminde gözaltına alınan asker sayısı 6700’i geçti. Açık kaynaklara yansıyan bilgilerden yaptığım çıkarıma göre bunlardan yaklaşık 4 bine yakını (yüzde 65) zorunlu asker (Mehmetçik), 2700’e yakını (yüzde 30) ise rütbeli personel (general, subay, astsubay ve uzman çavuş). Rütbelilerin yaklaşık 1000’e yakını binbaşı ve üstü üst rütbeli subay (yüzde 15) olan gözaltına alınanlar arasında 130’a yakın general (Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki toplam general sayısının üçte biri). 19 Temmuz akşamı gözaltına alınan generallerden de 19 Temmuz itibarı ile 80’e yakını tutuklandı. Ankara’da 32 general/amiral, İstanbul’da 15 general/amiral, İzmir’de de 13 general/amiral tutuklanmış. Tutuklamalar hâlâ devam ediyor.
En çok gözaltına alınan asker 2800’e yakın kişi ile (yaklaşık yüzde 40) Başkent Ankara’da. Ankara’yı yaklaşık 1500 gözaltı ile İstanbul (yaklaşık yüzde 25) izliyor.
Türkiye’nin 40 ilinde gözaltıların olduğu görülüyor. İstanbul ve Ankara dışındaki illerin çoğunda gözaltılar sözde il sıkıyönetim listelerinde adı geçen tuğgeneral-albay rütbesindeki bir lider cuntacı ile sınırlı. Buradan anlaşılıyor ki cuntacılar Ankara-İstanbul’da gerçekleştirdikleri ilk aşama olan ‘TSK’ya darbe’ ile askeri hakimiyeti sağladıktan sonra illerde bu kişilere siyasi erki devredecekler ve onlara kendi ekiplerini kurduracaklar bu sayede bu yazının en sonunda açıklayacağım ‘Cunta treninin’ arkasına önce tüm TSK’yı, sonra ise tüm Türkiye’yi takacaklardı.
Dezenformasyonla gerçek bilginin birbirine karıştığı, hakkında ciddi ciddi düşünülmesi gereken bu darbe girişiminin üzerine analitik bir yaklaşımla kafa yormak yerine olayın magazinleşerek sulandığı çok kritik bir süreçten geçiyoruz. Ne oldu? Kim bunlar? Ne istiyorlardı? Gerçek amaçları neydi? Onları bir araya getiren temel motivasyon neydi? Hepsi Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) üyesi mi? Arkalarında gizli bir ‘yabancı’ güç var mı? Neyi ve nasıl planladılar? Darbe başarıya ulaşsaydı ne yapacaklardı? Nasıl ve hangi süreçlerle halka acımasızca ateş edebilecek kadar canileştiler (radikalleştiler)? Bu kadar sivil cana nasıl kıyabildiler? O kapkaranlık 15 Temmuz gecesi yaşadıklarımız plansız ve spontane gelişen bir ‘toplu cinnet’ hâli miydi yoksa bu vahşete ve insanlık dışı görüntülere çok planlı bir mekanizma tıkır tıkır işleyerek mi neden oldu? Bundan sonra ne olacak? Türkiye’nin bir daha darbe karanlığına dönmemesi için neler yapılması gerekir?
Bu soruların cevaplarını elbette ki zaman içinde bulacağız ama ben bu karmaşık grup (klik)-aktör-yapı-ilişki-olay paketini bir nebze olsun size açmak isterim. Amacım demokrasimize ve millet iradesine kast eden bu hain saldırıyı kalbimizle (duygularla), ki zaten bu medyamızda yeterince yapılıyor, beynimizle (bilişsel) süreçlerle, teknik olarak analiz etmek ve bu analizimi bilinmesi gerektiği kadarı ile kamuoyu ile paylaşmak. Bu sayede bu kitlesel paranoyadan ve melankolik ruh halinden çıkarak, duyguların yerini fikirlerin alabileceğini düşünüyorum. Biliyorum bu devirde hele ki T24’te yazmak çok zor ama bana vicdanım ‘Yapıcı olması kaydıyla eleştirisel bakışını da koruyarak yazmalısın!’ diyor çünkü şu anda mevcut ‘durumun’ bir hasar tespitinin yapılmasına ve kafamızda uçuşan bilgilerin tutarlı bir şekilde yere inmesine çok ciddi ihtiyaç var. Çünkü şu kritik dönemde ivedilikle toparlanması gereken TSK’nın uluslararası itibarını bir an önce kazanmasına ve eski caydırıcılığına kavuşmasına çok ihtiyacımız var.
Bilen bilir. Doktoramı TSK’nın kurumsal dönüşümü üzerine yaptım ve 15 Temmuz gecesi belki de ülkenin kaderinin belirlendiği Genelkurmay Başkanlığı'nda 2011-2015 arası 4 sene çalıştım. 2015 başında da akademikler çalışmalar için kendi isteğimle maaşsız olarak erken emekli oldum. Bu anlamda içinde 17 sene emek verdiği kurumu ‘akademik nesnesi’ haline getiren şanslılardanım. Ama belki de 15 Temmuz sonrası ‘şanssızlardanım’ mı demeliyim bilemedim? 1.5 senedir de tamamen şeffaf şekilde, objektif ve teknik analizlerle, biraz da ‘yaramaz mizacım’ gereği eleştirisel bir yaklaşımla kamuoyunu aydınlatmaya, zihinlerde farklı düşünce balonları yaratmaya çalışıyorum. Bir anlamda genelde pek de bilmediğimi/konuşmadığımız askeri-güvenlik alanına tamamen bireysel çabalarımla akademik bir analiz kalitesi getirmeye çalışıyorum. Bundan siz ne kadar memnunsunuz ve sayın siyasi karar alıcılar ile emekli olduktan sonra hiç görüşmediğim Sayın Komutanlarım ne kadar hoşnut bilemiyorum ama bir kusurum varsa affola ve kalemim de gücünüz karşınızda kıldan ince. İstersiniz tek bir fiskeyle kırabilirsiniz.
Şimdi biraz da askeri-sosyolojik bir yaklaşımla aslında 15-16 Temmuz gecesi ne olduğunu anlatmaya çalışayım. Bu yazıda da temel bilgi kaynağım birazcık mesleki tecrübem ama daha çok cuntanın açık kaynaklara da düşmüş WhatsApp görüşmeleri ve cuntanın hazırladığı dokümanlar (bunlar arasında basına düşmeye başlayan ifadeler, Genelkurmay'dan askeri birliklere gönderilen mesaj emri ve cuntanın atama listesi önem kazanıyor). Kendi mesleki tecrübem ve bu basına düşen dokümanlar dışında mizacım ‘iliştirilmiş’ olmayı kaldıramadığı için hiçbir ‘kaynaktan’ bilgi almadım, beslenmedim.
Aslında olan ‘şey’ ne?
Önce 15 Temmuz'da hepimizi derinden üzen ‘şeyin’ ne olduğunu tanımlamak lazım. Bu ‘şey’ aslında daha önce hiç yaşamadığımız bir ‘istisnai hâl’ idi. İlk kez yaşadığımız bu ‘şeyi’ oluşturan 4 şiddet süreci var aslında.
Bunlardan ilki DARBE teşebbüsü. Niçin darbe teşebbüsü? Çünkü silahlı şiddetle zor kullanarak seçilmiş sivillerden siyasi irade alınmak isteniyor. Bu TSK’nın komuta kademesinin 90’larda sık sık yaptığı emir telakki edilen tavsiye kararları ile siyasi iradeyi etkilemenin, hatta en son 28 Şubat sürecinde REFAHYOL hükümetinin düşürülmesi ile neticelenen tehdit yolu ile sentetik süreçlerle ama şiddet kullanmadan siyasi iradeyi düşürmenin çok ötesinde bir şey. Açıkça 15 Temmuz akşamı silahlı şiddetin kontrolsüz uygulandığı başarısız bir darbe girişimi.
Ancak aynı zamanda 15 Temmuz akşamı yaşanan darbe olduğu kadar belki de örneği IŞİD’in intihar saldırılarında gördüğümüz, terörün de ötesinde bir silahlı şiddet türü. Yani kastedilen şey seçilmiş cumhurbaşkanı ve hükümet kadar kadar milletin de can güvenliği. Özellikle Boğaziçi köprüsü, Taksim, Atatürk Havalimanı, Beylerbeyi Sarayı, Genelkurmay, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve Meclis etrafında toplanan sivillere yönelik havadan yapılan uçak füze atışları ve taarruz helikopteri atışları Türkiye’de terörün geleneksel tanımlarının ötesinde bir terör boyutu. Artık adına ‘meta-terör’ mü deriz, yoksa ‘yıkıcı terör’ mü bilemiyorum ama özellikle 16 Temmuz sabaha karşı 3’den sonra uygulanan şiddeti ben ‘darbenin amacına ulaşamayacağını anlayan’ cuntacıların son bir çare olarak şok-korku yaratarak halı dağıtmak ve sivil iradeye diz çöktürme amaçlı ‘meta-terör’ olarak tanımlıyorum.
Son olarak 15 Temmuz akşamı daha önce Türkiye siyasi tarihinde örneğini görmediğimiz bir şiddet türü olarak sivil seçilmişe (Cumhurbaşkanı'na) yönelik ‘yargısız infaz/suikast’ ihtimali ve kendi TSK unsurlarımıza, polise ve MİT’e yönelik ‘orantısız askeri şiddet’ (tabancaya ve tüfeğe karşı taaruz helikopterlerinin 20 mm.topu ve 2.75 inch roketleri kullanılmış)
Kısaca biz 15 Temmuz gecesi ‘darbe’ olarak kısaca tanımlasak da başarısız darbe, meta-terör, başarısız yargısız infaz (suikast) ve dost unsurlara orantısız askeri şiddet gibi değişik şiddet süreçlerini aynı anda 22.00-07.00 arasındaki 9 saatte konsantre bir şiddet paketi içinde yaşadık.
Bu şiddet paketinin bir ‘dip ideolojisi’ yok ama birden fazla ‘motivasyonu’ var
Savcılık ifadeleri ve dava süreçlerinin başlaması ile göreceğiz, ama benim listelerde yer alan isimlerden ve özellikle açık kaynaklara da düşen İstanbul WhatsApp görüşmelerinden çıkardığım önemli bir sonuç, 15 Temmuz gecesi yaşadığımız şiddet paketini geçmiş darbe tecrübelerinden farklı kılan önemli bir özellik cuntacıları bir arada tutacak bir tutkal işlevi görecek bir ‘dip ideolojiden’ yoksun olması. Aslında bu darbe girişimi, TSK içinde belirli çıkarları-amaçları olan küçük klik-çiklerin belli motivasyonlarla bir araya geldiği heterojen bir grup-aktör-ilişki yumağı yönünde. 17 Temmuz’daki ‘Darbelerin anatomisi’ yazımda da belirttiğim gibi sayın savcı ve hâkimlerin soruşturma ve dava süreçlerinde en büyük sorunu aslında cunta içinde birbiri içine geçen bu güç hiyerarşisini ve ilişkilerini nasıl çözüp birbirinden ayıracağı olacak.
Cunta içindeki bu grup-aktör-yapı-ilişki çorbası içinde öne çıkan önemli MOTİVASYONLAR:
1. FETÖ’cü Motivasyon: Bu motivasyonun cunta içinde bilinci en yüksek, güç hiyerarşisinde en yukarıdaki motivasyon olduğunu düşünüyorum. Ama bu motivasyonun nasıl tanımlanacağı da çok önemli. Önemli olan bu girişim başarıya ulaşırsa tüm askeri yargı sisteminin başına getirilmesi beklenen cuntacı eski Genelkurmay Adli Müşaviri’nin FETÖ’cü motivasyonu ile örneğin askeri ile boğaz köprüsünde barikat kuran bir FETÖ’cü üsteğmenin motivasyonu arasında fark var mıdır? Ya tutuklu ifadelerindeki itiraflardan ya da savcılık iddianamelerinde bunu göreceğiz. Bu sayede ilk kez özellikle son 2-3 yıldır bir karabasan gibi Türkiye’nin üzerine çöken FETÖ’cü motivasyonu bir ‘suç’ olarak somut bir şekilde tanımlamış, elle tutulur hale getirmiş olacağız.
2. Hükümet/ Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan karşıtlığı motivasyonu: Ne yazık ki gözaltı listelerini inceledikçe böyle görünen kişilerin (ama belki de aslında FETÖ'cüler) de aralarında olduğunu görüyorum. Kafa karıştıran soru şu: Acaba böyle görünen kişiler aslında FETÖ’cü idi de gizlenmek (tedbir) amaçlı mı böyle göründü? Bu noktada da dava süreçlerinde tutuklananlar arasında ‘Evet ben FETÖ'cüyüm şeklinde itiraf edenler çıkarsa onların ifadelerinden ‘TSK içindeki FETÖ’ tipolojisinin ne olduğunu tam olarak görebileceğiz. Ki okudukça beni şoka sokan Genelkurmay Başkanı emir subayı cuntacı Levent Türkkan’ın basına düşen ifadesi tipoloji hakkında önemli bilgiler veriyor.
3. Laik refleks: Bu motivasyon önemli, çünkü yine gözaltı listelerinde laiklik hassasiyeti aşırı yüksek (belki de FETÖ'cü oldukları için kendilerini böyle sakladılar) cuntacılar olduğu da görülüyor. Bu kişilerin aslında FETÖ'cü mü oldukları, kendi bireysel tercihleri nedeni ile mi bu cunta trenine bindikleri, yoksa organize bir kararla mı katıldıkları yine ifadelerle ortaya çıkacak.
4. Terfi/makam ve şahsi çıkar için pragmatist tavır: Özellikle generalliğe yükselecek albaylar ve tuğgeneraller arasında bu motivasyonun yüksek olduğu kanaatindeyim.
5. Askerliğin bir şartı olarak komutanın emrine mutlak itaat ederek bu kalkışmaya katılmak zorunda kalanlar: Tabii ki harp okulu, askeri lise öğrencileri, Mehmetçikler ve düşük rütbedeki askerlerde bu motivasyonun daha yüksek olması normal.
6. Tehdit/Şantajla cuntaya katılmak zorunda bırakılanlar Unutmayın: Balyoz ve Ergenekon süreçleri gösterdi ki FETÖ sahte delil, belge, görüntü üretme veya mevcut olanları manipülatif kullanma konusunda çok mahir. Bu nedenle bu motivasyonla ‘cunta trenine’ binmeye zorlanmış kişiler de olabilir.
Şimdi size bu karmaşık aktör-ilişki çorbasını daha da basitleştirmek isterim. Dedim ya aslında karşımızda bir ‘cunta treni’ var.
Bu trenin en önünde kesinlikle ‘lokomotif’ rolünde olan FETÖ’cü motivasyon var. Bu motivasyon diğer vagonları çekiyor. Öncelikle kesinlikle bu lokomotifin bir mürettebatı ve ‘business class’ yolcuları olduğunu görmek gerekiyor. Bu lokomotifin kritik personelinin Ankara’da Genelkurmay ve Jandarma karargâhları ile Akıncı Üssü'nde olduğunu tahmin etmek zor değil.
Aslında diğer motivasyonlar yukarıdaki güç hiyerarşisi sırası ile birer vagon misali ‘FETÖ'cü motivasyonun’ arkasına dizilmiş. 15 Temmuz akşamı askeri hareketlenmeler başlayınca darbe deşifre oldu. Bu durum planlanandan erken, apar topar ‘Tren kalkıyor!’ mesajının verilmesine neden oldu. ‘Tren kalkıyor’ mesajını veren de tabii ki darbe girişiminin lokomotifi olan FETÖ'cü mürettebat.
Ama unutmayın bu lokomotiftekiler birer takiye (tedbir) uzmanı. Onların arasında sert hükümet karşıtı görünenler de, sert-laik görünenler de var. İşte zannımca bu ‘GİBİ GÖRÜNEN FETÖ'cülerin’ TSK içinde, özellikle Ankara’daki kritik karargâhlarda yarattığı asabiye (veya sosyolojik enerji) diğer vagonları FETÖ'cü lokomotife bağlayan bağ oldu.
Mesela siz komutanlara çok yakın konumdaki bu kritik görevdeki FETÖ'cülerin aylarca her Allah'ın günü Genelkurmay Karargâhı'nda odaları ziyaret ettiğini, subaylarla görüştüğünü, onların kafalarını-kalplerini bulandırdıklarını, asabiyeyi şişirdiklerini düşünün.
İşte biz bu ‘bağları’ görmez ve toptancı/indirgemeci yaklaşımlarla bu hayati olaya yaklaşırsak korkarım ki TSK, belki de kendine en çok ihtiyacımız olan dönemde masada kalabilir.
Şimdi şu nokta kritik. Bu apar topar verilen ‘Tren kalkıyor!’ mesajı ile kesinlikle eminim, trenin bu 6 motivasyon vagonunda olan bir kısım subaylar trenden indi, bu trende olmayan bir kısmı da trenin kendini en çok motive eden motivasyon vagonuna bindi. Belki de TSK içindeki bir kısım personel trenin var olduğunu biliyor, ama ne zaman kalkacağı konusunda bilgisi bulunmuyordu. Belki de bir kısmının ise trenin varlığından bile haberi yoktu.
O zaman ben bu ‘Cunta treni’ benzetmesi ışığında bütün TSK’yı (özellikle subayları) şu gruplara ayırıyorum:
En başından beri trenin ilgili motivasyon vagonunda olanlar ve alelacele verilen ‘Tren kalkıyor’ mesajına rağmen trende kalanlar,
‘Tren kalkıyor mesajı’ ile son anda trenin ilgili motivasyon vagonuna binenler,
‘Tren kalkıyor’ mesajı ile son anda trenden inenler (Ki bu grubun bence 15 Temmuz gecesi saat 10’dan sonraki tavrı darbe girişiminin başarısızlığında büyük rol oynadı)
Trenin varlığını az çok hissedebilen, ancak binmek istemeyenlerden 15 Temmuz gecesi kendi canları pahasına trenin önüne atlayıp onu durdurmaya/güçsüzleştirmeye çalışanlar
Trenin varlığını az çok hissedip de 15 Temmuz gecesi sessiz kalmayı tercih edenler
Trenin varlığından tamamen habersiz olanlar.
Ne yazık ki görebildiğim kadarı binbaşı ve üstü rütbelerde 15 temmuz gecesi cunta treninde olan, ‘Tren kalkıyor’ mesajından sonra son anda inen, ama bu mesajla son anda da binen ve varlığını hissedip de habersiz kalan pek çok subay var. Yukarıdaki 6 motivasyon çeşitli oranlarda bu cuntacıları güdüledi ve onlar da bu hain planın bir parçası oldu.
Bu cunta trenindekiler kesin suçlular ve beter olsunlar. Ama şimdi kritik soru şu: Peki ya bu cunta treninden son anda inenler, veya varlığını hissedip de gerekli müdahaleyi yapmayanlar veya en önemlisi bu trenin varlığından makamları gereği (görevde ve emekli) haberdar olması gerekip de haberdar olamayanlar suçlu mu?
Cevabı size bırakıyorum, ama bilmeniz gereken yukarıdaki bu ilk 5 grup ifadelerden anlayabildiğimiz kadarıyla TSK’nın komuta kademesinin büyük bir çoğunluğunu oluşturuyor.
Şimdi Türk yargı sistemi hukuken, siyasi irade ise siyaseten TSK’yı ameliyat masasına yatırmış ve beynindeki merkezi sinir sistemine ‘kritik operasyonu’ yapıyor. Neşter ellerinde.
Öyle bir andayız ki şöyle düşünün. Bir mikromilim o taraftan bu habis uru alsalar hasta ‘felç olur’, sokağın şehvetine uyup o tarafa biraz daha kalın girseler hasta masada kalır. Ama merhamet edip bu tarafa da bir mikro milim yakın kesseler bu ‘habis ur’dan TSK içinde küçük bir parça kalır ve ileride yeniden büyüyebilir.
Hani hep dilimize pelesenk olmuş bir klişedir ‘Ordunun demokratik ve sivil kontrolü.’ İşte TSK ameliyat masasında ve ağır bir ameliyat altında. Sivil irade ve yargı ise ameliyatı yapıyor. İsterlerse ‘hastayı’ öldürür, isterlerse felç eder ömür boyu yatalak bırakır süründürürler, isterlerse de hastayı iyileştirirler. Yakında hangi kararı verdiklerini görürüz.
Son olarak: Tüm bu sis içinde benim için görüşleri kutup yıldızı olacak bir büyüğüm, Emekli Orgeneral Işık Koşaner hâlâ sessiz. Keşke onun değerlendirmelerini de duyabilsek. Çünkü şu günlerde inanın onun değerlendirmelerine hava gibi, su gibi ihtiyacımız var.
METİN GÜRCAN – T24.COM