“Saray rejimi, “darbeyi kahraman halkımızla beraber bastırdık” efelenmesinin gerçek bir karşılığı olmadığını, sonuçta bu Ordu’nun kendisine darbe yapabildiğini ve bundan sonra da yapabileceğini, hatta bu sefer emir komuta zinciri içinde yapabileceğini, ABD ve AB’nin böyle bir darbeyi açıktan desteklediğinde nelerin olabileceğini, darbe karşısında muhteşem halk ayaklanmasının gerçekleşmediğini, sürekli gerginlik ve çatışma politikasının kendi tabanının bir bölümünü de korkuttuğunu biliyor”


FETOCU DARBEYE KARŞI ZAFER Mİ?

15 Temmuz akşam saatlerinde darbe girişimi başladığında herkes, büyük bir şaşkınlıkla ne olduğunu kavrayabilmek için televizyonların başına geçti. Hayatımızda birçok kez yaşadığımız darbeyi ilk kez canlı yayında izledik. Öyle ya, darbeler genellikle sabaha karşı 4.00’te halk uyurken olurdu ve uyandığınızda iş işten geçerdi.

Ülkemizde askeri darbeler yapıldıkları tarihsel, politik, toplumsal sürecin özelliklerine göre özel biçimler almaktadır. 15 Temmuz darbe girişimi de böyle oldu. Bu darbe girişiminin tarihte bir benzeri var: 27 Mayıs 1960 askeri darbesi ve devamında gelişen 1962 ve 1963 darbe girişimleri. 27 Mayıs darbesi emir ve komuta zinciri içinde olmayan, içlerinde general bile olmayan alt düzeydeki subay ve astsubayların gerçekleştirdiği bir darbeydi. Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Mustafa Şükrü Erdelhun, 27 Mayıs’tan bir gün önce darbecilerle görüşüp ikna etmeye çalışmış, darbe günü darbe liderliğini kabul etmeyince alt düzey subaylarca tutuklanmıştı. Sonrasında darbeciler Genelkurmay Başkanı dahil 4 bine yakın subay ve astsubayı ordudan atmışlardı.

15 Temmuz’daki darbe girişimine az sayıda askeri birliğin katıldığı, ağır aksak ilerleyip başarısız olacağı anlaşılınca iki ana yorum hakim oldu: Hükümet “Fetocu darbe” diye bağırırken, muhalifler ve bazı solcular “çakma darbe” söylemine sarıldı. Oysa darbe, ne Fetocuların işiydi ne de çakmaydı. Basbayağı darbeydi. Ama başarısız bir darbe.

Kim bu darbeciler, ne yapmaya çalıştılar

Saray iktidarının Fetocu darbe söylemine sarılması, ordu içindeki diğer güçlerle yaptığı ittifakın bir sonucu. Darbe girişimine katılmış, çoğu 70’li yıllarda Harp Okulunu bitirmiş generallerin cemaatçi olması pek mümkün görünmüyor.

Bu darbe girişimi, TSK’nın emir komuta zinciri içinde gerçekleşmedi. Emir komuta zincirinde gerçekleşmeyen bütün darbelerde olduğu gibi darbecilerin ilk işi kendi içlerine yönelmek oldu.

Darbecilerin, örgütlendiği kuvvetlere bakınca- ordunun hemen her alanına (deniz, hava, kara, jandarma) yayıldığı ama zayıf kaldığı görülmektedir. Darbeciler kendilerine engel olacak komutanları etkisiz hale getirmeyi birinci amaç edinmişler. Eskişehir’deki Muharip Hava Kuvvetleri (bütün muharip filolar buraya bağlı) Komutanı Orgeneral Mehmet Şanver’in kızının Moda Deniz Kulübü’ndeki düğün törenine baskın düzenlenmiş, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal ve Hava Kuvvetleri komuta kademesi rehin alınmış. Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar, Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Salih Zeki Çolak, Jandarma Genel Komutanı Org. Galip Mendi yine rehin alınan komutanlardan. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu hariç bütün Genelkurmay ele geçirilmiş. Bostanoğlu darbeyi desteklemiyoruz açıklaması yapmıştı. Ancak sonradan sadece Mendi için kurtarıldı denmiş, diğer iki kuvvet komutanı için kurtarıldıklarına dair bir şey yazılmamıştı. Dört komutan da 17 Temmuz’da, darbe girişimi sırasında ölen polislerin Ankara’daki cenazesinde ortaya çıktı. Bu iki komutan neredeydi?

Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanı (TEM) Turgut Aslan’ın rehin alınarak vurulması (komada), Gölbaşı’ndaki Polis Özel Harekat Daire Başkanlığı’nın uçaklarla bombalanarak 4’ü üst düzey 47 özel harekatçının öldürülmesi, MİT ve Ankara Emniyet Müdürlüğü binasının bombalanması açıkça şunu göstermektedir; darbeciler asıl müdahaleyi emniyet teşkilatından beklemektedir. Ordunun üst kademesinin kendileri tarafından etkisiz hale getirileceğini, Silahlı Kuvvetlerin bir kısmının hayırhah tutum alacağını hesap etmişler.

Hesap etmedikleri, kendilerine söz verenlerin harekete geçmemiş olması. Çünkü sokağa çıkan bu kadar az bir askeri güç ile 14 milyonluk İstanbul’u ve 6 milyon nüfuslu başkenti denetleyebilmeleri mümkün değil ve bunu biliyor olmalılar. Şimdi anlaşılmaya başlanıyor ki, aslında darbe hazırlığı ve katılımcıları daha geniş ve güçlüydü. Öyle ki tanker uçaklarıyla darbeye katılan uçaklara yakıt sağlayan İncirlik Üssü’nün Türk komutanı Tuğgeneral Bekir Ercan Van’ın da tutuklanması ABD ile kurulan/ya da kurulacak olan doğrudan ilişkilere dahi sahip olduklarını gösteriyor. İzmir-Çiğli askeri üssünden kalkan helikopterlerle taşınan askerlerin, Erdoğan’ın Marmaris’te kaldığı villaya baskın yapması da hareketin ilişkilerinin yaygınlığını göstermesi açısından bir örnek. Henüz tam olarak anlaşılamasa da darbe hazırlıklarına katılan ama son anda vazgeçen ya da kışladan çıkmış birliklerin hızla geri çekildiği bir durum yaşanmışa benziyor. Darbeciler bir süre daha direnebilseydi, kararsız kalan birçok birliğin de sürece katılması ve daha da içinden çıkılamaz kanlı bir sürecin yaşanması ve/veya darbenin başarılı olması mümkündü.

Darbe süreci içinde askerin askerle ciddi bir karşı karşıya gelişinin olmaması, iktidar yanlısı ve darbeci hava kuvvetlerine bağlı F-16 uçaklarının it dalaşı yapmaları ama birbirine ateş açmaması ordunun bir iç savaşa yol açmama düşüncesi olduğunu ve birbirlerinin kanını dökmemeye “özen” gösterdiklerini gösteriyor.

3. Ordu Komutanı Org. İsmail Serdar Savaş’ın darbeye karşı olduğu görünürken, 1. Ordu Komutanı Ümit Dündar ise açıkça AKP iktidarının yanında yer aldı ve akabinde vekaleten Genelkurmay Başkanı yapıldı. Bu da İstanbul’da darbenin neden zayıf kaldığını ve Tayyip Erdoğan’ın Atatürk Havalimanı’na gelebilme “cesaretini” açıklıyor. Darbeciler, Kara Kuvvetleri’nin aktif desteğini alamadı. Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın da darbe karşıtı tutum almasını not etmek gerekli. 3. Kolordu Komutanı Korg. Erdal Öztürk’ün ve 2. Ordu Komutanı Org. Adem Huduti’nin darbeci birliklere kışlalarına dön çağrısı yaptıkları halde tutuklanması bu komutanların aslında planlamalara katıldıkları halde sonradan saf değiştirdiğini düşündürüyor. Darbenin bir erken doğumla ortaya çıktığı ama buna tam olarak neyin yol açtığı hala tartışmalı.

Saray diktatörlüğünün darbe girişiminin ertesi günü başlattığı, Anayasa Mahkemesi’nden HSYK’ya ve idari, adli yargıya uzanan tasfiye ve tutuklama hareketiyle 3 bin hakimin görevden alınması bunu kanıtlamaktadır. İddialar odur ki, Ağustos askeri şurasında çok sayıda general tasfiye edilecekti. Darbeci askerler bunun gerçekleşmesinden önce planlarını uygulamaya koymak istemiş olabilirler.

Bir başka önemli şeyi de not etmek gerekir; Tayyip Erdoğan’ın kızının nikah şahitliğini bile yapan Genelkurmay Başkanı Akar’a kurtarıldıktan sonra bile açıklama yaptırılmaması, Genelkurmay Başkanlığı’na vekaleten atanan 1. Ordu Komutanı’na yaptırılması Akar’ın bu darbeden haberdar olduğu, rehin alındığı akşam saatlerinde darbecilerle bir toplantıda olduğu ama hükümete yansıtmadan sorunu çözmeye çalıştığı kuşkusuna yol açmaktadır. Darbecilerin lideri olduğu söylenen Yüksek Askeri Şura üyesi ve eski Hava kuvvetleri komutanı Org. Akın Öztürk’ün “Ben darbecileri ikna için Hulusi Akar’la birlikte hareket ettim” açıklaması da bunu kanıtlar niteliktedir.

Tayyip Erdoğan’ın, darbe girişimi sonrası, “Bu kalkışma Allah’ın bir lütfu, çünkü ordumuzu temizlememize vesile olacak” açıklaması her şeyi anlatmaktadır. Ağustos’ta yapılacak Yüksek Askeri Şura’da binlerce subayın tasfiye edileceğini söyleyebiliriz. AKP cephesinden yapılan açıklamalara bakılırsa şimdiden yapılan tutuklamalarla bu sayı 10 bini bulacak. Yaklaşık 50 bin subay ve 50 bin astsubaydan oluşan ordunun yüzde onunun tasfiye edilmesi anlamına gelecek bu girişimin Saray’ı ne kadar rahat ettireceği, yeni komuta kademelerinin ne kadar Saray’a bağlı olacağı kuşkuludur. Ayrıca bu tasfiye çalışmalarının ve darbeci askerlerin cihatçılar ve polis tarafından gördüğü muamelenin ordu içinde büyük bir öfkeye yol açacağını eklemek gerek.

Öte yandan Tayyip Erdoğan’ı “kurtaran” Ordu’nun, iktidar bloku içindeki gücünün daha da artacağından söz edebiliriz. Saray diktatörlüğü, bundan sonra da Ordu konusunda rahat edemeyecek.

Saray rejiminin, bu darbe girişiminden sonra kolaylıkla dönüştürülemeyen geleneksel TSK örgütlenmesine karşı Polis Özel Harekat ve uzman erbaşlardan oluşan özel ordunun büyütülmesi çalışmalarına ağırlık vereceğini düşünebiliriz. Bu özel ordu, hali hazırda epeyce ilerlemişse de ağırlıkla PKK’ye karşı kullanıldığı için merkezde gerçekleşen olaylara müdahale etmesi kolay değil.

Sarayın zaferi mi?

AKP’nin meclisteki dört partinin birlikte “milli irade” açıklaması yapmasına ısrarla ihtiyaç duyması, bütün kahramanlık gösterilerine rağmen aslında bir korkunun göstergesi.

Dört partinin “milli irade” açıklamasını arkasına aldığını düşünen Saray rejiminin; Cumhurbaşkanı, Başbakan, Diyanet, valiler, emniyet müdürlerinin yani bütün devletin seferber olup, halkı sokağa çağırmasına rağmen, ne darbenin yapıldığı gün ne de ertesi akşamı gerçekleştirilen “darbeye karşı demokrasi şöleni” için büyük kitleleri toplayamadığı, toplanan kalabalıkların sayıca düşük, ağırlıkla İslamcı ve cihatçı topluluklardan oluştuğu görüldü.

Saray rejimi, “darbeyi kahraman halkımızla beraber bastırdık” efelenmesinin gerçek bir karşılığı olmadığını, sonuçta bu Ordu’nun kendisine darbe yapabildiğini ve bundan sonra da yapabileceğini, hatta bu sefer emir komuta zinciri içinde yapabileceğini, ABD ve AB’nin böyle bir darbeyi açıktan desteklediğinde nelerin olabileceğini, darbe karşısında muhteşem halk ayaklanmasının gerçekleşmediğini, sürekli gerginlik ve çatışma politikasının kendi tabanının bir bölümünü de korkuttuğunu biliyor.

Şimdi Saray diktatörlüğü gücünü aldığı esas yere, devletin yeniden restorasyonu için yürüttüğü çalışmalara hız verecek. Başkanlık ve anayasa değişikliği meselesinin kısa bir zamanda gündeme gelmesi de beklenmelidir. Demokrasi kahramanı olarak yanında kalan cihatçı ve İslamcı topluluklara daha çok ihtiyaç duyacak. Tayyip Erdoğan’ın hafta boyunca sokakları terk etmeyelim çağrısı, militan kitle temeli kurma çabasının yanı sıra darbenin püskürtüldüğüne hala kendisinin bile inanmadığını göstermektedir.


Sokağa salınmış bu gericilik ise tabii ki karşılığını bulacak… (KUTAY MERİÇ – SENDİKA.ORG)
Daha yeni Daha eski