“Bugün ordu içerisinde darbe yapabilecek bir güce ulaşmış olması, son birkaç yıllık faaliyetle ilgili değildir. 50 yıllık bir geçmişi bulunan örgütlenmenin Gülen’in olağanüstü yeteneklerine ve birikimine bağlı olmayıp, esasen devlet tarafından aktif olarak desteklenmesinden ileri geliyor”
Sistemin bütün alanlarında örgütlenmiş olan Gülen Cemaati’nin “gizli” bir imparatorluk haline gelmiş olması, iç ve uluslararası alanda aktif olarak desteklenen bir yapı olmasından ileri geldiğini artık hemen herkesin gördüğü ve bildiği bir realiteyi oluşturuyor. ABD merkezli küresel güçler, bölgesel stratejiler için Gülen Cemaati’ni dünya çapında aktif olarak desteklediler. İçte bütün sistem partileri Cemaat’in etkili bir güç olması için gerekli desteği verdiler. 12 Eylül 1980 askeri darbecileri tarafından korunan Gülen; Demirel, Ecevit, Özal, Yılmaz ve Çiller gibi cumhurbaşkanları ve başbakanlar tarafından ekonomik-politik olarak çok yönlü desteklendi. Cumhurbaşkanının “Ne istedi de vermedik” sözü, AKP iktidarının Gülen Cemaati’ne verilen aktif desteğin ve devletin bütün kurumlarında önemli bir güç haline getirilmesinin çok açık bir itirafıdır. Bugün darbe girişimiyle oluşan ekonomik, politik ve toplumsal kaosun birinci derecede sorumlusunun, Gülen Cemaati’ne aktif desteği veren AKP iktidarı olduğu çok açıktır.
Bir kitle hareketi olmaktan çok devletin temel kurumlarında örgütlenmeyi esas alarak politik dengeleri kontrol etmeyi amaçlayan Cemaat’in lideri olarak bilinen Gülen için ordu ilişkileri her zaman öncelikli oldu. Bütün yaşamı boyunca nereye giderse gitsin ilk önce o bölgede yetkili olduğu subaylarla ilişki kurdu. Bunun bir tesadüf olmayıp esasen geçmişten bugüne kadar izlenen stratejinin en önemli halkasını oluşturmaktadır.
Gülen’in yaşamına dair bilinmeyenler bir yana, yaşamının kritik anlarında askeri güçler tarafından korunmuş olması da kendisine yüklenilen görevle ilişkilidir. Gülen’in askerler tarafından sürekli desteklenmiş olması karşılıklı çıkarlarla doğrudan ilişkilidir. Bugün ordu içerisinde darbe yapabilecek bir güce ulaşmış olması, son birkaç yıllık faaliyetle ilgili değildir. 50 yıllık bir geçmişi bulunan örgütlenmenin Gülen’in olağanüstü yeteneklerine ve birikimine bağlı olmayıp, esasen devlet tarafından aktif olarak desteklenmesinden ileri geliyor.
Bu bakımdan ağırlık merkezi Gülen ekibi tarafından oluşturulan darbe girişimi, herhangi bir tepkiden kaynaklanmayan uzun yıllara yayılan ideolojik-politik bir örgütlenmenin sonucudur.
Gülen’in subaylarla yakın ilişkisi
“Erzurum’da öğrencilik yıllarında Bediüzzaman’ın yanından gelen Muzaffer Arslan’ın sohbetlerine katılması üzerine risaleleri tanır ve bir daha da sohbetlere katılmaktan geri kalmadığını” belirtir. Ramazan nedeniyle Amasya, Tokat ve Sivas taraflarını dolaşarak vaazlar verir ve sohbetler yapar. Gittiği her yerde ilk işi devletin bölge yöneticilerinden biriyle ilişki kurması oluyor. Hem de çok kısa sürede bunu başarıyor.
Kırkıncı Hoca, bana, Selahattin ve Hatem’e ‘Bediüzzaman hazretlerinin yanından birisi gelmiş, akşam sohbet yapacak, oraya gidelim’ dedi. Teklifini hemen kabul ettik. Mehmet Şergil’in terzi dükkanına geldik. Burası, iki kilimden biraz daha genişçeydi. İlk gece veya ikinci gece orada bulunanlardan aklımda kalan isimlerden bazıları, Mehmet Şevket Eygi, Kırkıncı Hoca, Esat Keşafoğlu ve Osman Demirci’dir. Şevket Eygi, yedek subaylık yapıyordu. Esad Keşafoğlu ise o sırada üsteğmendi. Bediüzzaman Hazretleri, Muzaffer Arslan’a ‘şark’ı bir dolaş gel’ demiş o da Sivas, Erzincan ve Erzurum’u dolaşmaya gelmişti.
Bu toplantıya katılan isimlerin üçü dikkat çekicidir. O dönem yedek subay olarak görev yapan ve Gülen’in yakın dostlarından biri olan Mehmet Şevket Eygi, İslamcı yazar olarak dönemin Amerika’nın “anti-komünist stratejisini” Türkiye’de gündemleştiren ve CIA ile yakın bağları olan biridir. İkinci kişi ise, “Yeni Asyalılar Grubu”nun kurucusu olarak bilinen Gülen ile birlikte kendisini “Nurcu” olarak tanıtan Mehmet Kırkıncı’dır. Üçüncü kişi ise Yahudi kökenli olduğu söylenen ve CIA tarafından kontrgerilla eğitimi verilen Üsteğmen Esad Keşafoğlu’dur. ABD’nin çok özel olarak eğittiği ve Türkiye’de anti-komünizm stratejisini uygulamak için görevlendirdiği bir subayın Gülen ile yakın dostluğunun olması ve hatta teşvik eden biri olarak birlikte dini toplantılara katılması da çok dikkat çekicidir.
Gülen’in bütün yaşamı boyunca yürüttüğü bütün faaliyetlerde mutlaka subaylarla yakın bir ilişkisi bulunuyor. Hangi il veya ilçeye giderse gitsin, mutlaka iletişim halinde olduğu bir kısım askeri elemanlar var. Özellikle de askerler tarafından korunması da dikkat çekicidir. Ayrıca savcı, hakim, emniyet müdürü, komiser vs. çok yakın bağları var. Bu ilişkilerini açıklarken şunları belirtir; “Zaten Emniyet Amiri Resul Bey’le ileri derecede dostluğum vardı. Bazı hakim ve savcılarla içli dışlıydım.” Asker kökenli Vali Sabri Sarp ile iletişimleri gayet iyi. Askerlik şubesi başkanı “Karadenizli Albay ile yakın bir ilişki” içine gidiyor.
Gülen’in askerlik yaşamı da son derece dikkat çekicidir. Askerdeyken kontrgerilla faaliyetlerine uyumlu bir çalışma yürütüyor. “Teslim olduğumda zannediyorum 10 Kasım’dı. Mehmet Mutlu o zamanlar üsteğmendi. Zaten yarbaylıktan emekli oldu. Bizim bölük komutanı Yılmaz bey, onun Harbiye’den arkadaşıymış ve gelip beni bölük komutanına lanse etti. Ayrıca Kurmay Başkanı Reşad Taylan’a ben de Edirne’deki bir yakınından selam getirmiştim. Hatta benimle ona badem ezmesi göndermişlerdi. Cenabı Hakk’ın inayetiyle böyle korunmaya alındım.” Nizamiyeden içeri girer girmez, subayların korunmasına alınan Gülen’e bu ilgi, Allah’tan gelen bir yardım olmayıp, onun yürüttüğü ve yürüteceği dönemin kontrgerilla faaliyetlerinin aktif bir elemanı olmasıdır. Gülen Cemaati’nin ordu içerisindeki örgütsel ağının son 15 yılın biri ürünü olmadığı sanırım çok daha net anlaşılıyor.
Torpilli Gülen askerde istihbaratçı olur. “Dört ay sonra, Özmutlu’nun araçlığı ile beni de yüksek sürate ayırmışlar. Özmutlu, beni rahat ettirmek için böyle düşünmüş, telsizci olursam, eğitime, içtimaya çıkmam ve rahat ederim diye komutana söylemiş… Böylece yüksek sürate yazıldık. Halbuki benim kafamda Genelkurmay’da kalma planı vardı. Orada bir görev istiyordum; fakat olmadı.” Böylelikle İslamcı görünen Gülen’e, ordunun “laik subayları” tarafından özel torpilli telsizci olarak istihbarat görevi veriliyor. Böylelikle ordu içindeki bütün konuşmaları dinleme olanağına sahip oluyor. Bu görevin sıradan birine verilmeyeceği bilinir. Gülen Cemaati’nin istihbaratçılığı sanırım kendisinin bu işte görev almasıyla başladığı anlaşılıyor. Ayrıca Genelkurmay’da görev alma isteğinin olması da bir başka ilgi çekici bir noktayı oluşturuyor. Gülen’in Genelkurmay’da kalması düşüncesiyle, bugün ordu içerisinde yarattığı stratejik örgütlenme arasında bir bağın olduğu çok açıktır. Darbe girişimiyle açığa çıkan yüzlerce subay ve astsubayın Gülen’e olan bağlılıkları Genelkurmay içerisindeki örgütlenme stratejisinin en önemli halkasını oluşturduğu çok daha net olarak anlaşılıyor.
Gülen, Mamak’ta acemi birliğindeyken, tümen komutanlığında ilk namaz kıldıran imam olarak da tanınır. Hatta kendisinin deyimiyle mescit dahi kurar. “Bir de askerde iken mescit yaptık. Hayatında hiç namaz kılmamış insanlar dahi orada namaza başladılar. 200 kişilik mevcut varsa, yaklaşık 30 kişi devamlı namaz kılar hale gelmişti. Sinema salonunda Cuma namazı kıldırdım, Hutbe de okudum.” Din konusunda çok hassas olduğu söylenen ordunun en önemli birliğinde namaz kıldırması, hutbe okutması vaazlar vermesi, Gülen’in etkinliğiyle hiçbir ilgisinin olmadığı esas olarak ona biçilen görevle ilişkisi olduğu açıktır.
İstihbaratçı Gülen
Gülen, telsiz istihbaratçısı olarak İskenderun’a gider. Her ne kadar, kura çekimi sırasında iki kez üst üste Erzurum çıktığını söylese de peki inandırıcı değil. Bir askere dört kez kura çekimi yaptırılmaz. Üçüncüsünde Diyarbakır’ın çıktığını ama bu kez de subayların gönlünün razı olmadığını söyler. İskenderun’a gelişi ile çok yönlü faaliyetleri eşzamanlı yürür. “Komutanlarla aram iyiydi. Bir de Arif Başçavuş vardı ki, onun himayesini çok gördüm. Beni haber merkezine almıştı. Müstakil kalabileceğim bir şekilde arabayı ayarlamıştı.” Laik komutanlarla olan ilişkisi ona özel muamele edilmesini, özel yerde kalmasını sağlayacak özelliktedir. İlginç olan bir başka önemli nokta da, her hafta İskenderun Merkez Camii’nde vaaz vermesidir. Geldiği ikinci hafta vaazlarına başlar. Peki bir askerin gidip camilerde vaaz verebilmesi gücü nereden geliyor? Kimler bunu organize etti? Kendi söyleminde, verdiği vaazları dinleyen birçok subay varmış. Gülen nasıl bir görev üslenmiş ki, asker olarak, camilerde imamlık yapabildi.
Askerdeyken özel görevle Erzurum’da
Gülen, ABD’nin bölgede uyguladığı anti-komünizm stratejisini uygulamak için görevlendirilmiş biri olarak hemen her alanda faaliyetlerini yürütür. Özellikle halkın dini duygularını kullanmaya özel bir önem verir. Kendisine 3 aylık hasta raporu verilir ve Erzurum’a gönderilir. Öncelikli görevi anti-komünist mücadeleyi örgütlemek olarak belirlenir. Asker olarak geldiği Erzurum’da ikinci Komünizmle Mücadele Derneği’ni kurar:
…Ve yine bu devreye ait bir teşebbüs de Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derneği’ni açma teşebbüsümüz oldu. O güne kadar sadece İzmir’de vardı. İkincisi de Erzurum’da bizim gayretlerimizle açılacaktı… Bir arkadaşı İzmir’e gönderip tüzük getirttik. Derneği kuracaktık. Ben bir vaazdan sonra anons ettim ve gençlerle Caferiye Cami önünde toplandık. Gayemiz komünizme karşı örgütlenmekti. Dernek ve camii işlerinden anlayan bir akrabam vardı. O gelip bize yardım etti, bize yol gösterdi…
Bu görevini yerine getirdikten sonra Erzurum ve çevre illerinde propaganda faaliyetlerine devam eder. Dönemsel olarak provokasyonların devlet kurumları tarafından çok yaygın olarak kullanıldığı, halkın manevi ve dini duygularıyla oynanarak, anti-komünist mücadele stratejisine bir meşruluk kazandırıldığı bir süreçte, Gülen, bir er olmasına rağmen, zamanının önemli bir kesimini bu çalışmalara ayırır:
Yine ikindi vaktiydi. Cemaate ‘Yazıklar olsun size! Sizin dininizle, peygamberinizle alay edecekler, siz de kuzu kuzu oturup burada beni dinleyeceksiniz. Onlar ecdadımızın aziz ruhlarıyla eğlenecekler, siz de Müslüman geçineceksiniz’ gibi sözler söyledim. Cemaat birden ayağa kalktı, Ben ‘Yok, yok, bizim sokağa dökülmekle işimiz yok, Bu meseleyi başka yoldan haletmek lazım’ falan dediysem de dinletemedim. Yolda iltihaklarda olmuş. Büyük bir kalabalık sinemayı basmış. Hadise tamamen bütün Erzurumlarca benimsenmişti.
Bu provokasyon bir ön hazırlık aşamasını taşıyor. Provokatör ise asker olarak görevlendirilmiş Gülen’in kendisidir. Maraş Katliamı sırasında, aynı oyun oynanmış, bir sinema ateşe verilmişti. Gülen bunun tatbikatını Erzurum’da birkaç yıl önce denemiş ve başarılı olduğunu görmüştü.
Üç aylık izin süresi dolar ve hastalık gerekçesiyle bir aylık izin daha alır. Böylece 4 aylık süre Erzurum ve çevresinde çok boyutlu örgütlenmeler yapar. Bir başka gün yine camide “Deccal”ı anlatmaya karar verir:
Vaaz sırasında Deccal hakkında ne biliyorsam anlattım. Cami miting meydanına dönmüştü. Cemaat bazen heyecandan ayağa kalkıp oturuyor. Meğer istihbarat erkenden gelip kürsünün etrafını almış ve belki de konuşmaları kaybetmişler. Meğer benim gelip teslim olmam hadiseyi yatıştırmış. Yoksa gaye ikinci Menemen hadisesi çıkartmakmış. Askerlerden bir ikisi ‘Vurun şu herifi’ deyince halk bağırıp çağırmaya başlamış, Hava iyice gerginleşmiş. Bunlar olurken ben caminin içindeydim. Çıkıp da teslim olunca yapacakları bir şey kalmadı.
Bu olay toplumsal provokasyonun bir başka deneme alanını oluştururken, camiye gelen askerlerin, yine bir başka özel görevli bir askeri tutuklamasıdır. Gülen, tutuklandığı anda, hemen tümen komutanına bildirilir. Gülen’e göre tümen komutanı “milliyetçi bir insan”mış. Ona gidenler, “Efendim, bu arkadaş onların dediği gibi değildir, Biz vatanımızı, milletimizi, bayrağımızı ve tarihimizi sevmeyi ondan öğrendik. Ayrıca, derhal Ankara’ya Genelkurmaya gitmişler ve oradaki bazı paşalarla görüşmüşler.” Gülen’in kontrgerilla ve istihbarat tarafından ne kadar kıymetli olduğu anlaşılıyor.
Genelkurmay’ın devreye girmesiyle hemen serbest bırakılır ve İskenderun’da birliğine döner. İskenderun’a gelir gelmez, yine merkez camiinde vaaz verir. Halkın dini duygularını kullanarak tahrik eder ve bir bakıma yeni bir provokasyona hazırlar.
Bu nasıl Müslümanlık, bu otellerin çerçevelerini indirmek lazım gibi şeyler söyledim. Sert konuştum. Askeri elbisenin üzerine cübbe giyilmezken ben böyle bir kıyafetle vaaz veriyordum. Bir başka konuşmamda da ‘Devletin nizamı var, polisi var. Polis yapmazsa bu vazifeyi kim yapacak’ diye yine otellerdeki ahlaksızlıkla ilgili bir şeyler söylemiştim.
Erzurum’dan gelir gelmez, hem de asker elbisesi ile vaaz vermek ve halkı provokasyona getirmenin, Gülen’in cesaretinden kaynaklanmadığı bilinir. Böyle rahatça hareket etmesini sağlayan nokta, devletin kontrgerilla güçleriyle olan derin bağlarıdır.
Asker olarak camilerde vaazlarını süreklileştiren Gülen ikinci bir kez tutuklanır. Ancak Genelkurmay’ın müdahalesiyle hemen serbest bırakılır:
Lehimdeki umumi baskılar mahkeme heyeti üzerinde toplanınca hakimlerin tavırları değişti. Tümen komutanı ağırlığını koymuştu. Ankara’dan -Genelkurmay bn- ‘Mademki milliyetçi bir çocuk, bir meseleden dolayı onu niye bu kadar eziyorsunuz’ mealinde telefon ve telgraf gelmiş. Hiç beklemediğim bir anda, bana küfür yağdıran o binbaşı, elinde çanta, hapishaneye girdi. Daktilosunu da yanında getirmişti. Beni de müdürün odasına aldılar. Daha önce zorla aldıkları ifadeleri bir bir değiştirip, yerine mahzursuz ifadeler yazdılar. Sonunda da, ‘Bundan böyle hapishaneye atılmasını gerektiren bir şey yok. Çıkarın.’
Genelkurmay’ın, ordu ve tümen komutanların devreye girmesi, Gülen’in üstlendiği görevle ilişkilidir. Bu nedenle askeri açından suç görülen yasalar, kanunlar Gülen için geçersizdir. Bir asker olarak camilerde ve hatta bazen askeri elbisesinin üzerine cübbe giyerek vaazlar vermesi, sanırım ordu tarihinde tek örnek Gülen’dir. Peki, neden sorusunu sormak gerekir.
Gülen, Said-i Nursi’nin mezarını ortadan kaldıran General Tural’ın korumasında
Gülen’i koruyan önemli kişilerden biri de dönemin 2. Ordu Komutanı Cemal Tural’dır. Belki de dikkat edilmesi gereken en önemli ilişkilerden biri budur. Gülen şunları söyler:
Cemal Tural o sıralarda 2. Ordu Komutanıydı. Ve hakikaten milliyetçi görünüyordu. Barzani hareketini adım adım takip ediyordu. O günlerde, Güneydoğu’daki bazı evlerde, Barzani’nin resimleri asılıydı. Barzani her an halkı ayaklandırabilir şeklinde şayia vardı. Cemal Tural’a karşı duyduğumuz alaka biraz da Barzani’yi yakın takibe almasından dolayıydı. Şimdi durum ve tutumumuza bakınca bir kere daha şu tuhaflıkların karşısında hayrete düşüyorum. Dünkü şaki bugün eller üstünde.
Gülen’in Erzurum ve çevre illerindeki faaliyetleri çok daha net olarak ortaya çıkıyor. Barzani’nin etkisini kırmaya yönelik Türk-İslam çizgisi ekseninde dini faaliyetleri örgütlemektedir. Yani bir bakıma Kürtlerin tasfiye politikasının çok kapsamlı olarak uygulandığını ve Gülen’in de bunun önemli bir parçası olarak işlev gördüğünü ortaya koyuyor.
Ancak Cemal Tural’ın yaptığı çok önemli bir iş daha var: Said-i Nursi’nin mezarını yerinde kaldırıp kaybettiren kişi olarak bilinir. Gülen de bu durumu çok iyi bilir ama hiç bahsetmez. Said-i Nursi’nin Kürdi kimliğini çok bilinçli olarak arka planda tutar ve hatta yok sayar. Said-i Nursi’nin mezarını ortadan kaldıran generale duyduğu saygıyı vurgular. Bu çok açık bir çelişkiyi ifade eder. Ayrıca Gülen’in Nursi geleneğini takip ettiğine dair hiçbir somut veri yok.
Said-i Nursi’ye dair anılarında geçen tek bölüm şudur:
Üstad’dan Erzurum’a bir mektup geldi. ‘Mektup kime hitaben yazılmıştı? Üstad bu mektubu kime dikte ettirmişti?’ hatırlamıyorum. Fakat selam gönderdiği isimler vardı. Sonunda da Fethullah ile Hatem’e de selam deniyordu. Ben adımın zikredildiğini duyunca ayaklarım yerden kesildi zannettim; o kadar sevinmiştim. Hayatımda o derece sevindiğim çok az vakidir. Şimdi o mektup nerededir, kimdedir, onu da bilmiyorum. Ancak bu bana yetmişti. Sohbetlere gitmeyi bir daha terk etmedim.
Bunun dışında Said-i Nursi için söylediği bir pek bir şey bulunmaz. Nursi’den bahsederken, onun Kürt kimliğini yok sayar, inkar eder. Kendisini Türk gördüğü gibi, Nursi’yi de böyle göstermeye çalışır.
Gülen, askerliğinin önemli bir kesimini kışlanın dışında yapmıştır. 24 aylık askerliğin yaklaşık olarak 10 ayını farklı şehirlerde camilerde verdiği vaazlar geçirmiş veya komünizmle mücadeleyi örgütlemekle meşgul olmuştur. Bunun için de askerliği 34 gün erken bitirtilmiş:
İkinci bölük komutanı Mahmud Mardin adında bir yüzbaşıydı. Çok sert bir insandı. Meğer o da her zaman gelip beni dinliyormuş. Benim haberim yoktu. Ben disiplinden çıkınca hemen yanıma geldi. ‘Ben seni çok dinledim. Şimdi ben seni evine göndereceğim. Artık askerlik bitti. Ben tezkereni arkandan gönderirim’ dedi… Beni böylece 34 gün evvelinden saldılar, tezkeremi de arkamdan gönderdiler.
Gülen öyle ki, yaşamın her anı torpillerle geçiyor. Konuşmalarında öyle sözler söyler ki, dinleyen acır, üzülür, efkarlanır. Yaşamını öyle çileli anlatır ki, insan hayranlık duyar. Ama yaşamını az çok incelediğimizde bunun böyle olmadığını, bütün yaşamı boyunca devletin önemli güçleri tarafından korunduğunu, sahiplenildiğini görürüz.
Kontrgerilla eğitim kamplarını kuran Gülen
Gülen, hemen her dönem devlet gizli gücünü arkasında hissetmiştir. Bütün faaliyetlerinde gizli ilişkilerin özel bir rolü var. Örneğin, eğitim kampları olarak anlattığı süreç, bir bakıma devlet destekli kontrgerilla çalışmalarının bir parçası olduğu çok açıktır. Özellikle 1965-1980 yılları arasında, devletin kontrgerilla güçlerinin, toplum içerisinde anti-komünist propagandayı süreklileştirmek ve sivil faşist güçleri kullanarak devrimci harekete saldırmak için, askeri ve politik eğitim kampları kurdurduğunu biliyoruz. Gülen bu sürecin çok önemli bir halkasını oluşturmaktadır.
Gülen; Edremit, Buca, Avcılar, Kızılkeçeli bölgelerinde kurulan ve devlet tarafından da korunan eğitim kamplarında yüzlerce genç eğitime tabi tutuluyordu. Kampların amacını şu cümlelerle açıklar:
Bir inayet ve bir koruma altında olduğumuz apaçıktı. Umumi teveccüh ekseriyetteydi. Urfa’dan, Diyarbakır’dan bile talebe geliyordu. Komünizmin gemi azıya aldığı bir dönemde ona karşı, hem de böyle nizamı bir mücadele, geleceğin milliyetçi ve maneviyatçı tarihçilerini derin derin düşündürecektir.
Çok açık olarak belirtildiği gibi, bu kamplar, ABD’nin özellikle Ortadoğu ve Asya bölgesinde uygulamaya koyduğu “yeşil kuşak” stratejisinin somutlaşmış biçimi olan “komünizmle mücadele” politikasının Türkiye’de güncelleştirilmesinin bir parçasıdır. MHP’ye bağlı olarak kurulan ama esasen MİT ve CIA tarafından organize edilen “Komando Kampları” gibi Gülen öncülüğünde oluşturulan “İslamcı Kamplar” da birer kontrgerilla faaliyetidir.
12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında kısa bir süre tutuklanmasına rağmen, kampların faaliyeti kesintisiz olarak davam etti:
Benim tutuklu olduğum dönemde de, kamp hizmeti devam etmişti. Bu hizmet çok masumdu ve hedefi de gençleri komünizm ve anarşizmden koparmaktı… Ben kaldığımda Avcılarda kalıyordum. İlk sene kapasitemiz azdı. Avcılar’da 50-60 kişi vardı. Diğer iki kampta ise 70-80 kişi bulunuyordu. İkinci ve üçüncü senelerde Avcılar’ın kapasitesi daha da arttırıldı ve ortalama bu kampa 80-100 arasında insan katılabiliyordu.
Peki bu gücü nereden alabildi? Tutuklu olmasına rağmen, kamp eğitimlerini nasıl örgütledi? Kendi deyimiyle çevresinde çok az kişi kalmasına rağmen, bunu başarması devlet destekli bir politikadır.
MİT ve CIA desteğinde, komünizme karşı mücadeleyi öncelikli görevleri arasında gören Gülen, Türkiye’nin hemen her yerinde örgütlenir. Zaman zaman tutuklansa da, Ankara’daki üst düzey dostları vasıtasıyla her defasında paçayı kurtarır. Gülen’in kısa sürelerle cezaevine konulması, onu meşrulaştırma ve etki gücünü arttırmanın bir aracı olarak kullanılmasını sağladığı da çok belirgin olarak ortaya çıkıyor.
Askeri darbeleri destekleyen Gülen
Şeriat düzenini savunduğunu iddia eden Gülen’i en çok destekleyen ve koruyanlar da laik geçinen generaller oldu. Ordu ile stratejik bir ittifak içinde olan Gülen, hem 12 Mart 1971, hem de 12 Eylül 1980 askeri darbesini çok aktif bir tarzda destekledi.
Haziran 1980’de yani askeri darbeden yaklaşık olarak 3 ay önce, İzmir’de camide verdiği vaaz da, darbe çağrısı yapıyor:
İstihbarat duysun, emniyet duysun, askeriye duysun, başbakan duysun, riyaset-i cumhuriyet duysun. Polise, askere kurşun sıkan bu hainlere mahkemelerde gereken ceza verilmezse ne devlet kalır, ne millet… Bu nasıl iştir!.. Türkiye’de devlet ve hükümet yok mu? Ne oldu askere? Polisler Nerede? Marks’ın bayrağı altında mitingler yapıyorlar ve bunlara müdahale eden çıkmıyor! Aslında bunlar askeri de karşılarına almışlardır.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra yine bir cami vaazında yapmış olduğu ve daha sonra “Sızıntı” dergisinde yayınlanan konuşmasında şunları söyler:
Her milletin tarihinde asker bir tepe varlıktır (…) bir de anadan doğma asker-millet vardır. o, asker doğar, askerlik türkülerinden ninniler dinler ve asker olarak ölür. Âşıktır askerliğe, serhad boylarına, akına ve kavgaya (…) onun süngüsü, yüz defa iniltimizi dindirdi ve ateşimize su serpti. Yakın tarihimizde dahi kaç defa onda mazinin tebessüm eden çehresini ve yıldırımlaşan celadetini gördük… Eğer, atik davranıp da yıllardan beri hazırlanan karanlık emellerin önüne geçmeseydi, bütün bir millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı. Tuğa selam, sancağa selam ve ölçülerimiz içinde onu tutan yüce başa binlerce selam… Düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. içtimai bünyenin, harici bir kısım eraciften temizlenme, arındırılma ve aslına irca zaferi (…) ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihalerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.
Gülen Cemaati ile generaller arasında bir kısım farklılıklar olmasına rağmen ortak bir ittifak kurdular. Birbirlerinin çıkarları korudular. Bu nedenle, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra afişlerle aranan Gülen, İzmir’de camilerde darbeyi desteklemek için vaazlar verir. Dönemin Milli Güvenlik Konseyi Sekreteri Haydar Saltık’ın koruması altında, faşist darbeyi desteklemek için görevini sürdürdü. İlginç olan Türkiye’nin iç politikasının olağanüstü süreçlerinde, Gülen mutlaka, Ankara’da bir general tarafından korundu. Darbe girişiminden ortaya çıkan tablo da ise korunan Gülen’den liderlik yapan bir Gülen haline geldiğini görüyoruz.
Özal-Demirel-Çiller-Erdoğan dörtlüsü tarafından desteklenen ve devlet içerisinde stratejik bir güç haline getirilmesi için bütün olanaklar sunulan Gülen’in ordu içerisinde darbe yaptırabilecek kadar çok etkili bir konuma gelmiş olması, bütünüyle bir devlet politikası olarak uygulandı. Bunun birinci derece sorumlularından biri de “Ne istedin de vermedim” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Erdoğan-Gülen ittifakıyla, ordu içerisindeki tasfiyeler sağlanarak Gülen ekibinin hızla yükselmesine yol açtı.
Gülen’in devletin istihbarat örgütleriyle olan ilişkisi kamuoyuna açıklanmalı
Gülen’in yaşam tarihi tahmin edildiğinden çok daha karanlıktır. Kozmik odaların gizle yerlerinde Gülen’e ait çok büyük bilgilerin ve belgelerin varlığı biliniyor. AKP iktidarı, Gülen Cemaati’ne karşı çok kapsamlı bir operasyon yürütüyor. Ancak ilginç olan, Gülen’in Özel Harp Dairesi ve Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Dairesi ile olan derin ilişkilere ait belgeler, CIA ile olan özel bağlantılar, yer aldığı provokasyonların tamamı MİT’in dosyalarındadır.
Gülen’in ABD ikamet edilmesine izin verilmesinin bir nedeni var. MİT bunun nedenini çok iyi bilmesine rağmen açıklamaya cesaret edememesini neye bağlayabiliriz. Bir dönem Erdoğan’ın makam arabasını tesis ettiği Cemaat’in üst düzey savcılarının Almanya’da misafir edilmesinin bir nedeni olmalıdır? MİT bunları bilmesine rağmen açıklamaya cesaret edemiyor. AKP- Cemaat ittifakının arka plan pazarlıkları MİT tarafından dosyalanmıştır. Peki, neden açıklanmıyor?
MİT ve kozmik odalarda saklanan F. Gülen dosyası neden kamuoyuna sunulmuyor. Gülen’in kim olduğu, kimler tarafından desteklendiği, hangi güç ve olanaklarla sistemin bütün dengesini değiştirebilecek bir düzeye geldiğini gösteren MİT belgeleri açıklanmalıdır.
Peki, Cemaat’e karşı cadı avına çıkan iktidarın, Gülen dosyasını neden açıklamaz/açıklayamaz? Çünkü Gülen’in bir korku ve güç imparatorluğu kurmanın kendi kişisel gücünden değil devletin aktif desteğinden kaynaklandığı görülür. Açıklanırsa, gerçek suçlular açığa çıkar. En büyük suçlulardan birinin de bugünkü iktidar olduğu görülür.
Stratejik hedeflere bağlanarak çok kapsamlı bir tarzda örgütlenen Gülen Cemaati’nin gerçekleştirmek istediği darbe hiçbir şekilde desteklenmez/desteklenmemelidir. Gülen ekibi tarafından yapılmak istenen darbe, toplumun bütün toplumsal dinamiklerini hedeflediği çok açıktır. Bu bakımdan darbeye karşı çıkmak, sistemin mevcut politikalarının ya da AKP iktidarının cadı avına dönüştürdüğü operasyonlarının desteklenmesi anlamına gelmeyeceği açıktır. Bu konuya ilişkin değerlendirmemi bir sonraki hafta kaleme alacağım. (MUSTAFA PEKÖZ – SENDİKA.ORG)