"Darbe girişiminin Tayyip’in gücünü pekiştirdiği bir aldanmadır. Sadece ne kadar güçsüz olduğunu görmüştür Tayyip ve güçsüzlüğünün testi olmuştur darbe girişimi… Nitekim bunu Bülent Arınç veciz bir ifadeye kavuşturmuştur: 'Bana ahmak diyebilirsiniz, ama darbe olduğunu cumhurbaşkanı da aynı zamanda öğrendi'..."
Türkiye, 15 Temmuz’u 16’sına bağlayan geceden itibaren, en
erken kalkan askerin darbe yapmaya kalkışmasından değil, nesnel ve kurumsal
bütün koşulları hazır olduğu halde, rejim içi de olsa bir türlü esaslı bir
dönüşüm yaşayamamasından dolayı açık şekilde bir muz cumhuriyetidir.
Tayyip Erdoğan adındaki şahıs, her türlü aksi yapısallığa
karşın, bir çetenin başı edası ve ancak yeterliğiyle, kurumsal ve köklü olduğu
kabul gören bir devletin başında hâlâ kalabildiği için bu ülke bir muz
cumhuriyetidir.
Bu tabloyu, sözümona düzen dışı muhalefetinin çoğunluğu da
varlığıyla güçlendirmektedir.
“Seçilmiş” ile “atanmış” arasında, seçilmiş olanı önsel
olarak tercih edecek birinin devrimcilikle zerrece ilgisi yoktur. Ama bu muz
ülkesinde, devrimcilik sözü bu zihniyetle neredeyse iç içe geçmiş
görünmektedir.
Olağanüstü Hal’in ilan edildiği gün hâlâ darbecilerden
bahsetmek, açıklamalardaki protokoler sıranın başına veya sonrasına “darbe”
terimini koymak ve darbecileri telin etmek, Tayyip Erdoğan rejimine sunulan açık
çektir. O, istediği gibi harcasın diye.
Bugünün Türkiye’sinde OHAL ilanını hâlâ demokratik mantıkla
eleştirmek, içinde olunan an’ın dışına düşmektir. Demokrasi sözünün ekseni
Tayyip’in yanına düşmektedir bugün. Eleştiri, özellikle bugün, çatışma ve mücadele
terimleriyle yürütülmelidir. Mesele bu dehşetengiz ironiyi ortaya koymaktır.
Mızrağın sivri ucu baş düşmana
Darbe girişimi kötü içinde kötü değildi. Kötü içinde daha az
kötüydü. Bu elbette öznel bir destek gereğine işaret etmez, ama nesnel bir olanak
anlamına gelir.
Darbe girişimi, bir düşman kesimin baş düşmana yönelik bir
hamlesiydi. Bu anlarda, çatlak, her iki yana eşit basınçla değil, ancak baş
düşman tarafına yönelecek güçle derinleştirilebilir. Türkiye’de bu türden
anları manivela uygulayarak değerlendirecek devrimci güç yok. O halde yapılacak
olan, eldeki olanca gücü uygun kanala yöneltmek için uygun devrimci tutum
almaktır.
Bir devrimci şairin dediği gibi, fırınların vaktinde sadece
alevlere odaklanmalıyız. Alaşağı edilecek olan, baş düşmanın kendisiydi. Bu
kadar yalındı gerçek.
Bu yaklaşım, sağlam kılavuzunu İbrahim Kaypakkaya’nın
eserinde bulmaktadır.
Resmi ideolojisi olmayan bir ülke
Türkiye, ideolojiden yoksun bir devlet olduğu için bir muz
cumhuriyetidir. Kemalizmi resmi ideoloji tahtından indiren Tayyip Erdoğan ekibi
nafile çabalıyor ülke ve topluma bir resmi ideoloji ihdas etmek için… 15-16
Temmuz gecesi minarelerden yükselen ses, bir ideolojiyi kurmaya değil
başarısını kutlayacak bir eyleme çağırmaya ancak yetecek manevi güçteydi. Bu
çıkar çetesinin sıcak rant kaynakları dışında kendini teslim ettiği ne dini
vardır, ne imanı...
Ülkenin gelmiş geçmiş tek resmi ve iddialı ideolojisi olan
Kemalizm, yukarıda bulutların arasında bir yerlerde öylece duruyor. Darbe
girişimcilerinin bildirisindeki Kemalist ton da bu yüzdendi. Kemalizmden başka
bir ideolojik yeterlik ve dayanak yok muz ülkesinde… İşte bu da Kemalizmin
dramı. Kemalizm var ama Kemalistler yok. Kemalizm, kendini taşıyacak karakterde
özneler bulamıyor bir türlü.
Kemalist kurumsallık sürüyor ve Tayyip, başı her
sıkıştığında giderek daha belirgin şekilde bu kurumsallığa sığınıyor.
Ortada resmi ideoloji olarak topluma sunulacak Kemalizmden
başka uygun bir malzeme olmadığından Fethullahçılar bile Kemalizme fit
olabiliyor.
Müptezellerin elinde boş bir çuval derekesine indirilmiş
şekliyle Kemalizm, tarihsel yerindeki Kemalizme yetmiyor. TC, bu yüzden bir muz
cumhuriyeti haline gelmiştir.
Düşmanımız Kemalizme yazık; bu türden ekiplere kaldı!
Tayyip kanadı topluma sunacak bir ideolojik yapıdan
yoksunken, darbeciler ne durumda görünüyor? Darmadağın hale gelmiş darbecilerin
ideolojik çimentolarının zayıf, kendilerini bir ideolojinin kollektif
militanları kılmaktan henüz uzak olduğu anlaşılıyor. Bu haliyle bile, yarın
kurulacak düzmece mahkemelerde ideolojik savunma yapacak bir babayiğit,
Tayyip’e karşı burjuva demokrasisi mücadelesinin tarihine geçecektir.
Kürdistan Hareketinin demokrasi âlemindeki HDP sorunu
Bu parçalı toplumda ve bölünmüş ülkede, bir ideolojiyle
donanmış tek sosyo-politik varlık Kürdistan Hareketidir. Ama onun da şu
konjonktürde HDP adında bir sorunu bulunuyor. HDP, “demokratik siyaset”
alanının paçavraya çevrildiği şu günlerde dahi kendine bu alanın varlığını
telkin ediyor. Ama her küçük hamlesinde kapı dışarı ediliyor.
Darbeyi ilkesel olarak kınamayı marifet sanan, demokrasi
maskaralığında Tayyip’e siper olmaktan başka bir anlama gelmeyen bildiriye imza
atan bu politik oluşum, ülkenin organik ideolojiye sahip yegâne büyük gücünün
“demokratik siyaset” alanındaki temsilcisi. Bu alan yok olunca HDP’nin kendine
umutsuzca zeminler aradığı görülüyor.
HDP, oyuncak seçim hükümetine aşağılanarak azledilen
bakanları verdikten sonra, darbeye ilişkin de, aşağılanarak Tayyip’in gücüne
güç katmaktan başka bir iş yapamayacağını göstermiştir. CHP ve MHP’ye telefonla
teşekkür eden Tayyip, gayet yerinde bir tutumla bu şükranı HDP’den
esirgemiştir. Doğru olan Tayyip, eğri olan HDP’dir. İşte bu ironidir buraları
muz ülkesi kılan.
Büyük bir devrimci hareketin politik gücüyle Meclis’e
gönderdiği HDP, Tayyip’in seyirci çekemeyen opera binalarına dönüştürdüğü
Meclis’in darbecilerin bombasıyla demokratik canlanmaya uğrayacağını sandığı
için bu ülke bir muz ülkesidir.
HDP hâlâ “Toplumun çok büyük kesiminin darbeye karşı öfke
duymuş” olduğuna ve böylece “darbe karşıtı bir toplumsal uzlaşmayla demokrasi
yönünde adımlar atma tarihsel fırsatı”nın kaçırıldığına hayıflanıyor. Daha çok
hayıflanır!
Darbenin öznesi
Bilumum solcular, Tayyip’in söylemine uyarak darbenin “FETÖ”
tarafından yapıldığı iddia sırasına girdikleri için bu ülke bir muz
cumhuriyetidir.
Ampirik olarak ağırlıkla öyle olsa bile, darbenin failinin
Fethullahçılar olduğunu sanmak, Tayyip’in şeytanlaştırma operasyonunun nesnesi
olmaktır. Aksi yöndeki birçok veriye ve “katı Atatürkçü”lerin de katılımının
kesin olmasına karşın, ampirik gerçek ne olursa olsun, darbenin Fethullahçı
olduğunu söylemek Tayyip Erdoğan ekibinin zihinsel evrenine tutsak olmaktır.
Tayyip’in Fethullahçılarla çekişmesi, çok esaslı ve tehlikeli bir rakip olmak
yanında, toplumun modernist/laik kesimi dışındakiler üzerindeki öteki dinsel
grupları da kapsayan bir egemenlik mücadelesidir.
Darbeci ekibi, kişisel aidiyetleri ya da inançları değil,
kendilerini bağladıkları bildiri niteler. O bildiri de şudur: Gaflet, dalalet
ve hatta hıyanet içindeki otokratik iktidara karşı, laiklik ve evrensel hukuk
ilkeleri ile Atatürk’ün mirası izlenerek halkın mezhepsel ve etnik ayrımına
karşı terörle mücadeleyi üstlenecek bir devlet yönetimi!
Bu bildiri, darbeci kadroları oluşturanlar kimler olursa
olsun, Kemalizmin ideolojik alandan başlayarak kudretini göstermektedir. Bu
kudret yapısaldır ve özneler yaratan, kişileri sarıp sarmalayan ve kamusal
alanda tanımlayan niteliktedir. Darbe, aidiyetleri ne olursa olsun, ancak Kemalizm
tarafından özneleştirilebilen bir ekip tarafından uygulamaya konmuştur.
Kamusal ideo-politik kimlik bakımından Tayyip nasıl İslamcı
değilse, darbeciler de Fethullahçı değildir.
Darbeciler içeridedir, ama bildirileri tıpkı Kemalizm gibi
Türkiye devletinin üzerinde sallanmayı sürdürecektir.
Beleş kahramanlık öyküleri değil iç zayıflık
Darbenin başarısızlığı, Kemalizmin söz konusu yapısallığının
yeterince olgunlaşmadan harekete geçilmesindendir. Darbenin, iç bileşimindeki
sorunlardan dolayı başarısız olduğu, günler geçtikçe daha belirgin şekilde
görülüyor.
Dışarıdaki aktif varlıkları, pıstıkları kuytularda ve sinik
zihinleriyle izleme alışkanlığı olan Tayyipgiller, darbecilerin pek zayıf
olduğundan emin olduktan sonra efelenmeye başlamıştır. Sıkıştığında Avrupa’dan
sığınma istediği –herhalde– kesin olan ama “kefenlik gömlek”ten bahsetmeyi de
pek seven rakipsiz boş meydanların külhanını, sonucu ayarlanmış güreşlerin
pehlivanını al, devletine taparken gösterdiği barbarca enerjiyi ortaya sermek
dışında hiçbir özelliği olmayan kara kalabalıklara vur! Nazarında, beleş
kahramanlıkla beleş tayın arasında pek bir mesafe olmayan bir güruhtan söz
ediyoruz.
Başarı garantilendikten sonra ortaya çıkan yiğitlik. Teslim
olmuş, manen ve maddeten çözülmüş gruplara gösterilen yiğitlik. İmamı çetebaşı
olan bir cemaat bu kadar olur!
Muz demokrasisinin muz yiğitleri!
Kurumsal Kemalizmin, kendisi için kan ve can veren öznesi
olmadığı halde bir türlü ölemeyen, öylece duran varlığı bile Tayyipgillerden
güçlüdür.
Darbe girişiminin bastırılmasının “millet iradesi”nin
başarısı sanılmasından, öyle uydurulmasından, “millet”in bundan şehevî bir haz
duymasından dolayı Türkiye bir muz cumhuriyetidir. (Tabiî “kahraman polis
kuvvetleri” ile kahraman milletin bu gazla meydanı yarın yine boş bulacağı
beklentisi sonucu yiğitliği sürebilecektir!)
Meclis millî iradenin simgesi ha!
Darbecilerin çılgınlığının kanıtı “millî iradenin simgesi”
Meclis’in bombalanmasıymış!
Ankara’nın orta yerindeki o binanın, bunca olan bitenden
sonra hâlâ normatif bir değeri olduğu sanıldığı için; içinde kendini “milletin
vekili” sanan birtakım aymaz kimselerin azametle dolaşmasından başka hiçbir ama
hiçbir işe yaramayan bir yer iken, demokrasi düşmanı darbecilerce
bombalandıktan sonra demokrasinin simgesi haline geliverdiği için; Tayyip
tarafından gereksiz bir yer haline getirildiği hemencecik unutuluverip,
içindeki “lacili” zevatın kendini bir şey sanmasına ancak darbeci bombaları
neden olduğu için bu ülke bir muz cumhuriyetidir. O binanın, Tayyip’in
sarayının getir-götür işlerini yapanların doluştuğu basit müştemilat olmaktan
başka bir özelliği var mıydı da darbecilere lanet okunuyor!
Bombalanan yerler “demokrasi müzesi” olacakmış! Olanlara
fars (kaba güldürü) denebilir ancak!
Darbesevmez solculuk
Muz cumhuriyetinin yiğitleri, kahramanları var da,
akıllıları yok mu?
Darbeler artık tarih olmuşmuş! Halk artık darbelere sempati
duymuyormuş!
Bunlarla iddiaya tutuşacak değiliz. Bizim derdimiz, bu
akıllıların solcu ve sosyalist olanlarıyla…
Askerî darbenin artık Türkiye’de işlemeyen bir yol olduğunu
sanmak, geniş halk yığınlarının inisiyatifi ele almasından başka yol olmadığı
tekerlemesini gevelemek, ülkede burjuva demokratik kültür ve bilincinin
yerleştiğini sanmak muz cumhuriyetinin “akıllı uslu” evladı olmaktır.
Akıllı solcular, örgütlenmiş ve bilinçlenmiş bir halk
bekliyor. Ama bu arada “atı alan Üsküdar’ı geçiyor"! Politikanın gerçek ya
da gerçek olmaya yakın güçlerce yapılacağını; varsayılan, vehmedilen ve sanal
güçlerle gerçek güçlerin karşı karşıya gelemeyeceğini, darbeye ve Tayyip’e
karşı üçüncü yol açıklaması yapan büyük iddialı politik partilerin yetkili
kurullarına anlatmaya değmez. Darbe gecesi fiilen ne yaptıklarına bakmak yeter.
Soyut darbe düşmanlığı soyut bir solculuktur ve bunların
somut yeri, Tayyip’in yanı yöresindeki eleştirel koltuklardır.
Solcu ve sosyalistler, darbecilerin somut olarak ne
yapacağını bilen müthiş öngörülerinden mi, 12 Eylül’de takılıp kalmış
belleklerinin marifetinden mi, liberal kitap erbabının etkisinden mi hevesle
darbe kınama kuyruğuna giriyorlar! Karşıdaki somut düşman belliyken, ondan
darbe üstüne darbe alırken, davranışlarıyla ilgili kabuslar görülen bir darbeye
karşı cephe savaşı açıyorlar.
15 Temmuz’daki darbe girişimcileri ne vakit gerçek bir
düşman haline geldi de bu kadar hevesle kınanıyor! Düşmanları, seçilmiş ve
seçilmemiş olmalarına göre öncelikleyenlerin, kendilerini idealleştirilen Batı
demokrasisinin kurumlarına raptetmiş olanların yapacağı bir işlemdir bu;
devrimi hedefleyenlerin değil.
Yurdum solcuları
Demokrasinin ancak farsının geçerli olduğu bir yer iken,
Türkiye adındaki ülkede, “demokrasi zaferi”nin gerçekleşebileceği sanıldığı ve
buna inanıldığı için, hukuk adındaki “incir yaprağı”nın esamesinin bile
okunmadığı için, Tayyip’i yıkmaya yönelik darbeye karşı halkı sokağa çağıran
solcuları olduğu için bu ülke bir muz cumhuriyetidir.
Darbenin başarısızlığını, hangi boyuttan olursa olsun,
topluma mal eden sosyalistlerin olduğu, başarısız girişimin “büyük bir
demokrasi özlemi açığa çıkardığını” sanan sosyalist ahmaklar olduğu için muz
cumhuriyetidir. Muz cumhuriyetinin muzcu solcuları ve sosyalistleridir bunlar…
Azıcık akıllarını, yedikleri “demokratik siyaset” lokmasının esrikliğiyle
kaybeden solculardır bunlar…
Her türlü darbeye ilkesel bakımdan karşı olduğunu ilan
etmeyi solculuğun amentüsü sananların; tarihten, teoriden ve politik güçler
ilişkisinden bihaberlerin solcu köşe başlarını tutması ancak devlet
kurumlarındaki ve ülkedeki toplam özellikle açıklanabilir. “Yurdum insanı”nın
solcu çeşidi.
Sokaklara sürülmüş kara kalabalıktan demokrasi çıkaran,
“sosyolocik politika” meraklısı akılcığını peynir-ekmekle yemişlerin bulunduğu…
Baş düşmanı, burjuva ufku çerçevesinde yıkmayı amaçlayan bir
girişimi, ezberden lanetleme kuyruğuna giren ve kendini liberal düşmanı sanan
bayağı liberal solcuların olduğu…
Politikayı, kendinden menkul birtakım ilkeleri izlemek sanan
gafil olarak yaptığıyla, 15 Temmuz konjonktüründe Tayyip’i kutsadığını
anlamayanların olduğu…
Kendi dahliyle olmasa bile, baş düşmanın alaşağı edilmesinin
hayrını göremeyenlerin olduğu…
Darbecilerin TRT’de okuttuğu bildiriyi dinlemeye bile
demokratik değerleri mucibince tahammül edemeyen solcuların olduğu ve solculuğu
tayin ettiği bir ülkedeyiz.
Kürsülerde ve onların gözü önünde hâlâ “darbelere karşı
demokrasi bilinci” oluşturmaktan söz eden gafil “vekil”lerimize kovulmaktan
başka bir şey düşmüyor. Bunların oyununda yer almak zavallı bir arzuhalci
olmaktan başka bir şey değildir. Tayyip’e demokrasi ve demokratlığın kırıntısı
olsun düşen bir oyun muz oyunudur.
Bu konjonktürde rejim politikasına katılım anlamına gelecek
her işlem, muz cumhuriyetinin muzlarından biri olmaya gönüllülüktür. Bu
konjonktürde, “darbe” sözcüğünü olumsuz, “demokrasi” sözcüğünü olumlu anlamda
kullanmak muz cumhuriyetinin muzu olmaktır. Günün “yetmez ama evet”çiliği budur.
Darbenin demokrasi talebiyle yapıldığı bir ülke. Bu ortamda,
hâlâ halkın demokrasisinden bahseden solcuların varlığı, olsa olsa muzun üstüne
yerleştirilen sahte krema kabilindendir.
“Ne Sam ne Saddam”dan “Ne darbe ne Saray”a
Darbe gecesinde, sosyalist kesimler yaygın olarak, olayın
sırrını çözmüşçesine, “Ne darbe ne Saray!” dediler… Eski yıllardaki gibi, “Ne
Sam ne Saddam” dercesine ve yaptıklarının üçüncü bir yolu işaret etmek olduğunu
sanırcasına…
Oysa hiçbir an, darbe ya da Tayyip seçeneği olmadı. İlk bir
saatten itibaren darbenin pek zayıf olduğu belli oldu ve artık darbecilere
karşı gelişen her tepki, “Ne darbe ne Saray” diyen her söz, nesnel olarak
ağırlıkta olana yani Tayyip’e destek anlamına geldi.
Üçüncü yolculuk güya bir radikalizm gösterisi olarak
sunuluyor. Her şeyin zamanı ve yeri vardır. Bugün üçüncü yolculuk denilen, “Ne
Sam ne Saddam” ile “yetmez ama evet”in bir sentezinden başka bir şey değildir:
Nasıl Saddam’a karşı Sam’in safında olunmuşsa, şimdi de Tayyip’in arkasında saf
tutmak!
Üçüncü yol olarak halkın örgütlülüğü ve mücadelesinin
sunulması, elmaların karşısına armudun kendisini bile değil sözünü koymaktır.
Gerçek güçlere karşı hayal gücü!
Muz üzerindeki Tayyip
Darbe girişiminin Tayyip’in gücünü pekiştirdiği bir
aldanmadır. Sadece ne kadar güçsüz olduğunu görmüştür Tayyip ve güçsüzlüğünün
testi olmuştur darbe girişimi… Nitekim bunu Bülent Arınç veciz bir ifadeye
kavuşturmuştur: “Bana ahmak diyebilirsiniz, ama darbe olduğunu cumhurbaşkanı da
aynı zamanda öğrendi.”
Tayyip Erdoğan’ın boşa koysa dolduramadığı, doluya koysa
aldıramadığı umutsuz çabası tam hızla sürüyor. Devletin onbinlerce görevlisi
kapı dışarı ediliyor. Ne yaparsa yapsın, “kahtı rical”le (adam kıtlığı) karşı
karşıyadır ve eli kolu bağlıdır. Hep başkalarına, devletin kapısında öteden
beri duranlara Kemalistlere, liberallere, milliyetçilere muhtaçtır… Tayyip,
kara kalabalıklarını bir günde “ak”layamayacağına göre, elde olanlarla yetinmek
zorundadır. Bu, ağır bir döngüdür. Dün Fethullahçılarla Kemalistleri tasfiye et,
bugün Kemalistlerle Fethullahçıları tasfiye et; peki yarın kiminle birlik
olacak? Kuyruğunu kovalıyor sürekli olarak…
Kemalistler, bu tıynetsiz ekibe yenildiği için bu ülke muz
ülkesidir. Kemalizmi bir mücadele ideolojisi olarak değerlendiremeyen konformist
ve çürümüş Kemalistler olduğu için bu ülke bir muz ülkesidir. Bu tıynetsiz
ekip, eline altın tepside sunulmuş bir devleti bile yönetmeyi beceremediği için
bu ülke bir muz ülkesidir. Bu tıynetsiz ekibe şöyle okkalı bir tokat
atılamadığı için bu ülke bir muz ülkesidir. Ve, yönetemeyerek yönetmeye
çabalayan bir Tayyip olduğu için tepesinde, bu ülke bir muz cumhuriyetidir.
Muz cumhuriyetinin Marksisti olmak
Marksizmi, bu kudretsiz ortamın sıradan bir parçası haline
getirmemeye yükümlüyüz.
Aksi halde, Marksizm, nereden devşirildiği belirsiz soyut
birtakım ilkeleri uygulayan misyonerlerin elinde kaybolup gidecektir.
Marksizmin kaderi; somut politik olaylara devrimci bir tutum
geliştiremeyen, tutumunu taktik uygulama haline dönüştürecek bir kudrete sahip
olamayan, düşmanları arasında ayrım yapmayı ve öncelikli hedefe vurmayı
beceremeyen, ayrımı düşmanın şu ya da bu kanadının kuyruğuna takılmak sanan,
ama buna karşın yine de illa bunların birinin ardına takılan Marksistlere
bırakılırsa…
Marksizmin kaderi; Marksizm ile liberalizmi ikinci lehine
karıştıran, 27 Mayıs darbesiyle 12 Mart ve 12 Eylül darbelerini liberal
Marksist teorisyenlerden öğrendikleri iki süslü lafa kanıp aynı ve özdeş sanan
Marksistlere kalırsa…
Ve nihayet, bu çalışma boyunca dile getirilen görüşleri,
bırakın Marksist, solcu bile saymayacak kalabalıkların kanaat oluşturucularına
kalırsa Marksizmin kaderi; muz cumhuriyetinin birbiriyle çekişen kendinden
hoşnut ahalisi arasına çoktan karışılmış demektir.
(METİN KAYAOĞLU – TEORİ VE POLİTİKA)