HIDE

GAZETE DEMOKRAT / EKONOMİ

GRID_STYLE

SON HAVADİS

SHOW_BLOG

Darbe sonrası Türkiye: Neo-faşizmle Bonapartizm arasında – Cihan Tuğal

Şu anda, sokaklardaki rejim yanlılarının sayısı veri alındığında (ve askerler bir kez daha ulusun düşmanı ilan edilmişken), rejim içindeki f...

Şu anda, sokaklardaki rejim yanlılarının sayısı veri alındığında (ve askerler bir kez daha ulusun düşmanı ilan edilmişken), rejim içindeki faşist aktörler kitle seferberliğini süreklileştirme ve ülkeyi daha totaliter bir istikamete götürme imkanına sahipler


Türkiye hükümeti – ölü sayısının 300’e ulaştığı- Cuma darbesini ezdikten sonra, şimdi şu ana kadarki en büyük temizlik kampanyasını başlattı: ordu ve sivil bürokrasi binlerce muhaliften temizleniyor. Durum ironilerle dolu. Kimilerine göre modernist, hoşgörülü İslam’ın dünya çapındaki liderlerinden biri olan Gülenciler cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından bir zamanlar İslamcı demokrasinin modeli olarak kutsanan bir rejime karşı en büyük darbe girişimini sahneye koymakla suçlanıyor.

Ancak en önemlisi, anti demokratik bir rejime yönelik bu anti demokratik girişimin rejimi olası en berbat yöne itmesi muhtemel. Türkiye rejimi, bir süredir, düşmanlarını bastırmak için kitleleri ürkekçe seferber ediyordu. Artık çekingenliğini bir kenara atabilir.

Topal bir darbe

Bu noktada tüm önemli olguları elde edebilmek mümkün değil, ancak Erdoğan ordu içindeki Gülen yandaşlarını darbeyi başlatmakla, diğer askerler ve sivillerin desteğini almakla suçladı. Ancak, darbe yanlısı eğilimleri ile bilinen kimi askeri personel bile, tıpkı parlamentodaki muhalefet partileri gibi, girişimi birkaç saat içinde eleştirdiler. Ayrıca darbeye katılmayan Kemalist askerlerin sayısının da katılanları büyük bir farkla aştığı görülüyor. Bazı askerler, tam da ne kadar yalıtılmış olduklarını anladıklarında teslim olmaya başladılar. Kimileri ise büyük bir umutsuzluk içinde, bugüne kadar (başarılı veya başarısız) hiçbir Türkiye cuntasının aklına bile gelmeyen biçimde, parlamentoyu bombalamak dahil, tiksindirici eylemler gerçekleştirdiler.

Darbe blokunun kırılganlığı ve çılgınlığa yakın ruh hali panikten kaynaklanıyor gibi görünüyor: önde gelen bir Gülen uzmanı ve araştırmacı gazeteci olan Ahmet Şık, hükümetin ordudaki yüzlerce Gülen destekçisini tutuklamak üzere 16 Temmuz için büyük bir operasyon hazırlığında olduğunu ileri sürüyor. Gülenciler ana ittifakları inşa etmek ve daha sistematik bir darbe planlamak açısından planı çok mu geç öğrendiler?

Yine de darbe girişimi o kadar kötü sahneye konuldu ve gerek elit gerek popüler destek devşirmekle o kadar az ilgilendi ki, çeşitli komplo teorileri tamamen göz ardı edilemez (birçok Kemalist ordu sempatizanı hükümetin top yekun baskının gerekçesi olarak darbeyi kendisinin organize ettiğine inanıyor). Şu an için darbenin kesin mekaniği hakkındaki ayrıntılar spekülasyondan ibaret olabilir, özellikle de şu an bütün taraflar yoğun biçimde parmak sallamakla meşgulken. Ancak başarısız darbenin en olası sonuçları neler olabilir?

İslamcı reformasyon hayalleri artık bitti

Gülencilerle başarısız darbe arasındaki bağlantı Gülen cemaatini yakından izlemiş ve demokratik ehliyetleriyle ilgili küresel heyecana karşı direnmiş hiç kimse için sürpriz olmaz. Hareketin kurucusu, vaiz Fettullah Gülen, Türkiye tarihindeki en kanlı cuntayı (1980 Eylül-1983) tüm kalbiyle desteklemiş ve ayrıca bir başka askeri müdahalenin yarattığı sivil hükümeti de (1997 Şubat) selamlamıştı. Gülen’den kuşku duyulması için başka nedenler de mevcut: izleyicilerinin sistematik ancak gizli biçimde önemli resmi kurumlara sızdığına inanılıyor. Ayrıca, Erdoğan’ın Kemalist askerlerden oluşan orduyu yapabildiğince boşaltmasının ardından rejim orduyu Gülen izleyicileriyle doldurarak onun eline bakmaya başladı.

Akademisyenler, gazeteciler, diplomatlar ve siyasetciler Gülen’in devletçiliğini on yıllarca görmezden gelerek, bunun yerine kendisini Türkiye’deki İslam’ın en sivil yüzü olarak pazarlamayı seçtiler. Diğerleri ise kendisini İslam tarihindeki en büyük reformcu: Martin Luther’in Müslüman versiyonu olarak sunacak kadar ileri gittiler.

Gülen taraftarlarının kendilerini ilkeli demokratlar yerine iktidar düşkünleri olarak sunmalarıyla birlikte, Türkiye rejiminin oldukça nahoş biçimde yarılmasının ardından, bu kahramana inanmak zaten artık iyice zorlaşmıştı. Gülen 2016 darbe girişimine doğrudan katılmamış olsa bile, artık öylesine yıpranmış bir imaja sahip ki artık kimsenin onu ciddiyetle Martin Luther olarak adlandırması mümkün değil. İslam Reformasyonu hayalleri de bir kez daha çökmüş durumda.

Neo-faşizme doğru mu?

Türkiye rejimi son birkaç yıldır sağcı Bonapartizmin aşırı bir versiyonu ile (son dönemde) neo-faşizm adını verdiğim durum arasında tehlikeli biçimde salınıyor.

Bonapartizm kitle eylemine sadece zaman zaman başvuran yukarıdan aşağıya bir diktatörlüktür. Bonapartist kitleler örgütsüzdür ve tutarlı bir ideolojiye sahip değildir. Tersine, faşist rejimler, kitlelere daha organik biçimde yaslanırlar. Kitleleri örgütlüdür ve rejimle ideolojik anlamda daha büyük uyum içindedir.

İki savaş arası İtalya ve Almanya’sının klasik faşist rejimleriyle kıyaslandığında, Türkiye rejiminin (İslamcı) sivil kökleriyle daha sıkıntılı bir ilişkisi vardı (Erdoğan hükümeti ilk yıllarında İslamcılığı aleni biçimde inkar etmişti). Yine de yeni rejim daha önce hareketsizleştirdiği kitleleri adım adım yeniden kendisine eklemledi ve yeniden harekete geçirdi.

Son birkaç aydır, Türkiye rejimi bir kez daha, kitle seferberliği vurgusundan vazgeçerek Bonapartist bir yöne kayıyordu. Bir yandan da modern otoriterizmin üçüncü yerleşik biçiminin (askeri diktatörlük) öğelerini kendisiyle eklemliyordu: özellikle de Kürt yanlısı HDP’nin Haziran 2015 seçim zaferinden sonra, Erdoğan orduyu muhaliflerine karşı amansızca kullanmaya başladı. Ancak şu anda, sokaklardaki rejim yanlılarının sayısı veri alındığında (ve askerler bir kez daha ulusun düşmanı ilan edilmişken), rejim içindeki faşist aktörler kitle seferberliğini süreklileştirme ve ülkeyi daha totaliter bir istikamete götürme imkanına sahipler. Şu an itibarıyla, bu şanslarını tüketmiş değiller.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın halkı sokaklara çıkmaya ve askeri isyancılarla karşı karşıya gelmeye çağırmasından sonra, ülkenin her yerindeki camiler de yurttaşları darbeye karşı durmaya çağırdı. Kent merkezlerinde, ilçelerde ve şehir içlerinde, insanlar Türk bayrakları asarak tanklara tırmandılar. Çekilen fotoğraflar ve videoların Tiananmen Meydanı’nda tankları engelleyen Çinli öğrencilerin görüntüleri gibi ikonik görüntüler haline getirilmesi muhtemel.

Ancak bu kitleler, bundan çok daha fazlasını yaptılar. Bazı illerde (darbe girişimiyle hiçbir ilgisi olmayan) HDP binalarına saldırdılar. İçki içenleri tartakladılar. Alevi mahallelerinde ve ilçelerinde çatışmalar yaşandı. Bunlar kimilerinin halkın demokratik rejim savunusu diye kutladıkları olayların karanlık yüzünü oluşturuyor.

Türkiye’deki bu yeni “anti-militarist” kitle seferberliği 2013 hükümet karşıtı Gezi protestolarından bu yana, askeri personeli olduğu kadar azınlıkları, içki içenleri ve her türden muhalifi hedef alan (bir karşı devrim olarak) inşa ediliyordu. 2015 Ekim ayında Ankara’da 100 barış aktivisti IŞİD bağlantılı bir bombalama eylemiyle katledildi. Tanıklar polislerin hayatta kalanların üzerine biber gazı attığını ve yaralılara ulaşmaya çalışan ambulansları engellediğini gördüler. Bu trajedi şimdi ölülere karşı kitle seferberliğiyle katlanmış durumda: son darbe karşıtı kutlamalar sırasında, “demokrasi yanlısı” kitleler Ankara kurbanları anıtını tahrip ettiler. Bu kitlelerin neye sempati duyduğu hakkında hiçbir soru işareti yok.

Başarısız darbe girişiminin ardından yapılan en karamsar öngörüler girişimin Erdoğan’ın her şeye kadir başkanlık arzusunu nasıl tatmin edeceğine odaklanmış durumda. Türkiye’yi bekleyen tehlike ise bundan çok daha büyük.


[18 Temmuz tarihli opendemocracy.net sitesindeki İngilizce orijinalinden Sendika.Org tarafından  çevrilmiştir.]

Business News