"İkide bir “aslında bir muhalif olduğunu” vurgulama gereğini duyan Erol Mütercimler’de dün muhaliflik adına tek nebze bir şey görmedim. Tam tersine, “Tayyip Erdoğan’la aynı safta olduğunu” vurgulayarak yeteneksiz yandaş katılımcıları gereğinden fazla mutlu etti. Dahası, darbe konusunda yaptığı tahminler de tamamen atmasyondu. Eğer başarılı olsalarmış kesin 15 bin ölü olurmuş. Tamam, ben tahminde bulunmaya bir şey demiyorum da, “15 bin” rakamının bu kadar fütursuzca telaffuz edilmesi sadece desteksiz atmanın göstergesi değil mi? Nereden bildin? Neden 10 bin ya da 20 bin değil de özellikle 15 bin. İnsan karınca sayarken bile daha özenli davranır. “Binlerce” falan desen tamam, genel bir akış içinde yutulabilir, hatta mantıklı bile bulunabilir. Fakat böyle kesin rakamlar ileri sürmek, hem HalkTV’de hem de Kanal 24’de aynı gün gösteriye çıkan bir “trapezcinin” işi olabilir ancak"
ETİK!!!
İşte zamanımızın en bol kullanılıp en az benimsenen bir
kavramı daha.
Etik dışı tutumlar daha okul sıralarında öğretmenler
tarafından aşılanır. Öğretmenler –tutarlı ve saygın öğretmenleri tenzih
ederim-, öğrencileri birbirlerinin ihbarcısı yapmak için her türlü hileye
başvururlar. Bazen otoritelerini kullanırlar, bazen mağdur öğrencilerin
haklarının savunucusu rolüne bürünürler.
Örneğin, sınıfta bir arkadaşınızın kalem kutusu çalınmıştır.
Bunu yapanı gören ya da duyan bazı öğrenciler olmalıdır mutlaka. Bu noktada
öğretmen, derhal ihbar mekanizmasını harekete geçirir. “Çocuklar” der, “kimin
yaptığını biliyorsanız bir kâğıda yazıp katlayın ve bana verin. Ben şimdi
çıkıyorum. Beş dakika sonra gelip kâğıtları toplayacağım. Eğer kimin yaptığını
bildiğiniz halde yazmazsanız bütün sınıf cezalandırılacaktır.”
Böylece gencecik insanlar, hiç tereddüt edilmeden, ömürleri
boyunca vicdanlarında arkadaşlarını ihbar etmenin açtığı yarayla yaşamaya
mahkûm edilirler. Elbette bunu söylerken, karakter zaafı gösteren öğrenciyi de
tamamen masum görüyor değilim. O yaşta bile (hatta belki özellikle o yaşta)
insanda dürüstlük, gammazlamaya karşı olmak, dayanışma duyguları güçlüdür.
Öğretmenin bu duygulara darbe indirmesine isyan etmeyen genç bir insanın daha
sonraki hayatını –eğer olağanüstü bir uyanış olmazsa – tahayyül etmek zor
değildir. Böylece ihbarcı bir ahlâk (ahlâksızlık) içimize yerleştirilir. Bu tür
bireylerden oluşan bir toplumdan gelin de hayır bekleyin.
Birkaç gündür televizyonlarda oluşan emekli subay
enflasyonunu izliyorum. Bu emekli subaylar, geçmişte AKP iktidarının yönlendirdiği
Fetullahçı polisin sahte delil üretme ve güdümlü basının ihbar faaliyetlerinin
sonucu olarak gadre uğramış Ergenekon ve Balyoz sanıkları. Ne tanıdığımız ne de
herhangi bir toplumsal bağımız olan bu insanları sahte delile dayanan polis
provokasyonlarına karşı savunmuştuk. Şimdi roller değişmiş bulunuyor. Şu anda
geçmişin mağdurları günümüzün mağdurlarının ihbar edilmesinde kullanılıyor.
Bakın bir şey anlatayım. Şu anda masamın camının altında
duran, yirmi yıldır sakladığım ve yanımdan ayırmadığım küçük bir kart vardır.
Üstünde Panagulis’in resmi ve Yunanca yazılar bulunan bir kart. Gazeteci
Orianna Fallaci’nin Bir İnsan (Arkadaş Yayınları) kitabını okuyanlar tanır onu.
Alexandros Panagulis, Yunan ordusunda bir subaydır. Albaylar cuntasını devirmek
için düzenlenen bir karşı darbe teşebbüsünden dolayı tutuklanır ve ağır
işkenceye uğrar. Tabutluk gibi bir hücrede yıllarca tutulur. Sonunda cunta
devrilir ve sıra cuntacıların ve işbirlikçilerinin yargılanmasına gelir.
Panagulis’i, yargılanan işkencecilerin davasına tanık olarak çağırırlar. Gider
oraya Panagulis, fakat tanık kürsüsünden söylediği sadece şudur: “Bu bir sistem
sorunudur, işkencecileri yargılamak kolaydır, ne var ki işkenceyi üreten
mekanizma yeni kurbanlara işkence yapmak üzere halen işbaşındadır.”
Panagulis’in karşısına işkencecisi çıkarılır. “Bu mu sana işkence yapan?” diye
sorulur. Panagulis, işkencecisine dalgın gözlerle bakar ve sonunda, “bu değil”
der, “bu olsaydı da size söyler miydim, emin değilim.” İşte gerçekten erdemli,
gerçekten etik duruş budur. Bu günlerde en çok okunması gereken kitap
Fallaci’nin bu kitabıdır sanırım.
Balyoz ve Ergenekon mağduru subaylar televizyonlara çıkmış,
sayıp duruyorlar. Tamam, kendilerine yapılan haksızlıkları söylesinler elbette,
buna kimse bir şey diyemez. Evet ama isim vererek başka mağduriyetlere yol
açmak ne demek oluyor. Ayrıca kime isim veriyorsunuz? O isim verdiğiniz ve
şikâyetinizi ilettiğiniz kişi ya da kişiler, sizi mağdur eden mekanizmanın
başında değiller miydi? Bunu belirtmeden geçmeniz doğru mu?
Hele bir de Erol Mütercimler gibileri var. Kanal 24’e
çıkmıştı dün gece. Bundan önce, öğlenleyin de Halk TV’de Ayşenur Arslan’ın
programındaydı. Bravo doğrusu, görüyoruz ki, “milli mutabakat” (Zaten stüdyoda
arkasına fiyakalı bir dalgalanan Türk bayrağı yerleştirildiği de gözümüzden
kaçmadı) Erol Mütercimler’in şahsında gerçekleşmiş. Kanal 24’ün, isimlerini
öğrenmeye bile değmez moderatörü ve katılımcılarıyla öyle bir sarmaş dolaş oldu
ki Erol Mütercimler, doğrusu Doğu Perinçek’i bile yaya bıraktı. Üstelik kendi
taraftarı olan “Beyaz Türkleri” de aşağılayarak. Efendim, kabarık, sarışın
saçlı hanımefendileri bir türlü ikna edemiyormuş darbenin niteliği konusunda.
Bir keresinde Moda’da bir kitabevinin önünden geçerken büyük bir kalabalığın
kitabevini doldurduğu gibi neredeyse dışarı taştığını görmüştüm. Merak
saikiyle, “kim var içeride?” diye sormuştum. “Kabarık, sarı saçlı bir
hanımefendi” büyük bir övünçle, “Erol Mütercimler” diye yanıtlamıştı beni. Alın
görün Erol Mütercimler’inizi işte! Kendine kürsü sağlayan yandaş bir kanal
bulduğu an taraftarı hanımları nasıl da harcadı.
İkide bir “aslında bir muhalif olduğunu” vurgulama gereğini
duyan Erol Mütercimler’de dün muhaliflik adına tek nebze bir şey görmedim. Tam
tersine, “Tayyip Erdoğan’la aynı safta olduğunu” vurgulayarak yeteneksiz yandaş
katılımcıları gereğinden fazla mutlu etti. Dahası, darbe konusunda yaptığı
tahminler de tamamen atmasyondu. Eğer başarılı olsalarmış kesin 15 bin ölü
olurmuş. Tamam, ben tahminde bulunmaya bir şey demiyorum da, “15 bin” rakamının
bu kadar fütursuzca telaffuz edilmesi sadece desteksiz atmanın göstergesi değil
mi? Nereden bildin? Neden 10 bin ya da 20 bin değil de özellikle 15 bin. İnsan
karınca sayarken bile daha özenli davranır. “Binlerce” falan desen tamam, genel
bir akış içinde yutulabilir, hatta mantıklı bile bulunabilir. Fakat böyle kesin
rakamlar ileri sürmek, hem HalkTV’de hem de Kanal 24’de aynı gün gösteriye
çıkan bir “trapezcinin” işi olabilir ancak.
Şimdi, o kitapçı dükkânını hınca hınç dolduran insanları
düşünüyorum (belki de çoğu Moda taraflarında oturan “Beyaz Türkler”di). Eğer
seyretmişlerse nasıl hissetmişlerdir kendilerini acaba?
Öğretmenin dağıttığı ihbar kâğıtlarına “biri benim de adımı
yazabilir” korkusuna kapılan öğrencinin duygu ve korkularına yakın bir duygu
olabilir mi?
Gün Zileli - 28 Temmuz 2016 - www.gunzileli.com - gunzileli@hotmail.com