“Bu sıradan insanların sıradan insanlarla birlikte sıradan insanlar için yaptığı ve uğruna hayatlarımızı vereceğimiz sosyalist ve demokrat...
“Bu sıradan insanların sıradan insanlarla birlikte sıradan insanlar için yaptığı ve uğruna hayatlarımızı vereceğimiz sosyalist ve demokratik bir devrimdir. Bu nedenle bizi asla affetmeyecekler, ABD'nin burnunun dibindeyiz ve sosyalist bir devrim yaptık.”
1-6 OCAK 1959’DA
GERÇEKLEŞEN KÜBA DEVRİMİNİN 58. YILDÖNÜMÜ NEDENİYLE AŞAĞIDA YER ALAN 2 METNİ
İLGİNİZE SUNUYORUZ… (GAZETE DEMOKRAT)
İnsanı afallatan bir hikaye: Küba Devrimi
Kübalı dostlarımıza ne zaman ülkeleriyle ilgili bir soru
sorsak son derece kapsamlı ve mutlaka tarihsel göndermelerle dolu bir yanıt
alırız. Kübalıların kendi tarihleriyle çok sıkı bir ilişkileri vardır. Bu güçlü
tarih bilincinin kökenlerine indiğimizde Küba Devriminin Ada tarihiyle
ustalıkla kurduğu özgün bağı keşfederiz.
Küba Devrimi her zaman merak konusu oldu. ABD’nin arka
bahçesinde, o güne kadar ABD kıtadaki varlığını tehdit eden tüm ilerici
çıkışları kanla bastırmışken gerçekleşebilmiş olması bütün dünya için, kıta
halkları ve ABD’nin kendisi için büyük bir sürprizdi. Gerçekleştikten sonra
dünyadaki örnekleriyle kıyaslandığında son derece sancısız biçimde
radikalleşmesi ve sosyalist bir karakter kazanması da merak konusu oldu. Bugüne
dek nasıl olup da ayakta kalmayı becerdiği de hep sorulageldi. ABD’nin doğrudan
işgal girişimi dahil her türlü saldırganlığına göğüs gerebilmiş olması, bir
sürü badireyi atlattıktan sonra en son Sovyetler Birliği’nin desteğinden mahrum
kaldığı Özel Dönem’in buhranlı yıllarından da sağ salim çıkması, bunca yıl
sonra hala son derece dinamik bir halk desteğine sahip olması, Fidel’in
yüzlerce suikast girişiminin hiçbirinde öldürülememiş olması, kendisi gibi
önderi de dokuz canlı olan bu devrimle ilgili merakı fazlasıyla kamçılıyor.
Küba Devrimi’nin yukarıda sayılan yönleri ve bunların akla
getirdiği sorular geçtiğimiz aylarda ülkede başlayan dönüşüm süreciyle birlikte
yeniden gündeme geldi. Büyük oranda ekonomik düzenlemeleri kapsayan bu dönüşüm
sürecinin önemli toplumsal sonuçlarının da olması kaçınılmaz gibi görünüyor.
Bizim Amerika sayfalarında Küba’nın bu süreçten alnının akıyla çıkacağına olan
güvenimizi ilan ederken bu güvenin kaynaklarına inmeye ve pek çok boyutuyla
Küba Devrimi’nin başlangıcından beri çeşitli gündemlerini ele almaya çalıştık.
Ekonomi ve planlama, emeğin örgütlenmesi, ABD ablukasına direniş, Özel Dönemin
zor koşullarında ayakta kalma mücadelesi ve tüm bu süreçlerde Devrimi Savunma
Komiteleri gibi halkın katılımını güvence altına alan örgütlenmelerin analizine
sayfalarımızda yer verdik. 52 yıllık Devrim tarihinin her aşamasında,
Kübalıların ABD emperyalizminin zorbalığı ve çeşitli uluslararası siyasi ve
ekonomik basınçlar altında sosyalizmi ilerletmek adına hep arayış içinde
olduklarını gördük. Bu arayışların dönem dönem cesur kararlara dönüştüğünü,
ortaya çıkan risklerin sorumluluğunun bütün bir toplum tarafından
üstlenildiğini gördük. Bunun başarılmasında Devrim’in siyasi önderliği ile
halkın mükemmel iletişiminin, hep konuşan, sesli düşünen, tepkisini ortaya
koymaktan çekinmeyen Küba halkının müthiş dinamizminin yaygın toplumsal
örgütlenmeler kanalıyla büyük bir enerjiye dönüştürülmesinin payı büyük.
Söz konusu olan Küba Devrimi’nin kalıcılığı ve gerisine asla
düşmediği bağımsızlık ve sosyalizm gibi eşikler olunca devrimci önderliğin
cesareti, kararlılığı ve Küba halkının direngenliği olunca Devrim’e ilişkin
daha derin bir kavrayış geliştirebilmek için tüm analizlere bir de devralınan
tarihsel mirası anlama çabasını eklemek gerekiyor. 52 yıldır Küba önemli siyasi
ve iktisadi sonuçlar doğuran onca tartışmaya ve değişime rağmen bazı
prensiplerden asla ödün vermeyen bir ülkeyse, bu prensiplerin oluşmasında ve
kalıcılaşmasında Devrim öncesi uzun mücadele tarihinin rolünü teslim etmek
gerekir. Küba Devrimi’nin yazılarımızda anlattığımız tüm parlak başarılarına
eklenebilecek bir başka başarı da bu tarihin hakkını vermesi, devraldığı mirası
yeniden üreterek geleceğe taşımakta olağanüstü bir ustalık sergilemesidir.
Tarihsel miras
Küba’da yaklaşık iki asırlık modern mücadele tarihi boyunca,
atılım ve geri çekilmelerin salınımları arasında mücadelenin sürekliliğinin
sağlanabilmiş olmasında kuşaklar arası sağlıklı iletişimin, geri çekilme
dönemlerinde bile belirli bir birikimin heba edilmeden aktarılabilmiş olmasının
payı büyük. Öyle ki, 1895 devrimciliğinin özü, ABD işgalini takip eden
yıllardaki büyük kafa karışıklığı ve örgütsel dağınıklığa rağmen yeni bir
siyasi ve ideolojik atmosferde boy atan 1920’lerin devrimciliğine
aktarılabilmiş 1930 devrimi, 1959’u yaratan bir sonraki kuşağın devrimine hem
ideolojik motifler hem de siyasi program bakımından pek çok şey
devredebilmişti. Her devrimci atılım kendinden bir öncekini aşarak daha radikal
bir tona sahip olmuş ama belirli bir öz hep korunmuştu.
Daha 1868’deki ilk atılımında azat edilmiş zenci köleleri
saflarına alarak eşitlikçi ve halkçı karakterini belli etmiş olan Küba’daki
kurtuluş mücadelesi egemen sınıfların zaten gönülsüz bindikleri mücadele
gemisini terk etmeleri ve kaderlerini ABD ile birleştirmeleriyle giderek
sınıfsal açıdan homojenleşti ve daha radikal kurtuluş projelerine doğru yelken
açabildi. Adada sosyalist fikirler 1920’lerden itibaren daha fazla önem
kazanmış, isyankar Kübalı kimliğinin anti-emperyalist, halkçı, aydınlanmacı,
ahlakçı, kolektivist yönleriyle kuvvetli bir etkileşime girebilmişti.
Küba’da önce ahlaki çöküntü içindeki İspanyol sömürge
yönetimine, ardından akıldışı boyutlarda yolsuzluğa batan ABD kuklası
hükümetlere karşı büyüyen öfkenin bir ifadesi olarak ‘dürüstlük’ çağrısı ve
ahlakçılık siyasi kültürün vazgeçilmez bir parçası haline gelmişti. Zorlu
mücadele dönemleri boyunca örgütsel zaafların, zaman zaman küçük hesaplarla
bozulan ve dağılan birliğin ölümcül sonuçlar doğurmuş olması Kübalılarda güçlü
bir birlik ve kolektivizm bilincinin doğmasını sağladı. Böylece ahlakçılık ve
güçlü bir kolektivizm Küba devrimciliğinin en özgün yanları olarak Küba
sosyalizmine de rengini çaldı.
Kıtada ABD yeni sömürgeciliği ile en erken tanışan ülke olma
özelliğini taşıyan Küba’da oldukça erken bir safhada ve İspanyol
sömürgeciliğinden ABD egemenliğine geçmenin acısıyla olağanca gücüne ve
yaygınlığına kavuşan anti-emperyalist bilinç Küba devrimciliğinin en ayırt
edici yönlerinden biri oldu. Yüzyıl başında ABD önce resmi işgal, ardından
kukla yönetimlerle adadaki fiili varlığını güçlendirirken, Kübalıların belli
kesimleri yeni sömürgeci efendinin ‘miskinliği nedeniyle bağımsız olmaya hazır
olmayan’ bir halk yakıştırmasını benimsemiş, ancak çok geçmeden bu yakıştırmaya
isyan eden başka bir Kübalı kimliği yeniden hayat bulmuştu. Bu kimliğin emekçi
halkın neredeyse tamamı tarafından benimsenmesi Batista 1952’de diktatörlüğünü
ilan ettikten sonra gerçekleşti. Yüzyıllardır imparatorlukların egemenlik
haklarını hiçe sayarak sonunda koskoca bir genelev ve kumarhaneye çevirdikleri
ülke geri dönüşsüz isyanını başlatıyordu.
Fidel’in 1953’te Moncada Kışlası Baskını mahkemesi sırasında
yaptığı tarihi savunma geçmişle geleceğin bağını tarihsel bir anlatı içinde
kuran en etkileyici yapıtlardan biridir. ‘Tarih beni beraat ettirecektir’
sözleriyle sonlanan ve kanlı diktatörlüğün bütün suçlarını mahkeme
yargıçlarının yüzüne vuran savunmada ada tarihine yapılan göndermeler önemli
bir noktaya işaret eder. Sömürücüler farklı adlarla ve farklı biçimlerde nasıl
yüzyıllardır sömürmeye devam ediyorlarsa, Kübalılar da mambi* savaşçılarından
miras aldıkları isyancı özü koruyorlardı. (2) Kübalı devrimcilerin başlıca
kılavuzlarından biri haline gelen bu savunma ile Jose Marti’nin daha 18 yaşında
İspanya’da sürgündeyken kaleme aldığı ‘Küba’daki Siyasi Hapishane’ broşürü
arasındaki ruh birliği hemen göze çarpmaktadır. Fidel’in savunmasındaki aynı
meydan okuma, ‘yapabiliyorsanız ilan edin, yasaklayın, onaylayın’ sözleriyle
seslenerek biten bu broşürde de vardır. (3) Bu meydan okumalar, kuşaklar
boyunca canlılığını ve sürekliliğini korumuş, adaletsizliğe isyan eden ve
hakkını arayan Kübalı imgesinin en sarih ifadeleridir. Bu imge on dokuzuncu
yüzyıl bağımsızlık mücadelelerinde karşımıza bir mambi savaşçısı olarak,
1920’lerin sonunda bütün Latin Amerika’nın göz bebeği haline gelen öğrenci
hareketinin bir mensubu olarak ve 1950’lerde dağlarda Batista ordularına karşı
mücadele eden bir ‘sakallı’** olarak çıkabilir.
Devrim, mücadele
mirasını devralırken
1950’lerin sonuna gelinirken 1930’ların devrimci sürecinden
doğrudan miras kalan parti ve örgütler belirli bir yıpranma yaşamış,
inandırıcılıklarından ve güvenirliklerinden çok şey yitirmişlerdi. Batista’nın
diktatörlüğünü resmen ilan ettiği 1952’den sonra toplumsal ayaklanma geri
döndürülemez hale gelmişken ‘isyancı Kübalı kimliği’ yeni önderlerini arıyordu.
Jose Marti’nin yüzüncü doğum gününün sembolik anlamının özellikle gençlik
tarafından fazlasıyla önemsendiği 1953 yılında o güne kadar adı sanı duyulmamış
bir grubun gerçekleştirdiği Moncada Kışlası baskını biraz da bu arayış
nedeniyle büyük bir önem kazandı. Adını bu baskının tarihinden alan 26 Temmuz
Hareketi siyasi olarak yeni ve yıpranmamıştı önderliği bakımından ‘insanı
afallatıyordu’*** ve kararlı eylemleriyle halkın kısa zamanda umudu haline
gelmeyi becerebilmişti.
Geçmiş mücadelelerle gelecek arasındaki bağı kurmuş,
Küba’nın özgürlük mücadelesinin siyasi ve ideolojik renklerini de yeni döneme
taşımayı başarmıştı. 1959’dan itibaren devrim hızla radikalleşirken, bu
radikalleşmenin önüne hiçbir ‘ılımlı’ siyaset çıkamadı. Sadece 26 Temmuz’un
temsil ettiği devrimcilik değil, sosyalizm de giderek alternatifsizleşmişti.
Geçmişte yaşanan bozgunların yeniden yaşanmaması için eski düzenden kesin bir
kopuş gerekiyordu. Küba halkının bağımsızlık, eşitlik ve adalet özlemlerinin
mantıki sonucuna taşınması için sosyalizm şarttı. Sosyalizm zaten uzun süredir
‘isyancı Kübalı kimliği’ ile iletişim halindeydi ve en başta Fidel olmak üzere
Devrim’in önderleri sosyalizmin halka anlatılması konusunda büyük bir beceri
sergilemişlerdi.
Devrimle birlikte, isyancı Kübalı kimliği, güçlü tarihsel
bağlarına titizlikle sahip çıkılarak, güçlü bir enternasyonalizm aşısıyla
sınıfsal ve ırkçı önyargılardan kurtarılarak giderek daha rafine bir sosyalist
kimliğe dönüştürüldü. Bu kimlik kaderlerini ellerine alan ve devrimin parlak
başarılarının altında imzası olan Kübalıların kimliğiydi. Küba Devrimi’nin
bazıları için şaşırtıcı olan dayanıklılığında bu kimliğin canlılığının,
kalıcılığının ve üretkenliğinin payı büyüktür.
ABD’nin görmek
istemediği
Amerika Birleşik Devletleri ülke halkının elinden
özgürlüğünü çaldığı 1898 yılından beri Kübalıların bütün bağımsızlıkçı çıkışlarını
sıfır ödün politikasıyla karşılamıştı. Kendi topraklarından asla ayırmadığı
Ada’nın 1959’daki büyük ‘ihanetini’ affetmedi. Küba Devrimi’ni boğma
girişimleri hemen hemen devrimin gerçekleşmesiyle eş zamanlı başladı. İlk şoku
atlattıktan sonra, o güne kadar konvansiyonel olarak başvurduğu komplo, şantaj,
tehdit, fiziki şiddet gibi yöntemlere sarıldı. Devrimden sonra getirdiği
ekonomik kısıtlamalar ve tarımsal üretimi hedef alan sabotajlarının ardından
açlığa mahkum ettiği Küba halkının, ilk işgal girişiminde kendisine kucak
açacağını düşündü. (4) Küba hesaplarını ilk kez 1961’de Domuzlar Körfezi’nde
bozdu. Küba hesapları bozdukça, ABD daha ‘derin’ analizlere girişti. Ancak
bulmak istediği standart yanıtlar vardı. Bu yanıtları aradığı için yaptığı analizler
geçerlilik kazanmadı.
Bazı gerçekleri ısrarla görmek istemedi. Görmek
istemedikleri arasında Kübalıların en başından beri kendisinin ülkedeki
varlığına karşı öfke duymaları vardı. Sonra, Küba kendinden fersah fersah büyük
işgalci güçlerin üzerine cesaretle yürümek konusunda önemli bir deneyim
biriktirmişti. Modern İspanya Ordusu’nun namluları üzerine macheteleri**** ile
yürüyen mambi savaşçılarından çok şey öğrenmişti Kübalılar.
ABD yıllar yılı, karşıdevrimci çetelere milyarlarca dolar
akıttı. Bunların Kübalıların aklını çelebileceğini düşündü. Hâlbuki kaderini
ABD’ye bağlamış Kübalılarla bunu bir aşağılama kabul eden Küba halkının büyük
bölümü arasında tarihi çok eskilere dayanan bir kan uyuşmazlığı vardı. Küba’nın
bağımsızlık tutkusu kadar eski bir tarihti bu ve sıkıntıları ne kadar büyük
olursa olsun Kübalıların ABD beslemelerinin peşine takılmalarını önleyecek
kadar acı anılarla dolu bir tarihti.
Açlıkla terbiye etmek istedi oysa Küba elindeki kısıtlı
kaynak ve olanakları alın teriyle harekete geçirerek ürettiği ile yetinmeye
çoktan razıydı. Ne de olsa Devrim’e kadar yıllarca ABD sermayesinin sömürüsü
sayesinde açlığın gerçekte ne olduğunu öğrenmişlerdi.
Koskoca Sovyetler yıkılırken bu minik adanın sosyalizmde
ısrar edebileceği düşünülemezdi bile. Bir anda Küba’da Devrim sonrası pusulanın
sosyalizme döndüğü dönemde üretilen tezler gündeme geldi. Bu bir ‘komünist
komplo’ydu ve bu işte Sovyetler Birliği’nin parmağı vardı. Sovyetlerin
yarattığı Küba sosyalizmi onunla birlikte tarihe karışacaktı. Fidel’in ‘Devrim
palmiye ağacı kadar Kübalıdır’ sözünü ciddiye almadılar. Bu sefer görülmek
istenmeyen gerçek, Küba’daki özgürlük mücadelesinin siyasi ve ideolojik
motifleri ile sosyalizmin idealleri arasındaki örtüşmeydi. Küba özgürlük
mücadelesinin yolları daha yüzyılın başlarında sosyalizmle kesişmiş Nisan
1961’de Fidel Devrim’in sosyalist karakterini açıklarken, Küba halkı bunu büyük
bir doğallıkla benimsemişti. Sadece Küba’nın değil, bütün bir kıtanın uzun ve
zorlu deneyimleri, herhangi bir ‘ara yol’ arayışının büyük güçlüklerle elde
edilen bağımsızlığın bir kez daha elden kaçırılmasına neden olacağını
Kübalılara göstermişti.
Küba Devrimi cesur atılımlarla ilerledi. Belli riskler
barındıran her dönemde ABD, Devrim’i yok etme çabalarını yoğunlaştırdı. Erken heyecana
kapıldı. Emperyalist basın tıpkı bugün olduğu gibi ‘müjdeyi’ erkenden verse de,
sonuç onlar açısından hayal kırıklığı oldu.
Devrim yoluna devam
ediyor
Bugün Devrimi gerçekleştiren, sosyalist kuruluşun ilk
evrelerinin cefasını çeken ama aynı zamanda Devrim’in bir insanın hayatında
yaratabileceği radikal değişikliğin boyutlarına bizzat tanık olan kuşakların
fiziki varlığı sona eriyor. Küba’da artık pek çokları Devrim öncesi hayatı ve
Devrim’in toplumsal hayatta yarattığı muazzam dönüşümü kendilerine aktarıldığı
kadarıyla biliyorlar. Bugün Küba önderliği Devrim’i geleceğe taşıyacak olan ve
bugün daha iyi bir hayat arayışı içinde olan genç kuşağı yeni döneme hazırlama
sorumluluğunu yerine getirmek için var gücüyle çalışıyor. (5) Küba bu bakımdan
aynı zamanda bütün geçiş dönemlerinde olduğu gibi ideolojik mücadelenin
olağanüstü önem kazandığı bir dönemden geçiyor.
Küba’daki özgürlük mücadelelerinin devrimle taçlanmasında
kuşaklar arası geçişkenlik büyük rol oynamıştı. Gelen her yeni kuşak kendi
içinden geçmiş deneyimlerin bilgisiyle daha fazla yüklü, daha öfkeli ve siyasi
olarak daha radikal kahramanlar çıkardı. Kıskançlıkla sahip çıkılan tarihsel
miras ulaşılan bazı eşiklerden asla taviz verilmemesini sağladı. Bu eşikler en
sade ifadesiyle bağımsızlık ve sosyalizmdi. Küba’da Devrim'i var edenler
bağımsızlığı koruma ve sosyalizmi ilerletme misyonunu devrederken, en büyük
güvenceleri tarih bilinciyle yetiştirdikleri sosyalizmin çocukları…
(Gözde Kök-SOL.ORG)
*mambi: Küba’nın 19. yüzyıl bağımsızlık mücadelelerinde
İspanya Krallığı’na karşı savaşan Kübalı savaşçı
**sakallı: Sierra Maestra’da Batista askerlerine karşı
savaşan gerillalara halkın verdiği isim.
***Nazım’ın Havana Röportajı’nda Fidel için kullandığı ifade.
Bu hatırlatma ve yazıya katkıları için Tezcan Abay’a teşekkürler.
****machete: bkz.
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/yigit-gunay/efsanevi-bir-devrimci-sembo...
(1) Castro, F., “History will absolve me”,
http://www.marxists.org/history/cuba/archive/castro/1953/10/16.htm
(2) Shnookal D., Muniz M. ed., Jose Marti Reader, Ocean
Press, Melbourne, 2001
(3) Saraçoğlu E., “ABD-Küba ilişkileri: soykırıma varan bir
savaş ya da bir Küba destanı”,
http://haber.sol.org.tr/bizimamerika/abd-kuba-iliskileri-soykirima-varan...
(4) Devrimci önderliğin genç kuşaklara verdiği önemi anlamak
açısından Raul Castro’nun 18 Aralık 2010’da Küba Parlamentosu’nda yaptığı
konuşma çok öğreticiydi:
http://www.cubanradio.cu/index.php/news-on-the-radio/29-presentations-an...
Ayrıca bkz:
Alarcon R., The Long March of the Cuban Revolution, Monthly
Review, 2009, p. 14-27
Kapcia A., Cuba: Island of Dreams, Oxford University Press,
New York, 2000
Navarro C., Küba Tarihi: Bir Halkın Biyografisi, çev. A.
Somel-G. Kök, Yazılama, İstanbul, 2008
Perez L. A., The Calculus of Nation in the Cuban Revolution,
Diplomacy and Statecraft, Vol. 20, 2009, p. 229-235
Raby, D. L., Demokrasi ve Devrim: Günümüzde Latin Amerika ve
Sosyalizm, çev. E. Günçiner, Yordam Kitap, İstanbul, 2006
Fidel'in liderliğinde
Küba Devrimi'nin öyküsü
Küba Devrimi’nin tarihsel lideri Fidel Castro, devrimi
halkına emanet ederek aramızdan ayrıldı. Küba Devrimi, Kübalıların baskıya
karşı direnci ve sosyalizmi ısrarla savunmasıyla başarıya ulaştı.
3 erkek, 4 kız toplam 7 kardeşin üçüncüsü olan Fidel Castro,
13 Ağustos 1926’da eski Oriente (Bugünkü Holguin) eyaletinin Mayari beldesinde
doğdu. Santiago ve Havana’da iyi Katolik okullarında eğitim gören Fidel,
1945’te Havana Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi. Siyasi faaliyetleri
öğrenci delegesi seçilmesiyle arttı.
Küba'da siyasi atmosfer çok gergindi ve öğrenciler üzerinde
büyük baskı vardı.
BATİSTA DARBESİ
Okulu bitirdikten sonra avukatlığa başlayan Fidel, 1952’de
yolsuzluk karşıtı konumuyla tanınan Ortodoks Partinin seçimlerinde aday oldu.
Fakat seçimler yapılmadan Batista'nın darbesi yaşandı. Darbeden sonra tüm
siyasi partiler kapatıldı ve anayasal haklar askıya alındı, üniversiteler
kapatıldı. Fakat öğrenci eylemleri devam etti.
ABD destekli darbeyle iktidara el koyan Fulgencio Batista
hakkında suç duyurusunda bulunan Fidel, başvurusu reddedilince kardeşi Raul’un
da aralarında bulunduğu arkadaşlarıyla Movimento (Hareket) adlı yeraltı
örgütünü kurdu.
26 TEMMUZ HAREKETİ
Movimento’nun tarihe geçen eylemi Moncada baskını olarak
bilinen kışla baskınıdır.
Baskının düzenlendiği kışlanın konumu kritikti. Santiago de
Cuba, etrafı dağlarla çevrili izole bir bölgede yer alıyordu. Ayrıca Havana’ya
olan uzaklığı sebebiyle Batista tarafından gönderilecek destek kuvvetlerinin
zamanında ulaşması güçtü. Kışla zapt edildiği takdirde, coğrafyanın avantajı
kullanılıp savunma açısından üstün konuma geçilecekti. 1953 yılında Moncada
Kışlası “Antonio Maceo” alayının merkezi konumundaydı. Öneminden dolayı
ülkedeki ikinci büyük kışla idi ve bin kadar asker barındırmaktaydı.
Saldırının gerçekleştirileceği gün bir karnaval Pazar’ıydı.
Dolayısıyla geleneksel olarak adanın dört bir tarafından pek çok gencin kentte
olduğu varsayımıyla savaşçılar dikkat çekmeyecekti.
25 Temmuz akşamı Fidel Castro yoldaşlarına çok kısa bir
direktif mesajı gönderdi. Mesajında tıpkı 1868 ve 1895 yıllarında filizlenen
Küba kurtuluş mücadelelerinde olduğu gibi, yine ülkenin doğusundan başlayan bir
mücadelenin haberciliğini yaptıklarını, bu saldırıda ölümün de zaferin de
olabileceğini, ama tıpkı ataları gibi “Ya özgürlük ya ölüm!” yakarışıyla
hareket edeceklerini yazmıştı. Sloganlarının öldürmek değil, ancak mümkün
olduğunca hayatta kalmak olduğunu eklemişti. Mesaj açıkça devrime giden yolda
Moncada baskınının önemini vurgulamaktaydı.
Saldırı günü 135 devrimci arasından dördü hareket noktası
olan çiftlikte beklemiş, 131 devrimci sabah 4.00 sularında araçlarla
Santiago’ya doğru yola çıkmıştı. Abel ve Raúl önderliğindeki bölükler
hedeflerine ulaştı. Sivil Hastane ve işitme merkezine vardılar. Fidel
komutasındaki esas grup planlandığı gibi silahsız bir biçimde kontrol noktasına
kadar gelmişti ancak 3 numaralı postaya kadar. O sırada beklenmedik şekilde bir
devriye belirmiş ve kenar sokakların birinden çıkan bir çavuşun zamansız ateş
etmesi ile kışladaki tümen uyarılmış ve birliğin hızlıca mobilizasyonu
sağlanmıştı. Bu sürpriz karşısında çatışma kışla dışında ve savaş konumunda
gerçekleşti. Koşulların güçlüğü dolayısıyla bu savaşın sürdürülmesinin toplu
intihar olacağını düşünen Fidel Castro çekilme emri verdi. Ve Moncada Kışlası
baskını başarısızlıkla sonuçlandı.
Fidel’in daha sonra bu baskının adıyla anılacak olan 26
Temmuz Hareketi’nden yoldaşlarına “Bugün yenildik, ama mutlaka geri döneceğiz”
dediği söyleniyor. Nitekim bu tarihten sonra Batista diktatörlüğüne karşı
mücadelenin halk içinde de önemli karşılıkları yaratılmaya başlanmıştır. Askeri
olarak büyük bir yenilgiyle sonuçlansa da, Moncada baskını Havana’da çok büyük
bir siyasi etki yarattı. Karşılığında Batista yönetimi ağır bir baskı dönemini
başlattı, Komünist Parti yasaklandı.
'TARİH BENİ AKLAYACAKTIR'
Batista, tutsak aldığı Fidel'i çeşitli biçimlerde öldürmeye
kalktı fakat başarılı olamadı.
Fidel'in yargılanmasına başlanmasıyla birlikte Küba
tarihinin en ünlü davası başlamış oldu. Fidel duruşma sırasında elini masaya
vurarak, “Beni mahkum edin, önemli değil. Tarih beni aklayacaktır” dedi.
Fidel, “Tarih Beni Aklayacaktır” ismini taşıyan bir
manifesto kaleme aldı ve bu manifesto devrimde büyük rol oynadı.
Fidel savunmasında, Batista rejimine saldırırken, 26 Temmuz
Hareketi’nin programını şöyle açıklıyordu; toprak yoksul köylülere dağıtılacak,
fabrikalarda karın yüzde otuzu işçilere verilecek, haksız kazanç ürünü
zenginliklere el konacaktı. 15 yıl ceza alan Fidel, üç yıl sonra genel af
sayesinde serbest kaldı.
CHE'NİN DEVRİME DAHİL OLUŞU
Fidel, hapisten çıktıktan altı hafta sonra Meksika’ya gitti.
Orada taraftarlarıyla Batista’ya karşı yeni bir hareket planladı. ABD’deki
Kübalı toplulukları dolaşarak destek aradı. Bir yıl sonra 1956’da gerilla
gücünün çekirdeği oluşmuştu. Genç bir Arjantinli doktor olan Ernesto Che
Guevara da artık onunla birlikteydi.
Che dahil 82 kişi Granma (“Büyükanne”) adlı tekneyle
Meksika’dan yola çıktılar. Onların inişiyle Santiago’da bir ayaklanma olmasını
planlıyorlardı.
Granma’nın karaya varmasından önce gerillalardan biri denize
düştü. Diğerleri onu aramaya başladılar. Umutsuz arayış sırasında Fidel’in
tavrı çok netti: “Onu bulana kadar hiçbir yere gitmeyeceğiz”. Bu durum harekat
planını etkiledi ancak, gerillaların Fidel’e bağlılığını çok güçlendirdi.
Herkes onun kimseyi arkada bırakmayacağını gördü ve ona güvenleri katlandı.
Granma düşünülenden iki gün geç karaya çıktı, Batista’nın
askerleri şehirdeki isyanı bastırdı. Savaşçılar bir bataklığı geçerek karaya
çıktı ve araziye dağıldılar. Batista’nın askerlerinin saldırıları sonucu 82
kişiden yalnızca 21’i Sierra Maestra’da bir araya gelmeyi başardı.
Fidel Sierra’da “En iyi eğitimliniz o, en iyi stratejist o”
dediği Che’yi komutan yaptı. Daha sonra Camilo, Raul ve başka komutanlar da
atandı. Gerillalar en büyük desteği çevredeki çiftçilerden gördüler. Bunların
bir bölümü gerillalara katıldı ve komutan oldular. Hareketin içinde erkekler
kadar, kadınlar da vardı. Hatta bir kadınlar taburu dahi oluşturulmuştu.
KÜBA DEVRİMİ'NİN ZAFERİ
Kısa sürede yürüttükleri çalışmalar sayesinde çevredeki
köyleri yanlarına aldılar, kentlerde de muhalif güçlerle bağlarını
sağlamlaştırdılar.
Hareket kentlerde hem yeraltında örgütleniyor, hem de diğer örgütlerle
ittifak ilişkileri kuruyordu. Baskıların bir diğer sonucu halkın Batista’ya
tepkisinin artması oldu. İsyancılar bir dizi kitapçık, gazete ve 1958’den
itibaren de radyo aracılığıyla yayın yaptılar.
26 Temmuz Hareketi’ne yönelik şiddet uygulamaları ise tam
aksi sonuçlar veriyor, baskılar mücadele gücünü artırıyordu. Bu dönemde 20 bin
kişinin yönetim tarafından katledildiği tahmin ediliyor.
Nihayet 25 aylık zorlu bir mücadelenin sonucunda Ocak
1959’da 26 Temmuz Hareketi zafere ulaştı.
1959 yılının 1 Ocak’ında Batista önce Dominik Cumhuriyetine
ardından da İspanya’da Francis Franco’nun faşist yönetimine sığındı. Fidel ve
arkadaşları Havana’ya girdiler. Büyük bir halk desteği ve coşkusuyla karşılanan
devrimciler, çiçeklere, sloganlara, sevgi ve kucaklaşmalara boğuldular.
'PARA İSTEMEK İÇİN ABD'YE GELİNMESİNE ALIŞKINSINIZ'
Fidel, iktidara geldiği andan itibaren bir dizi Latin
Amerika ülkesini ziyaret ederek birlik çağrısı yaptı. Bir Latin Amerika pazarı
yaratılmasını önerdi. 1959’da ABD’yi ziyaret eden Fidel, gazetecilerin “Mali
yardım isteyecek misiniz” sorusuna”, “Hayır para istemek için ABD’ye
gelinmesine alışkınsınız. Ben iyi ilişkiler ve anlaşma için geldim. Biz zengin
bir ülkede yaşayan fakir bir halkız. Şimdi ülkemizin zenginliklerinden
yararlanmak istiyoruz” diye yanıt vermişti.
Devrimin ilk yılı, bağımsızlık isteyen bir ülkenin kendi
yolunu çizmek için attığı adımlara sahne oluyordu. Batista iktidarı döneminde
tarım arazilerinin yaklaşık yüzde 70’i yabancıların elindeydi. Şeker sanayii
ABD’nin elindeydi. Başlangıçta kendi ailesi olmak üzere Fidel bir istimlak
programını yürürlüğe koydu. “Oğlum avukat olup haklarımızı savunacak” diyen
babası için bu değişik bir sürpriz olacaktı. Tarım reformu ABD şirketlerinin
çıkarlarını olumsuz etkileyince gerilimler başladı. ABD’ye ait petrol
rafinerileriyle ilgili anlaşmazlık üzerine Küba yönetimi şirketleri
kamulaştırma kararı aldı. ABD Küba’nın şeker kotasını kıstı. Küba ise tüm ABD
mülklerini kamulaştırdı. 1960 Ekimi’nde ABD’nin Küba’ya dönük ambargosu gündeme
geldi.
'ABD'NİN DİBİNDEYİZ VE BİR SOSYALİST DEVRİM YAPTIK'
Eğitim reformu çerçevesinde büyük bir okuma-yazma kampayası
başlatıldı. Parasız eğitimin bir hak olduğu fikirnin yeşerdiği yeni okullar,
devrimin toplumsal yapıda önemli bir mevzi elde etmesini sağladı.
1961’de CIA’in desteklediği Domuzlar Körfezi harekatı 3 gün
süren çatışmaların ardından başarısız oldu. 16 Nisan 1961'de, bir önceki gün
gerçekleşen saldırılarda hayatını kaybeden Kübalılar için Havana'da düzenlenen
cenaze töreninde Fidel, ilk defa devrimin sosyalist karakterini ilan ederek
şunları söyledi:
“Bu sıradan insanların sıradan insanlarla birlikte sıradan
insanlar için yaptığı ve uğruna hayatlarımızı vereceğimiz sosyalist ve
demokratik bir devrimdir. Bu nedenle bizi asla affetmeyecekler, ABD'nin
burnunun dibindeyiz ve sosyalist bir devrim yaptık.”
Fidel, konuşmasında yaptıkları reformlara “sosyalist devrim”
dendiğini ve bunu “tüfekleriyle savunacaklarını” söyledi. Devrimin ardından
Küba, tek partili sosyalist bir cumhuriyet olarak inşa edildi. (SOL.ORG)