"AKP iktidarı, şu an IŞİD ile resmen savaşta olmasına rağmen, ülke içinde IŞİD dahil hiçbir cihatçı yapıya dokundurtmuyor. Rus Büyüke...
"AKP iktidarı, şu an IŞİD ile resmen savaşta olmasına rağmen,
ülke içinde IŞİD dahil hiçbir cihatçı yapıya dokundurtmuyor. Rus Büyükelçi
Karlov’un Nusra bağlantılı bir polis tarafından öldürülmesinin ardından
Nusra’ya laf ettirmemişti. Reina Katliamı’nın ardından da IŞİD’e laf
ettirmiyor. Yılbaşını kana bulayan IŞİD’li katil herhangi bir engele takılmadan
evine dönerken, İçişleri Bakanlığı IŞİD’e karşı laiklik çağrısı yapanların
peşine düşüyor. İktidarın IŞİD’e dokundurtmamasının bir sebebi olmalı"
19 Aralık akşamı Nusra bağlantılı bir polis memurunun
Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’u öldürmesinden sonra Hatay’a gidip
Nusra’nın soluk borusu olan Reyhanlı ilçesinde bir dizi görüşme ve gözlem yapma
şansımız oldu.
Bu gözlemlerin ardından, ilk olarak daha çok suikastin
kendisine ve iktidarın baş şüpheli Nusra’nın tartışılmasını engelleme çabasına
odaklanan bir yazı[1] yazmış, 11 Mayıs 2013’te Reyhanlı’da aralananan cehennemin
kapılarının 2017’de sonuna kadar açılabileceğini belirterek, Reyhanlı
izlenimlerini bir sonraki yazıya ertelemiştik.
Karlov suikastinin ardından geçen iki hafta içinde, TSK
El-Bab’daki çatışmalarda IŞİD karşısında ağır kayıplar verdi, IŞİD iki Türk
askerini yaktığı bir video mesaj yayımladı, 2017’nin ilk saatlerinde de
İstanbul’un en göz önündeki eğlence merkezi Reina IŞİD tarafından üstlenilen
bir katliamla kana bulandı. Tek başına hareket ettiğine inanmamız istenen
IŞİD’li katil elini kolunu sallayarak evine dönerken, İçişleri Bakanlığı
“IŞİD’e karşı laikliği savunma çağrısı” yapanların ihbar edilmesini istedi ve
bir kahvehane konuşmasında laikliği savunma çağrısı yapan iki Halkevleri
üyesini tutuklattı.
Doğal olarak, bu ikinci yazı, son iki haftada yaşanan
gelişmelere de birbirleriyle bağlantıları içinde değinen, devam niteliğinde bir
izlenim yazısı olacak. Bu yazıda AKP’nin ülkeyi cihatçıların lojistik destek,
örgütlenme ve eylem alanına çeviren Suriye politikasının ve buna paralel
yürüyen toplumu İslamcılaştırma siyasetinin ne tür çatışmaları tetkilediğine
değinilecek ve Rusya’nın yönlendirmesiyle Suriye politikasında değişikliğe
gidip IŞİD’e karşı savaşırken bile IŞİD’e laf ettirmemesinin arka planına
ilişkin bazı ipuçları sunulacak.
İlk durak Antakya
Hatay’ın merkez ilçesi Antakya’ya vardığımızda, Hristiyanlar
İsa’nın doğumunu kutladıkları 25 Aralık Noel bayramına hazırlanıyordu. Dünyanın
ilk kilisesinin yer aldığı ve Hristiyan Arapların “Biz bu toprakların
tohumuyuz” dediği Antakya, ciddi bir Hristiyan nüfusa sahip. Ortodoks
Kilisesi’nin de yer aldığı Hürriyet Caddesi’nin (Saray Caddesi) girişine ışıklı
bir Merry Cristmas yazısı asılmıştı.
Bir yıl öncesiyle (hatta birkaç ay öncesiyle)
kıyaslandığında, sosyal hayatın en hareketli olduğu Saray Caddesi çevresindeki
atmosferden kentin tadının kaçtığı çok kolay hissedilebiliyor. 15 Temmuz
sonrası AKP’nin örgütlediği “nöbet” eylemleri sırasında Alevi mahallelerine ve
Ortodoks Kilisesi’ne yönelik taciz[2] gibi tedirginlik yaratan olaylar
yaşanmış, Haziran ayında da Musevi mezarlığının tahrip edildiği kentin artık
“Kardeşliğin Kenti” diye anıldığı günlerin çok uzağında olduğu görülmüştü.
Bunları sonbahar aylarında yaşam tarzına yönelik sistematik
bir baskı izlemiş ve Antakya kent merkezindeki pek çok içkili mekan, düzenli
para cezaları ve ruhsat işlemlerini zorlaştırma gibi sistematik baskılar
nedeniyle kapanmaya zorlanmış.
Tüm bunlar Türkiye’nin Suriye politikasına bağlı olarak
tırmandırılan mezhepçi-İslamcı resmi söylem ve bizzat Türkiye tarafından
harlanan savaş ateşi ile kente yığılan 400 bin Suriyeli sığınmacı ve onlar
içinde kamufle olan cihatçı örgütlenmelerin yarattığı atmosfere paralel gelişen
olaylar. Kentte Musevi varlığından söz etmek artık neredeyse imkansız, Ortodoks
Kilisesi Hristiyan nüfusun geleceğinden umutsuz, Arap Aleviler dar sınırları
içine hapsolmaya zorlanıyor, Çerkesler Rusya’ya iltica başvurusunda bulundu,
yaklaşan İdlib savaşının tedirginliğini yaşayan sınır ilçelerinde ve sığınmacı
nüfusun kalabalık olduğu Sünni semtlerinde yerli nüfus ile sığınmacılar
arasında giderek tırmanan ve yer yer kavgalara neden olan bir gerilim var… Bu
gerilim atmosferi, aşağıda ayrıntılarına değineceğimiz, cihatçı kaynaklı birden
fazla çatışma ekseninin somut vakalarla kentin gerçeği haline dönüşmesi ile besleniyor.
Antakya’da ÖSO’nun uzun süre resmi merkez üs olarak
kullandığı Apaydın kampı dışında, tarihi Kurtuluş Caddesi çevresi de dahil
olmak üzere pek çok mahallede ÖSO, Ahrar’uş Şam ve IŞİD ilişkilerinin varlığı
söz konusu. Nusra’nın uzun süre Antakya’da hareket serbestisine sahip olduğunu
bir önceki yazıda ayrıntılarıyla yazmıştık.[3]
Reyhanlı’nın bombaları
Reyhanlı dolmuşuna binmek üzere ilçe garajlarına doğru
ilerliyoruz. Paladium alışveriş merkezinin otopark girişinde birkaç güvenlik
görevlisi gelen araçları durdurup dedektörle arama yapıyor.
Bu tedbirleri görünce 6 Temmuz 2016’da Reyhanlı’da yaşanan
bir patlama geliyor aklımıza. 6 Temmuz’da Suriye uyruklu iki cihatçı kaldıkları
evde bomba düzeneği hazırlarken yaşanan patlamada ölmüştü. Cihatçılar AFAD
tarafından verilen kimlik kartlarına sahipti, yani patlamaya kadar “sığınmacı”
kimliği altında maskelenme şansına sahip olmuşlardı. Bu olayda üzerinde pek
durulmayan iki ayrıntı vardı. Birincisi, evde susturuculu bir tabanca
çıkmıştı.[4] Basına yansıtılmayan ikinci ayrıntı da bombanın bir elektrikli
süpürgeye yerleştirilmeye çalışıldığı idi.[5] Yani “ürün iadesi” gibi bir
kamuflajla alışveriş merkezlerinin bombalı saldırılarda hedef alınması gibi bir
risk söz konusu idi. Kentte bombalı saldırı riski yüksek ve saldırı
düzenleyebilecek çok sayıda örgüt var. Bunu, bu örgütlerin kente yerleşip
askeri kapasite elde etmesinde pay sahibi olan iktidar hepimizden iyi biliyor.
Şans eseri, 6 Temmuz 2016 bombası, hedefine varamadan onu
hazırlayan cihatçıların elinde patladı. Hedef AVM gibi yerli nüfusun kullandığı
bir sivil hedef miydi, yoksa bir başka cihatçı grup muydu, meçhul? Reyhanlı’nın
hafızası her iki olasılığın da dikkate alınmasını gerekli kılıyor. Nusra’nın da
olağan şüpheliler arasında yer aldığı 11 Mayıs 2013 saldırısının hedefi
sivillerdi ve bu, Türkiye’de bombalı araçla düzenlenen ilk büyük katliamdı. Öte
yandan, cihatçıların Suriye’den dünyaya açılan kapısı konumundaki Hatay ve
Antep’te cihatçı gruplar birbirlerini hedef alan bombalı ya da silahlı saldırılar
da düzenliyor.
Örneğin 6 Temmuz bombacılarının evinden çıkan susturuculu
tabanca bu tarz saldırılardan birini akla getirmişti. Nisan ayında Reyhanlı’da
gerçekleşen saldırıda, Faruk Tugayı adlı cihatçı örgüte mensup Suriye vatandaşı
Mahmut Dabul, motosikletle yanına yaklaşan iki kişi tarafından susturuculu
silahla vurulmuş ve ağır yaralanmıştı. Yanı sıra, Gaziantep’te ÖSO’ya yakın bir
dizi Suriyeli gazetecinin IŞİD tarafından vurularak öldürüldüğü kayıtlara
geçmiş durumda. Ağustos 2015’te Antakya’da aracına yönelik bombalı suikastte
yaşamını yitiren ÖSO komutanı Cemil Radon’un da cihatçılar arası hesaplaşmaya
kurban gitmiş olabileceği düşünülüyor.
Reyhanlı yolu
Paladium’u geçip ilçe garajlarına ulaşıyoruz. İlçe
garajlarında yanlarında küçük çocukları ile peçeli kadınlar ve bıyıksız-sakallı
sportif yapılı genç erkekler dikkat çekiyor. Çay ocağından yazıhanelere kadar
tüm duvarlarda ve camlarda Arapça yazılar ağırlıkta.
Bindiğimiz Reyhanlı dolmuşundaki yolcuların yarısı Türkçe
bilmiyor. Hatay nüfusunun önemli bir bölümü Arap olduğu ya da Arapça bildiği
için iletişimde pek bir sorun yaşanmıyor. Hatta Suriyeli Araplar dilleri ve
kültürleri ile giderek baskın hale gelmiş durumda. Reyhanlı’da 90 bin TC
uyruklu nüfusa karşılık, 120 bin civarında Suriyeli var.
Dolmuşta fazla görüntü alamıyoruz çünkü daha önce
gazetecilerin dolmuş şöförleri tarafından karakola teslim edilmişliği var. İlçe
merkezinde haber için kamerayla çekim yaparken de dikkatli olmak zorundasınız.
Polisler çekim izni, sarı basın kartı vs sorarak (bunlar olsa da olmasa da)
sizi alıp bir süre karakolda misafir edebiliyor.
Sınırdaki nafile Türk seddi
Yol boyunca ilerlerken Suriye sınırında örülen büyük duvarı
görüyorsunuz. Uzun süredir devam eden duvar inşaatında sona yaklaşılmış. Ancak
Suriye ile Türkiye’yi ayıran bu “Türk seddi”nin neyi engelleyeceği meçhul.
İçeriye 3 milyonun üzerinde Suriyeli sığınmacı ve onların arasına karışmış
cihatçılar girmiş durumda. Cihatçılar içeride örgütlüler, hareket ve silahlı
eylem kapasiteleri var, sığınmacıların yanı sıra İHH gibi İslami yardım
dernekleri aracılığıyla yerli nüfusla da temas halindeler, Hatay’da toplam
nüfusun yüzde 25’i, Reyhanlı’da da toplam nüfusun yüzde 60’ı gibi bir orana
erişmişler.
Mart 2016’da sıkılaştırılan sınır kontrolleri ve bu tarih
itibariyle yeni giriş yapan sığınmacıların içeriye kabul edilmeyip “geçici
koruma kimlik kartı” verilmeden Suriye topraklarına geri gönderilmesi, insani
açıdan sorunlu olduğu gibi güvenlik açısından çok geç kalmış ve neye yarayacağı
tartışmalı önlemler.
Sınırdaki duvar, sivillerin geçişini zorlaştırarak insan
kaçakçılarının kişi başına aldığı ücreti artırmış, o kadar. Bir de cihatçıların
girişi kısmen daha kontrollü. Ama cihatçıların girişine yönelik ciddi bir engel
yok. Reyhanlı Bükülmez Köyü’nün ilerisinde Nusra – Ahrar’uş Şam kontrolündeki
Atme kampına açılan gayri resmi kapıdan giriş çıkışlar durmadı, günlük olarak
devam ediyor.
Sınır ötesindeki canı yanan cihatçılar sınır içinde eyleme
geçebilir
Reyhanlı’ya 23 Aralık günü adım atıyoruz. Yani El Bab’da 16
Türk askerinin öldüğü, 85 askerin yaralandığı, 15 tank ve zırhlı aracın tahrip
olduğu ya da IŞİD’e kaptırıldığı çatışmadan iki gün; IŞİD’in Türk militanlarına
iki Türk askerini yaktırıp propaganda yaptığı vahşet videosunu yayımlamasından
bir gün sonra. Akşam saatlerinde de Konya’da IŞİD operasyonunda gözaltına
alınan 43 kişinin serbest bırakıldığını, IŞİD’in iki askeri yaktığının açığa
çıkmasının ardından sorumluların hesap vermesi çağrısıyla sokağa çıkan
Halkevleri üyelerinin gözaltına alındığnı öğreniyoruz.
Böylesi bir atmosferde, gündeme hakim ve kentteki
toplumsal-siyasal dönüşümü yakından gözlemleyen, ilçenin yerlisi iki kişiyle
buluşuyoruz. Halkın, bir tür çaresizlik duygusu içinde başına gelecek
felaketleri sessizce beklediğini söylüyorlar. İktidarın Suriye’de politika
değiştirip, Antep-Kilis sınırının karşısında IŞİD’e savaş ilan etmiş olmasının,
daha sonra Rusya ile anlaşma imzalayıp Nusra’yı karşısına almasının içerdeki
güvenlik sorununu çözme anlamında olumlu bir katkısı olduğunu düşünmüyorlar.
Çünkü tehdit artık ne uzakta ne de kolaylıkla uzaklaştırılabilir durumda. Sınır
ötesinde canı yanan cihatçılar bunun karşılığını kolaylıkla içeride verebilir.
İdlib-Reyhanlı sınırı korkutuyor
Nusra’nın yaklaşan İdlib savaşında Türkiye’nin de desteğiyle
sıkıştırılması durumunda hem İdlib’den Reyhanlı’nın sınır bölgelerine yönelik
hem de doğrudan Türkiye sınırları içinde eylem yapabileceğini düşünüyorlar.
Reyhanlı’nın köyleri Suriye sınırına bitişik, arada güvenlik açısından dikkate
değer bir mesafe yok. Sınır karakollarının ve halihazırda cihatçılar için bir
engel teşkil etmeyen duvarın yeterli olmayacağını düşünüyorlar.
Nusra’nın hem Reyhanlı’da hem de sınırın karşı tarafındaki
İdlib’de ciddi bir tabanı ve eylem kapasitesi var. Görüştüğümüz Reyhanlı
sakinleri, sınır ötesinden ya da içeride gerçekleşecek olası bir Nusra
saldırısında Suriyeli sığınmacıların Nusra’dan yana taraf tutabileceğini,
zeminin buna hazır olduğunu söylüyor. İlçe nüfusunun yüzde 60’ını oluşturan
Suriyeli sığınmacılar içinde Nusra’nın popülaritesi yüksek. Sınır köylerinde de
aynı oran söz konusu. Yerli nüfus ile sığınmacılar arasında patlak veren
kavgalar endişeleri büyütüyor.
Yaz aylarında Antakya’da Narlıca ve Odabaşı semtlerinde
silah ve sopaların kullanıldığı, yaralanmalarla sonuçlanan çatışmalar
yaşanmıştı. Reyhanlı’da da küçük gerilimler eksik olmamıştı. Sınır köylerinden
birinde yakın zamanda yaşanan bir kavgadan söz ediyorlar. 10-11 yaşlarındaki
oğlan çocukları evlerin arasında oynarken evlerden birinde kiracı olarak
yaşayan Suriyeli sığınmacılar “Burada kadın var” diyerek çocukların
uzaklaşmasını istiyor ve kavga çıkıyor. Diğer köylerden de katılanların olduğu
kavga güçlükle yatışıyor. Kültürel farklılık gerekçesiyle patlak veren bu
kavganın yerli nüfusa verdiği mesaj iç karartıcı: “Sen artık burada sayısal
olarak azınlıksın, Suriyeli sığınmacılar ile kavgaya hazır ol, şimdilik bir arada
yaşıyorsunuz ancak bu uyumlu ve gönüllü bir birliktelik değil, dışarıdan
gelecek sert bir saldırıda kimin nerede duracağı belli olmaz.”
Mülteci statüsü tanınmayan Suriyeli sığınmacıların bugüne
kadar maruz kaldıkları aşağılanma, sefalet ve her türlü istismarın yarattığı
öfke birikimi, etkisi altında oldukları cihatçı ideolojiler ile birlikte
tehlikeli bir potansiyele işaret ediyor.
Görüşmede ilçedeki cihatçı görünürlüğünü soruyoruz.
Kontrollerin biçimsel olarak arttığı Mart 2016’dan beri ciddi bir farklılık
gözlemlenmediğini söylüyor, “Belki de artık öyle alıştık ki bize normal
geliyor” diyorlar. Ama bu tür veriler onlar için bir şey ifade etmiyor, olan
olmuş, ilçe yeni felaketleri bekliyor.
Sokağa çıktığımızda anayol boyunca çoğunluğu Arapça tabelalı
dükkanları, İHH servislerini, adım başı rast gelinen peçeli kadınları, az
sayıda görece modern giyimli (tesettürlü ama pantolonlu ve makyajlı) Suriyeli
kadınları, ellerinde Arapça broşülerle okuldan dönen çocukları, uzuvlarını
yitirmiş kara sarıklı genç adamları görüyoruz. Suriye’deki “insani durumla”
cihatçı örgütler arasında ayrım yapmaksızın ilişki kuran İHH kente rekor
büyüklükte bir yetimhane açıyor. Okullar ve yardım dernekleri İslami dernek ve
vakıfların elinde.
Yerli IŞİD’ciler
Cihatçılar yerli nüfus içinde de örgütlü ancak burada endişe
edilmesi gereken örgüt IŞİD. IŞİD’in gümrük sorumlusu olduğu belirtilen İlhami
Balı Hatay Reyhanlı nüfusuna kayıtlı. Basına yansıyan bir MİT belgesinde,
Hatay’da Reyhanlı ve İskenderun ilçelerinde IŞİD örgütlülüğü olduğu ifadesi
düşülmüş. Reyhanlı’daki grup Selefi/Tekfiri grubu diye adlandırılmış.
İlçedeki IŞİD örgütlenmesine ilişkin aşağıdaki bölümler
Ekim’de yayımlanan “Türkiyeli Cihadizm Kapıda” raporundan:
İlçedeki gençlerin Suriye’de IŞİD saflarında savaşa katılıp
geldiği, yerli IŞİD’li militan sayısının yüzlerle ifade edildiği, IŞİD
saflarında savaşırken ölenler için taziye çadırları kurulduğu belirtiliyor.
“Reyhanlı’da Haziran 2016’da görüştüğümüz ve isminin gizli
kalması kaydıyla ilçedeki IŞİD varlığına ilişkin aktarımlarda bulunan esnaf
D.H., ilçeden aileleriyle birlikte Suriye’ye giderek IŞİD’e katılan 5 kişinin
çatışmalarda öldüğünü ve ilçede bu IŞİD militanları için taziye çadırı
kurulduğunu belitiyor.
Eşleri Suriye’de kalan bu IŞİD militanlarının kimlikleri
gizli değil. Biri Harran[6] (yeni adıyla Kavalcık) kökenli Ata D.’nin oğlu,
diğeri ailece IŞİD’e katılmaya giden Yumuşak ailesinden iki kardeş, biri
Şanverler (Gezer) ailesinden, biri de Yapar ailesinden.
D.H.’nin, iki üyesi IŞİD saflarında savaşırken öldü dediği
Yumuşak ailesinin adı IŞİD militanlarının saldırısı üzerine açılan Niğde Davası
dosyasında da geçiyor. İddianamede Ahmet Yumuşak ile ilgili olarak
Altınözü-Reyhanlı hattını kullanarak IŞİD militanlarını taşıdığı, Suriyeli kız
çocuklarını Reyhanlı’da pazarladığı belirtiliyor. Ayrıca aynı iddianamede
Yayladağı Karakolu’ndaki polisler yardımıyla IŞİD’e bomba yapımında kullanılan
alüminyum tozu ulaştırıldığı belirtiliyor.[7]
D.H., Harran dışında Beşaslan ve Horlak Köyü’nden de çok
sayıda kişinin IŞİD’e katıldığını belirtiyor:
“Beşaslan’dan IŞİD’e katılan 12 kişi geri geliyor, ifadeleri
bile alınmıyor. Geri gitme durumları var. Reyhanlı’da şu anda IŞİD’e katılım
300 civarında. Ömer Berber eleman devişirilen yerlerden. Kobanê’de savaşıp
yaralanıp gelen bir genç, Türk subaylar tarafından eğitildiklerini anlatıyor.”
Reyhanlı’da durum bu. Peki kentte bir IŞİD operasyonu
duydunuz mu? Yok. Ama haritada IŞİD’i ifade eden o siyah noktaları
göremediğiniz Reyhanlı-İdlib sınırında dönem dönem diğer cihatçı grupları hedef
alan IŞİD saldırıları duyduğunuz oluyor. Fırat Kalkanı operasyonu öncesi
Atme-Bükülmez geçişinde yaşanan intihar saldırılarını hatırlayın.
IŞİD’in dokunulmazlığı
2017’nin ilk saatlerinde Reina’yı kana bulayan IŞİD militanının
elini kolunu sallayarak evine dönmesi can sıkıcı olsa bile maalesef insanı
hayretler içinde bırakan bir durum değil. Hele de cihatçıların kolluk güçleri
içinde örgütlü olduğu, cihatçıların hedef aldığı toplumsal kesimlerin bizzat
iktidar tarafından hedef alındığı, yine cihatçıların yıllardır çok geniş bir
hareket serbestisi ve dokunulmazlık ile hareket ettiği dikkate alındığında.
Sınır kentlerinde yakalanan IŞİD militanları haklarında bir
kovuşturma yürütülmeden Türki kökenli değilse üçüncü ülkelere, Doğu
Türkistanlılar gibi Türki kökenliler ise TC kimliği verilerek Kayseri gibi
kentlere gönderildi. IŞİD’liler hakkında, örgütsel aidiyetleri bilinmesine
rağmen uzun süre hukuki işlem yapılmadı ve bir tür hukuki dokunulmazlık
işletildi. Valiliklere bağlı Geri Gönderme Merkezleri IŞİD’liler için bir
güvenli konaklama ve transfer merkezi olarak iş gördü. 15 Mart’ta ortaya
koyduğumuz iddiaların ciddiyeti ve iktidarın bu konudaki ihmali (isterseniz suç
ortaklığı deyin), Tayyip Erdoğan’ın terörün Brüksel’i de vurabileceği yönündeki
“uyarısından” üç gün sonra gerçekleşen 22 Mart Brüksel Katliamı ile açığa
çıktı. Brüksel saldırganlarından İbrahim el Bakraoui Gazinatep’te yakalandıktan
soınra söz ettiğimiz mekanizma ile Avrupa’ya gönderilmişti.[8] (Ayrıntıları vermek
yazıyı daha da uzatacaktır, meraklısına yazının altındaki linkler yadımcı
olabilir.)
Polis tarafından izlenen, adları kamuoyunda dahi bilinen
IŞİD militanları yine kolluk güçlerinin yol vermesi ile katliamlar
gerçekleştirdi. Ancak iş gelip IŞİD’lilerin yakalanmasına ya da yargılanmasına
gelince tuhaf şeyler yaşandı. IŞİD’liler ya Reina katliamcısı gibi kaçtı, ya
Konya’da olduğu gibi salıverildi, ya Diyarbakır ve Antep’teki polis
operasyonlarında olduğu gibi konuşamadan infaz edildi, ya da 10 Ekim Ankara
Katliamı davasında olduğu gibi gerçek bağlantıların sorgulanması engellendi.
Bunlar AKP’nin IŞİD’le Esad’a ve Kürtlere karşı yapılan
örtük anlaşma ile mi ilgilidir; içerdeki muhalif kesimleri hedef alan
saldırılardaki suç ortaklıkları ile mi ilgilidir; Haziran 2014’te göz göre göre
IŞİD’e teslim edilen Musul Konsolosluğu görevlilerinin salıverilmesi için
yapılan pazarlıkla mı ilgilidir, AKP o pazarlıkta IŞİD’e ne vermiştir,
bilinmez. AKP’nin IŞİD’le ortaklıklarını ve IŞİD’e sağladığı imkanları sıralamak
da bu yazının sınırlarını fazlasıyla zorlar. Sadede gelelim.
Bu maç tek kale oynanmayacak
AKP, IŞİD tarafından mürted ilan edilmiş durumda ve El
Bab’da IŞİD’e karşı savaş halinde olabilir. Ama iş bu raddeye gelip iki taraf
çatışan saflara geçti diye, çıkar ortaklıkları, suç ortaklıkları, uluslararası
güçlerin elinde bir koz olarak dosyalara yazılanlar, organik ilişkiler,
örgütsel iç içe geçişler birden yok olmuyor. Polis içindeki cihatçı
örgütlenmeler, cihatçılar içindeki özel birimler, AKP tabanında yüzde 10
civarında olduğu söylenen IŞİD sempatisi, yerli IŞİD örgütlenmeleri, ideolojik
ortaklık vardan yok olmuyor. Aksine Tayyip Erdoğan’ın Haziran 2013’te yüzde
50’ye karşı yüzde 50 diyerek ilan ettiği “iç savaş” siyaseti ile daha da
pekişiyor. AKP’nin ülkeyi değil ama iktidarını sağlama alabilmesi için, IŞİD
ile ortaklıklarının çok kurcalanmaması, devletten parti tabanına kadar içeriye
yerleşmiş cihatçı varlığın çok tahrik edilmemesi lazım. IŞİD’in
dokunulmazlığının sırrı tam da burada.
IŞİD’in bağıra bağıra gelen bir katliamı hiçbir engele
takılmadan gerçekleştirip elini kolunu sallayarak evine dönmesini seyreden
İçişleri Bakanlığı’nın bu katliama karşı laikliği savunmaya çağıran Halkevleri
üyelerinin peşinde düşmesinin sırrı da burada.
İstiyorlar ki Türkiye’deki cihatçı varlığı sorgulanmasın.
İstiyorlar ki kimse AKP’nin cihatçı katillerden farksız ideolojisine itiraz
etmesin; herkes katliamlar karşısında dehşete kapılarak teslim olsun; AKP’nin
başkanlık adı altında İslamcı bir diktatörlük kurma hedefiyle yarattığı
saflaşmada demokrasiyi ve laikliği savunan taraftakiler sussun ve AKP
sorgulanmadan, yargılanmadan, maçı tek kale oynasın.
Ancak Reina Katliamı’nın ardından Okmeydanı’nda bir kahvede
IŞİD’e karşı laiklik bayrağını yükseltme çağrısı yapanların sesinin, tüm baskı
ve tehditlere rağmen geniş kesimlerde yankılanması ve sahiplenilmesi, iktidar
yolculuğunda cihatçı çetelerle kol kola yürüyenler açısından kötü bir haber.
Bu maç tek kale oynanmayacak.
Cihatçı çetelerle ortaklıkların hesabını verme vakti
yaklaşıyor.
(ALİ ERGİN DEMİRHAN-SENDİKA.ORG)