Anket şirketleri Anayasa değişikliği teklifine “Evet” diyenlerin oranının yüzde 40’ları aşamadığını açıklarken, MHP ve AKP içinde “Hayır” ...
Anket şirketleri Anayasa değişikliği teklifine “Evet”
diyenlerin oranının yüzde 40’ları aşamadığını açıklarken, MHP ve AKP içinde
“Hayır” diyen ciddi bir kesim olduğunu tartışan AKP kurmayları kaygılı. AKP’ye
yakın yazarlar ise referandumun iktidar açısından ölümcül sonuçları olabileceği
konusunda uyarıyor
Önce Sonar araştırma şirketi başkanı Hakan Bayrakçı’nın
tespitleri medyaya yansıdı. Özetle “hayır” diyenler net, “evet” diyenler ise
net değil. 15 Temmuz’un etkisiyle başkanlığa verilen destek ise gerilemeye
başlamış durumda ve “hayır” diyenler yükselişte. Kesin “hayır” diyenler yüzde
40’larda, kesin “evet” diyenler ise yüzde 30’larda.
Sonar’ın ardından Gezici araştırma şirketinin sahibi Murat
Gezici ise, “hayır” diyenlerin yüzde 58, “evet” diyenlerin ise en fazla yüzde
42 olduğu yönündeki anket sonuçlarını açıkladı.
Selvi, AKP’li kurmayların sıkıntılarını yazdı
Anket sonuçlarına paralel olarak AKP’li kurmayların da ciddi
kaygıları olduğu Saray’ın medyadaki sözcülerinden Abdülkadir Selvi tarafından
ifade edildi. Selvi “Referandum garanti değil kaygısı” başlıklı yazısında
AKP’li kurmayların “evet” diyenlerin oranını yüzde 46 olarak tespit ettiklerini
ve hem AKP hem MHP içindeki ikna olmayan kitleye ve bu kitlenin “terör” ve
“ekonomi” kaygılarına odaklanacaklarını yazdı.
Taşgetiren: “Referandum Rus ruletine dönmesin. Allah
korusun”
Daha önce de kaygılarını paylaşan Erenköy Cemaati lideri ve
Star yazarı Ahmet Taşgetiren, “7 Haziran – 1 Kasım farkı” başlıklı son
yazısında Erdoğan’ın şahsını oylattığı 7 Haziran seçimlerindeki başarısızlığa
ve olumsuz sinyallere dikkat çekerek, “Rus ruleti” benzetmesi ile referandumun
ölümcül sonuçları olabileceğini yazdı.
Taşgetiren’in yazısı:
7 Haziran, Ak Parti oylarının 9 puan düştüğü, 1 Kasım ise
oyların yeniden toparlandığı seçim tarihlerini ifade ediyor.
Ak Parti 7 Haziran’dan sonra yoğun bir “Neden böyle oldu?”
iç hesaplaşmasına yöneldi.
1 Kasım’da da yapılan özeleştiri istikametinde yeni bir dil
üretildi ve o dil toparlanmayı sağladı.
Peki neydi 7 Haziran ve neydi 1 Kasım toparlanması?
Anayasa referandumunda toplum yönelişinin hangi istikamette
olacağına yönelik değerlendirmeler yapılırken, özellikle Ak Parti’de bu konunun
ele alınması son derece tabii.
Ak Parti adına tavır koyan medyanın bir kesimi, bodoslama
bir dil kullanıyor. Onlar için sonuç kesin. Ama Ak Parti kurmay dünyasında
konunun öyle ele alınmaması lazım ve öyle ele alınmadığının da görüntüleri
ortaya çıkıyor.
Abdülkadir Selvi’nin Hürriyet’teki sütununda Başbakan’ın
bakanlarla yaptığı değerlendirme toplantısından yansıyan görüntü“Çantada
keklik” havasını sunmuyor mesela. Bir kere yazının başlığı “Referandum garanti
değil kaygısı” şeklinde. Birkaç gün önce yazdığım “Referandumda risk alanları”
analizindeki hemen tüm maddeler, masaya yatırılmış. Akıl için yol birdir.
Başbakansanız, bakansanız ve büyük bir mücadeleye girişiyorsanız, her riski
dikkate almak durumundasınız. Hele Cumhurbaşkanı iseniz ve mücadelenin en
hayati kısmı sizin kişiliğinizle ilgili ise mücadelenin en ince kıvrımlarını
görmek durumundasınız.
Türkiye gazetesindeYücel Kayaoğlu’nun, yine Ak Parti
dünyasından verdiği bir haber var. Parti kurmayları “Gri alan” üzerinde
duruyormuş yüzde 20-25 oranında… Kararsızlar. Kadınların “Tek adam” ve “Yaşam
tarzı” konusunda referandumda “Evet”e mesafeli davranacakları tespit edilmiş.
Bunlar tartışılabilir hiç kuşkusuz. Ama mesela ben o haberde “B Planı” diye bir
şeyden bahsedilmesini alarm gibi gördüm. Habere göre kurmaylar referandumdan
“Evet” çıkmasına kesin gözüyle bakıyorlarmış ama “Hayır” çıkma ihtimali için de
bir “B planı” geliştirilmesini düşünmüşler. Ne dersiniz, “Hayır” çıkan bir
Türkiye nasıl bir siyasi atmosfere tanık olur? Ak Parti için de, Cumhurbaşkanı
Erdoğan için de “Hayır” ihtimali düşünülebilir bir ihtimal midir? Böyle bir
yola “Hayır” ihtimali düşünülerek çıkılır mı? Çıkılmaz ama seçim demek her
ihtimale hazır olmak demek ve asıl onun için, mücadelenin bütün safhalarını en
ince ayrıntısına kadar görmek lazım.
Heyecan şart ama stratejik planlama heyecan işi değil.
Selvi’nin Başbakan’ın toplantısından yansıttığı bir bölümü
burada paylaşmak istiyorum:
“Referanduma ilişkin kaygılı değerlendirmeler
yapılıyor”dedim. Biraz açmak istiyorum.
“AK Parti’nin oy oranı yüzde 49. Referandumda bunun yüzde
40’ının oy vermesini beklememiz lazım. 1 Kasım’da ülkede istikrar olsun,
ekonomik kriz olmasın, Türkiye beka sorunu yaşanmasın diye AK Parti’ye oy veren
bir kesim var. Bunların oranı yüzde 9’a ulaşıyor. Bunlar, başkanlık sistemine
karşılar” diyorlar.
“Bakanlar, kamuoyunu ikna etmeye yönelik kampanya
yürütülürken, ikinci bir çalışmanın da AK Parti’ye oy veren ama başkanlık
sistemine karşı olanlara yönelik olarak yapılmasını öneriyor. “AK Parti, AK
Parti seçmenini ikna etmeli” deniliyor.”
Yüzde 9.
Ak Parti tabanında, “istikrar olsun, ekonomik kriz olmasın,
Türkiye beka sorunu yaşamasın diye Ak Parti’ye oy vermişler” ancak“Başkanlık
sistemine karşılar.”
Şu anda genelde“Evet”lerin, yine istikrar ve beka sorunu ile
bağlantılı olarak kullanılacağı, “Başkanlığa karşı olma” eğiliminin ise
istikrar – beka değerlendirmesi ile devre dışı bırakacağı ümit ediliyor.
Bence bu değerlendirme sorunlu. Kuşkusuz istikrarı önemsiyor
toplum, terörle mücadeleyi hayati görüyor, “beka” sorununu ne kadar
içselleştiriyor bilmiyorum. Ama 7 Haziran’da “başkanlık konusu”nun, üstelik
Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan, Ak Parti ile paralel biçimde meydanlara taşınmasının
sonuçta önemli etkisinin bulunduğunu görmek gerekiyor. Görmek, yani
ıskalamamak. “Tek adam” kaygısının da bunun etrafında oluştuğu ayrı bir
gerçeklik.
Derim ki: Referandum Rus ruletine dönmesin. Allah korusun.
Taşgetiren kaygılı: Erdoğan olmasa teklife karşı çıkardık,
peki ya olmazsa?
Star gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, 4 Ocak’taki yazısında
partili cumhurbaşkanlığını eleştirmesinin ardından son yazısında ise bu
yetkilerle donatılmış bir cumhurbaşkanının AKP’li olmaması tehlikesine işaret
etti. Ülke tarihine ve Ortadoğu gerçekliğine atıfla olası bir “darbe sonrası”nı
sorgulayan Taşgetiren, Ömer Dinçer ve Abdullah Gül gibi “içeriden” isimlerin
uyarılarının ciddiye alınmasını istedi
Saray-AKP iktidarı sıkıştıkça savaş, saldırı ve saflaştırma
siyasetini tırmandırırken, bu siyasetin sonuçlarıyla artan kaygılar iktidar
cenahında daha sık dillendirilmeye başlandı. Bir dönem Gülen Cemaati’nin
gazetelerinde yazan ancak 17-25 Aralık Operasyonu sonrası Tayyip Erdoğan’a biat
ederek Saray’ın sesi Star gazetesinde köşe edinen Ahmet Taşgetiren başkanlık
referandumuna giden sürece ilişkin eleştirilerinin dozunu yükseltti.
“Partili cumhurbaşkanlığı birliği temsili sarsar”
“Reçete” başlıklı ve 4 Ocak tarihli köşe yazısında Tayyip
Erdoğan’ın 2014 cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında ve Yenikapı Mitingi’ndeki
“kapsayıcı” sözlerini güzelleyen Taşgetiren, “Ancak bir süredir
Cumhurbaşkanlığı sistemi tartışmalarının yaşandığı zeminde iklimin bir hayli
sıkıntılı hale geldiği gözleniyor” dedi. Taşgetiren, OHAL ile sistem
değişikliği tartışmalarının da bu sıkıntıyı beslediğini söyledi.
“Bu yeni düzenlemede “Cumhurbaşkanı’nın partili olması”nın
birliği temsil boyutunu bir hayli sarsabileceğine işaret ediyorum” diyen
Taşgetiren “İktidar olmak sorun olmayabilir ama toplumsal barış başka bir
kategoridir” diyerek de tehlikeye dikkat çekti.
“Ya CHP ya da darbeciler bu yetkileri edinirse?”
Taşgetiren, “Sistem kurarken…” başlıklı son köşe yazısında
ise uyarılarına bir eşik daha atlattı. Yazı, sistem değişikliğinin şahsi olması
eleştirisiyle başladı:
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde diyelim CHP’nin gösterdiği
adayın seçilme ihtimali yüksek olsaydı, Ak Parti böyle bir sistem değişikliğine
gider miydi? Bunun ortak cevabının “Hayır” olduğunu, Türkiye’de, Ak Parti
çevresi de dahil herkes biliyor.
Böyle bir tespitin anlamı, Ak Parti’nin “Cumhurbaşkanlığı
sistemi”ne geçişinin, Cumhurbaşkanlığına Tayyip Erdoğan’ın seçileceğini garanti
görmesinden kaynaklanıyor olmasıdır. Ak Parti olarak bu işi bir “sisteme
bağlamak” ise, sadece önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimini değil, bundan
sonraki bütün zamanlarda seçimi Tayyip Erdoğan gibi birisinin kazanacağını öngörmek
anlamına geliyor.
Değişiklik ile cumhurbaşkanına sağlanan yetkilerin CHP’nin
seçtirdiği bir isimde olması halinde bunun ciddi sonuçlara yol açacağını
belirten Taşgetiren, Türkiye’nin 66 yılda 6 askeri müdahale yaşadığını
hatırlatarak benzeri bir tehlikenin seçim dışı bir yolla iktidara gelenler için
de söz konusu olabileceğini ifade etti.
MÜSİAD’a ‘mülke el koyma’ mesajı
İktidarın belli sermaye kesimlerine yönelik
mülksüzleştirme-el koyma hamlelerini de eleştiren Taşgetiren, MÜSİAD’a da
seslenerek devam etti:
Bilmiyorum MÜSİAD’cı dostlarım ne düşünüyordur, dileyelim
bir daha 28 Şubat’lar gelmesin, o zaman “Yeşil sermaye” falan gibi
ürkek-çekingen tanımlamalar yapmakla yetinmeyip, “Tehlike” ilan ettikleri
alanlarla iltisaklı tüm dünyanın üzerine karabasan gibi çökebilirler ve “Ak
Parti de böyle yapmıştı”yı gerekçe olarak kullanabilirler.
“Allah korusun dünyanın ne halleri var!”
Taşgetiren, yazısının sonunda ise “içeriden” yapılan
uyarıların ciddiye alınması gerektiğinin altını çizdi:
Ömer Dinçer pazartesi günü Habertürk’te bir yazı yazdı.
Biraz Reina karambolüne gitti. “Başkan mı güçlü yasama mı?” sorusunu soruyordu
ve Ak Parti’ye “Meclis’in gücünü artırmanın yollarını araştırmalı” çağrısında
bulunuyordu. O Ak Partili bir bakandı.
Abdullah Gül, “Mallara el koyma”yı sakıncalı buluyor. O Ak
Parti’nin içinden çıkmış Cumhurbaşkanı idi.
Bence yadırganmamalı bu düşünceler.
Allah korusun dünyanın ne halleri var! Burası Türkiye. Bu
coğrafya Ortadoğu.